Neslican Tay’ın babası Fahri Tay: Benim bu dünyadaki KIYAMETİM kopmuş durumda…

O, hepimizin cennet gülüşlü kahramanıydı… Neslican Tay… 21 yaşındaydı… Kanserdi. Olağanüstü bir mücadele verdi. Hem onu çok sevdik hem onurlu mücadelesini…

“Belki kaybedeceğim ama savaşırken kaybedeceğim!” dedi. Kanser hastalarının ardından, “Vah vah, kansere yenik düştü! Kanser kazandı!” denmemesi, gidenin ardından, “Güzel mücadele etti!” denmesi gerektiğini öğretti… Çünkü ne yazık ki bazı kanser türlerinde, günümüz tıbbının geldiği seviyede, kazanmak diye bir şey söz konusu olamıyor.

Bugün, 99 gün önce kızını kendi elleriyle toprağa veren Fahri Tay’la konuştum. Tüm aileye sabır diliyorum.

Dünyalar güzeli kızınızı, Neslican’ınızı kaybedeli tam 99 gün oldu. 20 Eylül’den beri neler oldu hayatınızda…
-Hayat durdu. Biz de öldük. Canımın içini, kendi ellerimle toprağa verdim. Yok böyle acı. Kabullenemiyorum. 20 Eylül’de benim kıyametim başladı. O günden beri hiçbir şey, eskisi gibi değil. Geceyi gündüzden, gündüzü geceden çıkaramıyorum. Uykusuz geceler ve gözyaşlarıyla boğuşarak geçiyor zaman. “Bir tanem, bu soğukta, karanlık toprakta yapayalnız. Ben nasıl uyurum?” diyorum. N’aparım, nereye giderim bilmiyorum, Rize dar geldi bana. Yüreğim yangın yeri. İçtiğim suyun yarısı, göz yaşım. Mahvoldum ben. Hala inanamıyorum. Havadan, gökyüzünden, gözümden sakındığım evladım artık yok. “Beni alsaydınız!” diye diye haykıra haykıra bugünlere geldim…

Sabırları en büyüğün diliyorum. Tarifsiz bir acı olsa gerek…
-Evet. 4 yıl önce babamı, 2 yıl önce de annemi kaybettim. Tabii ki perişan oldum. Fakat bu, başka. İzahatı imkansız. İnsan, dağlara, denizlere, çılgınlar gibi her gün, her an bağırmak istiyor. Yıkıldım, enkaza döndüm. Kabullenemiyorum, alışamıyorum. “Dünyada bu kadar cani, katil, hırsız, uğursuz varken, neden benim iyilik meleğim?” diyorum.

Ben de hala inanamıyorum Neslican’ın öldüğüne, eminim bu satırları okuyan, binlerce insan da bu haldedir…
-Hep bir yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi geliyor. Beni gördü mü çığlık atardı, koşar boynuma sarılırdı. Yine öyle yapacakmış gibi geliyor. Bu bedenden bu ruh çıkmadıkça, her an gelebilir diye onu bekleyeceğim.

Geceleri mi en zor…
-Evet. Geceleri uyuyamıyorum. Tek huzur bulduğum yer, kızımın yatağı. Sabah kalktığımda, Neslican’n eşyalarıyla zaman geçiriyorum. Hiç ölmemiş gibi, yaşıyormuş gibi, birazdan arayacakmış, heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatacakmış gibi…

Sosyal medyada paylaşımlarınızı görünce hem çok seviniyorum hem içim oyuluyor… Siz neler hissediyorsunuz?
-İyi ki var Instagram, içimi döküyorum. Acımı, kederimi paylaşıyorum. Çünkü duygularımı içime attığımda, stresten çatlayacak gibi oluyorum. Gerçi her paylaşımımda, gözyaşlarına boğuluyorum, hüngür hüngür ağlıyorum. Ama aynı anda Neslican’ımı içimde hissediyor, rahatlıyorum.

Neden yapıyorsunuz bu paylaşımları peki: Acıyla baş etmeye çalışmanın bir yolu mu? Yoksa böylece Nesli’yi yaşatmak mı istiyorsunuz?
-İkisi de. Neslicanım, Instagram’da çok zaman geçirirdi. Güzel kızımı, Instagram’da bulacakmışım gibi geliyor. Paylaşımlarıma cevap verecekmiş gibi geliyor. Her beğeniye tek tek bakıyorum. Meleğimi, Instagram’da kaybettim, Instagram’da bulacağım diye çırpınıyorum. İnsanlar sağ olsunlar, üzüntümüzü paylaşıyorlar. İyi geliyor. Bu paylaşımları yapmazsam, içimdeki bu ateşle, kül olur giderim. Bir de tabi Neslican unutulsun istemiyorum. Böylelikle onu yaşattığımı düşünüyorum. Ama ben öyle bir haldeyim ki gökyüzündeki yıldızlar dizilip, kıyamete kadar Neslican yazsalar karanlığa, yine içimdeki acının ateşi söndüremezler!

Ona; hayat, haksızlık yaptı gibi hissediyor musunuz? Ben hissediyorum da… Bu hastalığın her anında mücadele etti, kahramanca hem de… Gitmemeliydi… Bu film böyle buruk bitmemeliydi…
– Evet. Kadere inanıyorum ama böyle olmamalıydı. İki buçuk yıllık mücadelesinde, milyonlara rol model oldu, umut oldu. Hayatına son vermeye kalkan pek çok insanın hayata tutunmasını sağladı. Kanser hastalarının umudu oldu. Hayat, Nesli’nin canını aldı ama Neslican da hayata, dersini vererek, kahramanca savaşarak, gitti!

EN SALDIRGAN KANSER GELDİ BİZİ BULDU

Hastalığını bir de sizden dinleyelim…
-Allah kimseyi, çaresiz dertlere düşürmesin! Lokman hekimler, onkoloji doktorları, aklınıza kim gelirse, bir sürü kişi ve kuruma baş vurduk. Hiçbiri çare olamadı. Yumuşak doku kanseriydi, Neslican. En saldırgan kanser geldi, bizi buldu. İlk kanser teşhisinin ardından kemoterapi aldı, başarılı olunamadı. Sol bacağı kesildi. 3 ay sonraki pet raporunda, kanser vücudundan defolup gitmişti, havalara uçtuk. Fakat 6 ay sonraki kontrolde, akciğer metastazıyla yıkıldık. İkinci defa saldırıya geçmişti kanser. Kemoterapilerle, moraliyle, azmiyle, yine yenmeyi başardı. “Ne olur, defol git” derken kansere, periyodik kontrollerinde yine metastazların oluştuğu görüldü. Üçüncü kez kansere yakalandı. Neslican, ellerimizden kayıp gidiyordu. Ağır kemoterapi ve ışın tedavisi derken, kanserin ilerlemesi durdu. Fakat bu sefer de akciğerleri su topladığı için, bir sürü işleme maruz kalıyordu. Üçüncü saldırıyı da bir şekilde atlattı. Minnoşumun akciğerinden bir parça alınıp, Amerika’ya gönderildi, “Acaba iyi sonuç gelir mi?” diye umutlanırken, maalesef, “En saldırgan yumuşak doku kanseri ve en ağır kemoterapi!” cevabı geldi. Yıkıldık! Dördüncü sefer de bu son kemoterapi de uygulandı ama güzelimin damarlarına çok hasar verdi. Yoğunbakıma alındı. Bir daha da çıkamadı hastaneden yavrum…

ONSUZ HAYATA NASIL DEVAM EDERİM BİLMİYORUM

Bacağı kesilen başka biri, hayata küsebilirdi, o ise hepimize, tutumuyla, davranışlarıyla, pek çok hayat dersi verdi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Oldum olası cesur ve korkusuzdu. Bacağı, Samsun’da alındı. Biz perişan olduk, başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. Fakat Neslican, “Ben bir bacaktan ibaret değilim ki! Üzülmeyin benim için. Ben devam edeceğim” dedi. Bir saat sonra hastanenin koridorlarında yürümeye başladı. Ağlayanlara kızıyordu. Hayata hiç küsmedi. Herkese enerji saçıyordu, gerçekten süper kahraman gibiydi. Hepimize, yaşama nasıl tutunacağımızı o öğretti.

Sanki bu dünyaya ait değildi gibi geliyor bana. Hepimize bir şeyler öğretti, görevi bitti ve gitti…
– Haklısınız. Bu dünyaya geldi, insanlara, saçma sapan şeyler için, dünyamızı zehir etmememiz gerektiğini fısıldadı, görevini tamamladı ve uçtu gitti güzel kızım. Ama ben onsuz, hayatıma nasıl devam ederim bilmiyorum. Rüzgarlı havada, dümeni kilitlenmiş bir gemi gibi nereye çarparım, nasıl alabora olurum belli değil. Sabrımın son demindeyim.

MÜCADELENİN KRALINI VERDİ

“Belki yenileceğim ama mücadele ederek yenileceğim” dedi… Ne diyeceksiniz?
-Ben yenildiğine inanmıyorum. Evet, sonunda hayatını kaybetti ama, ulaştığı her noktaya savaşarak geldi. İnsanlara, acılar içindeyken bile, mücadelenin kralını gösterdi. Hayatının finalinde de insanlık dersi verdi. Kaderine mağlup olup, yataklara atmadı kendini. Üniversitesini de okudu, tatilini de yaptı. Sosyal medyada milyonlara umut oldu. Hayat, Neslican’a değil, Neslican hayata dersini verdi aslında…

PSİKOLOJİK DESTEK ALIYORUZ

Aileniz nasıl bir travma yaşıyor?
– En zorunu. 98 gün değil, 98 bin gün de geçse, bu acı içimizde yaşayacak. Psikolojik destek alıyoruz.

Birbirinize hiç olmadığınız kadar kenetlendiniz mi?
– Evet. Ben sabaha kadar Neslicanım’ın hatıralarıyla, eşyalarıyla, fotoğraflarıyla, sosyal paylaşımlarla ilgilenirken, ağlamalarım kontrolden çıkıyor. Sağlıkçı oğlum Bekir, sağ olsun beni kontrol ediyor. Ben de saat başı, eşimi kontrol ediyorum. Uyuyor mu, durumu nasıl diye. Diğer kızımız Nazlıcan evli, Rize’de oturuyor, eşiyle her zaman bize destek oluyorlar. Ailecek kenetlendik yani.

Oğlunuz okulunu mu dondurdu?
-Evet, babasının paşası Bekir, annesini ve beni yalnız bırakmamak için üniversitesini bir yıllığına dondurdu. Elimiz, ayağımız oldu sağ olsun. Bu zor süreçte birbirimize güç verip, ayakta durmaya çalışıyoruz.

Gözümüzde bir damla göz yaşı görse, bize kızardı…

Siz, baba-kız çok mu düşkündünüz birbirinize?
-Evet. Neslican çocukluğundan beri farklıydı. Minik minik elleri, kıvırcık sapsarı saçları, pembiş yanaklarıyla çok minnoştu. Ve gerçekten kafasına koyduğunu yapardı. Küçükken de. 7 yaşındaydı, günlerce, haftalarca uğraştı, ne yaptı etti, bana sigarayı bıraktırdı. Okuldan eve geldi mi sarılır, öper, öperdi beni. Yüzüm, gözüm tükürük olurdu. Can kızım, şimdi bir damla tükürüğüne canımı veririm!

Pek çok aile, kanser hastası kızını, üniversite başka bir şehre yollamaz. Siz yaptınız…Hiç tereddüt etmediniz mi?
-Hayır. Ben çocuklarımın hayallerini gerçekleştirebilmek için elimden her şeyi yaparım. Neslican’ın o güzel gülüşü, “Babacığım” diyerek boynuma sarılışı var ya, üniversiteyi bırakın, “Uzaya astronot olarak gönder” dese, hiç tereddüt etmeden gönderirdim. İyi ki izin vermişim. Şimdi aklıma takılır, daha da kahrolurdum. Nesli çok enerjikti. Makyajını yapar, peruğunu takar, başına şapkasını geçirir, taksi çağırır, uçağa kendisi giderdi. Gözümüzde ufacık bir göz yaşı görse kızardı.

DİK DURUŞUYLA, CESARETİYLE MİLYONLARA ÖRNEK OLDU

Eşiniz ne durumda?
-Psikolojik destekle, ilaçlarla hayata devam etmeye çalışıyor. Hemen her gün Neslican’ın mezarına gidiyor, dualar okuyor. Kısacası perişan.

Kızınızın en çok dik duruşuyla, cesaretiyle ve milyonlara rol model olmasıyla mı gurur duyuyorsunuz?
-Evet, dik duruşu, cesareti, onurlu hayatı benim gurur kaynağım. İnanılmaz acılar çekerken bile, Youtube kanalına vlog’lar çekti. Instagram’da paylaşımlar yaptı. Kendi çabasıyla, mücadelesiyle milyonların kalbine dokundu. Ama çok büyük acılar çekiyordu. “Bir gün, acım olmadan yaşasam da ertesi gün ölsem!” diyordu. Siz, fiziksel acının büyüklüğünü düşünün. Şimdi en azından acı çekmiyor, kurtuldu. Tek tesellimiz bu.

Bazen, “Sana kavuşacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum” gibi şeyler yazıyorsunuz…
-Evet. Çünkü kıymetlimdi. Nasıl sabırsızlıkla beklemem kavuşmayı? Sımsıkı sarılsam, bir daha hiç bırakmasam. Çok özledim kızımı. Ne yazık ki Neslican’ın kokusu odasından gidiyor. Tutmaya çalışıyorum. Güzel kızımın elbiselerini, eşyalarını kokluyorum. Ama kokuların da bir ömrü varmış! bitiyor, gidiyor…

“Hayat başlar ve biter, ne kadar yaşadığın önemli değil, hayatına neler sığdırdığın önemli” diyorsunuz…
-Evet. Kısacık hayatına o kadar çok şey sığdırdı ki. 80 yıl yaşayıp, mum gibi sadece dibini aydınlatacağına, 21 yıl yaşadı pek çok insana ışık oldu. Onun, insanlara ve insanlığa hizmet ettiğine inanıyorum. Dik durmayı, onurlu yaşamayı, acı içindeyken bile gülmeyi öğretti insanlığa.

Pek çok kişi vefatından sonra ondan söz etti, paylaşımlar yaptı, yazılar yazdı… Neler hissettiniz?
-Mutlu oldum. O güzel mesajlar, beni benden aldı. Siyasetten iş dünyasına, basından sanat dünyasına kadar pek çok insan yazdı, çizdi, konuştu. Herkese teşekkür ediyorum.

YALAN OLDU BÜTÜN HAYALLERİMİZ!

“Ne hayallerimiz vardı, yalan oldu!” diye yazdınız… Nelerdi o hayaller?
– Dünyayı gezecektik, yeni ülkeler keşfedecektik. “Babacığım, sana öyle bir damat getireceğim ki benimle gurur duyacaksın!” derdi. Gülerek hayalini kuruyorduk. Neslican’ı istemeye geleceklerdi, ben önce zorluk çıkaracaktım. Veremeyecektim güzel kızımı. Sonra tabii ki kabul edecektim. Neslican, kendi düğününde, kuğu kuşu gibi süzülerek, benimle Çerkez oyunu oynayacaktı. Çerkez oyunu oynamasını ben öğretmiştim ona. Tıpkı kendisini gibi minnoş minnoş çocukları olacaktı. “Erkek olursa, senin adını koyacağım!” diyordu. Ben Neslim’in çocuklarının elinden tutup, parklarda oynatacaktım… Yalan oldu bütün hayallerimiz!

Mümkün olsa gerçekten hayatınızın geri kalanını ona verir miydiniz?
-Salise bile düşünmeden…

Bodrum’a dikilen heykeli sizi ne kadar duygulandırdı? Aradılar mı sizi…
-Aramadılar. Fakat yapılan etkinlik de Nesli’nin heykeli de çok güzel olmuş, çok duygulandım. Sağ olsunlar, var olsunlar. Heykeli yapan kardeşime de Bodrum Belediye Başkanı’na da çok teşekkür ediyorum. Neslican için yapılan her etkinlik bizi çok mutlu ediyor, acımızı hafifletiyor. Sadece yapılan etkinliklerden bizim de haberimiz olursa, daha çok memnun oluruz.

Adını yaşatmak için neler yapacaksınız? Var mı öyle hayalleriniz…
-Nesli’nin adını yaşatmak onu gelecek nesillere anlatmak için elimden gelen her şeyi, imkanlarım dahilinde yapmak isterim. Bir sürü hayaller kuruyorum. Ama ne yapsam, o, geri gelmeyecek biliyorum. Beynim biliyor gelmeyeceğini, ama kalbime laf anlatamıyorum. Bir yerlerden çıkıp gelecekmiş, güzel sesiyle, boynuma sarılıp, “Babacım!” diyecekmiş gibi. Söylüyorum, benim bu dünyadaki kıyametim kopmuş durumda. Psikolojim perişan. Beden ve ruh sağlığım düzelirse, ileriki zamanlarda kızım için her şeyi yapacağım. Şimdilik, şunu müjdeleyebilirim: 14 Mart’a, yani Neslican’ın doğum gününde, günlükleri kitap olarak çıkacak.

Yorum

  1. Harika bir röportaj, emeğinize sağlık, Neslican hep aklımızda, inancıyla, hırsıyla, en çok da güçlü olmasıyla. Keşke her kanser hastası onun gibi olsa ve bu illet hastalıkla dalda geçebilse.
    Sizi zevkle, keyifle takip ediyorum. Kendinize iyi bakın, selam ve sevgiler..

  2. Ağlayarak okudum. Allah acilen sabır, selamet versin Cennette kavuştursun. Sizinde emeğinize sağlık

  3. Dünya madem fânidir.
    Hem madem ömür kısadır.
    Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
    Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
    Hem madem dünya sahipsiz değil.
    Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.
    Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.
    Hem madem “Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs’ahâ” [Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez. (Bakara Sûresi: 2:286)] sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
    Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
    Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.
    Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. -Risaleinur Külliyatından

Yorum Bırak