Hatay Samandağ’da ramazan boyunca iftar ve sahur için 33 bin öğün yemek dağıttılar

G ü n a y d ı n
Söz verdiğim gibi Şef Türev Uludağ röportajıyla huzurlarınızdayımm 

Doğduğu yere, kültüre, en önemlisi de insanlara sahip çıkan, gülünce gözleri kaybolan, Adanalı, şahane bir şef Türev. Tanıdığım için kendimi çok şanslı hissettiğim biri Şef Türev ve ekibi, Ramazan boyunca prilturkiye güçlerini birleştirdi ve Hatay Samandağ’da nefiss bi projeye imza attılar. Karaçay 1 Konteyner Kenti sakinlerine, iftar ve sahur için toplam 33 bin öğün ikram ederek, zor şartlarda yaşayan depremzedelerin yanında yer aldılar. ‘Zor şartlar’ diyorum -yaşadıkları bin bir türlü zorluğun yanı sıra, fiziksel koşullarla da boğuşuyorlar- ev olarak benimsedikleri konteynerlerde, ellerini yıkadıkları lavabo ile yemek pişirdikleri lavabo aynı yerde. Yani Türkçesi mutfak yok! Hijyen de ayrı bir sorun. O yüzden bu yaptıkları ayrıca değerli Pril’i de Şef Türev ve ekibini de böylesine değerli bir işe imza attıkları için alkışlıyorum. İki hafta önce beni de misafir ettiler. Hatta, iftardan önce kolye atölyesi gerçekleştirdik, tüm günü de o konteyner kentte geçirdim. Tahmin edeceğiniz gibi şartlar hala zor, geçen bir senede değişen pek bir şey yok, kurumların, stk’ların desteği gerekiyor.
Türev Şef, dayanışmanın önemine inanıyor. “Büyük depremin ilk saatlerinde de bölgeye gelip en iyi bildiği şeyi yaptım, mutfağa girdim. O günden beri de bölgeyle bağım hiç kopmadı. Destek olmaya değil, birlikte hareket etmeye geldim diyor. Ekliyor: “Biz iyilik değil, gerekeni yaptık!”
Onlarla mutfağa girdim. 20 kişiyle her gün 550 kişiye nasıl yemek çıkardıklarını gördüm. Sofra, insanları birleştiren, acıları azaltan, sevinçleri çoğaltan bir yer. Onlarla birlikte olmak çok güzeldi!!!
Türev Şef aslında bunu ilk kez yapmıyor. 6 Şubat depreminde de tam 90 gün bölgede kalıyor. 4 farklı mutfakta şeflerle, gönüllülerle, stk’lardan gelen aşçılarla tam 17 milyon kap yemek pişiriyor. Bravo, bravo, bravoooo! 
Bir sonraki postta Türk Henkel Yürütme Kurulu Başkanı Henkel Tüketici Markaları Genel Müdürü Güral Yıldız bizimle…Böyle değerli projelerin artmasını dileğiyle…  @prilturkiye #hayırlı #işbirliği

ŞEF TÜREV ULUDAĞ; BEN DESTEK OLMAYA DEĞİL BİRLİKTE HAREKET ETMEYE GELDİM

Türev tebrikler! Şu anda deprem bölgesinde, Pril’le çok değerli bir dayanışma örneğine imza atıyorsunuz. Hatay Samandağ’da, Karaçay 1 Konteyner Kenti sakinlerine yemek pişiriyorsunuz ve 30 gün boyunca, iftar ve sahur için toplam 33 bin öğün ikram ediyorsunuz. Ben de seninle 550 kişinin yaşadığı bu konteyner kent’e iftara misafir oldum. Ne ifade ediyor bu proje senin için? Neler hissediyorsun?
Ben bu topraklarda doğdum. Bu coğrafya benim hayatımda çok önemli bir yere sahip. Büyük depremin, ilk saatlerinde, bölgeye gelip en iyi bildiğim işi yapıp, mutfağa girmiştim. O günden beri, burayla bağım hiç kopmadı. Ben destek olmaya değil, birlikte hareket etmeye geldim. Hala da hep birlikte hareket ediyoruz. Çünkü dayanışmanın önemine inanıyorum. Komşu, mahalle kültürü benim için hep değerli oldu. Çocukluğumda, kapıların açık olduğu evlerimiz vardı. Kimse birbirine kapıyı kapatmazdı. Bizim toprakların en güçlü yönü de bu zaten. Bireysellik tabii ki önemli ama aile olma duygusu da çok önemli. Özellikle zor anlarda, kriz anlarında, deprem gibi doğal afetlerde, bizi bir arada tutan da bu “aile” olma duygusu. Ben de elimden geldiğince buna uygun yaşamaya gayret ediyorum.

BÖLGEDE DURUMUN NE KADAR VAHİM OLDUĞUNU GÖRDÜĞÜMDE ”YAPABİLECEĞİN EN İYİ ŞEYİ YAP TÜREV!” DEDİM EN İYİ YAPTIĞIM ŞEY YEMEK

Peki bu değerli proje nasıl doğdu?
Deprem haberini aldığımda, bulabildiğim ilk uçakla İstanbul’dan Adana’ya geldim. Adana, benim memleketim. Çantama sadece iki tane tişört attığımı biliyorum. Gelirken, ailesi depremden zarar görmüş bir depremzede olarak geldim. Bölgeye gelip durumun ne kadar vahim olduğunu gördüğümde aklımdan, “Yapabileceğin en iyi şeyi yap Türev” diye geçirdim. En iyi yaptığım şey yemek. Elimden ne gelirse yardım etmek gibi bir düşüncem vardı. Bir planım yoktu aslında. O kadar hızlı hareket ederken bir yandan da planlama yapamıyor insan. O zamanki Gençlik ve Spor Bakanımız Sayın Mehmet Muharrem Kasapoğlu’na ulaştım. Bana bölgedeki öğrenci yurtlarının tamamının mutfaklarında çalışabileceğimi söyledi. Tüm fiziksel imkanları sağladı. Ben de mutfağa girip yemek yaptım. 90 gün boyunca bölgeden hiç ayrılmadım. Bölgeyle bağım hiç kopmadı. Bugün de Pril’in bu projesiyle devam ediyor.

RAMAZAN’DA 20 KİŞİLİK BİR EKİPLE HER GÜN 550 KİŞİYE YEMEK ÇIKARTTIK

Her gün 550 kişiye nasıl yemek çıkarıyorsunuz? Bir ay boyunca 33 bin porsiyon yemek epey zorlu bir şey olsa gerek… Sistem nasıl işliyor?
6 Şubat, bize çok büyük bir “ders” verdi. Akut dönemde, günde bazen 70 bin kap yemek yapıyorduk. Sistem her zaman işler. Biz, tüm ekibimizle birlikte, bütün varlığımızı ortaya koyarak hiç aksamadan yemek pişiriyoruz. Yaklaşık 20 kişilik bir ekiple birlikte bu operasyonu yürütüyoruz. Dışarıdan bakınca imkansız gibi görünüyor ama bu kadar güzel kalpli insanın olduğu yerde de imkansız diye bir şey yok.

Mutfakta kimler çalışıyor?
Projenin temelinde, bulunduğumuz coğrafyayla bağ kurmak var. Bunun en kolay yollarından biri, projeye, bizzat bölge insanımızı dahil etmekti. Çünkü yaşananlar en çok onları etkiledi. Bu projeyle hem kendi bölgelerinde bir projeye destek vermiş oluyorlar, hem farklı bir alanı tecrübe etmiş oluyorlar. Mutfak, bir rehabilitasyon aracı aynı zamanda. Ben o anlamda da bölge halkına çok faydası olduğunu düşünüyorum.

Yöre halkının ağız tadına uygun yemekler pişirmek senin için ne kadar önemli?
Çok önemli. Burada lezzetsiz bir şey bulamazsınız. Bu bölgenin insanının damağı çok gelişmiştir. Bu, kültürle alakalı bir şey. Yemek yemiş olmak için, sadece doymuş olmak için yemek yemezler. Sokakta yediğiniz biberli ekmek bile çok lezzetlidir. Burada lezzetsiz yemek yaparsanız, yemezler. Ben bunu büyük bir zenginlik olarak görüyorum. Biz de projenin her adımında buna çok dikkat ediyoruz.

SOFRA, İNSANLARI BİRLEŞTİRİR, ACILARI AZALTIR SEVİNÇLERİ ÇOĞALTIR BİZ DE “SOFRA” NIN BU GÜCÜNDEN YARARLANMAYA ÇALIŞIYORUZ

Bizim kültürümüzde yemek, sofra çok önemli…
Aynen öyle! Sofra, insanları birleştirir, acıları azaltır, sevinçleri çoğaltır. Biz de, “sofra”nın bu gücünden yararlanmaya çalışıyoruz. Ama hala yapılacak çok şey olduğunu düşünüyorum. Hep birlikte daha kalıcı projeler üretmeli, daha da fazla insana ulaşmalıyız. Sadece bir an hatırlamakla, unutmadık demekle olmuyor bu iş. Daha yapacak çok iş var.

Bu projeyi, Pril’le iş birliği yaparak hayata geçirmenin ne tür avantajları oldu?
İlk başta, bir marka ile deprem bölgesinde işbirliği yapmaya çok sıcak bakmadım. Yanlış anlaşılabileceğini düşündüm. Samimiyete bir zarar verir mi diye endişelendim. Ama tüm kaygılarım, ilk toplantımızda yok oldu. Hem ajansın hem de tüm Pril ekibinin tek derdi beraber, yan yana hareket etmekti. Operasyonun tüm aşamalarına dahil olup, ellerinden gelen tüm yardımı yaptılar. Vicdanlarını, reklam yapmanın önüne koyan bu ekibin her bireyine gönülden teşekkür ediyorum.

BU KONTEYNER KENTTE DEPREMZEDELERİN ELLERİNİ YIKADIKLARI LAVABO İLE YEMEK PİŞİRDİKLERİ LAVABO AYNI YERDE BU SEBEPLE BURADAYIZ

Mutfakta bir günün nasıl geçiyor?
Ben ve ekibim operasyonun tüm aşamalarında her an bulunuyoruz. Gelen ürünlerin depolanmasından, mutfağın temizlenmesine, yemeklerin pişmesi, paketlenmesi ve vatandaşlarımıza dağıtılmasına kadar tüm aşamalarda hep birlikte görev alıyoruz. Gerekeni yapıyoruz.

Sanırım bu konteyner kentteki konteyner’lerde, mutfak yok… Depremzedelerin hayatını nasıl kolaylaştırıyorsunuz?
Konteynerde uzun bir süre yaşamak gerçekten zor. Depremin boyutu gerçekten çok büyük. Bu konteyner kenti belirlerken, Samandağ Kaymakamımız ile koordineli bir çalışma yürüttük. Sayın Kaymakamımız, fiziksel koşullarından dolayı bu konteyner kenti tercih etmemizi önerdi. Evet, bu konteyner kentte depremzedelerin ellerini yıkadıkları lavabo ile yemek pişirdikleri lavabo aynı yerde. Bu sebeple buradayız. Ramazan boyunca da burada olmaya devam edeceğiz. El ele, kol kola.

İyiliği yayma yolculuğunda seni en çok ne motive ediyor?

Ben yaptığımızı “iyilik yapmak” olarak tanımlamıyorum, gerekeni yapıyoruz.

6 ŞUBAT DEPREMİNDE 5 KİŞİ GİRDİĞİMİZ MUTFAK 24 SAATTE BİR AŞ EVİNE DÖNÜŞTÜ

6 Şubat depreminde, sen de dayını ve yengeni kaybettin, başın sağ olsun. Felaketi öğrenir öğrenmez deprem bölgesine gelmiş, üç ay kalmış ve bölge halkına gönüllülerle yemek pişirmişsin…
Evet. İlk uçakla Adana’ya geldim. Her yerden kötü haberler geliyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ya dayımın ve yengemin enkazının başına gidip “çaresizce” bekleyecektim, ya da en iyi bildiğim işi yapıp, 1 kap çorba pişirecek, bölge halkına elimden geldiğince destek olacaktım. Arabaya kazan, canavar ocak, tüp aldım ve yola koyuldum. Giderken bir marketten ne kadar mercimek varsa aldım. Tek derdim, bir yerlerde çorba pişirmekti. Mevlana der ki; aramakla bulunmaz, ancak bulanlar yalnızca arayanlardır. Ben nereye gideceğimi ararken, bir arkadaşım aradı ve Osmaniye’ de bin yüz kişinin yemeğe, sıcak çorbaya ihtiyacı olduğunu söyledi. Rotam belliydi artık. Dönemin Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun Osmaniye sorumlusu olduğunu öğrendim. Geçtiğimiz senelerde Bakanlığın bünyesinde bulunan öğrenci yurtlarında belirli programlar yapmış ve yurtların mutfaklarının sahra mutfağı oluşturmaya ne kadar uygun olduğunu biliyordum. Bakanlığımız ile irtibata geçtim. Beni tanıyor ve güveniyorlardı, fakat mutfakta o an akut dönemde çalışacak personel yoktu. Ben tek başıma da olsam, o mutfağa girecektim. Dedikleri gibi oldu. Kocaman yurtta ben dahil 5 kişiydik. Bir müdire hanım, bir güvenlik, bir memur, bir de temizlik görevlisi Yıldız Abla. Hep birlikte mutfağa girdik ve çorba pişirmeye başladık. 24 saat içerisinde hiç uyumadan 20 bin kap çorba pişirdik. O an da bir sürü şef arkadaşımız ve sektördeki arkadaşlarımızla irtibat halindeydik. 5 kişi girdiğimiz mutfak, 24 saatte bir aş evine dönüştü ve depremzedelerin gelip, “Yemek pişiriyormuşsunuz, nasıl yardım edebiliriz?” dedikleri bir hal aldı. Depremzedeler ve gönüllülerle kol kola yemek pişirmeye devam ettik. Önce Osmaniye’de mutfağı kurduk. Sonra yıkımın daha büyük olduğu Kahramanmaraş’ta. Osmaniye mutfağımız şef bir arkadaşımıza emanet ettik. Sonra Maraş kız öğrenci yurdunda kurduğumuz mutfağı, Şef Mehmet Yalçınkaya’ya emanet ettik. Biz gittik, Adıyaman mutfağını kurduk. Daha sonra hepimizin şahsi meselesi olan Hatay’da kurduk… 2 tişört ve 1 pantolonla geldiğim yerden 90 gün boyunca dönemedim.

90 GÜNDE, 4 FARKLI MUTFAKTA 17 MİLYON KAP YEMEKE PİŞİRDİK

Acın tazeyken, tüm bunlar zor olmadı mı?
Bence iyileşmek, iyileştirerek olur. Kurduğumuz mutfaklarda bir sürü gönüllü depremzede vardı. Hepsi de iyileştirmek için oradaydı. Herkesin acısı kendisine büyük elbet, ancak evladını ellerinde kaybeden bir babayı, tüm ailesini kaybeden insanları görünce kendi acın kabuk bağlıyor. Derdin kendin olmaktan çıkıyor.

O üç ayda, 17 milyon kap yemek çıkardığınız doğru mu?
Evet doğru. 90 günde şefler, gönüllüler, Gençlik ve Spor Bakanlığı personeli, depremzedeler, markalardan, STK’lardan gelen aşçılar, 4 mutfakta 17 milyon kap yemek pişirdik. Tek başıma girdiğim operasyon; Osmaniye, Adıyaman, Kahramanmaş ve Hatay/ İskenderun olmak üzere 4 mutfak olarak faaliyet gösterdi. Gelen herkes var gücüyle hiç durmaksızın çalıştı. Bu rakama doğru planlama ile ulaştık. Önce mutfak alt yapılarını güçlendirdik. Daha sonra saha çalışmaları yaptık. Mahalle örgütlenmeleri gerçekleştirdik. Her mahalleden bir sorumlu belirleyip, yemeği o kişiye teslim ettik. O da bütün mahalleye dağıttı. Bunu hep birlikte başardık.

BİNLERCE GÖNÜLLÜYLE EL ELE VERDİK

Bu tecrübe sana en çok ne öğretti?
Pek çok şey öğretti. Asla, “Yalnız başına ne yapabilirim?” deme. Tek başıma girdiğim mutfakta, binlerce gönüllüyle milyonlarca kap yemek yaptık. Nasıl büyük bir millet olduğumuzu da bir kez daha öğretti. 6 Şubat hayatımda birçok şeyi değiştirdi. Mesela sıkıldığımız rutinlerin bile ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha anladım. Sabah bir evde uyanmak, yanınızda sevdiklerinizin olması, belki bir kahve içmek, aracınıza binip bir işe gitmek, orada iş arkadaşlarınızla vakit geçirmek, sonra akşam sıcak bir yuvada yemek yiyip uyumak. Hayatımızın olağan akışında yaptığımız şeylerin ne kadar kıymetli olduğunu gördüm. En büyük sınavım, oğlumdan bu kadar ayrı kalmak oldu.

HEM BÜYÜK ACILAR GÖRDÜM HEM DE BÜYÜK UMUTLAR BİRBİRİNİ HİÇ TANIMAYAN İNSANLARIN KARDEŞÇE, BİRLİKTE GÖREV AYIRT ETMEKSİZİN GÖNÜLLÜ BİR ŞEKİLDE ÇALIŞMASI BÜYÜK UMUT

Haftalarca yıkanmadığın, vakit bile bulamadığın doğru mu?
İlk 5 gün ayakkabımı çıkaracak vaktim yoktu. Çıkardığımda çorabım ve ayakkabım birbirine yapışmıştı. 14 gün hiç yıkanamadım. Günde yaklaşık 3 saat uyuyordum. Ama bir saniye bile olsun şikayetçi olmadım bu durumdan. Daha fazla ne yapabilirim diye düşündüm hep.

Hafızana kazınan anılar…
Hem büyük acılar gördüm hem de büyük umutlar. Birbirini hiç tanımayan insanların kardeşçe, birlikte görev ayırt etmeksizin gönüllü bir şekilde çalışması büyük umut. 3 yaşında evladını kaybetmiş aileyi nasıl unutabilirim? Ya da evlatlarını kaybeden bir babanın, kuru bir incire bakarak, yemesem olur mu, evlatlarım çok severdi demesini. Günlerce rüyalarıma girdi bu anlar. Hala da girer…

Peki aradan bir yıl geçti… Bölge halkının şu anki durumu için neler söylemek istersin?
Biraz önce unutmak ile ilgili konuştuk. “Unutmamak lazım” demekle olmuyor bu iş! Bölgenin hala desteğe yardıma ihtiyacı var. Bu uzun süre de devam edecek. Buraların toparlanması zaman alacak. Bölgeyi tekrar hayata döndürmemiz lazım! #hayırlı #işbirliği

Yorum Bırak