Yeni Delhi’de yarışma

GELECEK sene Hindistan maceramız bitiyor.
Alya karalar bağladı.
Aslına bakarsınız ben de üzüldüm.
Alya eylülde liseye başlayacak. Gelecek hafta Londra’da okul bakacağız, opsiyonlardan biri de İngiltere...
Ah Mumbai ah…
Yeni Delhi’de yarışma
Çok güzeldi. Ömer de “Siz de bir tuhafsınız!” diyor, “Nereye gitseniz ışık hızıyla oralı oluyorsunuz ve her seferinde de kopamıyorsunuz…”
Haklı.
Dubai’den de ayrılmak istememiştik.
Şimdi de Mumbai’den.
Alya buraya küçük bir kız olarak geldi, şimdi genç bir kız. Türkiye’de de dans ediyordu, ama burada gelecekte dansçı olmak istediğini söyleyen birine dönüştü. Dans, hayatı oldu neredeyse. Haftada 25 saat dans ediyor, 30’u zorluyor, bizim de imanımız gevriyor tabii! Çok geç saatte eve geliyor, yorgun oluyor, bir taraftan da normal eğitimini sürdürüyor. Her şeye yetişmeye çalışıyor. E haliyle “ergenim ve gerginim” konumunda. En çok kime patlıyor? Tabii ki bana! Kabak hep annelerin başında patlıyor!

GRAND PRİX KAZANDI!

Geçen hafta sonu 148 çocukla birlikte bir yarışmaya katıldı Yeni Delhi’de. Bir de bu yarışmalar çıktı şimdi başımıza! Bir Rus bale okulunun dans yarışması. Ciddi bir jürisi vardı. Dört kategori yarıştı: Bale, modern, karakter ve ‘contemporary’.

Yarışma deyip geçmemek lazımmış. Nasıl zormuş anlatamam. Çocuklar bir tarafta; anneler-babalar, çalıştıran hocalar bir tarafta, çok sıkı bir rekabet var. Bir sürü duyguyu aynı anda yaşıyorsun. Ben Delhi’yi bilmem, kimseyi tanımam, bu dans işlerinden de fazla anlamam. Kamyon çarpmış gibi oldum. Sadece dansçı değil, dansçı anası-babası olmak da zormuş!
Ve kardeşim, bu dansçı milleti kendini bir türlü beğenmiyor, daha doğrusu beğenmekle beğenmemek arasında ince bir çizgide yaşıyorlar. Alya sürekli kendini eleştiriyor; o dönüşü iyi yapamamış, bacağını yeteri kadar kaldıramamış, zaten dansçı vücuduyla doğmamış (annesi yüzünden), açıklarını kapatması için bir ömür herkesten fazla çalışması gerekiyormuş (çalışıyor da)… Ay ben bittim! Onun bu iniş-çıkışları, kendini yerden yere vurması, asla beğenmemesi beni mahvetti!
Ağladım ya. Saçını doğru yapacaksın, “Fransız örgüsü bilmiyorsun!” diyor, bilmiyorum tabii. “Sahne makyajı yapacaksın!”. O dans ederken dansı telefonla çekeceksin, ama doğru açılardan. Uyumlu olacaksın, sinirli olmayacaksın, onunla ilgili her şeyi düşüneceksin, onun antrenörü gibi olacaksın, demir gibi olacaksın, kızmayacaksın, hep sakin olacaksın, dağılmayacaksın, sonsuz destek olacaksın…
Bu kadarı yeter mi?

Yetmez!
Eğlenceli olacaksın, ‘cool’ anne olacaksın, annelerle mesajlaşırken emoji kullanmayacaksın, iyi İngilizce konuşacaksın, sevincini gereğinden fazla göstermeyeceksin, çok fazla soru sormayacaksın, alanına girmeyeceksin…
O kadar çok şart var ki uyabilmek mümkün değil…
Allah’tan sonunda her şey çok iyi oldu.
Hatta şahane oldu. ‘Contemporary’de yarıştı. Ve süper bir başarı elde etti. Kendi dalının ve yaş grubunun (12-17) en büyük ödülünü kazandı: Grand Prix.
Sinirlerim boşaldı, ağlamaktan perişan oldum. Ağlamazsan suç, fazla ağlarsan da suç. Zor yani. Annelik en çetin sınavım. Sonra da diyor ki “Sana kötü davrandım. Özür dilerim, gel bir sarılalım, barışalım”.
Ve arkasından ekliyor…
“5 Aralık’ta bir yarışma daha var, ona da katılacağım, haberin olsun!”
Haydaaaa….
Macera başlıyor yeni baştan!

İYİLİK AJANDASI

YAŞASIN! Yaptım sonunda!
Yeni Delhi’de yarışma
Doğan Kitap’la birlikte “İyilik Ajandası” çıkarttık.
Önümüzdeki hafta sonu bütün D&R’larda, Remzi’de ve kitap satan her yerde olacak. Benim payıma düşen bütün gelir, Türkan Saylan kızlarının eğitimine gidecek. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne yani. Ne kadar çok satılırsa o kadar çok genç kızın eğitim bursu karşılanmış olacak…
“İyilik Kolyeleri”yle başlayan iyilik hareketinin bir parçası bu. Pek şık oldular. Doğan Kitap’a da kocaman bir teşekkür! Kâğıdın pahalandığı bir dönemde sırf proje hoşuna gittiği için böyle bir işe girişti.
Senelerce Hürriyet Pazar’ın görsel yönetmenliği üstlenen Nilgün Kıdır Özpeynirci de kapak tasarımını yaptı. Nilgün yine yeteneğini konuşturdu. İyilik kolyeleriyle bana destek veren Faris Seven ve Mumbai’de altlı üstlü yaşadığımız Mine Serez Çınar da destek verdi. İnsanın kendisine inanan arkadaşlarının olması ne güzel!

SADECE HAYATINI DEĞİL HAYALLERİNİ DE PLANLA!

Bazen bana her şeyi birden nasıl yaptığımı soruyorlar.
Planlayarak, yazarak.
Ben yazının gücüne inanırım. Bir şeyi çok istemek, kalbinden geçirmek yetmez. Yazacaksın. Ben yazıyorum. Hayallerimi, hedeflerimi, yapmam gereken işleri, unutmamam gerekenleri, hatta kilomu, adet günlerimi, çok ayıp ama seviştiğim günleri bile, evet, her şeyi yazıyorum.
Yazı büyü gibidir. O uçuşan enerji, sen onu yazınca, bir yere not edince kelimelerle somutlaşıyor sanki.
En çok da kutu kutu ajandama yazıyorum. İki yan yana sayfada tüm ayın günlerini kutu kutu görebildiğim ajandama. Ben öyle seviyorum, büyük resmi görmek ve kutuların içini doldurmak bana iyi geliyor. Ve ille kurşun kalem ve silgim de olacak çantamda…
Bir tür terapi benim için, uçakta, orada-burada çantamdan çıkarıp kendi durumuma bakıyorum, neleri hedeflemişim, neleri yapmışım, neleri yapamamışım, ne durumdayım… Bu ajanda kendimle ilgili bir farkındalık yaşamama ve “sağlama yapmama” sebep oluyor.
İki boy yaptık, orta ve büyük boy. 35 ve 45 lira. Yılbaşı öncesi güzel hediye olur. Kadınlar için de var erkekler için de. Bir bakın bakalım, beğenecek misiniz? Sizin de işinize yarayacak mı? İnternetten toplu siparişler de verebilmeniz mümkün…
Ben bir serseriyim ama bu ajanda beni “planlı bir serseri” yapıyor! Belki sizin için de böyle bir etkisi olur…

Yorum Bırak