Mesut Özil’e yapılan büyük haksızlık!


İNSANIN adalet duygusunu zedeliyor.
Senin milli takımı seçmiş biri o.
Kazanınca Alman, kaybedince göçmen!
Böyle bir ikiyüzlülük yok!
Hayatını Almanya’da geçiren bir Türk-Alman olarak, Alman milli takımına yıllarca hizmet etmiş büyük başarılara, dünya şampiyonluklarına katkıda bulunmuş bir sporcuya yapılan büyük bir ayıp.
Kaçakçılıktan yargılanmış bir kulüp başkanı, “Yıllardır b.k gibi oynuyor!” diye hakaret edebiliyor.
Neden?
Sırf tam Alman diye değil, yarı-Alman diye…
Yuh olsun size!
Ha mesele, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklemesiyse…
Bunun futboldaki başarısızlıkla bir alakası yok…
Ayrıca başarısız olan bütün Alman milli takımı…
Bütün faturayı Özil’e kesmek saçmalıktan başka bir şey değil!

‘KOMŞU’DAKİ YANGIN


YÜREĞİMİZİ yaktı.
Son dönemin en büyük felaketlerinden biri.
Bir insanı yanarken düşünün, herhalde, en acı veren ölümlerden biridir.
Özellikle balayı sırasında, birbirine sarılarak ölenler, denize atlayıp yüzme bilmedikleri için boğularak ölenler, yangından kaçıp bir uçurumun kenarına gelince uçurumdan atlayıp ölmekle, yanarak ölmek arasında tercih yapmak zorunda kalan insanlar…
Gerçekten çok çok fena.
İnsan o görüntülere bile bakamıyor.
Eğer kundaklamaysa, Allah belalarını versin!
Çok büyük bir insanlık acısı, Allah hepimizi böyle büyük acılardan korusun.

ŞU REZİLLİĞE BAKAR MISINIZ?

2012 yılında piyanist Fazıl Say’a, Ömer Hayyam şiiri paylaştığı için, halkın dini değerlerini aşağılamak suçlamasından dava açılmıştı.
Bakın o davanın açılması için şikâyetçi olan kimdi?
Ali Emre Bukağılı.
O kim?
Adnan Oktar’a
kadın temin etmekten tutuklanan biri.
Yani suçu, kadın
satıcılığı.
Bundan daha iğrenç, onursuz, daha rezil ne olabilir?
Dinime küfreden Müslüman değil yani!
Bu ikiyüzlülük, bu kepazelik ne zaman sona erecek?
Öyle olağanüstü günler yaşıyoruz ki… Her gün, hatta her saat başı, hayret edeceğimiz, “Oha!” diyeceğimiz bir şeyle karşılaşıyoruz…
İşin kötüsü, o kadar üst üste yaşanıyor ki, bir saat sonra unutmuş, başka bir şeyle cebelleşmeye başlamış oluyor…
Bakalım daha neler göreceğiz!

KIZIMIN PEŞİNDE ÜÇ HAFTA NEW YORK


ÜÇ haftalık bir maratondayım, New York’ta…

Kızımın peşinde…
13 yaşındaki Alya, dansını geliştirmek için burada Joffrey Bale’de yaz okulunda.
Bodrum’da denizin dibinde güneş altında yatmak varken, burada günde 7.5 saat dans çalışmayı tercih etti.
Ben de onun tutkusuna saygı duyup ona yardımcı olmak için geldim.
Ara ara baygınlık geçirmiyor değilim ama yapacak bir şey yok, esas olarak görevim sabahları onu getirip götürmek.
Çünkü tanıdığı kimse yok, öyle grupla gidilen bir yer de değil.
Birinci hafta bitti, iki haftası daha var.
Her hafta da şehrin farklı bir yerinde dans ettikleri stüdyolar.
Bazen Uber, bazen iki metro değiştirerek gidiyoruz ve ölümüne yürüyoruz.
*
Amerika’nın ve dünyanın her yerinden çocuklar, seviyelerine göre seçiliyor.
Alınıyor değil, “seçiliyor”.
Yaz okuluna bile audition’la giriyorsunuz.
Video yolluyorsunuz, seviyenize bakıyorlar.
Vay anam vay!
Sadece bale değil.
Bizimki mesela klasik baleden çok hazzetmiyor. Ama her şeyin temelinin bale olduğunu biliyor. Bale bilmiyorsan, bale temelin yoksa, başka danslarda da çuvallıyorsun. İlle de bileceksin.
Bu üç haftada Alya, modern dans, jaz, street jaz, urban, hip hop, musical gibi farklı disiplinlerde danslar alıyor.
Yetmiyor, bir de gidip Broadway Dance Stüdyoları’nda dans derslerine giriyor.
*
Artık hayat, bizim gençliğimizden daha zor.
Muazzam bir rekabet var.
“Üniversitede istediği branşa yönelir” gibi düşünceler belli alanlar için naif kalıyor…
Dans için kesinlikle geçerli değil mesela.
Geç kalınmış oluyor.
Tabii dansı, ilerisi için profesyonel olarak düşünüyorsanız.
Türkiye’deki gibi haftada birkaç saat gittiğin hobi okulları da dünya standartlarında dansçı olmak için yeterli değil.
Alya neredeyse Türkiye’deki profesyoneller kadar dans edebiliyor ama buradaki standart çok farklı.
Kendini parçalıyor ama yeterli değil, daha çoook yolu var.
Burada çocuklar, belli bir yaştan sonra okula gitmiyorlar. Okula harcayacakları zamanı dansa ayırıyorlar, akşam evde eğitim alıyorlar, okulu, online bitiriyorlar. Ve bunlar konservatuvar öğrencileri falan değil, normal çocuklar.
Tabii günün 8 saatini dans ederek geçiren bu çocuklar, yaşıtlarına fark atıyorlar.
Herkes öne geçebilmenin, kendini gösterebilmenin yollarını arıyor. Ve o yollar çok meşakkatli. Ailelerin desteği olmadan da olmuyor. Bir de dans öyle bir şey ki, çok kısa ömürlü bir meslek, belli bir yaştan sonra fiilen yapamıyorsun, olursan, hoca olabiliyorsun. Çok para da kazanamıyorsun.
New York şehri, işsiz müthiş dansçılarla dolu!
Bizimki n’apacak bilmiyoruz, tutkusuna saygı duyuyoruz. Sürekli cep telefonunda olacağına, dans etsin tabii ki tercih ediyoruz. Hindistan’da haftada 25 saat dans ediyor. Evet gelişiyor, hep biraz daha, biraz daha…
Ama New York’ta bir kere daha anladık ki…
Buralara gelmeden bu işler zor.
Eğer Broadway’de dans edebilmek istiyorsan, öyle bir kariyer yapabilmek istiyorsan, bir kere çook yetenekli olman, çoook çalışman, manyak gibi çalışmam, hayatını bu işe vakfetmen, bu şehirde eğitim alman, bu şehirde dans etmen, tecrübe kazanman ve kilometre yapman gerekiyor.
Olağanüstü yetenekli ve çalışkan değilsen de pek şansın yok.
Dünyada sanatçı olabilmek, bizim ülkemizden çok daha zor!..

Yorum Bırak