İstanbul’da gazeteciyim, Hindistan’da anne, ev kadını bazen de yer bezi…

ÖYLE bir geçer zaman ki…

Birkaç gün sonra ikinci senemiz bitiyor Hindistan’da.

Ne acayip değil mi?

Dolu dolu iki sene…

Ben de inanamıyorum, üçüncü Musonlar’ı yaşıyoruz.

Nasıl da şiirsel oluyor Musonlar’da Hindistan

Burada en sevilen mevsim. Haziran-eylül arası. Geldi gelecek diye sabırsızlıkla bekleniyor. Önce sıradan bir yağmur zannediyorsun, sonra anlıyorsun özel bir şey olduğunu…

Gerçekten şiirsel.

Şahane bir şekilde iniyor, aşk gibi…

Birden bire…

“Ne oluyor” demeye kalmadan…

Sel götürüyor her yeri…

Ruhuna kadar ıslanıyorsun…

Gökyüzü yırtılıyor…

Yağıyor, yağıyor, yağıyor…

Hayat duruyor, herkes gibi sen de bekliyorsun, hayatın normale dönmesini…

Ama her şey, 3-5 dakika içinde oluyor.

Ve sonra hiçbir şey olmamış gibi, bir anda güneş açıveriyor.

Başkalarını bilemem ama Musonlar bana teslimiyeti öğretti.

Kocam, kızım ve Hindistan da…

Nasıl iyi geldi bu ülke bize anlatamam.

Aile olmanın her güzelliğini yaşadık, yaşıyoruz.

Galiba “aile olma hali”, benim şu hayatta içinde olmaktan en hoşlandığım şey.

İstanbul’da gazeteciyim, burada ise ev kadını, anne ve bazen de yer bezi!

Evet, ergen annesi olarak “yer bezi muamelesi” gördüğüm oluyor ama şikâyetçi değilim.

Kaldırama toslar gibi tosladım ergenliğe.

Epey zorluyor beni. İnatçı, özgür ruhlu ve “Dünya senin fikirlerini merak etmiyor anlamıyor musun” diyen bir kızım var.

Ağzım açık kalıyor. Kal geliyor. Bununla sınırlı kalsa iyi, moralimi bozacak o kadar çok şey söylüyor ki…

Ama o ergen, tabii ki ergen gibi davranacak.

Oyunun kuralı bu.

Anne de mecburen ara ara “yer bezi” olacak!

Nasıl olsa, bu da bir dönem, geçecek…

YETER Kİ TUTKUSU EKSİLMESİN HAYATTA

“Asla gitmem ben oraya, siz deli misiniz ben Hollywood’a gitmek istiyorum, Bollywood’a değil, mümkün değil o ülkede yaşamam!” diyen 13 yaşındaki kızımız, artık bir Hindistan âşığı.

Tatillerde bile gelmek istemiyor…

Hafiften Hindu bile anlıyor, valla da billa da…

Onlar gibi kafa sallıyor, hatta isterse İngilizcesini Hint aksanına çeviriyor, Hintli arkadaşlarından farklı olmamak için…

“Orada nasıl yaşıyorsunuz, orası pis değil mi, hijyen ne durumda” diyenlere gülüp geçiyor.

İlk geldiğinde, sadece Avrupalılarla, İngilizlerle takılıyordu Alya ama insan Hindistan’da yaşadıkça anlıyor ki özel olan, güzel olan lokal takılmak. Bizimki de şimdi Hintli arkadaşları için ölüp bitiyor, asla onlara laf ettirmiyor.

Burada marka yok, havalı hiçbir şey yok, parmak arası terliklerle dansa gidiyor, üzerinde bir ‘tight’ bir tişört…

Yanına para veriyorsun, Türk Lirası’yla 10 lira, “Boş ver çok fazla bu para, kimsenin yanında bu kadar para olmuyor” diyor…

Cep telefonu yeni bir model diye asla yanında götürmüyor.

Bu halleri tabii beni çok mutlu ediyor.

13 yaşında kadın gibi görünen, marka giyinmeye özenen bir çocuğum olmadığı için mutluyum.

Biliyorum, burası da gerçek dünya değil ama ne kadar yavaş tüketim ve kadınlık dünyasına girerse o kadar iyi.

Okula gittiği kadar dansa da gidiyor.

Hatta daha fazla.

Danceworx diye bir dans topluluğu var, hatta dünyayı geziyorlar, 7 Temmuz’da da Bursa’ya geliyorlar, işte onlarla neredeyse haftada 25 saat dans ediyor.

İkinci bir okul gibi.

Modern dans onun tutkusu.

Gelecekte dansçı olur mu bilmiyorum, tamamen onun seçimi, ben 13 yaşında bir şeye tutkusu olmasını ve kendini o tutkuya vakfetmesini değerli buluyorum. Mesele bir hedefe uluşması değil, bir hedefe tutkuyla bağlanması. Hedef değişebilir, yeter ki tutkusu eksilmesin hayatta…

İSTANBUL’DA HER ŞEY DAHA HIZLIYDI

Tabii o dansa gidecek diye anamız da ağlıyor!

Mevcut tek araba var, hep Alya’ya çalışıyor. Zavallı Ömer, Uber’le işe gidiyor. Ben de alt komşum Mine’ye dadanıyorum, oraya buraya giderken beni de al diye, ya da çek çek’le gidiyorum…

Esas olarak hayat Alya’nın etrafında dönüyor.

Ama öyle olması güzel, doğalı da bu zaten. Yemek benim sorumluluğumda. Önemli mesele benim için akşam ne yemek yiyeceğimiz, akşamları güzel bir sofraya oturalım istiyorum. Mesela bu akşam karnıyarık yapacağım. Kapı çalınca koşarak gidiyoruz, coşkuyla babayı karşılıyoruz. Baba-kız matematik çalışıyorlar. Bu benim için muazzam bir kare. Daha da muazzamı, artık ileri matematik okuyorlar. Ömer’i geceleri, gizlice “Ya bu problem nasıl çözülüyor” diye internette araştırırken görüyorum. Çok emek veriyor, sabırla uğraşıyor.

İstanbul’da hayatımız böyle değildi.

Daha hızlıydı her şey, bu kadar emek veremiyorduk birbirimize…

O yüzden Hindistan’da yaşadığımız her anın kıymetini bilmeye çalışıyorum.

Bir gün geriye dönüp hayatımızın bu dönemini bakınca, çok güzel hatırlayacağımdan eminim…

ERGEN ANNESİ OLMANIN KURALLARI

– Sana sorulmadığı müddetçe fikrini söyleme.

– Yargılama. Hiçbir konuda.

– İkide bir “Duş aldın mı? Alacak mısın” deme.

– Kıyafet olayına aman ha sakın girme.

– Kafanı kullan. Sevdiği ‘tight’ ve tişörtleri ikile, üçle. “Ben ne giyeceğim” derdi için hayat kurtarıcı olabilir…

– Ve en önemlisi: Başrolün, ergene ait olduğunu unutma. Hiçbir şart altında rol çalma.

– Ruh dünyasında, bedeninde, hormonlarında büyük değişiklikler oluyor. En haklı o. Ve o, “normal” değil. Kötü haber bu hal, çoook uzun bir süre devam edecek. 21’e kadar, bedeninde ve ruhunda depremler olacak, o yüzden sana “yer bezi” muamelesi yapabilir. Yapsın. Hakkını vere vere ergenlik yaşamayanlar sonra deliriyor. O yüzden bırak şimdi seni çileden çıkarsın. İçinden 30’a kadar say. Kabul et durumu. Ya da ağla, açık açık. Durumla baş edemediği göster. Ben bazen öyle yapıyorum. Her şeyi beceren, her şeyi kontrol edebilen anne değilim. Bir sürü şeyle başa çıkamıyorum. Bunu da gösteriyorum. Ama ezik ve salak da değilim. Arkadaşı da değilim. Hepimiz birbirimize saygı göstereceğiz.

– Ama genel olarak formülüm şu: En çok da kendimle, kendi beceriksizlerimle, yetersizliklerimle dalga geçiyorum.

– Ve şunu biliyorum: Geçecek. Geçecek. Geçecek.

ALYA’YI SİNİR EDER ŞEYLER

– Fotoğraf çektirirken elimle zafer işareti yapmam. “Çok demode oluyorsun” diyor.

– ”Sürekli yan dönüyorsun, daha zayıf görünmek için biz de yemiyoruz” diyor.

– ”Her fotoğrafta güzel görünmek için çaba harcıyorsun, bunu acıklı buluyorum” diyor.

– ”O kadar çok tahta kolye takıyorsun ki boynun acımıyor mu” diye dalga geçiyor.

– Onun kadar iyi İngilizce konuşamadığım için inceden laf sokuyor.

– ”Okula, n’olur özenli giyinerek gelme” diyor.

– Ama sonra geceleri kulağıma “Sen tanıdığım en cool annesin” diye fısıldıyor. İki dakika sonra gözlerini kısıp, tekrar o ergen canavara dönüşüyor ve “Demin söylediğimi unut” diyor.

Yorum Bırak