12.Hafta: İşte otomotivin bekâr prensi: Ali Haydar Bozkurt

Yarım Kalan Hayatlar 12’nin geliri Afrika’daki kimsesiz bebeklere gitti

O kadar mutluyum ki, içim o kadar rahat ki…
Biraz önce Uganda, Kampala’daki Kimsesiz Bebekler Evi’ne (Sanyu Babies Home) 15 bin dolar yollandı. Daha doğrusu, 10 bin doları Uluslararası Kampala Hastanesi’nde o kimsesiz terk edilmiş bebeklerin ameliyatı için oluşturulan fona. Kalbi delik bir bebek var, para olmadığı için ameliyat olamıyordu. Şimdi olacak. İnşallah ameliyat iyi geçer ve hayatta kalır.
Bir 5 bin dolar da, bebek maması ihtiyaçlarının karşılanması için yollandı. En azından 98 gün aç kalmayacakları kesin. 588 kutu hazır bebek maması (Formula Milk) alabilecekler.
Söyler misiniz bir insan daha ne ister? İşe yaramışsın. “Gitmiş Afrika’ya model gibi fotoğraf çektirmiş!” diyenler umurumda bile değil. O kadar güzel bir iş yapmış gibi hissediyorum ki kendimi. Vız gelir tırıs gider. Ben sonuca bakarım. Demin Sanyu Babies’in müdürü Barbara ile konuştum, o da mutluluktan uçuyordu.
Geçen hafta yüzlerce insanın önünde bu kez Toyota’nın Türkiye CEO’su Ali Haydar Bozkurt’la röportaj yaptım. Evet anladınız, bir Yarım Kalan Hayatlar daha. Bu, Yarım Kalan Hayatlar’ın ilk yurtdışına açılışı, Toyota’dan gelen 20 bin lira, yani 15 bin dolar, Uganda’daki Sanyu Babies Home’a gitti. Hem bir işe yaramanın keyfini yaşadım, hem de birlikte çok eğlendik, çünkü konuğum Adanalıydı, hemşerim, olduğu gibi bir adam, oynamıyor, neyse o. Buyurun buradan okuyun…

eyunusoglu_

Gazeteciler size, “Otomotivin bekâr prensi” adını takmışlar. Peki bekâr prens, soruyorum: Neden evde kaldınız?

(Kahkahalar) Bilmem, aslında iki sene süren bir evlilik yaptım ama yürümedi. Benim evlilikten falan da kaçtığım yok, yeter ki doğru insanı bulayım hemen tutarım nikah dairesinin yolunu…

Yalnızlık koymuyor mu?

Koymaz olur mu? Koyuyor. Ama ben pek çok erkeğin tersine, kolay idare edebileceğim bir kadın aramıyorum. Zor kadın arıyorum.

Ooooooooo! Adana’dan size, şöyle ay yüzlü, zeki, iyi eğitimli bir kız bulsak… 

Hay hay!

Anneniz ne diyor?

Her gün, iki insanla mutlaka telefonlaşıyorum. Patronum Mohammed Jameel ve annem. Mohammed Bey, önce satışları soruyor, sonra “Ne zaman evleniyorsun?” diyor. Annem, önce “Ne zaman evleniyorsun?” diyor, sonra “İşler nasıl?” diyor. (Kahkahalar)  Ama annenim umurunda değil aslında işim, bütün istediği beni evli ve çoluk çocuğa karışmış görmek…

Yok, olur mu, hoşuna gidiyordur başarılarınız. Ben de bir Adanalı olarak sizinle gurur duyuyorum. Bu dünyaya Adanalı olarak gelmenin  artıları ne?

Biz sıcak insanlarız, Akdenizliyiz, içimiz dışımız bir, olduğumuz gibiyiz, yüreğimizde ne varsa, gözümüzde, dilimizde de görebilirsiniz…

Hangi sıklıkta gidiyorsunuz Adana’ya?

Üç, dört ayda bir. Ama yılın bir dönemi var ki, nisan ayı, mutlaka giderim, nisanda Adana’da portakal çiçekleri açar. 14 yıldır İstanbul’dayım, 13 yıl boyunca her nisan gittim. Bir yıl olmadı, gidemedim. O zaman da arkadaşlarım benim için portakal çiçeği toplayıp, kavanozla İstanbul’a yolladılar.

Ne güzelmiş!.. Sizin bir de tiyatrocu geçmişiniz var…

Evet, hayatımdaki en önemli dönemlerden biri. Tiyatro aşkım, okul yıllarında başladı, oyunculuk, yönetmenlik…

Ama konservatuar kökenli değilsiniz…

Şehir Tiyatrosu Konservatuarı’nda bir dönem eğitim aldım. Ama işletme mezunuyum. Şirkette bir tiyatro kulübü kurduk, pek çok arkadaşım o kulüpte profesyonel tiyatroculardan eğitim alıyorlar ve bir oyun hazırlıyorlar. Önümüzdeki dönem ben de ya bir rol üstleneceğim ya da bir oyunu sahneye koyacağım.

Oyunculuk kariyerinde ilerleyebilecekken, neden başka bir şeye kaydınız?

Çünkü o işte para yoktu! Birinin çalışması gerekiyordu ailede, en büyük çocuk olarak da bana düştü. 29 yaşında Adana’dan ayrılıp İstanbul’a geldim.

14 yıl… Bu kadar yükselebilmek için az değil mi? Şans mı?

Şansın mutlaka etkisi var. Ama şans kapıyı çaldığında, sizin de hazır olmanız gerekiyor. Ben şanslıydım, hazırdım, çalışkandım ve öğrenmeye meraklıydım. Otomotiv sektörüne girdiğimde bu sektör hakkında hiçbir şey bilmiyordum, çalıştım öğrendim.

Bu sektör yerine başka bir şey olabilir miydi yani…

Tabii, tabii. Ama otomotiv kadar eğlenceli, dinamik bir sektör yok. Her ay yeni bir heyecan var, yeni ürünler, yeni insanlar… Düşünsenize, yeni bir otomobil çıkıyor, test sürüşüne gidiyorsunuz. Neticede otomobil nedir? Büyüklerin oyuncağı! Biz, oyuncaklarla oynuyoruz.

Sizi tanımlayan sıfatlar sizce neler?

Şişman! (Kahkahalar)  Özgüvenli, sosyal. Beni hiç tanımadığım bir ortama bırakıp gidin, mutlaka bir şey bulurum, gelişirim, geliştiririm.

Maşallah, çok da alçakgönüllüsünüz! Ama bazı insanların egosu insanı rahatsız eder, sizinki etmiyor…
Hani bazı kasıntı tipler vardır, sağdan sola beş saatte dönerler, ben onlardan değilim. Becerebildiğim kadarıyla, egomun baskısından kurtulabiliyorum.

Hayatınızı ne kadar doğaçlama, ne kadar planlı yaşıyorsunuz?

Çok planlı. Zaten başka şansım yok. Önümüzdeki 6 aylık  programım belli. 17 Ocak’ta  nerede olacağımı biliyorum, ne  yazık ki hiç sürpriz yok…

Sevgiliniz var mı?

Yok!

Bu, refleks cevap oldu! Ben sevgilime “Beni seviyor musun?” dediğimde çok hızlı “Evet” derse, “Refleks cevap oldu, içten değilsin” diyorum…

Ama yavaş söylese de, sorun olacak değil mi? Kadınları çözmek kolay değil! Sevgilim olsa, gerçekten söylerim. Üstelik duygularıyla yaşayan bir adamım. Benim için kesinlikle EQ, IQ’dan daha önemli, zaten IQ’mun da çok yüksek olduğunu sanmıyorum. Ben her şeyi önce hislerimle değerlendiririm.

İşe alacağınız birinde nelere dikkat edersiniz?

Önce kişilik. İyi iletişim kurabiliyor mu? Kendini doğru ifade edebiliyor mu? Etrafı ve dünyayı doğru algılayabiliyor mu? Diğer her şey, eğitim, hangi okuldan mezun, tecrübe, bunlar ikinci, üçüncü sırada geliyor.

Bayilerde ne ararsınız?

Birlikte yola çıkabileceğim, aynı sofrada yemek yiyebileceğim, gerektiğinde dertleşebileceğim insanlar mı? Ona bakarım. Birbirimizi motive edebilmemiz de önemli. Esas olarak benim için hayatta insan ilişkileri önemli.

Siz kurumsal bir şirket için ideal bir CEO musunuz?

Zannetmiyorum. Ben işimi hep alışılmışın dışında yaparım. Biraz mor ineğim!

Gelelim son bir yıla. Çok iyi bir yıl geçirdiniz. Göreve geldiğinizden beri Toyota büyük bir sıçrama gerçekleştirdi. Satışları 23 binlerden 38 binlere çektiniz, hedefiniz daha da büyük, 50 bin. Nasıl oldu? Sadece sizin başarınız m?

Tabii ki hayır. Bu bir takım işi. Doğru ekmeği yapabilmek için, doğru hamura sahip olmanız gerekiyor. Türkiye’deki başarımızın mimarları da bayi ordusu. Birlikte oturduk, ne yapılması gerektiğini kararlaştırdık. Amaç, gerçekten iş yapmak olursa ve aynı teknede gittiğimizi iki taraf da doğru idrak ederse, gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Pazar payını yüzde 6’lardan yüzde 12.6’ya çıkardık ve Temmuz’da, tarihi satış rekoru kırdık. Finans sistemimizle de fark yarattık. Memnunuz yani sonuçtan.

Serdar Erener ve Nil Karaibrahimgil’le çalışmak etkili olmuş mudur?

Çok. “Çıkarım senle her yola” onların sloganı. Ciddi anlamda ses getirdi, en iyi reklam seçildi. Nil’e de çok şey borçluyuz, o şarkı bütün çocukların dilinde. “Benim babam Toyota gibi adam” projesi ise kendi şirketimizin eseri. O da eylül ayının en başarılı reklamı seçildi.

Sık sık Japonya’ya gidiyorsunuz haliyle. Japonya’da sizi en çok etkileyen üç şey?

İnsana saygı, dakiklik ve Japon yemekleri.

Suşi mi, kebap mı?

Zor bir soru! Ölüyorum ben suşiye çünkü! Ama kebaptan da vazgeçemem. İkisini de alsam? Japonya’da insanlar o kadar dakik ki, tıpkı metro gibi, 14.42’de geleceğim diyorlarsa, tam 14.42’de ordalar. Çok planlılar. Ve hep sözlerinin arkasındalar. Asla kaypak değiller.

Hasta eden bir şey de vardır…

Var. Çok yavaşlar. Yapacakları işin, yüzde 90’ını planlamaya ayırıyorlar. Gerçi tabii onlar bütün olasılıkları hesaplayıp düğmeye bastıkları için, o iş hep oluyor. Biz Türkler, daha işi düşünürken yapmaya başlarız, çok daha tez canlıyız, hata olur, yine yaparız, hata olur yine yaparız, biz yüzde 90 deneme yanılma yöntemiyle gideriz. Japon bir arkadaşım bana “Alisan” dedi, öyle diyorlar orada, “Biz çok yavaşız, siz çok hızlısınız. Düşünsene, ikimizin birleştiğini…” Ben de dedim ki, “Ya Japon kadar yavaş, Türk kadar plansız olursak… (Kahkahalar)

Bir Japon kızla evlenmeyi ister misiniz?

Valla ne güzel olur.

Anneniz ne yapar?

Ne yapacak, ona içli köfte öğretir!

Bütün erkeklerin böyle bir hayali var mıdır?

Kolay kolay hayır denebilecek bir şey değil, ben size söyleyeyim…

Yorum Bırak