Ah Dilan…


GEÇEN haftanın beni en çok sarsan olayı, Dilan’ın ölümüydü. Trafik cinayetine kurban gidişi…

Kaza-maza değil yani bu, basbayağı cinayet! Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun yeğeni Dilan. Sırt çantası, kitapları, annesinin siparişi iki kilo domatesle eve giderken, Ankara Oran’da, Turan Güneş Bulvarı’nda, tam da yaya geçidinin üzerinde, trafik magandasının biri, “O geçmeden ben geçerim!” diyor, yavaşlamak yerine gaza basıyor…

Dikkatinizi çekerim, yaya geçidinde oluyor bunlar!

Yavaşlaması, durması, “yaya”ya öncelik vermesi gerekirken… Hızlanıyor, fütursuzca kullandığı demir yığınıyla elinde domatesler olan Dilan’ı çarpıyor, havaya fırlatıyor, altına alıyor ve 20 metre sürüklüyor.

O kadar. Sonrası yok artık… Bitti. Annesi, yavrusunu en son morgda görüyor. Bu nasıl bir acıdır! Dilan önce buz gibi morgda, şimdi toprağın altında. Allah’ın belası bir trafik magandası yüzünden.

İnsan delirmez mi? Ben deliririm. Ailesinin halini düşünemiyorum bile, sabırların en büyüğünü diliyorum. Ve bütün kalbimle onun ölümüne sebep olan trafik katilinin en ağır cezayı almasını istiyorum. Sorumsuzluğu, cehaleti, kötülüğü yüzünden gencecik, pırıl pırıl bir insanı hayattan sildi, o da çıkamasın o cezaevinden. Bir genç kızın hayatını bitirdi, onun da hayatı bitsin. Yarın bu köşede, bu konuyla ilgili Metin Feyzioğlu’yla yaptığım röportajı okuyabilirsiniz…

KEDİ KATİLLERİ

İCLAL Aydın yazdı. Kanım çekildi. Şu fotoğraftaki kediye bakar mısınız? Urla’da adamın teki, bahçesine girdi diye kurşunluyor. Basbayağı vuruyor yani kediyi… İnanabiliyor musunuz? Bir insan nasıl bu kadar kötü olabilir? Bir başka canlıyı sadece bahçesine girdi diye nasıl öldürmeye yeltenebilir?
Son zamanlarda bu alçaklardan çok türedi!

Bunlar hayvanlara eziyet eden “şehir magandaları”. Zehirleyenler varmış, okla vuranlar varmış. Allah sizi bildiği gibi yapsın diyorum.

Bu kediyi kurşunlayanın kim olduğu da biliniyormuş. Daha önce başka vukuatları da olmuş. Dava edilmiş ama sonuç yok. Polis ateş ederken görgü şahidi istiyormuş!

Ben bu insanların teşhir edilmesi gerektiğine inanıyorum, adıyla sanıyla yazılmalı. Rezil olmalılar. Herkes de kendisinden çok daha küçük ve güçsüz bir varlığa orantısız güç uygulayan, kötülük yapan, can yakan bu iğrenç insanların kim olduğunu öğrenmeli. Hangi sebep bir canlıyı yok etmek için gerekçe olabilir ki? Ölümü ya da ağır yaralamayı hak edecek ne yaptı ki bu kedi? Sevgisiz insanlar bunlar. Ellerinden o silahlar da alınmalı.

Ama iyi haberi söyleyeyim, fotoğrafta gördüğünüz kurşunlanmış Sarmal, Urla Zaugg Veteriner Kliniği’ne getiriliyor, tedavi ediliyor ve hayati tehlikeyi atlatıyor. Şu an iyi. Umarım bir daha o iğrenç adamın bahçesine girmez…

AİLE HALLERİ

HİNDİSTAN’daki yeni hayatımızın açılışına da gelmişti Yasemin, biz ilk taşınırken. Hayatımızın bütün önemli anlarında, iki kız kardeş Alya ve Yasemin birlikte, şimdi kapanışa da geldi. Üç buçuk sene sonra artık Hindistan dönemi bitiyor. Ağustos sonu yaşayacağımız yeni ülkeye, İngiltere’ye taşınıyoruz…

Londra’da ArtsED diye bir okula devam edecek Alya. Andrew Llyod Webber’ın adı bu okulla anılıyor. Şahane di mi? Neredeyse bütün modern müzikallerin yaratıcısı Webber... ‘Evita’, ‘Phantom of the Opera’, ‘Jesus Christ Superstar’, ‘Cats’ vs vs… Bir tür konservatuvar, hem dans edecek hem oyunculuk dersleri alacak Alya. İleride ne yapacağını bilmiyorum, belki dansla alakası olur, belki oyunculukla olur. Hiç önemi yok, anne-baba olarak desteklemek bizim görevimiz.

Soranlar oluyor, “Yatılı mı gidiyor?” diye. Benim gibi çocuğunun dibinden ayrılmak istemeyen “bağımlı” bir anne tipi için bu bir seçenek değil. Yollayabilenlere helal olsun, ben 18’e kadar dip dibe olmak istiyorum, akşamları da izin verirse ve mümkünse -bazen- ele ele uyumak istiyorum. 18’den sonra iyice bağımsız olacak, bari o zaman kadar keyfini çıkarayım.

İngiltere’de 4-5 ay babadan ayrı olacağız, Ömer’in Hindistan’da kalıp işleri devretmesi gerekiyor, kim bilir ne kavgalar edeceğiz ana-kız, çünkü müthiş dalgalanmalar yaşıyoruz. Ergenlik “roller coaster” gibi bir şey. Duygular, hormonlar inip inip çıkıyor. Beni genellikle demode buluyor Alya; giyinme şeklimi, ilgi alanlarımı, sosyal medyayı kullanış biçimimi, İngilizcemi yetersiz buluyor. Hem çok seviyor hem de sinir oluyor bana.

Saçımı başımı yolacak hale getirse de beni bazen, her anından keyif alıyorum. Daha Hindistan’dan ayrılırken asıl travmayı yaşayacağız, buraya çok alıştı çünkü. Çok yakın arkadaşlıkları oldu. Bize dünyayı dar edeceğine eminim. Allah’tan Londra’da olmanın bir başka güzel yanı Amsterdam’a yakın olması. Yasemin bu durumdan ne kadar hoşnut bilmiyorum ama zırt pırt onu ziyarete gidebiliriz, kardeşini yatıştırabilir. Üç yıldır Amsterdam’da yaşıyor Yasemin, Netflix’de çalışıyor. Yanımıza gelmesi hep heyecan yaratıyor. Alya’nın rol modeli o. Çok iyi anlaşıyorlar. Alya ondan ilham alıyor, hatta onu taklit ediyor. Bize sinir olunca geceleri onu arıyor. Akran zorbalığı diye bir şey var ya, ona maruz kaldığında da ağlayarak aradığı kişi Yasemin’di. Ben fevkalade memnunum bu durumdan. Bazen “Araları ne kadar iyi, harika bir şey başarmışsınız!” filan diyorlar, ama başardığımız bir şey yok, zaten olması gereken bu.

Birazdan Varanasi, Delhi ve Udaipur’a doğru yola çıkacağız. Alya delisi gelemiyor bizimle, okulun yüzme takımında. Şimdi de pişman, “Keşke ben de sizinle gelseydim! Nereden çıktı bu yarışlar” deyip duruyor. Babası, “Ben sana söylemiştim, her şeyi birden yapmaya çalışıyorsun!” diyor. O da diyor ki “Ama annem de öyle!” Bizim aile halleri böyle… Ben bu yazıyı bitirip hazırlanmazsak uçağı kaçıracağız. Ömer şimdiden söylenmeye başladı. Byeee…

HAYIRLI RAMAZANLAR

RAMAZAN ayının ülkemize barış, kardeşlik ve huzur getirmesi dileğiyle… O kadar birbirimizi yedik ki, o kadar hırpaladık ki keşke bu ramazan ve iftarlar keyiflere, sevinçlere, samimiyete ve güzel paylaşmaya vesile olsa…

Yorum Bırak

20 + two =