51.Hafta: Her gün 85 kadın meme kanseri oluyor!

Allah korusun, hiç meme kanseri olmayayım…

Kimse olmasın.

Ama olursam, gideceğim doktorlardan biri Metin Hoca.

Gerçekçi, dürüst, bilgili, sinir uçları açık, şefkatli ve pozitif…

Bu röportaj sayesinde pek çok şey öğrendim kendisinden.

Siz de öğreneceksiniz…

Okuyun, okutun…

“Meme Kanseri Bilinçlendirme Projesi Pembe Top Sahada” sayesinde tanıştım Profesör Metin Çakmakçı’yla.

  1. Yarım Kalan Hayatlar’da, Anadolu Sağlık Merkeziailesi olarak, ileri evre meme kanseri olan Nilgün Baykan’a destek oldular, oluyorlar.

Teşekkürü borç bilirim.

Hem bu destek için, hem de Metin Hoca’ın bizimle paylaştığı değerli bilgiler için…

Buyurun buradan okuyun…

51HAFTA-235 yıldır kanser hastalarıyla iç içesiniz. Ne öğrendiniz?

-Oooo çok şey! Ama galiba en çok şunu: Kanserle itişip kakışmamak lazım. Bunun kimseye bir faydası yok. Bir şekilde kabullenmek gerekiyor. “Yukarıdan geldi!” deyip “Kaderinize razı olun!” demiyorum. Ama rasyonel bir tepki vermek lazım. “Demek durum bu, bundan sonra ne gerekiyorsa onu yapacağız!” Budur, bence doğru tutum. “Bu da nereden geldi! Lanet olsun beni mi buldu?” da doğru değil. Öyle bir grup hasta var. Onların hayatları çok daha zor. “Evet oldu, şimdi ne yapıyoruz! Doğru, kolay değil ama biz bunu da atlatırız!” Tabii ki başta kızılacak, duvarlara vurulacak, ağlanacak ama kişi, akıllı bir kabullenmenin içerisinde olmalı. Bunu yapmayan hasta iyi olmuyor. Bazen de, “Kansersiniz!” diyorum, “Aaa önemli değil. Ben hallederim!” diyor. Bu da sağlıklı değil. Doğal tepki gösterilecek. Ağlanacak, üzülünecek ama ondan sonra rasyonel, akıllı bir tutum… İyileşmek için gereken bu…

Meme kanseri eskisine göre daha mı az tehlikeli?

-Evet, biraz hafifledi. Çünkü tedavi şekillerinde epey bir değişiklik oldu. Eskiden radikal ameliyatlar yapılırdı. Tamamen koltuk altındaki lenf noktaları, hatta toptan meme alınırdı. Artık mecbur kalmadıkça bu yola başvurulmuyor…

Peki öldürücü olmaktan çıktı mı?

-Meme kanserlerinin aşağı yukarı, yüzde 75-80’i tam sağaltılıyor. Böyle bir veri var elimizde. Aslında kanseri artık “kronik hastalıklar” grubuna koyuyoruz, yani kalp yetmezliği, diyabet ve hipertansiyon gibi. “Ameliyat oldun, bitti, bir daha gelme!” değil. Ömür boyu yaşanılacak bir hastalık gibi bakıyoruz kansere. Ama ölümcül gözüyle bakmıyoruz…

Nilgün Baykan’ın tablosunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Daha ilk tanı konduğunda, ileri evre kanserdi. Metastatik. Kanser, progresif bir hastalık. Yani kendi haline bırakıldığı zaman ilerliyor. Bu yüzden ne kadar erken tanı konup önlem alınırsa, o kadar iyi. Erken tanı, özellikle altını çizdiğimiz ve çok vurguladığımız bir şey. Nilgün Baykan’ın tedavisine başladığımızda, hastalık bir sürü yere yayılmıştı, kemik metastazları vardı. Fakat şu an stabil durumda. Kemoterapileri ve radyoterapileri devam ediyor.

Erkek tanı için de, kadınların rutin kontrollerini aksatmamaları gerekiyor değil mi?

-Evet kesinlikle ama şöyle bir yan mesajım da olacak. Hem kişisel düşüncem hem de dünya da hızla o tarafa doğru gidiyor. Bu kontrolleri de abartmamamız gerekiyor! Biz kimseyi ürkütmek istemiyoruz. Kimseyi kanser kaygısıyla ve korkusuyla da yaşatmak istemiyoruz. O da başka bir huzursuzluk çünkü. “Eyvah, iki gün geçti, ben kontrole gidemedim! Kanser mi olacağım?” Biz, kadınlara böyle bir korku yüklemek istemiyoruz. Sırf bu nedenle, kendi kendine muayene de gündemden epey düştü…

Öyle mi? Bilmiyordum…

-Evet, 10 yıl önce öneriyorduk. Artık önermiyoruz. Eskiden her gelen kadına kendini nasıl muayene edeceğini anlatıyorduk. Artık sadece isteyene. Çünkü gereksiz bir paniğe yol açıyor. Gereksiz doktor ziyaretlerine neden oluyor. Tabii ki kadın-erkek herkesin, vücudunu tanıması, vücudundaki değişiklikleri fark ediyor olması lazım. Bu, meme kanseri için de aynı, testis kanseri için de, derideki bir ben’in şekil değiştirmesi için de… O yüzden meme konusunda da, arzu ettiğimiz kadının kendi meme dokusunu tanıması. Orada belirgin bir değişiklik olduğunda, “Bu nedir?” diye gelip bize göstermesi. Ama şu mesajdan kaçınıyoruz: “Bu ay, kendi kendinizi muayene ettiniz mi?” Bunu artık sormuyoruz. Çünkü zaten yüzde 90’ı; meme, kendi içinde engebeli ve dokusu olan bir organ olduğu için tümörlü yapıyı ayırt edemiyor…

Peki ya mamografi?

-Onu aksatmamakta fayda var. Ama gittikçe artan görüş, “45 yaşına kadar çektirmenize gerek yok!”u savunuyor. Bu yıl Ekim ayında Amerikan Kanser Birliğinin tarama konusundaki önerileri değişti ve “40-45 yaş arasında istersen yap, 45-55 arasında yıllık kontrolünü aksatma, 55’den sonra iki yılda bir yaptırabilirsin” haline geldi. Bu görüşler New York Times’da ve The Guardian gibi büyük gazetelerde manşetti, “Mamografiye başlama yaşı ileri atıldı!” diye. Bizde pek duyulmadı…

Peki sebebi ne?

-Gereksiz anksiyete, kaygı ve huzursuzluğa neden oluyor diye. Bir de daha genç yaşta mamografinin duyarlılığı daha az, çok da işe yaramadığını öne sürüyorlar. Genç bir kadının mamografi sonuçlarını değerlendirmek biraz zor. Ufak tefek değişiklikler, yanlış alarmlara neden oluyor. Lüzumsuz yere binlerce biyopsi ve ek tetkik yapılıyor. Biraz da ondan kaçmak için. Başı ağrıyan kimse, “Ben, beyin tümörü oldum!” diye gelmiyor. Ama memesi ağrıyan her kadın, “Ben meme kanseriyim!” diye geliyor. Biraz fazla kafayı takmış durumdayız meme kanserine. O yüzden de dengeli bir mesaj vermek gerekiyor. Meme ağrılarının hemen hemen hiçbiri kanser değil. Zaten meme kanserinde, meme ağrısı belirtisi olması da o kadar nadir görülen bir şey ki…

Ben eskiden, “Meme eşittir kadınlık” diye bakıyordum. Yıllar içinde bunun yanlış olduğunu kavradım. Meme de pankreas gibi, böbrek gibi bir organ. Çok da abartmaya gerek yok. Memelerinden vazgeçmemek için ameliyat olmayı reddeden kadınlar var ya, onlar için söylüyorum, memelerimiz hayatımızdan daha önemli değil. Tamamen alınsa bile, değişen bir şey yok, sen aynı kadınsın…

-Evet doğru ama bu, kolay kabul edilebilen bir şey değil. Zaten bizler de, o boyutta ameliyatları artık çok daha az yapar olduk…

Tamamen almıyor musunuz artık yani…

-Alıyoruz ne zaman? Tümör çok büyük, meme orantısal olarak küçükse ya da çoklu bir tümör söz konusuysa ya da dağınıksa… O zaman memeyi almak lazım ama oran gittikçe azalır oldu. Şimdi memeyi koruyabiliyoruz. Her ne kadar söylediklerinizde haklı iseniz; meme, kadındaki kimlik göstergelerinden biri. 90 yaşındaki kadın için bile memenin alınması bir ruhsal çöküntüye neden alabiliyor.

Peki Angelina Jolie’nin ikisini birden aldırması aslında çok pozitif mesaj, değil mi?

-Hem de nasıl! Bu örneği çok kullanır olduk. Çok insan içinde yüreklendirici bir haber oldu. Meme kanserlerinin aşağı yukarı, yüzde 90’ı sporadik. Yani spontan. Kişinin kendisinde bir değişiklik oluyor. Kalıtsal değil yani. Ama Jolie’ninki kalıtsal bir tür. Kısacası kadınların yüzde 90’ı için verilmesi gereken mesaj bence şu: “Yaşa uygun takip yap. Akıllı ol, bir şey fark edersen doktora git. 40 başlamak için iyi bir yaş. 40’ta bir tane mamografi yaptır, 45’ten sonra düzenli… Budur!” Ama ailenizden gelen mutant genleriniz varsa, siz, o yüzde 10’na giriyorsunuz, 50 yaşına geldiğinizde meme kanseri olma şansınız yüzde 50. Angelina Jolie de bunlardan biriydi. Annesi, anneannesi meme kanseri. Dolayısıyla önlem alınması gerekiyordu, aldı!

 

HASTALIKLARI BİZ Mİ YARATIYORUZ?

“Hastalıkların sebebi biziz. Biz onları yaratıyoruz” deniyor. Size bunlar sürreal mi geliyor?

-Üstünü çizip atmıyorum. Ama tamamen de üzerine yatmıyorum. Çünkü bu, hastalığı kabullenmemek ve hastalığa rasyonel yaklaşmamakla benim için eşdeğer. Dediğim gibi hastalığıyla kavga eden, onu doğru bir tarafa koymayan, yani “Biz bu hastalığı birlikte halledeceğiz” demeyen, iyi olamıyor. Ama mutlaka beyinde bir şeylerle de bir ilgisi var. Hastalıkların bir kısmını biz yaratıyoruzdur. Tamamen üstünü çizip yok diyemem yani…

 

CERRAHİ KÜÇÜLDÜ

MEMEYİ BÜYÜK ORANDA KORUYORUZ

VE KİŞİYE ÖZEL TEDAVİ UYGULUYORUZ

Neler değişti bu geçen yıllarda?

-Bir kere, cerrahi küçüldü. Memeyi artık büyük oranda koruyoruz. Çok agresif koltuk altı cerrahisi yapmıyoruz. Bir taraftan da ilaçlar değişti. Çok etkin, gerçekten hedefe yönelik etki gösteren, bütün vücudu altüst etmeyen, saçları dökmeyen, insanı yatağa düşürmeyen ilaçlar var. Peki herkes için uygun mu? Değil. Çünkü meme kanseri deyince de, altında pek çok çeşiti ve bunların farklı evreleri var. Bütün ilaçlar ne yazık ki herkes için uygun değil. Bir başka yenilik de, kişiye özel ilaç kullanmak. Artık tedaviler böyle.

51HAFTA-4

BUNLARA DİKKAT!

ŞİŞMANLIK, HAREKETSİZLİK, TÜTÜN KULLANIMI, YANLIŞ BESLENME

Literatür, “Yüzde 20’ye kadar önlenebilir” diyor meme kanseri için. Şişmanlık, hareketsizlik, tütün kullanımı, yanlış beslenme tetikleyen faktörler. Stres de etkili olabilir belki, ama kanıtlanmış bir şey yok…

‘PEMBE TOP SAHADA’

FARKINDALIĞI ARTTIRMAK

VE MEME KANSERİ BİLİNCİNİ

YERLEŞTİRMEK İÇİN GELİŞTİRDİĞİMİZ BİR PROJE

 

Bir de “Pembe Top Sahada Proje”sini sizden dinleyelim…

-Meme kanseri farkındalığını arttırmak için gerçekleştirdiğimiz projelerden biri. Kadınları bilinçlendirmek istiyoruz. Meme kanseri, kadında en sık görülen kanser. Bazı deri kanserleri dışında. Ama meme kanserinin makul bir tarafı var: Çok agresif bir kanser değil. Tedavi edilebilir. Tanısı da oldukça kolay konuyor. Bazı iç organ kanserleri gibi çok karmaşık incelemelere gerek olmayan, basit tetkiklerle tanı konulan bir hastalık. Onun için akıllı davranmak ve kurallara uymak genellikle erken evrede tanı konmasını sağlıyor. O yüzden de, bedeninin farkında ol, bir değişiklik varsa hemen doktora git, 40 yaşında mamografini, ultrasonografini yaptır. Özel bir risk faktörün yok ise , 45’ten sonra da yıllık kontrollerini yaptır. İşte bu bilinci aktarmamız gerekiyor…

51HAFTA-3

“KORKTUM, YÜZLEŞMEK İSTEMEDİĞİMDEN DE

GELMEDİM”… BU, YANLIŞ BİR BAKIŞ AÇISI!

Çözmekte zorlandığınız bir kadın grubu var mı?

-Var. Bile bile lades grubu! Memesinde bir kitlesi var, farkında. Havuzun kenarında dolaşıyor bir türlü o suya atlayamıyor. “Kaç zamandır var bu?” diyorum. “4 senedir” diyor. “Eee kanser olabileceğini büyük ihtimalle tahmin ettiniz yani” diyorum. “Evet ama korktum, yüzleşmemek için gelmedim…” diyor. Böyle bir grup kadın var. Kara kara onlar için ne yapabiliriz diye düşünüyorum. Geçenlerde bir hastam oldu. Üstelik kendisi, kanserli hastalarla çalışan bir klinik psikolog. Akıllı ve bilinçli; her şeyin farkında. Portakal büyüklüğünde bir kitlesi var memesinde ama aylarca cesaret edip gelememiş…

Nasıl izah ediyor gitmemiş olmasını?

-“Korktum!” diyor. İşte kırmamız gereken şey bu. “Bir şey varsa, gel bir bakalım, belki de önemsizdir!” Bir başka atlanmaması gereken konu da, erkekte olan meme kanseri. Erkeklere, kadından daha geç tanı konuyor. Halbuki vücut yapısı itibariyle fark edilmesi daha kolay. Ama erkekler yok saymayı tercih ediyor. Mesele geçen hafta, bir cerrah arkadaşım “Meme kanseri oldum” diye telefon etti. “Ne zamandır kitle vardı?” dedim. “Çok uzun süredir ama ciddiye almadım!” dedi. Bunu söyleyen bir cerrah! Erkek meme kanserinin büyük bir oranı kalıtsal. Dünya istatiklerine göre, birkaç yüz kadına bir erkek düşüyor. Türkiye’deki sayıları tam bilmiyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın iki ayrı genel müdürlüğünün iki ayrı verisi var. Birisi yılda 14 bin hasta diyor, öbürü 31 bin…

Nasıl oluyor peki?

-Oluyor işte! Sağlık Bakanlığı’nın kendi web sitesinde geçen yıl için diyor ki, “Türkiye’de 14 bin kadına meme kanseri tanısı konmuştur!” Ama Amerikan rakamlarını nüfus oranımıza göre alıp, bölüp, çarparsanız, 45 bini filan bulmanız lazım. Avrupa rakamlarını alıp çarpıp, bölerseniz yaklaşık 30 bini bulmanız lazım. Tamam, dünyanın her bölgesinde rakamlar aynı değil, Kuzeyde ve zengin ülkelerde biraz daha yüksek. Ama bizdeki verilerin biri, 31 bin, diğeri 14 bin. 30 bin civarında olması, her gün 85 kadının meme kanseri olduğunun habercisi. Sayı yüksek yani. Kadınları ürkütmeden uyarmamız lazım. 40- 45 yaşlarındaysanız, akıllı olun, uyanık olun, bir şey varsa doktora gidin. Oyalanmayın. “Bir dursun bakalım, 6 ay sonra bir daha bakarız, yapmayın!” Şöyle ürkütücü öyle birtakım dedikodular var: “Biyopsi yapılırsa, kanser büyür, atlar!” Yok öyle bir şey! “Deodorant sürülürse bilmem ne olur!” Dünyadaki en büyük şehir efsanesidir! Hiç alakası yok.

Evet, “Natürel deodarant kullanın” diyorlar…

-Tabii ki her şeyin doğalı iyidir. Ama diğerinin kanser yaptığına dair bir veri yok. Bu, “Alüminyum tencere kanser yapar” demek gibi bir şey…

O da mı doğru değil…

-Değil!

 

 

Hastalığı hastadan saklamak

ya da yalan söylemek külliyen yanlıştır!

 

Bir de kanserle yüzleşme meselesi var. Bazı hastalar duymak istiyor, bazıları duymak istemiyor. Siz, hekim olarak n’apıyorsunuz? Nasıl bir yol izliyorsunuz?

-İyi ki bu meseleye değindiniz. Bu ülkede yanlış yapılan şeylerden biri bu. Hastalığı hastadan saklamak ya da yalan söylemek külliyen yanlıştır. Hastanın kendi hastalığını bilmeye hakkı var. En çok onun var, hayat onun, beden onun. Böyle akıl almaz bir tuhaflık var bu ülkede. Hastaya tiyatro oynayacaksınız, bütün aile, hatta mahalle bilecek ama hasta bilmeyecek! Büyük bir saçmalık bu. Zaten hasta, mutlaka bilir, hisseder, ama o da sizinle birlikte tiyatro oynamaya başlar, “mış gibi” yapar. Ama bu da tedaviye inancı ve hasta-hekim ilişkisini zedeler. O yüzden bizler, mevcut durumu, hastalarla, usulüne uygun bir şekilde paylaşırız. Doğrusu da budur. Bazı durumlar hariç…

Hangi durumlar?

-Artık yapacak hiçbir şeyimizin olmadığı hastalar olur. Onlar bunu bilir, ama telaffuz etmenin bir manası yoktur. Bir ikincisi grup hasta da, açık açık, “Bana hastalığımı söylemeyin” der ya da ima eder. Bu durum da, hasta hakları içerisinde iyi tanımlanmıştır. O zaman başkası yoluyla onun hastalığını konuşursunuz ve hastayı, hastalıkla direkt yüzleştirmezsiniz. Ama bunun dışındaki durumlarda hastaya söylemek lazım ve geri kalan kimseyle de konuşmamak lazım. Amcasının oğlu geliyor, ya da “Ben işyerinde müdürüyüm. Nesi var bizim hastamızın?” diyor. “Kusura bakmayın sizinle paylaşamayız!” diyoruz. Çok kızıyorlar. “Nasıl yani ben müdürüyüm!” “Olabilir. Hasta size istediğini söyleyebilir. Ama biz söyleyemeyiz. Bizim muhatabımız her zaman hastadır!” Bir de psikolojik destek konusu var, her hastaya teklif ediyoruz. Çoğu reddediyor…

Aaa? Neden?

-“Gerek yok, ben hallederim!” diyor. Psikiyatriste gitmek, psikologla konuşmak bizde hala yanlış anlaşılıyor. Biz toplumsal olarak henüz o noktada değiliz. Oysa bütün kanser hastalarının psikolojik destek almasında fayda var…

 

Yorum Bırak