İsmimi ben de çok seviyorum

İsmin şahane! Casus ismi gibi, roman kahramanı gibi 🙂
-Hahahaha. Ben de seviyorum ismimi, hem de çok…

İran Şahı’nın eşi Prenses Farah Diba’dan esinlenerek vermişler ismini, doğru mu?
-Evet. Farah’ı babam, Zeynep’i annem koymuş. İran Şahı’nın eşi Farah Diba, güçlü, azimli, yardımsever ve asil bir kadınmış. Babam bu özelliklerini çok sevdiği için onun ismini vermiş.

NERELİ OLDUĞUM MESELESİ KARIŞIK KISACA İSTANBULLUYUM

Aile tam nereli? Baban, Irak Türkmenlerinden, annen Türk ve Boşnak kökenliymiş… Doğru mu?
-Nereli olduğum meselesi biraz karışık. Hemen doğrusunu anlatıyorum. Babamın babası, Erbil doğumlu. Babamın babaannesi ise Kerkük Türklerinden. Dedem Osman Abdullah, Irak Ordusu’nda albaymış. Türkçe, Kürtçe, Arapça, İngilizce ve Almanca konuşurmuş. Babam, 1972’de Irak’a gidip, Osmanlı tebaasından olduğumuzu gösteren zürriyet belgesini almış. Babamın, annesinin babası ise şimdi Karadağ’a bağlı olan Pljevlja (Taşlıca)’dan. Orası, dedemin köyüymüş. Mussolini’den kaçarak Türkiye’ye gelmişler. Anneannemin kökeni ise Saraybosna’ya dayanıyor. Onlar da küçükken Karamürsel’e gelmişler. Annemin baba tarafı ise 1939 Erzincan Depremi’nden sonra Erzincan’dan İstanbul’a gelmiş. Kafanız çok karıştı değil mi? Benim de yıllardır çok karışık! Daha da çok detay var ama anlatmayayım. Kısaca ben İstanbulluyum!

KARDEŞİM HARUN FİNANSLA UĞRAŞIYOR, İNGİLTERE’DE YAŞIYOR… ABİM KAAN BUDAPEŞTE’DE YAŞIYOR, RİSK ANALİSTİ VE OYUNCU… 3 KARDEŞ AYRI ÜLKELERDE YAŞIYORUZ!!!

Ailenin tek kızısın. İki erkek kardeşin var. Onlar n’apıyor?
-Kardeşim Harun 23 yaşında, University of Bath’da Business Management & Media Communications bölümünden daha yeni mezun oldu. Hala Bath’de finans ile uğraşıyor. Çok yaratıcıdır, kendi markasını kurmak gibi bir hayali var. Ben de heyecanla bekliyorum.

Abin?
-Kaan ise 35 yaşında, Budapeşte’de Transferwise’da risk analisti. Aynı zamanda oyunculuk da yapıyor, hatta en son Netflix dizisi The Spy’da minik bir rol almıştı. Şahane senaryoları var, yakında yönetmenlik de yapacak. Hepimiz ayrı ülkelerdeyiz anlayacağınız. Bu hem şanslı hem de şanssız bir durum. Çünkü bir yandan birbirimizi çok özlerken bir yandan da farklı kültürlerden anlatacak ve paylaşacak deneyimlerimiz birikiyor. Gün sonunda bir masanın etrafında toplandığımızda daha güçlü hissediyoruz.

BABAMIN SÖYLEDİĞİN GÖRE EVİN SERSERİSİYMİŞİM!

İki erkeğin arasında nasıl yıkılmadan ayakta durdun?
– Babamın dediğine göre ben evin serserisiymişim! Çok korumacı olduğumu biliyorum. Mesela çocukluk videolarımız, abime yaklaşan birilerini durduk yere kovaladığım komik videolarla dolu! Üç kardeş ilgi alanlarımız hep ortaktı. Çok iyi anlaştık hep. Babam daima feminist olduğunu söyler. Ne kadar şanslıyım ki öyle bir anlayışla, erkek-kız diye cinsiyet ayrımı görmeden büyütüldük.

EVET, DAHA ÖNCE DE SİNCABA BENZEDİĞİMİ SÖYLEYEN OLDU 🙂

Sincaba benzediğini daha önce söyleyen oldu mu?
-Hahahaha. Çok tatlısınız. Evet, daha önce de benzeten oldu. Galiba rengimiz de benziyor. Çok severim sincapları!

İstanbul’da doğuyorsun. Liseye, Saint Michel’de başlıyorsun. Sonra babanın işi nedeniyle gittiğin İngiltere’de bitiriyorsun, tüm eğitimini de orada tamamlıyorsun. İngiltere en çok ne öğretti sana?
-Gayet normal bir lise ve üniversite hayatı yaşadım. Çok eğlendiğim, gerçekten çılgınlıklar yaptığım, coştuğum, harika bir dönemdi. Bizimkiler hâlâ orada. Benim de orada bir evim var ama pandemiden dolayı bir senedir gidemiyorum.

PARİS ÜZERİNE EN ÇOK ÇALIŞTIĞIM VE OKUDUĞUM ŞEHİR

Paris mi, Londra mı daha sen?
-İngiltere’de ailem var, anılarım var, arkadaşlarım var, hayatımı değiştirmiş öğretmenlerim var, İngiltere tabii ki daha ben. Paris ise üzerine en çok çalıştığım ve okuduğum şehir. Üniversitede 19. ve 20. yüzyıl Paris’i derslerini seçmiştim. Şehrin tarihini, edebiyat, sinema, resim aracılığıyla detaylı incelemiştik. Dolayısıyla o bilgilerle Paris’e gidince hissettiklerim çok acayipti! Mesela üzerine sayfalarca araştırma yaptığım ve yazdığım Delacroix’nın La Liberté guidant le peuple tablosunu Louvre’da gördüğümde gözlerim dolmuştu. Benim için unutulmaz bir andı.

MÜZİSYEN OLMA HAYALİMDEN VAZGEÇMEDİM! ŞARKILARIN HEPSİNİ YAKIN BİR ZAMANDA DİNLEYECEKSİNİZ

18’ine kadar müzisyen olmak istemişsin. Acayip de güzel bir sesin var. Neden vazgeçtin?
-Vazgeçmedim ki! Şarkılarımın hepsi İngilizce. Buraya geldiğimde, müzik partnerim orada kaldığı için devam edememiştim. Fakat birkaç senedir harekete geçtim. O şarkıların hepsini yakın bir zamanda dinleyeceksiniz.

Çevirmen olmayı da istemişsin, o ne alaka?
-İngilizce benim ana dilim gibi. Fransızca’yı ise senelerce okudum. Üniversitede Fransız Edebiyatı dersi de almıştım. Bu yüzden çevirmenlik beni heyecanlandıran bir şeydi. Ama o yönde ilerlemedi hayatım.

HEM SEKSİ HEM MASUM BİR KIZ ARIYORLARMIŞ

Peki oyunculuk nereden çıktı?
– Bana anlatılan Zeynep Günay Tan, Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisi için hem seksi hem masum bir genç kız arıyormuş. O zamanlar Kanal D’de drama koordinatörlüğü yapan Lale Eren de benim fotoğrafımı göstermiş. Ben de Paskalya tatili için İstanbul’a gelmiştim. İngiltere’ye dönmeme iki gün kala, Lale Abla beni aradı, “Görüşebilir miyiz?” dedi. Görüşmeye gittim, rica ettikleri için bir sahne okudum, İngiltere’ye döndüm. Beni dizide görmek istedikleri haberi gelince, güzel bir deneyim olacağı düşüncesiyle okulun o senesini bitirip, sonraki sene için izin alıp Türkiye’ye geldim. Hatta o zamanlar diksiyonum biraz kötüydü. Okuma provalarında Zeynep Abla, “Buna çalışman lazım, yoksa dublaj yapmak zorunda kalabiliriz” deyince, hiç unutmuyorum, çok korktum. Ve çok çalıştım. İşte her şey böyle başladı.

AİLEM KENDİ YOLUMU SEÇME İSTEĞİME HEP SAYGI DUYDU

Küçük yaşlardan beri çeşitli işlerde çalışmışsın. Reklam müziği seslendirmişsin. Lise çağlarında, kasiyerlik, satış görevlisi gibi işlerde çalışmışsın. Liseyi bitirince, gündüz garsonluk, geceleri bir kulüpte barmaid’lik yapmışsın. Süper, süper, süper! Kim destekledi seni tüm bunlarla ilgili olarak…
-Evet. 11 yaşımda bir süt markası için jingle seslendirdim. 16 yaşımdan sonra da üniversite için para biriktirmek istedim. Kendi ayaklarım üzerinde durmak, kendi paramı kazanmak istiyordum. Doğru, saydıklarınız dahil, kasiyer, satış görevlisi gibi daha pek çok iş tecrübem oldu. Erken yaşlarda, farklı tecrübeler edinerek, hayatı öğrenmek istedim. Ailem de benim kendi yolumu seçme isteğime saygı duydu. Sağ olsunlar, hep destek oldular.

MÜZİĞİN İÇİNE DOĞDUM BEN

Müzik aşkın peki? O nasıl başladı?
-Müziğin içine doğdum ben! Evimizde, kendimi bildiğimden beri şahane müzikler çalar. İlk konserim The Rolling Stones konseriydi. 8 yaşındaydım. Annem de babam da iyi müzik sever, türün önemi yoktur çok. Mesela, futbol maçı izlerken, gümbür gümbür klasik müzik çalardı bizim evde. Pazar günleri, harika müziklerle uyanırdık. Küçüklük videolarımda, arka fonda, Frank Zappa, Led Zeppelin çalar. Aretha Franklin açıp, dans ederdi annem. Babam bana karışık kasetler, CD’ler yaptırırdı. Kendi hoparlörlerini yapar, kullanılmayan plakların üzerine rakamlar yapıştırıp, saate çevirirdik. Babam gerçek bir koleksiyonerdir. Plak Mecmuası’na röportaj vermişliği bile var. Mesela Tom Jones’un aynı plağından sekiz tane olduğunu biliyorum. Plak gördü mü dayanamaz! Annem de o da gerçek müzikseverler. Ritim duyguları da çok gelişmiştir. Şahane dans ederler! Hele babam, öyle çılgın dans hareketleri vardır ki…

RÖPORTAJIN İLK İKİ BÖLÜMÜ 👇👇👇

Yorum Bırak