ZÜLFÜ LİVANELİ

İdeolojilerin gücü, İstanbul’un ruhunu deÄŸiÅŸtirmeye yetmez!

MüziÄŸini de sevdim, sinemasını da… Ama galiba en çok romanlarını!

Kendime verdiÄŸim bir ödül Zülfü Livaneli romanları, al, bir köşeye kıvrıl, elinden bırakmadan oku… Akıcı bir Türkçe… Anlaşılır bir dil… Sıkı bir kurgu… Ve derin, yaratıcı bir konu… Zülfü Livaneli’den yine müthiÅŸ bir kitap, insanı yakalayan, içine çeken ve baÅŸka dünyalara götürebilen bir kitap… ‘Konstantiniyye Oteli’ni okuyun, piÅŸman olmayacaksınız! Üstelik içinde yaÅŸadığınız ÅŸehri daha da çok seveceksiniz

ZULFU-LIVANELI-2015-1
Yine yapmışsınız yapacağınızı! MüthiÅŸ bir roman  yazmışsınız: ‘Konstantiniyye Oteli.’ Bir çırpıda okunan, nefes kesen bir roman. Üstelik matrak. Heyecan verici ve sürprizlerle dolu. Bu arada, ülkede yaÅŸanan bütün güncel olaylar da eksik deÄŸil! Bir Türkiye panoraması aslında. Herkesin çok seveceÄŸine eminim. Veeeee sormaya baÅŸlıyorum… Siz bu romanı niye yazdınız? Bize ne anlatmak istediniz?

-İstanbul’a ‘ÅŸehirlerin kraliçesi’ denir. DiÅŸi bir ÅŸehirdir. Ben, Napolyon’un dünya baÅŸkenti olarak nitelendirdiÄŸi bu ÅŸehrin ruhunu anlatmak istedim. 23 Aralık 2014 akÅŸamı geçiyor her ÅŸey ama ÅŸehrin geçmiÅŸine de göndermeler var tabii.

Sizce şehirlerin bir ruhu var ve o ruh kalıcı mı?

– Evet. Nasıl ‘zamanın ruhu’ diye bir kavram varsa, ‘ÅŸehrin ruhu’ diye de bir kavram var. Ve o ruh, deÄŸiÅŸik imparatorluklara, rejimlere karşı deÄŸiÅŸmeyen bir ruh. Mesela komünist dönem, Moskova’yla St. Petersburg’u birbirine benzetemedi. İkisinin ruhu farklıdır çünkü. Ankara’yla İstanbul da birbirine benzemez.

İstanbul’un ruhu nasıl tanımlanabilir?

-İstanbul müthiş bir şehir. Eşsiz, benzersiz! Ve dinamikleri hiç değişmez. Bu dinamikler; büyük servetler, suç, şiddet, eğlence, dekadans, entrika, isyan ve erotizm olarak özetlenebilir. Binlerce yıldır her kuşak, bunlardan kendi payına düşeni almıştır.

İstanbul, Bizans mı?

– Tabii tamamen Bizans olmasa da kalıntıları inkâr edilemez!

Peki Osmanlı? Osmanlı da mı aslında Bizans’tı?

-Tarihçilerin alanına girmeyeyim ama Fatih Sultan Mehmet, ‘Kayser-i Rum’ yani ‘Roma Sezar’ı oldu. Åžehrin adını, kiliselerin adını deÄŸiÅŸtirmedi. Ayasofya Camii adını düşünün. Rumca, ‘Kutsal Bilgelik Camii.’ Ne ilginç deÄŸil mi? Ya kendisini Bizans imparatorlarıyla aynı yere gömdürmesi? SavaÅŸta ölen son imparator Konstantin’in iki yeÄŸenini vezir yapması… Örnekler anlatılamayacak kadar çok ama bu devrin milliyetçi kafasıyla bunları anlamak zor.


Peki ‘Bizans’ tanımlamasında bir olumsuzluk yok mu? Entrika ve ayak oyunları akla gelmiyor mu? Yoksa aynı zamanda çeÅŸitlilik ve zenginlik mi?

-Bence çeÅŸitlilik ve zenginlik. İstanbul’da çok olumsuzluk var, hep oldu ama bu durum onun ‘Åžehirlerin Kraliçesi’ olmasını engelleyemedi.ZULFU-LIVANELI-2015-10

Bana umut da verdi romanınız, “İstanbul İstanbul’dur. Tepesine hangi ideoloji gelirse gelsin, deÄŸiÅŸmez!” mesajı da aldım…

-‘Ulus devlet’le, ‘imparatorluk’ arasındaki en büyük fark, imparatorluÄŸun bir ırkın üstünlüğüne imkân tanımamasıdır. İmparator ve hanedan, her ÅŸeyin üstündedir ve ona baÄŸlı kullar vardır. Hangi dine, hangi kimliÄŸe mensup olursa olsun. Ama ‘ulus-devlet’ öyle deÄŸildir, ister istemez, egemen ulusu öne çıkarır. İstanbul, New York’tan, Paris’ten ve Londra’dan önce dünyanın en büyük kozmopolit ÅŸehriydi. Ne yazık ki bu zenginlik çok azaldı ama bu kültür yoksullaÅŸmasının nedenlerini 1. Dünya Savaşı’nda ve İstanbul’un iÅŸgalinde aramak gerekir. Tarih; aksiyon ve reaksiyonlardan ibarettir. Cumhuriyet, Batı’nın parçaladığı bir ülkenin reaksiyonudur, var olma kavgasıdır.

ZULFU-LIVANELI-2015-11
Yapılmak istenen bu mu? Bir zamanlar sokaklarında 39 farklı dilin konuşulduğu şehir, tek tip hale getirilmeye mi uğraşılıyor?

-Buna şöyle cevap verelim: Fatih, olaÄŸanüstü bir insan. Homeros okuyor, Grekçe, Latince biliyor, sarayını resimlerle dolduruyor, Truva’ya gidip Akhilleus’un ve Hektor’un mezarlarını arıyor. Ve elbette DoÄŸu Roma İmparatoru olmak istiyor! Oluyor da…

İsteseydi ÅŸehrin adını ‘Mehmediye’ yapabilirdi, öyle deÄŸil mi?

-Elbette! Ama Konstantiniyye adını deÄŸiÅŸtirmiyor. Hz. Muhammed’in hadisinde de böyle geçiyor zaten ÅŸehrin adı. Hiç kimse hadisi deÄŸiÅŸtirmeye kalkmıyor elbette. Ayrıca Konstantin, Yunan deÄŸil Roma İmparatoru. İstanbul ise Rumca ‘stin poli’den geliyor. Yani Konstantiniyye, Yunanca deÄŸildir ama İstanbul Rumca’dan gelir.

ZULFU-LIVANELI-2015-13
Kolay mı yazdınız? Zor mu?

-Ooooo! En çok zorlandığım romanım oldu. Üç sene acı çektim diyebilirim.

BudapeÅŸte Oteli, Anayurt Oteli… Otel motifi, edebiyatta sık kullanılan bir ÅŸey… Nesi etkiledi sizi? Bir istasyon gibi sürekli birbirini tanımayan insanların uÄŸrak yerin olması mı? 

-Evet, edebiyatta, sinemada da çok kullanılmıştır otel. Çünkü birbirine benzemez bir sürü insanı bir araya getirebilirsin. Burada da otelin açılış gecesi, şık bir davet veriliyor ve İstanbul’un kaymak tabakasından yüzlerce kiÅŸi katılıyor. Bir yandan da o otelde çalışan garsonlar, komiler, bulaşıkçılar, valeler, güvenlikçiler var. Yurdun dört bir köşesinden gelmiÅŸ, çalışmak zorunda olan insanlar. Bir otel sayesinde bu kadar deÄŸiÅŸik insanı bir araya getirebilme olanağı beni heyecanlandırdı.

ZULFU-LIVANELI-2015-8Daha tanıtımı bile yapılmadan, piyasaya verildiği ilk gün, 125 bin adet tüketilmesine ne diyorsunuz? 

-Çok mutlu oldum tabii. Okurlarım, kitaplarıma büyük ilgi göstererek beni onurlandırıyorlar. Yurtdışındaki yayıncılarım, kitabın üzerindeki baskı sayılarını görünce gerçekten afallıyorlar. “Nasıl olabilir Türkiye’de böyle bir ÅŸey!” diyorlar. E biz de eskiden, yüz binlerce satılan kitapları hayal edemezdik doÄŸrusu.

Hem popüler hem derin

Sizin romanlarınız hem bestseller, hem edebiyat… Yani hem popüler yazıyorsunuz hem derin… Bunu nasıl baÅŸarıyorsunuz?

-Edebiyatta bir rüyam var benim her gittiÄŸim ülkede basına anlatıyorum. Edebiyatın altın çağını yakalamak istiyorum. Hani  romanların çok geniÅŸ kitlelerce okunduÄŸu, tartışıldığı, sevildiÄŸi o altın çaÄŸ. Åžimdi edebiyat ikiye ayrılmış durumda. Ya ‘edebi’ denilen okunmaz romanlar ya da ‘popüler kitaplar.’ Oysa 19. hatta 20. yüzyılın büyük bölümünde durum farklıydı. Romanlar hem derindi hem de çok okunuyordu. Marquez’i, YaÅŸar Kemal’i, Hemingway’i; daha gerilere giderseniz Dickens’ı, Tolstoy’u hatırlamak yeterli. Modern yazarların çoÄŸunda, o tadına doyulmayan ‘okuma zevki’ yitip gidiyor ne yazık ki! Kuru metinler kalıyor. Borges böyle kitaplar için, “Kaldırıp atın çünkü okunacak o kadar güzel kitaplar var ki!” der. Benim rüyam da hem derin hem yaygın kitaplar yazabilmek oldu. Yapabiliyorsam ne mutlu bana…

ZULFU-LIVANELI-2015-15BU BAHAR ÇİÇEKLERİN RENGİ DAHA SOLGUN

YaÅŸar Kemal’in gidiÅŸi sizi nasıl etkiledi? 40 yıldır her sabah telefonla konuÅŸtuÄŸunuz biriyle artık bunu yapamamak insanı ne kadar sarsıyor?

-YaÅŸar Kemal’le 44 yıldır her gün telefonda konuÅŸtuk, çoÄŸunlukla da buluÅŸtuk. Åžimdi her sabah uyanıyorum, elim telefona gidiyor; sonra büyük bir boÅŸluk duygusuna düşüyorum. Bu bahar, çiçeklerin renkleri daha solgun geliyor bana.

Yaşlandıkça özgürleştiğimi fark ediyorum

Baş kahramanlarınız Zehra ve Emre. Aşklarını da anlatıyorsunuz. Nasıl bir aşk?

-Zehra’yla Emre ilginç insanlar. Bu karmakarışık ve hızlı çağın çocukları. Aralarındaki aÅŸk da bu yüzden çalkantılı…

Zehra’da bipolar özellikler de var. Depresif ve manik dönemleri oluyor. Çağımızın hastalığı olduÄŸu için mi seçtiniz?

-Zehra’nın psikolojik rahatsızlıkları belki daha ciddi ama Emre de durmuÅŸ oturmuÅŸ biri deÄŸil. Bu yüzden kavgaları da sert, birbirlerine duydukları tutku da. Yazım süresince ben ikisini de çok sevdim.

ZULFU-LIVANELI-2015-17Siz hiç depresyona girmez gibi duruyorsunuz, girer misiniz?

-Bu çağda az ya da çok depresyona girmeyen insan yoktur herhalde!

Ama mesela ben sizde hiçbir zaman bir telaş, bir şaşırma, bocalama görmüyorum. Nasıl bu kadar duruma hâkim ve sakinsiniz?

-Denizin yüzü kıpırtısız olabilir ama bir de derinlerde neler olup bittiğine bak sen!

ZULFU-LIVANELI-2015-7
69 yaşında olmak neler hissettiriyor? Çok fit duruyorsunuz. İçiniz kıpır kıpır sanki. 

-YaÅŸ, insana ilginç dönüşümler getiriyor. YaÅŸlanmayla olgunlaÅŸma aynı ÅŸey deÄŸil. Bazıları yaÅŸlandıkça olgunlaşıyor, bazıları da giderek huysuz hale geliyor. Ben, yaşın hafif bir hüzünle birlikte beni özgürleÅŸtirdiÄŸini fark ediyorum. En büyük özgürlük, insanın hırslarından, tutkularından, rekabet duygusundan, kendisini kanıtlama çabasından vazgeçmesi. Bu aÅŸamaya geldiÄŸinizde büyük bir huzur hissetmeye baÅŸlıyorsunuz. Hayattan kopmak deÄŸil bu; elbette kitabımın okunması sevindirir beni, düşmanlıklar üzer ama bir yere kadar… Hayatın, baÅŸarının, paranın, iktidarın geçici olduÄŸunu derinden kavramak hoÅŸ bir ÅŸey!

Peki mesela, “20 yılım kaldı” gibi hesaplar yapıyor musunuz? Neler sığdırmak istiyorsunuz o geri kalan zamanınıza? “Åžunları da yapacağım” diye bir listeniz var mı?

-Ölüm, benim için uzuuuun bir uyku. 20 yılım varsa gerçekten önümde, bunu kitap yazarak geçirmek isterim. Çünkü yüzlerce besteden sonra içimin şarkısını paylaştım insanlarla ama anlatacağım daha çok hikâye var!

Sizce bu roman mı daha uzun yaÅŸayacak, ‘Karlı Kayın Ormanı’ mı?

-Karlı Kayın Ormanı, Nâzım’ın büyük adıyla beni buluÅŸturduÄŸu için çok sevdiÄŸim bir beste. Bugüne kadar yaÅŸadı. Dilerim gelecek kuÅŸaklara da kalsın. Ama bilinmez… Zaman, her ÅŸeyi altına alıp öğütüyor.

ZULFU-LIVANELI-2015-14Romancılar nevrozlarıyla başa çıkabilmek için yazarlar

Manyak hikâyeler var romanınızda, iyi anlamda söylüyorum, inanılmaz yaratıcı… Emre ve Zehra, kaşık gibi yatakta birbirine sarılmış, Emre saçlarını kaldırıyor, ensesinde, “Benimle evlenir misin?” dövmesi çıkıyor. SevdiÄŸi kadına böyle orijinal bir biçimde evlenme teklif ediyor! Zehra da birkaç gün sonra kendi ensesine “Evet” yazdırıyor… Nasıl aklınıza geliyor bunlar? “Åžizofren miyim nereden çıkıyor bunlar?” demiyor musunuz? 

-Romandaki çarpıcı ve aykırı hikâyeler tabii ki düş ürünü. Zaten onca kişinin hepsi birden olamazsınız! Şizofren değilim yani. Gerçi geçen romanımda da bir şizofreni anlatmıştım. Ama sanatçılar, nevrozlarıyla başa çıkabilmek için sanat yaparlar.

ZULFU-LIVANELI-2015-16Aslında bir hayat geçiyor o otelin içinden… Roboski’de abisi ölen de var. İlber Ortaylı gibi bir profesör de var. ErdoÄŸan gibi biri de var… Holding patronları da var. Hiç tatmin olmayan kadınlar da var. Kocalarını aldatanlar da var. Kadına ÅŸiddet de var… Türkiye’de ne varsa, bu romanda var…

-Romandaki kişiler kurgusal, hepsi düş ürünü ama bazen ilginç rastlantılar oluyor. Üç yıl önce romana çalışırken, çevresindekileri cehaletle suçlayan, herkesi paylayan bir felsefe profesörü tipi yaratmıştım. Şimdi herkes onu İlber Ortaylı sanıyor. Ama o yıllarda Ortaylı henüz böyle konuşmuyordu. Son aylarda benim roman kahramanım gibi konuşmaya başladı! Bu yüzden o hoca İlber Ortaylı değildir ama sonradan benzedi doğrusu. İşte roman böyle ilginç ve karmaşık bir dal.

Bir tek seçim sonucu yok sizin romanda. Onu da sizden alalım…

-Seçim sonucunu bilemem sevgili Ayşe! Hayat benim hiç siyaset yapamadığımı, bu işi beceremediğimi göstermedi mi?

FotoÄŸraflar: Fethi KARADUMAN

Yorum Bırak

sixteen − nine =