Tutkum defter yapmaktı vazgeçmedim, başardım

BUGÜN cuma, yine kadın girişimciler var huzurlarınızda.
Yaptıkları işin irili-ufaklı olmasının hiçbir önemi yok. Onları kadın oldukları, farklı bir iş yapmaya cesaret ettikleri ve girişimci oldukları için destekliyoruz.
Yaşasın kadınlar… Yaşasın kafayı farklı çalıştıran kadınlar… Yaşasın girişimci kadınlar…

– Seni hayata tutkuyla bağlayan ne?
Defter yapmak. Pazar günü sabahın 6’sında bile beni ayağa dikebilecek yegâne şey. Nefes alıp verişim hızlanıyor, beni o kadar heyecanlandırıyor…

– Şahaneymiş!
Evet. Her ne kadar akıllı telefonlar ve dijital dünya yüzünden onlara olan talep biraz azalmış olsa da aslında defterler, hepimizin en yakın arkadaşı. En özel duygularımızı yazarız. Hep bizimledir onlar. Kâh gömleğimizin cebinde kâh çantamızda…

– Defter yapmaya nasıl başladın?
Normal bir genç gibi, ben de üniversiteyi bitirip bir işe girdim. Ama o 9-6 işte baygınlık geçirecektim! Bana heyecan verecek bir iş yapmak istedim. Birkaç ay odama kapandım…

– Neden?
Düşünmek için. Zaman zaman etraftaki gürültüden kendi içsesimizi duyamıyoruz, oysa yalnız kalıp o sesi dinlememiz gerekiyor. Ben de öyle de yaptım. Ve kendime, gerçekte ne yapmak istediğimi sordum. İçimdeki ses, “Defter yap!” dedi.

– Herhangi bir bilgin var mıydı?
Hayır, hiç! İnsanlar çıldırdığımı düşündü. Ama ben aldırmadım. YouTube’dan defter dikiş teknikleri izledim ve oradan aldığım ilhamla yola koyuldum. İlk yaptığım defterler büyük fiyaskoydu! Gittikçe, yapa yapa deneyim kazandım. Yaptığım defterleri Etsy’de satışa sundum. Yavaş yavaş insanlar sevdiklerine defter yaptırmak için bana ulaşmaya başladı. Ve ben zaman içinde özel defter siparişleri alır oldum. Onlar mutlu oldukça ben de mutlu oldum. Tamamen el yapımı, kişiye özel defterlerim çok ilgi görüyor.

BİZDE ALIŞILMIŞIN DIŞINDA İŞ YAPANLARA ÖCÜ GİBİ BAKILIYOR!

– Türkiye’de paran yoksa, arkan yoksa girişimci olmak zor mu?
Zor kelimesi tanımlamaya yetmez! Ölüm gibi bir şey. Ama mesele paranın olmaması da değil, işi yaptıracak, hatta sorup fikir alabileceğin, danışabileceğin insan, yok denecek kadar az. Bizde alışılmışın dışında bir şey yapana öcü gibi bakılıyor. Oysa yurtdışında öyle değil, aksine teşvik ediliyor…

AİLEMDEN BİR KURUŞ YARDIM ALMADIM SIFIR SERMAYEYLE İŞE DALDIM

– Palas Pandıras’ın hikâyesi ne?
Palas Pandıras’ın TDK sözlük anlamı, “Gereği gibi derlenip toparlanmaya veya hazırlanmaya vakit bulamadan” demek. Benim maceram da böyle başladı, palas pandıras.

– Ne kadar zorlandın?
Çok. Ailem bu işi yapmamı hiç istemedi. Onlara rest çekmek zorunda kaldım. Sıfır sermayeyle işe daldım. Ailemden bir kuruş dahi yardım almadım. Telefonumu sattım. Sonra erkek arkadaşım Sercan’la tanıştım. O bana inandı. Kendisi yazılımcı. Bu maceranın her noktasında olaya dahil oldu. Tabii başlarda bir bilinmeyenin içine atılıyorsun, kâbus gibi. Piyasada büyük devler var. Herkesin “Bırak bu işi, sigortalı bir işe gir, çalış!” dedi zamanlarda Sercan hep, “Sakın bırakma!” dedi. Tutkuyla bağlı olduğum işi destekledi. Ve şimdi ne mutlu bana ki, artık müdavimlerim var.

– Onlardan aldığın en güzel geri dönüş ne?
Bu defterler o kadar güzel ki, yazı yazmaya kıyamıyorum!

SERAPHİNE’NİN YARATICISI SERAP APAK
SUKULENTLE BAKIRIN EŞSİZ UYUMU!

“ADIM Serap Apak. Kendi çapımda ben de bir girişimciyim. Bakırlara sukulentlerle hayat veriyorum. Dünyanın belki en zor ama en dayanıklı bitkileriyle özellikle “bakır” objeleri buluşturarak insanların yaşamlarına tat katmaya çalışıyorum.
Bu iş, üç yıldır beni en çok heyecanlandıran şey. Hem de benim için gerçek bir “nefes”. Fransız ressam Seraphine Louise, nasıl yolunu farklı bir şekilde bulup çizdiyse, ben de yirmi seneye yakındır süregelen yayıncılık hayatıma bir nefes arası verdim. Yayıncılığa hâlâ devam ama Seraphine, artık benim için daha ön planda.
İstanbul gibi bir metropolde yaşarken yeşilin kendisine dokunma ve yetiştirme ihtiyacı doğuyor. Elbette “yaratmak” isteği de bir gün geliyor, bastıramadığınız bir hale geliyor. Kadınız sonuçta, kadınlar yaratmadan, üretmeden duramaz.
Bir de tabii bakır obje aşkım var.
Eskicilerden topladığım kıyıda köşede kalmış bu objeleri sukulentlerle birleştiriyorum. Kullandığım bitki “sukulent”.
Çünkü o da kadın gibi güçlü, dirayetli, yaşama tutunan ancak bir o kadar da kırılgan…

MELTEM KARAASLAN ÖZPERÇEL’İN PİSİ SHOE’LARI
TOPUKLU AYAKKABIDAN SONRAKİ RAHATLIK!

“BEN de çoğu kadın gibi topuklu ayakkabı bağımlısıydım. Ama verdiği acının bir çözümü olması gerektiğini düşünüyordum. O yüzden Pisi Shoe’yu yarattım.
Pisi Shoe, günlük babet ayakkabılar gibi de kullanılabiliyor. Dış mekân kullanımına uygun özel alt tabanlarını geri dönüştürülebilir malzemeden üretiyoruz. Şu an 48 çeşit her zevke uygun Pisi Shoe var.
Çeşitleri artırmak için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Normal babetten farkı, hafifliği ve katlanabilir olması.
Son derece pratik, katla çantaya koy.
Bazı günler topuklu ayakkabı giymek icap ediyor, ama sonra o ayakkabı zül hale geliyor, çıkarıyorsun, katlanabilir ‘Pisi Shoe’larını giyiyor, rahatlıyorsun. Bu kadar ilgi göreceğini ben de bilmiyordum. Ben de şaşırdım. Azerbaycan, Almanya, Rusya ve Dubai’den talep bir hayli yüksek. Uzun vadede, kadınların hayatı kolaylaştıracak başka pratik ürünler üzerinde de çalışıyoruz…”

Yorum Bırak