Teknoloji hayatımızı istila ettikçe masal anlatmak moda oldu


Nazlı Çevik Azazi, bir masal anlatıcısı, eğitmen ve yazar. 2017’de Almanya’da Thüringen Masal ve Efsane Ödülü’nü aldı. Azazi, unutulmaya yüz tutmuş bir sanat olan masal anlatıcılığını yeniden hayata geçirmek ve modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verecek niteliğe ulaştırmak için ulusal ve uluslararası çalışmalar yürütüyor. Şahane bir kitap yazdı, kesinlikle okuyun, ruhunuza çok iyi gelecek. Ben de geçtim karşısına sordum…

“Hepimizin bu hayata ruhsal olarak olgunlaşıp tekamül etmek için geldiğimize inanıyorum. Bu yüzden insanın bu dünyayla paylaşacağı hediyesini bulması önemli. Bunun için de kendi içine yolculuk yapmak, kendini, özlemlerini, hayallerini, neyin bizi heyecanlandırdığını bulmak çok önemli. İçsel yolculuğumda benim rehberim masallar oldu.”

“Masal-İki Dünya Arasındaki Aşk” kitabın yeni çıktı. İnsanı yükseltiyor, içini ısıtıyor… Hadi başlıyorum sormaya: Masallar bizi neden heyecanlandırıyor? Çocukluğumuza mı dönüyoruz? Hayal kurmayı mı hatırlıyoruz? İnsanlığın kadim bilgilerine mi kulak veriyoruz?
Hepsi! Bence masallar hepsini yapabilecek güce sahipler. Masal dinlerken, o masalın görüntülerini, seslerini, kokularını hayal etmeye başlıyoruz. İç âlemimizde bir sinema perdesi aralanıyor. Almanlar buna “Kopfkino”, yani “kafa sineması” diyorlar. Tıpkı bir sinema filmini izler gibi iç gözümüzle o perdeye yansıyan masalı izlemeye başlarken hayal kurmuş oluyoruz. Masal, insanın aklına değil kalbine hitap ediyor. Bence en sihirli tarafı da bu. Kalp, Arapça bir kelime ve iki anlamı var. İlk anlamı vücuda kanı pompalayan yürek, ikinci anlamı ise değişim, dönüşüm. İşte masal bize bunu yapıyor, efsunlu yapısıyla tıpkı masal kahramanları gibi bizi değiştiriyor, dönüştürüyor. Bu arada, tabii ki masallar insanlığın kadim bilgilerini anlatıyor. Ama bunu bizim anladığımız günlük dilde değil, rüyalarımızın dili olan sembol diliyle anlatıyor. Çünkü masallar insanlığın ortak rüyalarıdır. Bana öyle geliyor ki kadim atalarımız, insana ve yaşama dair sorduğumuz en temel soruların cevaplarını masalların içine sırlamışlar…

Sen nasıl takıldın masallara?
Masalla ilk tanışmam, Clarissa P. Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabıyla oldu. O kitaptan çok etkilenmiştim. Ama daha sonra unuttum gitti. Yıllar sonra tiyatro pedagojisi yüksek lisansı yapmak için Berlin’e gittiğimde masallar ve masal anlatıcılığıyla karşılaşana dek bir daha da hatırlamadım. İlk dönem gördüğümüz derste her hafta profesyonel anlatıcılardan masallar, mitler, efsaneler dinledik. O zaman anladım ki ben de bu işi yapmak istiyorum. Daha sonra bu alanda uzmanlaştım…
Teknoloji hayatımızı istila ettikçe masal anlatmak moda oldu

YORUMLANMAMIŞ RÜYA AÇILIP OKUNMAMIŞ MEKTUP GİBİDİR

İnsanın hangi özelliklerini geliştiriyor masal?
İnsan her şeyden önce rüyalarını hatırlamaya başlıyor. Talmud da “Yorumlanmamış bir rüya, açılıp okunmamış bir mektup gibidir” diyor. Rüyalarımız en derin hakikatlerimizi, özlemlerimizi ve ihtiyaçlarımızı bize hatırlatıyorlar. Kaybettiğimiz kendimize nasıl kavuşacağımızı anlatıyorlar. Aynı şekilde masallar da, insanın, hayallerine, özlemlerine, içsel güçlerine daha fazla sarılmasına yardımcı oluyor.

EN BÜYÜK SORUNUMUZ MADDEYİ BİRİKTİRME HIRSIMIZ!

Kitabın giriş masalı çok güzel… Bizler, renkli kanatlarını yolup yuva yapan kuşa benziyormuşuz, öyle mi? Hayal kanatlarımızı koparıp konfor alanı mı yaratıyoruz kendimize? Bizim sorunumuz ne? Neyi yanlış yapıyoruz?
Bizim en büyük sorunumuz, maddeyi biriktirme hırsımız bence. Her şeye sahip olmak istiyoruz, sahip oldukça daha çok, daha çok istiyoruz. Yedikçe acıkıyoruz, içtikçe susuyoruz. Bunun için en masum hayallerimizi katletmekten çekinmiyoruz. Renkli kanatlarımızı yolup, bu tüylerden çok konforlu yuvalar yapıyoruz kendimize. Sonra da hikâyede de anlatmaya çalıştığım gibi, uçmak istediğimizde kanatlanamıyoruz. O zaman ruhumuz çığlık atmaya başlıyor. Çünkü insan, salt maddeyle doyabilen bir varlık değil. İnsan bir anlam varlığı. İnsan, hayatın ve kendisinin varlık sebebini düşünen ve bu düşünmelerinin sonucunda da anlamlar üretebilen ruhsal bir varlık. Bu yönümüzü unutunca, maddenin dünyasında hükümdarlığını kurmuş, uçamayan tek kanatlı kuşlar gibi oluyoruz. Ben iki dünya arasında olmaya, madde ve mananın dengesine inanıyorum…

MASAL ANLATICILIĞI ÖZGÜN SANAT OLDU

Masal tamam da “masal anlatma” nedir? Bu bir özgün sanat mı?
Evet. İçinde yaşadığımız topraklarda, anlatıcılık geleneği çok köklü bir geçmişe sahip. Bizim kültürümüzde anlatıcı çok farklı suretlere bürünüyor. Meddahlar, âşıklar, ozanlar, gezgin anlatıcılar, dengbejler, masal anaları, anlatıcı karakterinin farklı görünümleri. Bu sanat eskiden usta-çırak ilişkisiyle öğreniliyordu. Günümüzde üniversitelerde veya özel sanat kurumlarında özgün bir sanat dalı olarak okutuluyor.

Peki moda mı oldu? Bir sürü insan var masal anlatıcısı olan…
Evet, moda oldu çünkü teknoloji artık yaşamımızı istila ediyor. Kafamızı cep telefonlarımızdan, bilgisayarlarımızdan kaldıramıyoruz. Bir araya gelip muhabbet etmeyi özledik. Masal anlatıcısı, dinleyicisini işte bu muhabbet çemberine davet edebiliyor ve dinleyici, bir süreliğine de olsa kimliğini, yapması gereken işleri unutup masalın dünyasında kaybolabiliyor. Bu çağda, özellikle sosyal medyada o kadar çok görünüyoruz ki belki de kaybolmayı özledik! Masalın içinde kendimizi kaybedebiliyoruz. O yüzden de masal ve hikâye anlatıcılığı, tüm dünyada kendi Rönesansını yaşıyor.

HAYALLER BİZİM GERÇEĞİMİZİ BELİRLİYOR

– Masal, eşittir hayal kurmak… Hayal kurmak eşittir ne? Hayal kurmak neden önemli?
Hayal kurmak demek, her şeyden önce içinde yaşadığımız katı gerçeklik dünyasından azade olmak demek. Bedenim buradayken, hayallerimde dünyanın her yerinde hatta çok fantastik mekanlarda olabilirim. Bu, büyük bir özgürlük değil mi? Beni çok dinlendiriyor mesela. Meditatif bir etkisi var hayal kurmanın. Öte yandan hayallerimiz bizim gerçeğimizi belirliyor. Nörobiyolojik araştırmalar da gösteriyor ki insan beyni açısından hayal ile gerçek arasında bir fark yok. Beynimiz duyularımızla algıladığımız gerçeğin kendisine verdiği tepkinin aynısını o gerçekliğin hayaline de veriyor. O yüzden hayaller gerçekliğimizi belirliyorlar.
Hayallerimiz bu kaotik dünyada bize yön veriyorlar. Hayallerimiz bir nevi bizim yöneleceğimiz kıblemiz oluyor. Bu yönelim sayesinde de hayal ettiğimiz dünyaya kavuşmak için değişip dönüşüyoruz. Eski halimizi terk edip yepyeni varoluşlar seçiyoruz. Anka Kuşu gibi küllerimizden yeniden doğuyoruz. Hayallerimiz; yaşamı devindirip, dönüştüren, eskide yeniyi doğuran itici kuvvet oluyor.

BEŞER VE İNSAN

– “Masallar, insanlık tarihinin en bilge hakikat taşıyıcılarıdır!” diyorsun. O nasıl bir hakikat?
Nasıl insan olurum, sorusunun cevabı olarak hakikat. Geleneğimizde beşer ve insan diye iki ayrım var. Beşer anne karnından doğan, etten, kemikten, yiyen, içen, üreyen, yaşlanan ve ölen fiziksel varlığımız için kullanılan bir tanım. Yani beşer görünen yanımız. İnsan ise aklından, kalbinden, hayallerinden, değerler ve erdemlerden kendi kendisini doğuran tinsel yanımız. Bu ikinci doğumu, her insan yalnızca kendisi gerçekleştirebiliyor. Masallar; seçimleriyle, değerleri ve erdemleriyle, aklını kullanarak ürettiği düşünceler ve gönül aleminde kurduğu saraylarla, kendisini kendisinden doğurabilen insanın macerasını anlatan hakikatlerdir.

MASALLAR YAZILMIYOR TIPKI RÜYALAR GİBİ KENDİLERİNİ ANLATTIRIYORLAR

– Masalları genelde erkekler mi yazıyor?
Masalların yazılabileceğine inanmıyorum. Bilinç dışının bir dışavurumu olarak masallar, tıpkı rüyalar gibi kendilerini anlattırıyorlar. Bence masal sözdür. Söz ise yaşayan insanın ruhundan kopup geldiği için canlıdır, dinamiktir ve dönüştürme gücü vardır. Benim gözlemlediğim günümüzde masalları daha çok kadınlar anlatmak istiyor. Masallar kadınların ruhsallığından beslenerek yeniden can buluyorlar. Bu da beni çok mutlu ediyor.

– 2017’de “Thüringen Masal ve Efsane Ödülü”ne layık görülmüşsün. Hikâye anlatıcılığı eğitimini Almanya’da almışsın. Almanya’da öğrendiğin en önemli şey ne?
Almanya’daki profesörüm Kristin Wardetzky bana hep şöyle derdi; “Nazlı, biz bu işi sizden öğrendik, sen de geldin burada bizden öğreniyorsun!” Almanya’daki yolculuğumda Kristin’in de işaret ettiği gibi ne kadar güçlü ve derin bir kültürümüz olduğunu hatırladım. Medeniyetlerin beşiği Anadolu’nun kalbinde ne kadar çok masal, mit, efsane ve mesel doğurduğunu ve anlatıcılar yetiştirdiğini öğrendim. Burnumun dibindeki öğrenmek için çok uzağa gitmem gerekiyormuş yani…

– Berlin Sanat Üniversitesi’nde Tiyatro Pedagojisi yüksek lisansı yapmışsın. Çocuğu olan annelere, babalara ne söylemek istersin? Çocuklarına okumak için nasıl masallar seçmeliler? Hep iyi mi bitmeli sonu masalların?
Çocuklarına; kendilerinin de sevdikleri, anlatırken keyif aldıkları, neşelenip, gülebildikleri masalları anlatmalarını öneririm. Eğer bir masal hakkında tereddütleri varsa ve içlerine bir türlü sinmiyorsa onu anlatmamalarını tavsiye ederim. Masal, yapısı gereği ana kahramanı açısından hep mutlu sonla biter. Masallar, tıpkı hayatta olduğu gibi iyiliği ve kötülüğü, aydınlığı ve karanlığı, gece ve gündüzü yani zıtları karşı karşıya getirir ve sonunda iyiliğin tarafını tutar. Bana kalırsa bu yüzden hep mutlu sonla bitirmek önemli. Mutlu son hayallerimizi, umutlarımızı, ütopyalarımızı canlı tutmaya, iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa daha çok sarılmamıza yardımcı oluyor. Hele de içinde yaşadığımız bu karanlık zamanlar da buna daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Yorum Bırak