Sosyal medyadan geri kalma ama yüz yüze iletişimi de ASLA aksatma!


Artık hayatımızın gerçeği bu…Hepimiz deli bir tempoyla yaşıyoruz, sürekli oradan oraya kafası kesik tavuk gibi koşturuyoruz, her şeyi birden halletmeye, herkese birden yetişmeye çalışıyoruz…

Gittikçe artan mesafeler, günlük telaşlar, koşturma ve zamansızlık yüzünden farkında olmadan birbirimizle çok az iletişim kuruyoruz.

Ve çok az gerçek paylaşımda bulunuyoruz!

Oysa ki, hayatımıza değer katan anlar; sevdiklerimizle bir araya geldiğimizde ve yüz yüze ilişki kurduğumuz anlarda saklı.

Lipton, “Hayatı Fark Et” çatısı altında, #KonuşalımArtık kampanyasıyla, herkesi yüz yüze iletişime, birbirine daha fazla odaklanmaya, daha fazla paylaşımda bulunmaya çağırıyor.

Sizi bilmem ama ben bu çağrıyı ciddiye aldım ve hep tanışmak istediğim değerli bir büyüğümle tanıştım.

Psikolog yazar ve eğitimci Üstün Dökmen.

İyi bir ikili olduk.

Üstüne üstük Pierre Loti’de buluştuk.

Ohhh hava da şahaneydi, çayları höpürdettik ve koyu bir sohbete daldık…

Hoca, olayları anlatırken, birbirinden eğlenceli anekdotlar aktaran, hınzır zekası olan biri. Hem her şeyi anlaşılır kılıyor hem de sizi güldürüyor…

Derya yani…

Ben onun “Küçük Şeyler” programını da çok seviyordum.

Kitapları da benim için önemli, sonuncusu da; “Büyükler İçin Masallar”.

Üstün Dökmen; İlber Ortaylı, Emre Kongar, Celal Şengör gibi bu ülkenin yetiştirdiği en kıymetli beyinlerden biri.

Akıllı telefonlarla bölünmeyen sohbetimiz, kahkahalar içinde gerçekleşti.

En kısa zamanda, yine İstanbul’un nadide bir tepesinde buluşmak üzere.

Çaylar bu sefer benden!

◊ Hocam, inanılır gibi değil! Gerçekten cep telefonunuz yok mu?

– Hayır, yok!

◊ Nasıl yaşıyorsunuz?

– Cep telefonsuz bir hayat bana fevkalade uygun. Kuşlar gibi özgürüm. Sizinle burada Pierre Loti’de derinlemesine sohbet edebilirim. Anlattıklarınıza kendimi verebilirim. Ama ikide bir, zırt pırt öten bir telefon olsa, tatlı sohbetimiz bölünür. İki kelam edemeyiz şurada.Ama sakın yanlış anlamayın Ayşe Hanım, karşı olduğum cep telefonu ya da teknoloji değil, haşaaaa!Ben sadece yüz yüze iletişimden yanayım.Yüzde 100, yüz yüze ilişki, ilişkilerin kralıdır!

◊ Ne güzel söylediniz de… Ben annemle, kayınvalidemle Hindistan’dan cep telefonu üzerinden görüntülü konuşuyorum, n’aber…

– Tabii, tabii. Faydaları say say bitmez! Kızlarımızla biz de Facetime yapıyoruz, bazen Skype’tan konuşuyoruz, bir de Watson diye bir şey var.

◊ WhatsApp…

– Hah, onunla konuşmak da harika. Ama bunları, eşimin telefonuyla yapıyoruz. Şimdi bakın, bana günde 150 civarı telefon gelir.Benim elimde bir telefon olsa, burada sizinle bu konuşmayı yapamayız. Kapatmam lazım.Eşimle yemek yedik, yürüyüş yapıyoruz, e onunla sohbet etmek istiyorum, yine kapatmam lazım. “E hocam, mesaj atsınlar!” diyorlar.İyi de, ben her gün o 150 mesajı silmekle mi uğraşacağım? Varsın telefonum olmasın. İnsanlar bir şekilde ulaşıyorlar bana. Asistanım var.Şoför arkadaşım var. Buluyorlar beni. Çok hatırlı olanlar, eşime ulaşıyorlar. E tamam işte.Ben de böylelikle sevdiklerime zaman ayırabiliyorum. En önemlisi, yüz yüze ilişki kurabiliyorum!

◊ Oysa etrafımız, cep telefonu elinden alınsa dünyanın sonu gelecekmiş gibi hisseden insanlarla dolu…

– Akıllı telefonlar, sosyal medya bağımlılığı, Instagram, Twitter artık hayatın vazgeçilmezleri oldu.Ama telefonsuz kalmak dünyanın sonu değil. Sonunda ölüm mölüm yok. İşte ben yaşıyorum, gayet güzel telefonsuz yapabiliyorum. Bir de insanlar zannediyor ki sürekli muhabetteler! Oysa bunun adı muhabbet değil, olsa olsa “kısmi muhabbet”! İşin gerçeği, bizde iletişim hep sorunluydu…

◊ Nasıl yani hocam?

– Geleneksel kültür, baskı ve otorite yüzünden iletişim, bir tür olması gerektiği gibi gerçekleşemedi. Aile içi iletişimden söz ediyorum.Tam başlayacaktı, tam konuşacaktık, birbirimize derdimizi anlatacaktık, televizyon çıktı.70’li yıllarda aile fertleri yan yana dizilip konuşmak yerine, paralel bir şekilde ekrana bakmaya başladı.O zamanlar bu televizyon sevdasını, tıpkı şimdiki akıllı telefonlar gibi abarttık tabii. Bayrak törenine kadar izler olduk.İstiklal Marşı söylenir, biz de karşında hazır ola geçer, öyle yatmaya giderdik. Sonra sonra televizyonu seçici kullanmayı öğrendik.Yine tam aile içi muhabbet başlayacaktı ki, bu sefer hayatımızın orta yerine cep telefonuyla birlikte internet düştü!Olmayan iletişimi önce televizyon süpürdü, sonra internet. Şimdi ise insanlar “Takipçim çok”, “Like’ım çok!” diyorlar. Takipçi ve like çokluğunu iletişim zannediyorlar.

◊ Değil mi?

– İki tür iletişim var bence; biri kafa kafaya, biri kalp kalbe. Mesajlaşmak, mail atmak, Facebook üzerinden yazışmak, ağırlıklı olarak kafa kafaya iletişimdir. Telefonda ise karşılıklı ses duyuyorsun, o hem kafa kafaya hem kalp kalbe iletişim.Çünkü duyduğun ses tonu oynamalarından, duygu alışverişinde bulunabiliyorsun. Yazarken ruh halini gizlemen daha kolay.Ama yüz yüze konuşmak, göz göze gelmek, bütün duyularınla karşındakini hissetmek kalp kalbe iletişim. Ve o daha gerçek ve çok daha değerli.Hiçbir şey de yüz yüze iletişimin yerini tutamaz. O yüzden Lipton’un Türkiye’nin 12 ilinde gerçekleştirdiği “Konuşalım Artık Araştırması”nın sonuçları bence önemli.Araştırmaya katılanların yüzde 92’si, yüz yüze iletişimi “Daha sahici, kaliteli ve tatmin edici” olarak değerlendiriyor.Ve şu konuya dikkat çekiyor: “İnsanlar artık yeterince sohbet etmiyor!” En acıklısı da “paylaşmak” fiilinin anlamını sormuşlar, çoğunluk “sosyal medyada içerik paylaşımı” olarak tanımlamış. Bakar mısınız halimize…

Yüz yüze iletişimi artırmak için küçük pratik öneriler

◊ Yüz yüze iletişimi artırmak için pratik önerileriniz var. Neler onlar?

– Sofraya mı oturduk, telefonlarımızı bir kenara koyacağız, sofradaki yakınlarımıza odaklanacağız! Yemek yerken müzik filan da dinlenme. Hem aşçıya hem besteciye hakarettir!

◊ Peki çocuk geldi, sofraya telefonuyla oturdu. N’apacağız?

– Onu o çocuğu yetiştirirken düşünecektiniz! 8 aylık bebeğin eline telefon, tablet verirseniz, o arada da ağzına mamayı sıkıştırırsanız, sonradan o çocuğa “Niye o telefonu yemek masasına getirdin!” demeye hakkınız olmaz.

◊ Reçete bu kadar mı?

– Olur mu? Ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimiz de önemli. Çocuğa o telefonu sofraya getirmemesini, ona yapışık yaşamamasını söylemenin de yolu yordamı vardır. Avrupalı çocuk masaya telefonla oturmuyor. Sorunun mu var, banyoda, mutfakta ayak üstü konuşma. Fiskos masasına geçip konuş.

◊ Nedir o?

– Herkesin evinde olması gereken, konuştuğu, dertleştiği, sorunlarını çözdüğü bir yüz yüze iletişim masası. Eskiden her evde olurdu, ufak bir masa, yanında iki sandalye. Bizim okulda mesela kavga çıkıyor. Hoca, çocukları uzlaşma masasına götürüyor. Orada, çocuklar yüz yüze iletişimle sorunlarını hallediyorlar. Sonra soruyorlar: “Hocam niye bizim evde bir uzlaşma masası yok?”

◊ Güzelmiş… Başka madde var mı hocam?

– Diyelim ki bir film izledik, bbir kitap okuduk. Arkadaşlarımızla, yakınlarımızla paylaşalım. Anlatalım. Tartışalım. Sen hangi karaktere daha yakın hissettin? Ben hangisine hissettim? Seni ne üzdü, beni ne üzdü?

◊ Derinleşelim diyorsunuz…

– Evet. Daha doğrusu paylaşalım. Ama sözünü ettiğim sosyal medya paylaşımı değil, yüz yüze paylaşım. Bitmedi! İş arkadaşlarınızla mail yoluyla, telefonla iletişim kuruyorsunuz tamam ama arada sırada içeceğimizi alıp onların odasına gidelim. Beş dakikamızı ayıralım, sohbet edelim. Buzlar erir, yakınlık olur. Bazen mesaj yazacağız, bazen telefonla konuşacağız ama asla yüz yüze iletişimi ihmal etmeyeceğiz. Biz insanız, göz göze gelmeye, dokunulmaya, dokumaya ihtiyacımız var. Dokunulmayan bebeklerin bedenlerinde yaralar çıkıyor, ruhlarında travmalar oluşuyor. “Ben hiç sevilmedim” duygusu beyne yerleşiyor. Çekirdek aile olarak mümkün olan her fırsatta bir araya gelmeye önem vermeliyiz. Bayramlarda bütün aile toplanmalı.

◊ Başka?

– Başkalarına gülümseyin, onlar da sizi gülümser! Çok nemrut bir komşunuz vardır mesela, gülümseyin ona, mecburen o da gülümseyecek. Sevdiklerinize sarılın, çocuklarınızı kucağınıza alın, öpün, bağrınıza basın. Karşınızdaki kişiyi dinleyin, gözlerinin içine bakın.

◊ Bir de anda kalmaktan söz ediyorsunuz…

– Evet, anı doya doya yaşayalım. Birilerini dinlerken gözümüz ufukta, zihnimiz başka olaylarda ve kulağımız dışarıda olmasın. Kalpten kalbe bir ilişki olsun ve o anın hakkını verelim.

◊ Mektup yazmaktan da söz ediyorsunuz…

– Evet. Nasıl tek tip sağlıksızsa, hep protein hep protein olmazsa, tek tip iletişim de sağlıksızdır. Soframızı ve iletişim tarzımızı zenginleştirmeliyiz. Bazen e-posta, mektup. Alman damadım, kızıma mektup yazardı. O zaman dedim ki; “Bu çocuk ciddi”! Eskiden mektup yazılır, mektubun da ucu yakılırdı. “Sana yanığım!” demektir. Böyle romantizm. Şimdi cümlenin sonuna bir gülücük, bir emoji, bitti, gitti… Aynı şey mi?

HADİ KONUŞALIM ARTIK!

◊ Peki yüz yüze iletişimi azaltan unsurlar neler?

– Hızlı hayat temposu, artan sorumluluklar, giderek çekilmez hale gelen şehirleşme, zamansızlık, her şeye birden yetişme telaşı… 10 kişiden 8’i, kendi aile fertleriyle iletişim kurmak için kaliteli zaman ayıramadığını, aynı ortamda çalıştığı insanlarla bile doğru dürüst konuşma fırsatı bulamadıklarını söylüyor. Dert hep aynı: Yüz yüze iletişim yok! Eksik! Ve yüz yüze iletişim yoksunluğu sosyal bağları zayıflatıyor. Haliyle beraberinde “yalnızlık” da geliyor. Bu da sadece bizim değil, tüm dünyanın gündeminde. Toparlarsak, sosyal medya çok etkili bir iletişim aracı. Kimsenin buna itirazı yok. Ama yüz yüze görüşmekle aynı şey değil. Hiç şüphe yok ki, yüz yüze iletişimde çok daha zengin duygu alışverişinde bulunabiliyoruz.

Yorum Bırak