SILA ÖZTÜRK

Sıla Öztürk: Biz yedi arıza kadınız!

Gerçekten arı gibiler… Çalışkanlar. Gözlerimle gördüm. Üstelik yapışkanlar. Tutturuklar. Ellerinden bir şey kurtulması imkânsız. Onlar 7 arıza kadın! Hayır işi için yalvaran ve olmazı olduran kadınlar. Tebrik ediyorum. Her yaptıkları etkinliği olay haline getirmeyi başarıyorlar. Şimdiye kadar gerçekleştirdikleriyle, zor durumdaki çocuklara destek oldular. Hem de kalıcı bir biçimde. Geçen seneki ‘Babalar ve Kızları‘ defilesinden sonra, geçen salı ‘Anneler ve Oğulları‘ defilesi yapıldı. Gecenin sürprizi de Tarkan’dı. Sıla Öztürk, Çaba’nın 7 arıza kadınından biri, hukuk okumuş bir modacı, bütün bu etkinliklerin kıyafetlerini o tasarlıyor

SILA-OZTURK-1

Haftanın sosyal sorumluluk faaliyeti, Çaba olarak size aitti. Müthiş sükseli geçti. Haydi Çaba’nın hikâyesini dinleyelim… 

-Çaba, olmayanı oldurmaya çalışan yedi arıza kadın tarafından kurulmuş fevkalade faydalı bir dernek! Bugüne kadar da birbirinden faydalı işler yaptı…

Siz nasıl katıldınız aralarına? -Ben de arıza olduğum için birbirimizi bulmamız zor olmadı! Dokuz yıl önce Mensure Özbek ve Özlem Zeybi, “Öyle bir oyun sahneleyelim ki, kamuoyunun tanıdığı insanlar oynasın, daha çok ilgi olur” diye kararlaştırıyor. Hayalleri de oyunu Cem Yılmaz’ın erkek kardeşi Can Yılmaz’a yazdırmak. Özlem, Bebek Kahve’de Cem Yılmaz’ı görüyor. O da bizim Özlem’i fotoğraf çektirmek isteyen bir hayran zannediyor. En ciddi haliyle, “Kardeşiniz Can Yılmaz’ı arıyorum. Sizin aracılığınızla ona ulaşabilir miyim?” deyince Cem Yılmaz kahkahayı patlatıyor. Bizimkiler ulaştılar ve hayallerini gerçekleştirdiler. O oyun sayesinde, ‘Eğitimcileri Eğitme Projesi’ni hayata geçirdiler. Bizde her etkinlik, bir sosyal sorumluluk olarak dönüyor. Bana da işte o zaman, “Kostümlerimizi yapar mısın?” diye sormuşlardı. Yaptım tabii…

Hem o kadınların kafalarının çalışma biçimini hem de projelerini sevdiniz, öyle mi?

-En çok da tutturuk oluşlarını! 8-9 senedir birlikte çalışıyoruz. Çekirdek kadro, yedi arıza kadın. Sezen geçen sene bizi sahneye çıkardı ve “Bu kadınlardan korkun!” dedi. Öyle gerçekten. Olmazı olduruyoruz. Bizim hikâyemiz bu. Pes etmemek!

Neleri oldurdunuz?

-O ilk tiyatro oyunumuzu sahneledikten sonra, Ali Sunal’ın yönettiği başka bir oyun sahneye koyduk. Mehmet Ali Birand’dan Erol Aksoy’a, Ayşegül Dinçkök’ten Türkân Sabancı’ya kamuoyunun tanıdığı pek çok kişiyi sahneye çıkardık. Beş ay boyunca prova yaptılar. O tiyatro oyunundan elde ettiğimiz gelirle Bahçelievler Çocuk Yuvası’nın dışını yaptık. Sonra ‘En Çok Senin Yemeklerini Özledim‘ adında bir kitap için kamuoyunun yakından tanıdığı 175 kişiden yemek tarifi aldık. Çok sattı. Elde ettiğimiz geliri bir başka anaokuluna yatırdık. Geçen sene de ‘Babalar ve Kızları‘ defilesini düzenledik. Bunları ‘Sezen ve Üç Komik Adam‘ ile bu hafta yaptığımız ‘Anneler ve Oğulları’ defilesi izledi.

Tamam yaptınız da karşılığında ne oldu?

-Çok iş becerdik. Sabaha kadar anlatabilirim. Ayvansaray’da sokaktan kurtulması için uğraşılan çocuklar için bir İlk Adım Merkezi yaptık. Bir tür istasyon. Orada birkaç gün geçiren çocuk, bir daha sokağa dönmüyor. Rehabilitasyona ikna edilebiliyor. Sonra Çanakkale’de üniversite bünyesinde pilot olarak hazırladığımız müthiş bir yuvamız var.

Projenin geliri sokaktan kurtulup okumayı başarmış çocuklara gidiyor

Bu haftaki, ‘Anneler ve Oğulları’ da çok etkileyici bir defileydi. Finalde Tarkan çıktı. Nasıl ikna ettiniz?

-Bizi sevdi. Bütün hikâye bu. Sevmek ve samimiyetimize inanmak. Geçen sene, ‘Babalar ve Kızları’ defilemiz çok ilgi görmüştü. O gün anneler dedi ki: “Bizim ne eksiğimiz var, biz de oğullarımızla çıkmak istiyoruz!” Ve çıktılar, yine çok duygusal anlar yaşandı.

Bir biletin 3 bin lira olmasını pahalı bulanlar oldu.

– İyi de biz bunu kâr etmek için bir şirket için reklam için tanıtım için yapmıyoruz ki. Buradan gelen para, dosdoğru ihtiyacı olan çocuklara gidiyor. Sezen’le Florya’ya başladık. Üzerine titrediğimiz bir proje. Florya’da sokaktan kurtulup okumayı başarmış olan çocuklara, bildiğiniz üniversite kampüsü gibi 5 binalık harika bir yer yapıyoruz. Florya, Sezen’le başladı. İnşallah Tarkan’la bitecek…

Siz bir hukukçusunuz aslında… 

-Evet, hukuk okudum ama avukat olmak istemediğime karar verdim. Tasarım hep ilgimi çekti. Bir süre Beymen’e çalıştım. Sonra takı tasarımı yaptım, derken bu işe kaydım.

Kimleri giydirdiniz bugüne kadar?

-Herkesi. Herkesi derken öyle artistleri, şarkıcıları filan değil. Ama mesela Sezen’e elbiseler diktim. Onu bambaşka bir yere koyuyorum.

Sizin modacı olarak öne çıkan özellikleriniz ne?

-İyi kumaş, iyi dikiş… Ben günün trendlerine sadık kalmak gibi bir şeyi kabul etmiyorum. En önemlisi insanın kendini iyi hissetmesi.

Sizin için moda nedir?

-Moda, yerine göre giyinmektir. Nusret’e et yemeye kuaförde makyaj yaptırıp gitmemektir. Giydiğin elbiseyi vitrindekinin aynısı gibi giymemektir. Kendinden bir şeyler katabilmektir. Kişiliğini yansıtabilmektir. Öbür türlü vitrin mankeni gibi dolaşırsın. Sabahın köründe yapılı saçı ve ful makyajı samimi bulmuyorum.

O zaman her yılın trendlerine ille de uymak gerekiyor diye bir şey yok…

-Yok. Zaten moda diye bir şey de yok.

Demode nedir, pase nedir?

-Taşıyamayacağın elbiseyi sırf moda diye giymektir!

Elinizi taşın altına koyun!

Sistem nasıl işliyor?

-Bizim derdimiz sadece para toplamak değil. Balo yaparak gelir elde etmiyoruz. 10 yılda bir kere yaptık. İstiyoruz ki katılanlar ellerini taşın altına koysunlar, emek versinler. Öyle olunca davanın önemini daha çok kavrıyorlar. Para vermek geçici bir çözüm. Tiyatro mu var, bir ucundan tutsunlar, defile mi var, çıkıp yürüsünler. Annesini babasını gören çocuğun da farkındalığı artsın.

Yorum Bırak