Sezen’le birlikte iş üretmek HARVARD’I burslu kazanmak gibi bir şey!


Klibi de şarkıyı da çok sevdim. Tebrik ederim Ayşe Özyılmazel’i. Yıllar içinde pek çok badire atlattı. Olaylı aşklar yaşadı. Hakaret yedi, küfür yedi. Ama yılmadı, vazgeçmedi, hep yoluna devam etti. Onunla ilgili iki tespitim var. 1-) Çok iyi yazardır. Duygularını şahane ifade eder. Tanrı vergisi bir yetenek. 2-) Sahicidir. Tatlıdır. Muziptir. Merhametlidir. İçi dışı birdir. Mutlu olması ve böyle güzel şeyler üretmesi dileğiyle…

Hayırlı olsun! “Geri dönülmüyor” single olarak bugün çıktı… Neler hissediyorsun?
-Sormaaaa! Çok heyecanlıyım. Çünkü çok büyük bir emek var, kişisel mücadele var, hayran olduğum Sezen Aksu’yla aylarca çalışmak var. Altı yıldır müzik yapmıyordum. Korkularım, kırılganlıklarım vardı. Yorgundum, pes edecek gibiydim. Küsmüştüm yani. Ama insan küstüğünde, aslında sadece kendine küsüyormuş. Olan sadece sana oluyormuş, hayat şakır şukur akıp gidiyormuş! Ben de bunu sonradan öğrendim. Yenilenmem için bu süreci yaşamam gerekiyormuş demek ki…

Sezen’le birlikte iş üretmek nasıl bir duygu?
-Harvard’ı burslu kazanmak gibi çok acayip bir şey! Uzun bir süre kendime bile söylemeye çekindim, Ayşe. Hani rüyaysa, uyanırım, biter diye. Çünkü hiçbir yerde öğrenemeyeceğim şeyleri onun sayesinde öğrendim. Onu çalışırken izlemek bile, hiçbir okulda alamayacağımız bir ders gibi. Hayatını müziğe, çalışmaya, doğaya, hayvanlara, yeniliğe adamış, hayat amacının zirvesine çıkmış bambaşka bir enerji Sezen’inki. Tam da bu yüzden kendimi aşmam, zorlamam, sunulan bu armağanın hakkını vermek için elimden geleni yapmam gerekiyordu. Zorlanmadım mı? Çok zorlandım ama hakkım bakiyse, hep öğrencisi olarak kalmak isterim. Minnettarım.

ÖZEL HAYATIMDA SADELEŞTİM, HAFİFLEDİM… NE KADAR AZ, O KADAR GÜZEL BENİM İÇİN

“Studio Lonca” nasıl bir yer?
– Alanının en iyilerin toplandığı, gençlere şans veren, çalışmanın ilk sırada geldiği, üretimin bitmediği müthiş bir okul. Bir yıldır Sezen Aksu’nun stüdyosu Studio Lonca’da çalışıyoruz. Öğrencilik günlerime geri dönmek gibi bir şey. Hem müzik anlamında hem de kişisel gelişim… Bir odaya gidiyorum aranje yaparken izliyorum, öbür odada şarkılarımı konuşuyoruz, bahçe tarafında Süheyla Yengi’den şan dersi alıyorum, bir odada gitar dersi… Besteler yapıyoruz, sözler yazıyoruz. Çoğu zaman eve gittiğimde zihnimin çalışmasından uyuyamıyordum.

Son bir yılın böyle geçti yani…
-Evet. Zamanımın çoğu, o stüdyoda geçti. Bu arada gelen şahane bir teklifle, müzikal yazdım. Kitabıma çalıştım. Şimdi bir film projesi üzerindeyiz, senaryo yazıyorum. Özel hayatımı sorarsan, sadeleştim, hafifledim. Herhalde bu yaşla, gelen bir şey olsa gerek. Ne kadar az, o kadar güzel benim için…

Sen kendini neci olarak tanımlıyorsun? Yoksa tanımlamalara karşısın da canının istediği şeyi yapan biri olduğunu mu söylüyorsun?
– Daldan dala konan biri olmadığımdan eminim. Yazmayı, çalışmayı ve üretmeyi seviyorum. Bunların da birilerinin kalbine dokunmasını, günün sonunda, bir şekilde, birilerine iyi gelebilmeyi umuyorum. Ama kendime henüz müzisyen diyemem. O derin bir kelime, hakkını vermek için, büyük emek ve mesai gerekir. Benim daha önce yaptığım iki albümüm ve şarkılarım var ama yine de kendimi müzisyen olarak tanımlamam. Ben üretebildiğim her alanda üretmenin, kendimi hep daha iyi ifade edebilmenin ve daha iyi bir insan olabilmenin peşindeyim.

NE ZAMAN KENDİMDEN KAÇIP, BİRİNE SIĞINIP ONDAN GÜÇ ALMAYA ÇALIŞSAM, BAŞIM BELAYA GİRDİ! VE HİKAYE GÖZYAŞLARIYLA SON BULDU. İŞTE BU ŞARKI TÜM BU DUYGULARIN HİKAYESİ…

Klibe bayıldım, hikayesi nedir? Kim çekti?
– Çok teşekkür ederim. Klipte, şarkının duygusunun olmasını çok istedim. Önceliğim buydu. Bir de kliplerde başka biri olmak istemiyordum. Kardeşim gibi sevdiğim, yeteneğine hayran olduğum Murat Can Oğuz çekti. Bambaşka bir gözü vardır. Cool’dur bir de. Murat Can, dizi ve sinema çekiyor aslında ama beni kırmadı ve kabul etti. Sonuç çok içimize sindi.

“Geri Dönülmüyor” ne anlatıyor? Bu şarkıdan insanlara nasıl bir duygu geçsin istersin?
– İlişki kuramamamızın, aşkı hem isteyip hem de kaçmamızın, birbirimize biçtiğimiz rollerin altında ezilip geri dönülmeyen yollara sapmamızın şarkısı bu. Hepimiz, hayatımıza sihirli değnekle dokunacak birini arıyoruz sanki. Ne kadar eğitsen de kendini, bir yerden çıkıveriyor o kalıplaşmış, eski düşünceler. Kadınların en büyük engeli, büyürken, toplum tarafından usul usul içimize işlenen “kadın” tanımları. Karşımıza çıkan adamı, “sihirli değnek” sanmaya bayılıyoruz. Biraz soluklanıp, gözdeki perdeyi kaldırıp, karşımızdakini ve kendimizi olduğumuz gibi görmeyi beceremiyoruz. Sanki bir erkeğin varlığıyla tamamlanacakmışız gibi.. Sonra gelsin hayal kırıklıkları, gitsin aranmamalar, “Bana bunu nasıl yaparsın!”lar vesaire… Ne zaman kendimden kaçıp, birine sığınıp ondan güç almaya çalışsam, başım belaya girdi! Ve hikaye gözyaşlarıyla son buldu. İşte bu şarkı tüm bu duyguların hikayesi…

40 YAŞINDA ÇİN BAMBUSU OLMAK

40’lı yaşlar nasıl geldi sana?
– Mustafa Oğuz’un “Çin Bambusu” örneğini çok severim. Çin Bambusu’nun tohumu ekilir, gübrelenir, sulanır, beş yıl boyunca hiçbir değişiklik olmaz. Sulanmaya, gübrelenmeye devam eder ama filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla devam ederler sulamaya ve beşinci yılın sonunda yeşermeye başlar bambu. Altı hafta gibi kısa bir sürede de 27 metre boya ulaşır! “40 yaş da böyle bir şey!” der, Mustafa Abi. Yıllarca ektiklerin, suladıkların bir anda yeşermeye başlar, iş olarak, insan olarak… Umarım 40 yaşında bir Çin bambusu olmuşumdur!

HEPİMİZİN DİLİNDE, “İLİŞKİ İSTİYORUM” LAFI VAR DA… KENDİMİZLE İLİŞKİMİZ SALLANTIDA OLUNCA, VERİMLİ VE TATLI BİR İLİŞKİ YAŞAMAMIZ NE MÜMKÜN!

Aşklarınla gündeme geldiğin dönemler de oldu, bu aralar durum ne? Aşk var mı hayatında?
– Geri dönülmüyor, Ayşe! Postacı kapıyı iki kere çalmıyor! Uzun süredir aşk hayatımda bir durum yok. “Belki de aşk lazım değildir” diyor, Sezen ama ben hala güreşe doymadım. Aşkı seviyorum, aşkla besleniyorum ama artık istediğim başka bir hal Ayşe…

İlişkilere bakışın mı değişti?
– Değişmez olur mu hiç! Hepimizin dilinde, “İlişki istiyorum” lafı var da kendimizle ilişkimiz sallantıda olunca, verimli ve tatlı bir ilişki yaşamamız ne mümkün! Ayrıca ille de ilişkimiz olacak diye bir mecburiyet mi var? İlişkilerimiz, bize çok şey kattığı gibi, yalnızlığımız da kirimizi, pasımızı atıyor. Bizden, başka birini çıkartıyor. Hani “Biriyle mutlu olabilmen için önce kendini sevmen lazım!” diyorlar ya. Çok doğru ama kendini sevmek kolay bir iş değil hani. Öğrenmeye çalışıyorum.

BENCE ORTADA NE İSTEDİĞİNİ BİLEN YOK! INSTA STORY’LER GİBİ BİRBİRİMİZİ TÜKETMEYE BAŞLADIK. BELLİ BİR SÜRE SONRA DA YAYINDAN KALDIRILIVERİYORUZ, SIRADAKİ GELİYOR…

“Ortada erkek yok” deniyor. Doğru mu?
-Yok ya! Erkeklere de sorsan, “Ortada kadın!” yok… Bence ortada ne istediğini bilen yok! Insta story’ler gibi birbirimizi tüketmeye başladık. Belli bir süre sonra da yayından kaldırılıveriyoruz, sıradaki geliyor. Tabii ki birbirimize iyi geldiğimiz bir ilişkim olsun isterim. Ama biliyor musun, bir gün kendimi şöyle kıstırdım köşeye. Dilimde hep, “İlişki istiyorum, yok efendim şöyle şöyle biri olsun, vay efendim benim nasıl ilişkim olmaz, aman erkek kalmadı!” falan klişeleri dolanırken, bir baktım ki: 1) Ben gerçekten ne istediğimi bilmiyorum. 2) Şu anda bir ilişkiye hazır değilim. Çünkü kendimle ilişkimi sabitlemiş değilim. Artık şu noktadayım: “Zamanı gelince olur, olursa ne tatlı olur, olmazsa da ben zaten iyiyim…” Bu bakış açısı iyi geldi, taşlar yerine oturdu…

Çocuk istemiyor musun?
– Bugüne kadar kısmet olmadı! “Çocuk istemek”, babayla çok alakalı bir durum benim için. Tek başına çocuk yapan kadınları takdir edip hayranlıkla izliyorum ama bugün için böyle bir tercihim yok. Yani yine, “Kısmet ve de hayırlısı” diyelim.

BEN KENDİMİ BİR ERKEĞİN DEĞİL, HAYATIMA DOKUNAN KADINLARIN ÇOCUĞU GİBİ HİSSEDİYORUM…

Bir yazında, yaşadığın bazı talihsiz şeyler için, babanı sorumlu tutuyordun… Bu konuda bir gelişme var mı?
– Bizim de öykümüz, yolumuz, sonucumuz buymuş diyelim…

Baban iki çocuk yapıp, ikinci karısından da mı ayrıldı… O kardeşlerin için üzülüyor musun? Onlarla ilişkin nasıl?
– Sanıyorum ayrıldılar ama boşanamadılar. Kardeşlerimi seviyorum, onlarla konuşuyorum. Onlara, duygularını saklamamalarını, üzüntünün de hayatın bir parçası olduğunu, hiçbir şeyin onların eksikliklerinden kaynaklanmadığını söylüyorum. Mutsuzsanız, “Mutsuzuz” deyin, üzgünseniz üzgün olun diyorum. Sahip oldukları birçok güzellik var, yeter ki kendilerini ve içlerinde yaşadıklarını saklamasınlar, bastırmasınlar. Gerçek olsunlar.

Bazen kendini büyüyememiş bir erkeğin çocuğu gibi hissettiğin oluyor mu?
– Bu soruya, destanlar anlatılır Ayşe, vay arkadaş! Kısa bir şekilde özetlemeye çalışırsam, erkeklerin genel olarak büyüme sıkıntıları var gibime geliyor. Aslında masumiyetlerini ve temiz kalplerini korudukları sürece, büyümeseler de dert etmem. Ancak babalık, bir “görev” değil, tamamen bir “karakter” meselesi bence. Hiç çocuğu olmayan biri de etrafındakilerin babası olabiliyor. İlginç bir şey, soruyu cevaplarken fark ettim ki, ben kendimi bir erkeğin değil, hayatıma dokunan kadınların çocuğu gibi hissediyorum. Hepsinin karışımı, hepsinden bir parça, hepsinin öyküsünden bir şey var içimde.

ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI ALİ TARAN’LA EVLENİR MİYDİM?

Köprünün altıdan çok sular geçti ama bugünkü aklın olsa, Ali Taran’la evlenir miydin?
– Bugünkü aklımız olsa yapmayacağımız o kadar çok şey var ki! Yaşaya yaşaya doğrumuzu buluyoruz, öğreniyoruz, ders alıyoruz. Demek ki, benim de bugünkü aklıma kavuşmak için o günleri yaşamam gerekiyormuş…

Sence o evlilik, sana ne kadar zarar verdi?
– Kendimi anlatamamak, sürekli kendimi açıklamak zorunda kalmak… “Hayır, o öyle olmadı!” dediğinde, duyulmak istenmemek… Fikrime, fikirle değil de bel altından bu konuyu servis ederek cevap vermeleri… Çok üzdü, çok incitti beni. İşlerimin etkilenmesini, kendime ve insanlara güvenimi yitirmemi bir kenara koyarsak, en fenası, bir türlü tamir edemediğim o hayal kırıklığı, kırgınlık ve yalnızlık hissiydi… Zararları böyle sayabiliriz ama kazançlarım da oldu; şimdiki halimi daha çok seviyorum. Empati, anlayış, insanları yargılamamak en kıymetli şeyler. İnsan yaşayınca anlıyor, öğreniyor… Benim dersim de buymuş!

LİSEDEN BERİ DİYETTEYİM YETTİ ARTIK!

Bedeninden mutlu musun? Diyete devam mı?
– Hani “Kendini sev!” diyorlar ya… Seveceksen eğer kendini, bir kere bedeninle barışacaksın… Hadi bakalım sıkıysa barış… En bedeniyle barışık olduğunu söyleyenin bile, zihninde kusurları dönüyordur. Sana yemin ediyorum, liseden beri diyetteyim! Ve bıktım artık… Bir fark ettim ki, her lokmada korku içindeyim. Hep kendime fırçadayım. Ne münasebettir bu! “Çok şükür sağlıklıyım, yemek yiyebiliyorum!” diyecekken, vicdan azabından geberiyorum. Zaten sen kendinle meseleni çözdüğünde, kalkıp yeme atakları geçirmeyeceksin gecenin köründe…

Haklısın, hepimiz liseden beri diyetteyiz… Doğru tespit… Hadi biz bir derece yırttık, gençler için üzülüyorum…
-Evet, onlar daha zor durumda… Modern hayatın, sosyal medyanın bize pompaladığı ilk şey, iyi görünmemiz gerektiği. Ama o iyinin tanımı “uzay!” Karın kasları, pilates pozları, taş gibi bacaklar, elmacık kemikleri çıkık yüzler, pürüzsüz ciltler… Yaşlanmak en büyük öcü! İyi de tek onay mercii güzellik ve fitlik mi bu dünyada? Kafamızın içi ne olacak? Kalbimiz ne olacak? İnsanlığımız ne olacak? Bunlar garnitür mü? Yok onu yeme bunu içme! Yok tek öğün ye! Şimdi çıktı herkes, “Ay şekerim, ben günde bir buçuk öğün yiyorum, sonra oruç yapıyorum!” E bugüne kadar bize “Üç ana, iki ara öğün ye” dediniz. Yarın ne diyeceksiniz? Ben artık kulağımı bu tür şeylere tıkamaya ve hayatı dilediğim gibi yaşamaya çalışıyorum… Ve ürütmeye bakıyorum. Sırada yeni şarkılar var… Geleceğimin bol bol yazılar, şarkılar, senaryolar yazmak ve bunları paylaşabilmekle dolu olmasını diliyorum. Bakalım…

Yorum Bırak