Önemli olan ‘HAYAT SOFRASI’dan TOK KALKABİLMEK!

Prof. Acar Baltaş, psikolojinin, insan ihtiyaçları ve iş hayatının sorunları için bir ‘çözüm’ olduğunu yıllardır bize gösteren çok çok değerli bi hoca. Yeni kitabı, ‘Hayatın Hakkını Vermek’, mutlaka okunmalı.

Ben çok faydalı şeyler öğrendim. Kitapta ‘uzun yaşam’ ve ‘mutluluk’ konularını ele alıyor. Ama bu, bi kişisel gelişim kitabı değil. Bilimsel araştırmalardan yararlanıyor, sorgulamalar yapıyor. Ve kendimizle yüzleşmemizi sağlıyor. Üstelik harika bi dille yazmış. Hoca’ya bu röportaj için de teşekkür ederim. Bitmez tükenmez sorularımı sabırla yanıtladı….

PEKİ SİZ, HAYATIN HAKKINI VEREBİLİYOR MUSUNUZ?

Kitabınızın adı: “Hayatın Hakkını Vermek.” Müthiş bir kitap, bayıldım! Hakkı verilmiş hayat nasıl olur?
-Bu cevap, hiç şüphesiz herkese göre değişir. Önemli olan, hayat sofrasından karnı tok kalkabilmektir. İnsanların sevdikleri konusunda yanılmaması, bağ kurarak yaşaması, derin ilişkilere dayanan dostlara sahip olması… Daha pek çok şey sayılabilir. Bir matematikçinin, Batı gazetelerinin, haftada bir yayınladığı ölüm haberi sayfalarıyla ilgili yaptığı bir çalışma var. Araştırmacı, toplumun tanıdığı ve hayatlarının bazen tam sayfayı kaplayan hikayelerin yanı sıra, hiç kimsenin tanımadığı insanların da yer aldığı bu ölüm haberlerini incelemiş. Tanınmayan insanların, dört beş satırla özetlenen bu hayat hikayelerinde en çok geçen kelime “yardım etti” kelimesiymiş. Bu da hayat sofrasından tok kalkmamıza neden olan kavramlardan biri.

İNSAN 2 KERE ÖLÜR! BİRİ RUHEN BİRİ BEDENEN

Eski Mısır inanışına göre, insanlar iki kere ölür. Biri bedenen, diğeri ruhen. Ruhun ölümü de adlarının en son anılmasıyla gerçekleşir. Bu açıdan bakarsak, ölümden sonra da yaşamak için, kendimizden daha az şanslı insanların hayatlarına dokunmak, hakkı verilmiş bir hayat için iyi bir ölçü olabilir! Bu durumda Aziz Nesin Usta haklı çıkıyor. “İnsanlar da şarkılar gibidir. Şarkılar var, yüzyılları dolanır, şarkılar var, söylendiği yerde kalır”.

Sizce, siz hayatınızın hakkını verdiniz mi?
-Bu soruyu cevaplamak kolay değil. 25-30 yıl önceki bir toplantıma katılmış kişilerle karşılaşıyorum bazen ya da eski kitaplarımı okuyup hayatlarının değiştiğini söyleyenlerle… Mesela, “Üniversite sınavlarına, ‘Üstün Başarı’ kitabınızla hazırlandım, Tıp Fakültesini kazandım. Kitabınız, TUS sınavlarında da rehberim oldu” diyorlar. E tabii mutlu oluyorum. Bunlar, bana boşa yaşamadığımı düşündürüyor. Kendi adıma hayat sofrasından tok kalkacağımı söyleyebilirim. Tek üzüntüm eşimi yalnız bırakacak olmak olur!

PARA GERİDE KALANLARIN BİRBİRİNE DÜŞMESİNE NEDEN OLUYOR!

Peki kim, “Ben boşa bir hayat geçirdim” der ölüm döşeğinde? Bu yüzleşmeyi kendisiyle yapabilecek cesarette insan var mıdır?
-Valla, kitapta yer verdiğim ölüm döşeğindeki hastalarla son günlerini geçiren Avusturalyalı hemşire Bronnie Ware’in kitabında epey pişmanlık ve yüzleşme var. “Hiç kimse daha çok para kazansaydım” dememiş mesela ölüm döşeğinde. “Para”, “haz” ve “güç” peşinde koşarak, geçen hayatların sonu hüzünlü olabiliyor. Çünkü “haz” ve “güç”ten geriye boşluktan başka bir şey kalmıyor! Para da geride kalanların birbirine düşmesine neden oluyor!

Covit-19 ve bu pandemi, hayatla kurduğumuz bağı nasıl değiştirdi?
-Covid, herkesi konfor alanının dışına çıkarttı. Herkes, kendi özündeki dayanıklılık ve gücü tanımak için fırsat buldu. Bu dönem, hepimizin hayatında, “kitap ayracı” gibi özel bir yere sahip olacak. Hiçbirimiz üç, beş, on yıl önce ne yaptığımızı tam hatırlayamayız ancak herkes, 2020 yılını, hayatının sonuna kadar hatırlayacak! Bu nedenle herkes kendi konumu ve rolü için bir değerlendirme yapmalı. Mart ayından bu yana eş, hayat arkadaşı, anne-baba, evlat, çalışan, yönetici, komşu olarak: “Karşımdakilere ne hissettirdim? Kendime on üzerinden bir not versem bu kaç olur? Bundan sonra, notumu daha yükseltmek için ne yapmam gerekir?” Özellikle iş hayatında, bu soruyu yöneticilerin kendilerine sormaları çok önemli. Çünkü bu dönemde insanlar, yaşadıklarının ayrıntılarını unutsalar da yöneticilerinin kendilerine ne hissettirdiklerini asla unutmaz!

Bu değişimler kalıcı olacak mı? Yoksa unutur gider miyiz?
-Krizler, var olan eğilimleri hızlandırır. Gerçekleşmesi uzun yıllar alacak olan değişimlerin, hızla hayata geçmesine neden olur. Biz de bunu yaşadık. “Uzaktan çalışma” ve “uzaktan eğitim”, bir hafta içinde hayatımızın bir parçası oldu. Uzun dönemli sonuçlar açısından iki alan için de şunları büyük bir güvenle söyleyebilirim: “uzaktan çalışma”, işi elveren kişilerde, haftada bir ila dört gün arasında, özel şirketler için kalıcı olacak. Bunun uzun dönemli sonucu, kadın istihdamının artması! Çünkü birçok kadın, aile ve kariyer arasında seçim yapmaya zorlanıyor. Uzun dönemde de kadınların üst yönetim kademelerindeki temsili artacak. Eğitim açısından baktığımız zaman, şu sırada yaşanan zorlukların farkında olmakla beraber, yakın gelecekte dezavantajlı gurupların lehine büyük bir fırsat yaratacağını düşünüyorum. Çevrimiçi uygulamalar Türkiye’nin en iyi öğretmenlerini, YouTube’un yıldızları yapacak ve okullar arasında eşitsizliğin azalması mümkün olacak. Bunun için iki konuda gelişmeye ihtiyaç var. Biri fiber optik altyapı, diğeri de ihtiyacı olanlara tablet/bilgisayar sunulması. Fiber optik altyapı Türkiye’de eğitim açısından bir beka sorunu olduğu için, bazı kurumların bütçesinden buraya aktarılacak kaynakla çözüleceğini düşünüyorum. Tablet dağıtımına gelince, bunu da işin en kolay yanı olarak görüyorum. Bundan on yıl önce hiçbir altyapı ve hazırlık olmadığı halde, çocuklara tablet dağıtıldı. Çünkü dijital eğitim, teknik bir sorun olmaktan çok, bir zihniyet sorunudur. Şimdi bu zihniyet aşamasına geldiğimize inanıyorum.

HEM UZUN YAŞAMAK HEM DE YAŞLANMAMAK GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜN OLMAYAN BİR HAYALDİR

Uzun ve sağlıklı yaşamak dünyanın hemen her yerinde, belli bir kesim için, bir tutku haline geldi. Neden bu sarmala girdik? Kazık mı çakmak istiyoruz dünyaya?
-İnsanlar uzun yaşamak istiyor ancak yaşlanmak istemiyor! Refah düzeyi yüksek ülkelerde, insanlar sahip olduklarının tadını çıkartmak istiyor. Bu nedenle de bilimsel veri parçacıklarından, “ölümsüzlük iksiri” çıkarmaya çalışıyorlar. Sağlıklı görünmek, güzel/yakışıklı görünmek, “ölmeyecek gibi yaşamak” bir tutkuya döndü ve bu konuda hizmet veren işkollarını besleyerek büyüttü! Ama hem uzun yaşamak hem de yaşlanmamak gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldir! Bu konuda kişinin kendini iyi hissetmesini sağlayacak sınırlı müdahaleler ve çabalar anlaşılabilir ancak bunları zorlamanın insanları komik duruma düşürdüğüne tanık oluyoruz. Güzellikle yaşlanmayan, utançla yaşlanır! Bette Davis’in dediği gibi, “Yaşlanmak, korkaklara göre bir şey değildir”. Sermayesi bedeni olan insanlar, beyinlerini ve kafalarını geliştirmeye yatırım yapmadığı zaman yaşlılık korkulacak bir şey oluyor.

TEK VE BİRİCİK OLDUĞUNA İNANDIRILARAK BÜYÜTÜLEN ÇOCUKLAR, YETİŞKİNLİKLERİNDE, NEDENİ BELLİ OLMAKSIZIN, HER ŞEYE HAKLARI OLDUĞUNA İNANIYOR!

Kitabın başında Everest’e tırmanan iki dağcıdan söz ediyorsunuz. Biri, günler süren bir yolculuğa çıkıyor. Diğeri, zirveye helikopterle geliyor. Bu çağın gereksinimleri olağanüstü hızlı yaşamayı öncelik haline getirmemize neden oldu. Bizler çabanın değerini unuttuk mu?
-Öyle de diyebiliriz. Sıkıntısız ve zorlukla karşılaşmadan yaşama isteği bu. Günümüzde herkes başarılı olmak istiyor ama çok az kişi bunun bedelini ödemek istiyor! Tek ve biricik olduğuna inandırılarak büyütülen çocuklar, yetişkinliklerinde, nedeni belli olmaksızın, her şeye hakları olduğuna inanıyor. Gençlerin bir bölümü büyükçe, kendilerine bilgi ve beceri kazandırmayan üniversite diplomalarının, onlara hayattaki bütün kapıları açması gerektiğine inanıyor!

TERMAN ARAŞTIRMASI KİTABIMA İLHAM KAYNAĞI OLDU!

Amerika’da 1920’li yıllarda başlayan Terman araştırması size ilham kaynağı olmuş. Neydi bu araştırmayı özel kılan?
-Bu araştırmanın önemi, 1921 yılında 11 yaşında olan 1528 çocuğun hayat boyu izlenmesidir. Stanford Üniversitesi’nin sağladığı fonla, psikolojide ilk zeka testini yapan Lewis Terman’ın amacı üç aşamadan geçirdiği ve zeka puanı 135 üzerinde olan bu çocukların “hayat başarısı”nı kanıtlamaktı. Böylece, zekanın hayat başarısı üzerindeki katkısını göstermek istedi. Çocuklarla ilgili, evlerindeki kitap sayısına, kaç yakın arkadaşları olduğuna, aile dinamiklerine kadar, son derece ayrıntılı kayıtlar tutuldu. Üç tane kitap yazdı “dehaların genetik analizi” üzerine. Ancak bu çocukların hiçbiri, onun iddia ettiği gibi, ülkeyi yöneten, çok para kazanan, önemli buluşlara imza atan, büyük çaplı iş kuran, Nobel ödülü alan kişiler olmadı. Büyük çoğunluğu orta sınıf, beyaz yakalı, meslek sahibi insanlar oldu. Hayatlarının başında, deha düzeyinde zekaya sahip oldukları halde vatmanlık, apartman kapıcılığı yapanlar bile çıktı. Bu guruba seçilmek bir ayrıcalık olduğu için çocuklar kendilerine önce, “Terman’ın Termitleri” sonra da “Termitler” adını verdi ve yaşadıkları süre içinde, araştırmaya katkıda bulunmayı sürdürdü. Terman, 1956 yılında 80 yaşında öldükten sonra da araştırma ekibi çalışmayı sürdürdü. Daha sonra üniversite arşivine kaldırılan araştırma bulguları bir halk sağlığı ekibi tarafından bulundu. Ben bu araştırmanın bulgularını, modern araştırmalarla birleştirdim ve bu araştırma sonuçlarıyla bir arada okuyucunun değerlendirmesine sundum.

“DOĞRU BESLEN, SİGARA İÇME, KİLO VER, SPOR YAP, STRESTEN UZAK DUR, UYKUNA DİKKAT ET,” VB. ÖNERİLERİN HEPSİ SAĞLIKLI KALMAK İÇİN GEÇERLİ. ANCAK BUNLAR DAF’TIR, YANİ “DOĞRU AMA FAYDASIZ!’’

Bu araştırmanın önemli bulguları neler?
-Mesela, “aileyle ilgili kalıtsal özelliklerin aşırı önemsenmemesi” gerektiği. O zaman akla “Peki önemli olan ne?” sorusu geliyor. Önemsenmesi gereken: Seçilen hayat tarzı. İkincisi, “genel sağlık tavsiyelerinin işe yarayacağı” görüşünün geçerli olmadığı. “Doğru beslen, sigara içme, kilo ver, spor yap, stresten uzak dur, uykuna dikkat et,” vb. önerilerin hepsi sağlıklı kalmak için geçerli. Bunlar DAF’tır, yani “doğru ama faydasız.” Birçok kişi bu tavsiyelere kısa bir süre uysa da köklü bir hayat değişikliği gerektiren bu kadar çok öneriyi uygulamayı sürdürmez. Bu nedenle, bu tavsiyelerin insan hayatında sürekli değişiklik yapmasını beklemek gerçekçi değil. Terman grubunda yer alanlar arasında uzun bir hayat çizgisine sahip olanların hemen hemen hiçbiri, bugün standart tavsiye niteliğinde olan bu öneri listesiyle karşılaşmamıştı.

EVLİ ERKEKLERİN DAHA UZUN YAŞADIĞI DOĞRU

Evliler mi daha uzun yaşıyor, yoksa bekârlık sultanlık mı?
-Araştırmanın yapıldığı tarih göz önüne alınırsa, evlilerin hayat süresinin daha uzun olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde bu konuda araştırma yapanların önündeki yöntem zorluğu, birlikte yaşayanları hangi kategoriye koyacakları oluyor. Ancak hala evlilerin hayat süresi, bekârlardan daha uzun. Fakat bu fark kapanıyor. Cinsel doyum, mutlu evlilikte önemli bir rol oynuyor. Uyumlu insanlar, uyumlu bir hayat arkadaşıyla yaşadıklarında, sadece geçici beraberlikler sürdürenlere kıyasla anlamlı derecede uzun yaşıyorl. Bu durum özellikle erkekler için geçerli. Evli olan kadın ve erkeğin değil, evli erkeklerin daha uzun yaşadığı doğrudur. Araştırmalar kadınlar için bir fark bulamamış.

DİNDAR KADINLAR DAHA UZUN YAŞAMA EĞİLİMİNDE

Peki ya inanç meselesi? Dindar insanlar daha mı uzun yaşıyor?
-Bu konu çok yönlü ve karmaşık bir konu. Öncelikle şunu belirteyim. Varoluşunun ilk döneminden bu yana insanlar iki soruya cevap aramışlar. “Neden varım?” “Ne olacağım?” Sadece semavi dinler değil, bütün inanç sistemleri bu iki soruya cevap bulmaya çalışır. Kısacası, insan, anlam arayan bir canlıdır ve din, bu arayışa hizmet eder. Bu nedenle de dindarlıkla, yaşam doyumu arasında olumlu bir ilişki vardır. Dinde korkutucu ve cezalandırıcı çıkarımların ağır basması hayat süresini olumsuz etkiliyor. Sorunuza dönersem, evet dindar insanlar daha uzun yaşıyor! Ancak dini kitapları daha çok okumakla ilgili olan dindarlar değil, topluluğun etkinliklerine aktif olarak katılmak önem taşıyor. Özellikle dindar kadınlar daha uzun yaşama eğiliminde. Dinin bir başka önemli katkısı, olumlu sağlık davranışları geliştirmesi. Örneğin aşırılıklardan uzak tutması. Bu da sağlıklı yaşam sürdürmeye hizmet ediyor.

EGZERSİZ MUTLAKA SAĞLIĞA KATKI SAĞLIYOR. ANCAK BUNU BİR FETİŞ HALİNE GETİRMEMEK LAZIM

Sağlıklı yaşam için egzersiz yapmak, birincil amaçlardan biri oldu. Bunun uzun yaşama gerçekten etkisi var mı?
-Egzersiz, mutlaka sağlığa katkı sağlıyor. Ancak bunu bir fetiş haline getirmemek gerekir. Çünkü Terman gurubu deneklerinin hiçbiri, bugün popüler olan anlamda bir egzersiz rutini içinde değillerdi. Ev işi yapmak, varsa bahçeyle ilgilenmek, alış-veriş için yürümek, otobüs/metro ve işyeri arasında yürümek gibi etkinlikleri hayat boyu ara vermeden sürdürmek sağlıklı olmak için onlara yetmiş. Ayrıca bu konuda aşırıya kaçmanın hem sağlık hem de hayat süresi açısından zararlı olduğu, çok dile getirilmese de bilinen bir gerçektir.

EN ÖNEMLİ YANILGI, STRESİN İNSAN SAĞLIĞI İÇİN ZARARLI OLDUĞU KONUSUNDAKİ GENEL KABUL

İşi gücü bırakıp, Güney’de bir sahil kasabasına yerleşmek pek çoğumuzun hayali… Erken emekli olanlar daha mı uzun yaşıyor?
-Sanıyorum en önemli yanılgı, stresin insan sağlığı için zararlı olduğu yönündeki genel kabul. Bu konu, söz söylemeye en yetkili olduğuma inandığım bir alan. Çünkü Zuhal Baltaş’ın akademik araştırma konusu olan stres konusunu, 1986 yılında yayınladığımız ve bugün hala raflarda olan “Stres ve Başaçıkma Yolları” adlı kitapla Türk toplumunun literatürüne soktuk. Zararlı olan stresin altında ezilmek, bir başka ifadeyle başa çıkamamaktır. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Beceri eksikliği, insan ilişkilerini yönetememek, zaman baskısı, düşünce biçimi, vb. birçok şey buna neden olabilir. Oysa kişinin kendini yetkin hissettiği bir alanda çalışması ve fizik enerjisinin elverdiği ölçüde işini yapmayı sürdürmesi uzun ve sağlıklı bir hayat açısından çok büyük önem taşıyor. “İşe yarama duygusu” ve kendisine ihtiyaç hissedilmesi, insan hayatına anlam katıyor. Bunun tam tersi, yani hayatın dışına çıkmak, sırt üstü yatıp stresten uzak olduğunu düşünmek, atalet, acizlik ve değersizlik hissi doğuruyor. Bunu ben, öbür tarafa gitmek için tek yönlü ekspres bilet almaya benzetiyorum.

Yorum Bırak