İşte Mucize’nin muhteÅŸem ‘Aziz’i Mert Turak: Mahsun’la sonuna kadar aynı kız için savaÅŸtık
Filmin adı Mucize… Adamın kendisi de öyle! Mert Turak. Mahsun Kırmızıgül’ün kısa sürede 2 milyon kiÅŸi tarafından izlenen son filminin ‘Aziz’i. Aziz, ‘köyün delisi’, engellisi. Ben o filmde, bu rolden, o oyuncudan etkilenmeyen bir Allah’ın kulu görmedim. Herkesin dilinde Mert Turak. O ne oyunculuktu abi öyle, yine döktürmüş! GÖRÜR GÖRMEZ SEVERSİN YA ÖYLE 10 Hotel Karaköy. İçeri dalıyorum. İşte o ÅŸahane adam karşımda. Bir insanı görür görmez seversin ya, öyle oluyor. Heyecanlı, üstelik saklamıyor. Kendisiyle dalga geçmeyi de ihmal etmiyor. “Bu röportaja çalıştım ben” diyor, “Annem senin bazı iÅŸlerini yolladı bana. Oku dedi. Hazırlıklı git…” Gülüyorum “Anne çok iyiymiÅŸ!” diyorum. “Evet, annem candır!” diyor. KADINLAR CUMHURİYETİ’NDE BÜYÜMÜŞ İzmirli. Tek çocuk. ‘Kadınlar Cumhuriyeti’nde büyümüş, beÅŸ teyze. Hepsi de ona bayılıyor. Küçükken biri yıkıyor, öbürü kuruluyor, diÄŸerinin kucağından, ötekine atlıyor. Kadın enerjisinden besleniyor. Kadınlarla arası iyi. Åžeytan tüyü var. Ama sevgi arsızı. “Ya beni sevmezlerse, az severlerse?” korkusu var. O yüzden de hep daha çok sevilmek için yeteneklerini gösteriyor, taklitler yapıyor, bütün derdi kedi gibi kendini sevdirmek.
BeÅŸ teyze Mert’i oyalarken, ‘esas kadın’ anne iÅŸe gidiyor. Bazen de iÅŸ seyahatine Ankara’ya. Genellikle sabaha karşı yola çıkıyor. Bugün 35 yaşında olan Mert, çocukken annesinin onu bırakıp gittiÄŸi sabaha karşı 4 ila 6 saatleri arasında huzursuz oluyor. Hâlâ sevdiklerinin onu terk etmesinden korkuyor. Bir de böyle hikâyeler anlatmayı seviyor. Kendi deyiÅŸiyle ‘dramlar yaratıyor’, kendisi de inanıyor, bu da onun oyunculuÄŸunu besliyor. Güzel konuÅŸuyor. Güzel bakıyor.VARLIÄžIMI ONA BORÇLUYUM Bir ara, “Hasibe nasıl?” diyorum. “A bilmiyor musun?” diyor. Ben onu hâlâ oyuncu Hasibe Eren’le birlikte sanıyordum. MeÄŸer 7 yıllık iliÅŸkileri bitmiÅŸ. “Ama” diyor, “Hasibe benim içimdeki karlı daÄŸdır!” Aynı cümleyi ‘Mucize’deki Aziz’in babası da Aziz için söylüyor.
Bu genç adamın kendisinden beÅŸ yaÅŸ büyük eski sevgilisi için söyledikleri hoÅŸuma gidiyor. Bu bile onun ne kadar farklı olduÄŸunu gösteriyor. “Hasibe, benim ben olmamı saÄŸlayan insandır! Varlığımı ona borçluyum. Önemli kararlar verirken hâlâ onunla konuÅŸurum” diyor, diyebiliyor. Hasibe’yle aralarındaki iliÅŸki, sevgililikten baÅŸka bir noktaya geçmiÅŸ. Ama bu arada yeni bir sevgilisi de var. O kadar sahici ÅŸeyler anlatıyor ki… HoÅŸuma gidiyor.
TAM 11 KERE KONSERVATUAR SINAVINA GİRMİŞ
 “Peki ya annen?” diyorum. “Bana çok düşkündür, ben de ona” diyor, “Ben 25’ken babamla ayrıldılar, çok sarsıldım!” BoÅŸanmalarına gidememiÅŸ. Annesi ameliyat olmuÅŸ gidememiÅŸ. Babası evini taşımış gidememiÅŸ. Çünkü o hep sahne üzerindeymiÅŸ. Ya provada ya oyunda. Kendini en iyi hissettiÄŸi yerde. Ama sevdiklerini ihmal ettiÄŸi için de içinde hep bir sızı.
İKİ KERE AFİFE KAZANMIŞ
Tam 11 kere konservatuvar sınavına girmiÅŸ. Yanlış okumadınız 11! Sonunda Isparta Güzel Sanatlar Fakültesi’nin oyunculuk bölümüne kapağı atabilmiÅŸ, iki yıl orada okumuÅŸ, sonra İstanbul’a gelmiÅŸ… 4 sene de burada konservatuvar. Üzerine, ‘ileri oyunculuk’ yüksek lisansı. Toplam 8 yıl tiyatro okumuÅŸ. Sonra gelsin birbirinden güzel oyunlar… ‘Kantocu’, ‘YaÅŸar Ne YaÅŸar Ne YaÅŸamaz’, ‘Eskici Dükkânı’, ‘Kafes’, ‘Kabare’, ‘Romeo ve Juliet…’ ÇoÄŸumuz onu ‘Mucize’deki olaÄŸanüstü performansıyla tanıdık ama aslında Mert Turak, tiyatroseverlerin yakından tanıdığı, iki kere Afife kazanmış, sahnede devleÅŸen müthiÅŸ bir oyuncu. Tabii ki böyle bir adamın röportajı bir güne sığmadı, yerim de dardı, devamını önümüzdeki günlerde okuyacaksınız artık…
YAPTIĞIM İŞE AŞIĞIM
Seni ayakta alkışlamak istiyorum! ‘Mucize’de gerçekten inanılmazdın. İnsan senden gözlerini alamıyor…
-TeÅŸekkür ederim. Mahcup oluyorum böyle söyleyince. Ben 7 yaşından beri kendimi oynayarak ifade ediyorum. Söz konusu ‘oynamaksa’ akan sular duruyor. Namusum gibi oluyor o roller. İstiyorum ki kimi canlandırıyorsam, o gerçekten size gelsin, ruhunuza deÄŸsin…
İyi de herkes senin gibi o kişilikleri önümüze getiremiyor! Aziz rolünde resmen döktürmüşsün. Çok mu yeteneklisin nedir?
-Yetenek için ‘bilinçsiz yeterlilik’ denir ya, belki de öyle. Her ÅŸeyi bilerek yapmıyoruz. Sadece ben yaptığım iÅŸe âşığım onu biliyorum. 11 kere konservatuvar sınavına girmiÅŸ bir adam duruyor karşında. Hayatımda oyuncu olmaktan daha çok istediÄŸim hiçbir ÅŸey olmadı.
Mahsun’dan teklif geldiÄŸinde ne hissettin?
-2 yıl önce, “Seninle süper bir film yapacağız Mert! Sana baÅŸrol oynatacağım” dedi. Bütün yapımcılar böyle sözler verir ya, çok üstünde durmadım. “Tabii abi!” dedim. Sonra baktım ki iÅŸ ciddi.
Ne kadar zamanda hazırlandın rolüne?
– 2 ay.
Az deÄŸil mi?
-Az. Ama Mahsun Kırmızıgül, senaryoyu asla hemen vermez, yine öyle yaptı. “Hâlâ üzerinde çalışıyorum! Olacak, yapacağız, sen merak etme Mert!” dedi durdu. Zaman daralmaya baÅŸladı. Dedim ki, “Abi bu Aziz’in hastalığı ne? Ben hastalığını bile bilmiyorum.” AyaÄŸa kalktı ve “Bak” dedi, “Benim arkadaşım böyle biri Mert! Sen o olacaksın!” Aziz’i kısa bir canlandırdı. Ben de 28 saniyelik bir görüntü kaydettim cebime. Zaman geçiyor, arıyorum, “Eve gel çalışalım” diyor ama hep meÅŸgul. Ben anladım ki bunu tek başıma baÅŸarmak zorundayım. Türkiye’nin en iyi nörologlarını buldum. Randevu aldım. Aziz’in rahatsızlığı ‘serebral palsi’yle ilgili Allah ne verdiyse sordum. Aslında yüzünün saÄŸ tarafının felç olduÄŸunu ama sinir sistemimiz ensemizden çapraz indiÄŸi için, vücudunun sol tarafının felç olduÄŸunu, vücudun saÄŸ tarafının sol tarafını taşımaktan kalça çıkıklığına neden olduÄŸunu, bütün bunları tek başıma çözdüm.
AH PİAF AHH
Peki Mahsun, “Hastalığın adı serebral palsi. Git araÅŸtır” demedi mi?
-Hayır, tam tersine, “Hiçbir ÅŸeye dokunmanı istemiyorum!” dedi. “Aziz’i görmeni istemiyorum, tanışmanı istemiyorum, hiçbir çalışma yapmanızı istemiyorum. Ben ne gösterirsem, onu yapacaksın!” Bu arada konuÅŸurken Dustin Hoffman’ın ‘YaÄŸmur Adam’ını ve Daniel Day Lewis’in ‘Sol Ayağım’ı konuÅŸuyoruz. Ama bir türlü role hazırlanamıyorum. Kendi kendime, “Åžu ana kadar yaptığın gibi sahada kalıp çalışacaksın!” dedim. Öyle de yaptım.
Nerede çalıştın?
-Evde, otelde. Filmi önce kendi kafamda çektim. Kars’taki otel odama kırtasiyeden aldığım kırmızı, mavi, yeÅŸil, beyaz kocaman kartonlar astım. Aziz’in annesi Meral Çetinkaya’yla olan sahne. Karısıyla gerdeÄŸe girdiÄŸi sahne. Seneler sonra geri dönen Aziz. Bütün o sahnelerin duygularını çıkarabilmek için anahtar kelimeler yazdım. Her ÅŸeyimi kodlamıştım ama bir ÅŸeyi hesap etmemiÅŸtim.
Neyi?
– Atı! Aziz’in en büyük sihri atı. Atla arasında sadece aÅŸk yok. Onlar bir bütün. İçgüdüsel olarak, o da at gibi nefes alıyor, onun gibi sinirleniyor, onun gibi hissediyor. Ama sorun ki ÅŸu ki: Ben hayvanlardan korkuyorum.
Åžaka!
-Yok, valla doÄŸru!
“O BİR OYUNCU DEĞİL ŞİZOFREN”
Sen filmde sanki hayatın boyunca ata binmiÅŸ gibi duruyorsun…
-Nerdeee! En büyük ÅŸansım, Türkiye’nin en önemli jokeylerinden Sinan Apa’yla çalışmak oldu. Dünya tatlısı, bir buçuk metre bir adam. “Daha önce ata bindiniz mi?” dedi, “Hayır!” dedim. “Hımmm” dedi, “Bizim 28 günümüz var!” Ama çok sakindi. “Gelin atınıza bakalım” dedi, gittik. O da ilk defa tanışacakmış Piaf’la, ÅŸahane bir Arap atı. İçeri girdik. Dedi ki, “Biz onun alanındayız ÅŸu an. Yeni tanışıyoruz. Haydi yavaÅŸ yavaÅŸ onun erkini, egosunu kabul edelim.” Biz diz çöktük, Piaf yanına. Burnumun dibinde kocaman bir at. Ve macera baÅŸladı… Sinan Hoca o kadar müthiÅŸ bir hocaydı ve Piaf o kadar halden anlayan bir attı ki, bence acıdı bana, sıkı bir ikili olduk. Sekizinci derste, engel atlamaya baÅŸlamıştım. Bir süre sonra baktım ki aaa ben Piaf gibi hareket ediyorum. Onun enerjisini yansıtıyorum. Aziz herkesten daha yakındı ata. Ben de öyle oldum. En iyi rol arkadaşımdı. Sırdaşımdı. 2 buçuk ay çalıştık Kars’ta. Haftada bir gün dinlenebiliyorduk. Bir keresinde yine yukarı köye çıktım, saat sabah 8 filan, 2500 rakımdayız. “Biraz Piaf’a bineyim” dedim. Onunla her gün gittiÄŸimiz bir yol var. O yolu ezberlemiÅŸ. Fakat nasıl bir sis var o gün, sadece 2 metre önünü belki görüyorsun. Birden dörtnala koÅŸmaya baÅŸladı. Sisin içine koÅŸuyoruz. Ömrüm boyunca o sahneyi hiç unutmayacağım. Ona o kadar güveniyordum ki, korkamadım bile. Ve ne yaptı dersiniz? Uçurumun kenarına kadar geldi ve durdu. Öyle sessizce durdu. Hani doÄŸanın büyüklüğünü hissedersin ya, ben de iÅŸte o zaman Piaf’ın büyüklüğünü hissettim. Anladım ki isteseydi bütün film boyunca zorluk çıkarırdı, çıkarmadı. O da bu filmin çekilmesini istedi.
EkÅŸisözlük’te senin için “O bir oyuncu deÄŸil ÅŸizofren! Büründüğü her karakter onun alt benliÄŸi” demiÅŸler. Åžizofrenlik var mı sende?
-Onu bilmiyorum ama normal olduÄŸumu düşünmüyorum. “Kimse benden daha iyi yapmasın!” duygusu var bende. Galiba narsistim. O kadar ciddiye alıyorum oyunculuÄŸu. Oyunculuk yüzünden, sevdiÄŸim insanların bütün önemli anlarını kaçırdım. Bu meslek benim için o kadar önemli. Belki ben ağırlığımı koysaydım annem ve babam boÅŸanmazdı. Kaç yaşında olursan ol, boÅŸanmaları koyuyor. Kaç yaşında olursan ol, bir gün birleÅŸecekler hayalin oluyor. Hâlâ gözümü kapadığımda, evde mutfaktayız üçümüz, kahvaltı sesleri. Babam bir türkü mırıldanıyor, arkada radyo çalıyor, annem gülüyor.
Peki kişiliklere böyle girip çıkabilmeni neye bağlıyorsun?
-Çocukluktan kalan bir sevilmeme korkusu…
Nasıl yani?
-Bir tür manyaklık. “Bir ÅŸey yapmam gerek. Yoksa beni sevmeyecekler!”
Neden öyle hissediyordun?
-Bilsem. İlginç bir şey yaparsam beni ciddiye alırlar diye düşünüyordum. Ben günlük hayatta konuştuğum zaman, normal halimle birilerini etkileyebilen biri değilim ama oynamaya başladığımda insanlar bir duruyor, beni ciddiye alıyor. Çocukken de teyzemlerin ve politikacıların taklidini yapardım.
ÖNCE DÜŞMAN YARATMALIYIM, SONRA ONU ALT ETMEK İÇİN OYNAMALIYIM
‘Mucize’deki performansının Daniel Day Lewis’in ‘Sol Ayağım’ıyla kıyaslanmasına ne diyorsun?
-Uzaktan yakından alakası yok! O adam dünyanın sekizinci harikası. Ödül töreninde konuÅŸmasını duymadın mı, “Karıma teÅŸekkür ederim” dedi, “Çünkü bilmem kaç yılda 11 farklı adamla yaÅŸadı!”
Senin de aynı anda 5 tiyatroda oynadığın oldu. Bu da yeteri kadar iyi bir ÅŸey…
-SaÄŸ olsun yeni sanat yönetmenimiz Erhan YazıcıoÄŸlu, beni karşısına aldı ve dedi ki, “Sen 5 yılda, 10 yıllık çalıştın. Lütfen git biraz oyun izle, bu sezon dinlen!” Sayesinde ÅŸehir dışında bir dizide çalışıyorum.
Sen hem grotesk hem doğal oynayabiliyorsun. Bir sürü tiyatrocunun üstünden tiyatroculuk akıyor. Sende öyle değil. Sırrı ne?
-Benim bir ateÅŸe ihtiyacım var. Bu, iliÅŸkide de böyle, ‘Mucize’nin setinde de. Düşman yaratmalıyım önce ve onu alt etmek için oynamalıyım. Bir gerilim yaratmalıyım, onun için oynamalıyım.
En çok kiminle savaş verirsin?
-Tabii ki kendimle. “Ne oldu yoruldun mu?” derim. “Kapris mi yapıyorsun? Zoruna mı gitti?” Kendimle çok uÄŸraÅŸan bir adamım…
EVLADIM VÜCUDUN PEK GÜZELMİŞ!
Neden kendine bu kadar acımasızsın?
– Bilmiyorum. Bu dünyada hiç kimse bana kendim kadar zarar veremez. “İnsan cennetini ve cehennemini içinde yaÅŸar” derler ya, doÄŸru. Kendime bu kadar acımasız olduÄŸum için -40 derecede çalıştım. Yükseklik korkum olmasına raÄŸmen 200 metre uçurumdan sarkıttılar, gıkım çıkmadı. Köyde çırılçıplak koÅŸtum…
Bu arada gözümün önüne arkadan görünen çıplak vücudun geldi, gayet güzeldi…
-Kabarede beni bir de jartiyerle gör! Galada da arkamdan bir kadın seslendi, “Evladım, vücudun da pek güzelmiÅŸ!” dedi.
Bir sürü erkek utanır…
-Haklılar valla. Kıvırmayacağım, ben de zorlandım. Kendi kendime de “Åžener Åžen’in ‘Çıplak VatandaÅŸ’taki hallerini aklına getir. Adam Åžener Åžen lan. Koskoca Åžener Åžen Taksim’in göbeÄŸinde koÅŸuyor!” dedim ama kamera asistanı, kostümcü ve kuaför kızın karşısında çıplak kalmak beni huzursuz etti…
Kariyerinde sence bu filmin nasıl bir yeri olacak?
-Hiç bilmiyorum. Bir ay sonra aşırı dozdan bir otel odasında gider miyim? Yoksa hayatı boyunca bunun üstüne çıkamayan, kötü roller oynayan ve atkısıyla karavanda olay çıkaran sevmediÄŸim tiyatrocular gibi mi davranırım? GöreceÄŸiz…
MAHSUN’UN SİNEMASINI TARTIÅžMAK BİLE SAÇMA
EleÅŸtirmenlerin bir kısmı ‘Mucize’yi yerden yere vuruyor. Buna karşılık altındaki seyirci yorumları “Hadi oradan!” diye eleÅŸtirmenlere itiraz ediyor…
-Mahsun Kırmızıgül sinemasını kabul etmeyen bir kesim var ama bunu tartışmak bile saçma. Başarısı ortada. Takdir etmek gerekiyor. Senaryosunu da yazıyor, filmini de çekiyor. İşini çok ciddiye alıyor. Kimseyi kırdığını görmedim sette. Saygılı ve tutkulu. Sonuna kadar aynı sevgili için savaştık. Benim için yönetmen ve oyuncu, aynı sevgili için düello eden iki silahşordur aslında. Ve bu anlamda o da bırakmadı kendi tarafını, ben de bırakmadım.
Bazıları da “Gözyaşına endeksli, vıcık vıcık ajitasyonla çorba edilmiÅŸ birkaç hassas mevzu ve tip olmanın ötesine geçemeyen karakterin bileÅŸimi” falan diye yazdı…
-Bu lafları ciddiye bile almamak gerekiyor. Bir kere herkes çok profesyoneldi. Soykut Turan bence sadece bir görüntü yönetmeni deÄŸil, bir sanatçı. Çok iyi bir ekiptik. Bu arada benim en çok duyduÄŸum soru ÅŸu: “Mahsun Kırmızıgül kendi mi çekiyor abi?” Bir türlü onun çektiÄŸine inanmıyorlar. Evet, kendi çekiyor. Diyorum ki “Aynen sizin gibi, benim gibi konuÅŸuyor. Buraya 40 istiyorum, buraya 85!” KraÅŸendo biliyor, koro kullanmayı biliyor, çünkü farsi biliyor, çünkü bir müzisyen ve bir dünyası var. Ama ben hâlâ açıkyüreklilikle ÅŸunu söylüyorum: Beni kendi düşüne daha çok ortak etseydi, çok daha baÅŸka bir film olabilirdi. Mahsun Kırmızıgül yönetmen olarak kendi kafasında filmi çekiyor, mükemmel görüntüler yakalıyor, seni de ateÅŸliyor oyuncu olarak…
Ama dünyası herkese açık değil, öyle mi?
-Evet. Yalvardım. “Lütfen öğretmen de, Aziz’den bir ÅŸey öğrensin” dedim. Filmin başını daha çekmemiÅŸtik, “Foça’ya gittiÄŸinde, Talat abi evden çıktığı an, önünden bir fayton geçir. Talat Abi, attan korksun. Sonra köyde de ben, onu atın önüne iteyim. At korkusunu benimle yensin!” Kabul etmedi. “Her ÅŸeyin deÄŸiÅŸmesi lazım, çok uzun geliyor babacığım!” dedi. Onun kafasında bir doÄŸru var, deÄŸiÅŸmesi zor. Ama film bu haliyle de harika oldu…
FotoÄŸraflar: Emre YUNUSOÄžLU
sesli chat
( Pazartesi, Ekim 31, 2016 )
Sitenizi takip ediyorum ve cok güzel hosuma gidiyor süper paylasimlar var