Benim suçum yok. Leyla Umar öyle.
Kimse de uyarmadı beni. Evine gidersen dört saatte çıkarsın demedi. Uzun konuÅŸur, dağınık konuÅŸur diyen çıkmadı. Tanışınca anladım ki, biraz çeviri dili olacak ama o bir ‘‘özgür ruh’’! Onu her hangi bir kalıba, cendereye sokabilmek mümkün deÄŸil. O alır başını gider. İstediÄŸi yerde ruhunu gezdirir, istediÄŸi yerde dinlendirir. Size de dinlemek kalır! Soru sorabilmek o sorunun cevabını alabilmek ne mümkün! Kafasına göre takılıyor. Biraz deÄŸiÅŸik bir röportaj oldu, uyarıyorum yani sizi. 72 yaşında, telefonla konuÅŸurken bile sebze ayıklayan, günde dört davete yetiÅŸen, hiperaktif bir kadının gazeteciliÄŸini düşünürseniz, baÅŸarısının nedenini çözmüş olursunuz. Boru deÄŸil, gerçekten bir dolu ilke imza atmış. 47 yıllık gazetecilik serüvenini burada anlatabilmem mümkün deÄŸil. Hiç öyle bir ÅŸey beklemeyin. Ama bilin ki o, bugün bile, Türk gazetecilerine ulaşılmaz gelen pek çok dünya lideriyle röportaj yapıp, dünya basınına satmış biri. Leyla Umar deyip geçmeyin yani. İdi Amin’ den Mandela’ya, Fidel Castro’dan Humeyni’ye kadar…
Leyla Umar, hayatı bütün renkleriyle yaÅŸamış. En azından kocası, en büyük aÅŸkı Refik Erduran’la iliÅŸkisi yeter. BeÅŸ yıl evli kalmışlar, gururu kırıldığı için ayrılmış (bunun ne anlama geldiÄŸini bütün kadınlar bilir). Sonra affetmiÅŸ ama ‘‘Ölürüm de seninle yeniden evlenmem’’ demiÅŸ. DemiÅŸ ama boÅŸandığı eÅŸiyle yeniden 18 yıl birlikte olmuÅŸ. İnadından bir daha evlenmemiÅŸ. Öyle bir kadın yani. Aradan 22 yıl geçmesine raÄŸmen, her ÅŸeyi dünmüş gibi anlatıyor. Bir iliÅŸkiler ağından söz ediyor ki, aklınız durur. Ama orası off the record! Bunları hayatını anlatacağı kitabına saklıyor.
Nasıl gazeteci oldunuz?
– Gazete ilanıyla! 25 yaşındaydım. Birinci kocamdan yeni boÅŸanmıştım. Dul ve çocuklu durumları yani. Paraya ihtiyacım vardı. ‘‘Milliyet Gazetesi’ne İngilizce bilen BeyoÄŸlu muhabiri aranıyor’’ ilanını görünce, atladım gittim. Ercüment Karacan, beni görünce ÅŸaşırdı tabii. Süslü püslüyüm. Geena Lorris gibi saçlar. ‘‘Nereden düştü bu?’’ demiÅŸtir kesin! ‘‘İki yüz liraya sizi alırım’’ dedi. O para ancak benim ev kirama yetiyor. Mecbur razı oldum. Tam o sırada Abdi girdi içeri, benim adadan küçüklük arkadaşım, yazları hep dans ederdik: ‘‘Ne iÅŸin var burada?’’ ‘‘Asıl senin ne iÅŸin var?’’ dedim. ‘‘Ee ben burada çalışıyorum’’ dedi. ‘‘Artık ben de!’’ dedim. Hiç unutmam, dönüp Ercüment Karacan’ a şöyle dedi: ‘‘Leyla’dan kattiyen gazeteci olmaz, o sadece dans edebilir!’’ Alçak ki ne alçak! Sonra hakikaten bu iÅŸi sevdiÄŸimi gördü. Ben onu da kullanırdım. Bir yere mi giderdi? ‘‘Abdi, haber getir bana oradan’’ derdim. Evladım, Allah rahmet eylesin, yanımda öldü. O olayın tanıklarından biriyim…
Atlaya atlaya konuÅŸuyorsunuz Leyla Hanım. Ben zorlanıyorum. Sonra ne oldu, yani sizi iÅŸe aldılar…
– Zavallı bir masa verdiler. İşte Ümit Deniz, tanımazsın, çoktan öldü, Sami Kohen, o dünyanın en ÅŸeker adamıdır, Halit Kıvanç, Halit Çapın, İzzet Edes filan. Beni götürdükleri odaya bak! Bacak bacak üstüne atmışım, aralarında oturuyorum. Gazeteciden baÅŸka herÅŸeye benziyorum. İzzet, ‘‘Gel seni BeyoÄŸlu’na götüreyim’’ dedi. İlk röportajımı o gün yaptım. Time Dergisi’nin sahibi ve aksi suratlı karısı Türkiye’ye gelmiÅŸti. Vallahi ne sordum hatırlamıyorum, geldim haberi yazdım. Ertesi gün bir baktım 9 sütuna manÅŸet! Ama tabii parasızlıktan ölüyorum. Bakıcı tutamıyorum, oÄŸlumu gazeteye getiriyorum, ‘‘Sami’’ diyorum ‘‘ÇiÅŸi geldi, götür yaptır.’’ Sami bana en iyi davranan adamdı. Bir de o dönemler de şöyle bir ÅŸey vardı: Refi Cevat Ulunay, Peyami Safa gibi en havalı yaÅŸlı yazarlar kadınların yüzüne bile bakmazdı. Az mı çektirdiler bana! Gerçi o zaman sadece yaÅŸlılar düşmandı kadınlara, ÅŸimdi kadınlar da kadınlara düşman! Asansörde ‘‘merhaba’’ diyorum, sanki karşılarında uzaydan inmiÅŸ biri var. Aksi aksi bakıyor kızlar. Ne selam ne gülümseme ne de baÅŸka birÅŸey! 47 yıllık meslek hayatımda gördüğüm ÅŸu ki, kadın gazetecilerin bugün çok ÅŸansı var ama o ÅŸanslarını kullanmıyorlar. Sempatik olmak bu kadar zor mu? Bir de gazetecilerin özensiz bir ÅŸekilde basın toplantılarına gelmelerinden nefret ediyorum. Ben parasız olduÄŸum zamanlarda bile giyimime dikkat ederdim. Ne olur, doÄŸru dürüst giyinseler. Biz ne diyorduk?
İşe baÅŸladınız, para az geliyordu…
– Ha evet. Ercüment Karacan beni çağırdı. ‘‘Üslubunu beÄŸeniyorum lütfen bize cemiyet haberleri yaz’’ dedi. ‘‘Ölürüm de yazmam’’ dedim. Cemiyet haberi, dedikodu yazmak demek. Deli miyim? Zaten hayatım boyunca bu aleyhime kullanıldı. ‘‘Çevren çok geniÅŸ yaz iÅŸte’’ dedi ve ekledi: ‘‘Sen ince ince alay ediyorsun, bu önemli bir meziyet.’’ Hemen anlatayım mesela bir tanesini: Haldun Dormen’in düğünü oldu. Beyhan SadıkoÄŸlu diye de bir kadın vardı, çok güzel ve zengin bir kadındı, yazık, rahmetli oldu, Haldun’ların komÅŸusuydu. Onu düğüne davet etmemiÅŸler. Baktım demir parmaklıklardan düğünü seyrediyor, nasıl da acıklı duruyor. Dört, beÅŸ saat sonra çıkıyoruz kadın hala orada! Bende yazımda tatlı tatlı bu düğünü anlatırken, bu haberi yazmayı ihmal etmedim tabii. Aradan zaman geçti, Büyük Külüp’teyiz, birisi arkamdan ‘‘Hayvaaan!’’ diye bağırıyor ve bana doÄŸru koÅŸuyor. Baktım bu kadın. Oradan sıyrılıp Haldun’lara kendimi bir atışım vardı ki sorma. Böyle ÅŸeyler iÅŸte.
Yani kabul ettiniz Ercüment Bey’in teklifini. Hani ‘‘Ölsem yazmam’’ demiÅŸtiniz…
– Åžekerim. Benim maaşım 200 lira. Adam diyor ki, ‘‘Bir tek yazına 150 lira vereceÄŸim. Sen haftada iki tane yazarsın.’’ ‘‘Hayır’’ dedim, odadan çıktım, merdivenlerde aklım başıma geldi tabii, söylediÄŸi para ayda 1200 lira ediyor. Hemen telefona sarıldım: ‘‘Tamam kabul ediyorum.’’ 7 yıl yazdım o yazıları. İnsanların iki satır yazı yazmam için yapmadıkları kalmazdı. Sonra da arkamdan ‘‘Dedikodu yazarı Leyla Umar’’ diye konuÅŸurlardı. Canıma okudu o yazılar.
Neden?
– Olumsuz ÅŸeyler yazdığım insanlar canımı acıtmaya çalışıyordu. Hatta Kalkınma Bankası Genel Müdürü ReÅŸit Egeli, beni resmen dövdü. Vatan Cephesi vardı o zamanlar, oraya girmek Menderes’e kapılanmaktı. ReÅŸit Egeli de girdi. Ben de yazdım tabii. Adam bir davette geldi, inanmayacaksın ama birdenbire bana yumruk attı. Ama nasıl vuruyor, küfür ediyor. Eski bakanlar filan da var, kimse engel olmuyor. Ben bayılmışım. Avukat da tutmadım ama ReÅŸit Egeli altı ay hapse mahkum oldu.
Sizden korkulur vallahi! Aynı anda başka yayınlara da yazıyor muydunuz?
– Tabii tabii. Yedi yıl dayandım bu acıya! Metin Toker, Akis’e iki sayfa yazmamı istedi.‘‘Tamam’’ dedim. Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba’ya yazmamı istedi. Ama tabii benim ismimle küfür etmek istedikleri herkese de küfür ediyorlar! Nasıl olsa ben kıytırık dedikodu yazarıyım ya. Bir bakanın bacağı mı çatlamış mesela, bunu yazmışım, Yusuf Ziya Ortaç eklemiÅŸ: ‘‘Aslında onun kafası da çatlaktır!’’ dedi. Ayrıldım tabii. Sonra Åževket Rado çağırdı, o da Hayat Dergisi’ne yazmamı istedi. O dönem çok iyi para kazandım.
Gazeteci olmadan Refik Erduran’la tanışıyor muydunuz?
– Yok. Gazeteye girdikten altı ay sonra tanıştım onunla. Ekstra iÅŸ aradığımı söyleyince, ‘‘ÇaÄŸlayan Yayın Evi benim, tercüme yapabilirsiniz Bülent’le RahÅŸan da yapıyor’’ dedi. Ona kurtarıcım gibi baktım. Sonra da aşık oldum.
Size torpili olmadı mı?
– Yok canım.
Güngör Mengi-Ruhat Mengi ilişkisine benzer bir durum yoktu yani.
– Hayır. Refik beni ‘‘Gazeteci Leyla Umar’’ olarak takdim ederdi. Bütün hayranlığı da kendi ayaklarım üzerinde durabilmiÅŸ olmamdan kaynaklanıyordu. Ama evlendikten sona, ‘‘Ya ben ya mesleÄŸin’’ dediÄŸi zamanlar oldu.
O dönemlerde yaptığınız gazeteciliğin bugünkünden farkı nedir?
– Refik’le beraberken 22 yıl boyunca maalesef gazeteciliÄŸimi hep ikinci plana attım. Daha önce yaptıklarımı o kadar ciddiye almamıştım. Ama sonra hayatımı tamamen gazeteciliÄŸe ayırdım. Saffet Lütfi Tozan vardı, Türkiye’nin en zengin adamlarından biriydi, karısını öldürdüler. Hizmetçisinin zehirlediÄŸini ispatladım ben. Kendisini de delirttiler, mirasına konmak için. Çok uzun süre bu hikayenin üzerinde çalıştım. Cumhuriyet’te yayınlandı. Amerika’da yaşıyordum o dönem, Hollywood’taki artistlerle de röportaj yapıyordum. Hele bir keresinde bir Oscar töreninde, Marlon Brando’ya ödül verilecek. Kızılderili kılığında bir kadın sahneye atladı, ‘‘İnsan haklarına saygısız o, ödül mödül veremezsiniz!’’ deyince kıyamet koptu. Tuvaletler içindeyim ama hemen sahnenin arkasına koÅŸtum, kızı buldum, röportaj yaptım. Cumhuriyet’e yolladım.
Bir de meÅŸhur İdi Amin röportajınız var…
– Evet o iÄŸrenç adam sayesinde bu oturduÄŸum evi aldım. Bütün dünya onun peÅŸindeydi. Uganda’nın adam yiyen baÅŸkanı! Tesadüfen Suudi Arabistan’da buldum onu. Odama getirttim. Soruyorum ‘‘Hiç adam yediniz mi?’’ ‘‘Hayır’’ diyor. HerÅŸeye hayır diyor. Salağım da ben tabii, iki saat sonra sıkıldım adamdan, o röportajın önemini de kavrayamıyorum. Sonra Türkiye’ye dönünce Time’da çalışan bir arkadaşım, İdi Amin röportajı yaptığımı duyunca bembeyaz oldu. Observer bu röportaj için 50 bin sterlin, Playboy 150 bin dolar veriyor dedi. Ama ben 7 kaset doldurmamışım, sadece iki kaset var elimde ve adamla çekilmiÅŸ üç fotoÄŸraf. Ama dünyaya açılmam bu röportaj sayesinde oldu. Kalktım Paris’e gittim. Fransa haklarını sattım, aldığım parayla orada oÄŸluma küçük bir oda aldım. Geri kalan para da bu evi almama yetti. Sonra Humeyni’yle röportaj yaptım ama onu dışarıya satamadım.
Siz herkesi nasıl tanıyorsunuz? Demek istiyorum ki, çevreniz neden bu kadar geniş?
– Bana ilginç gelmeyen insanlarla ahbaplık etmem ben. Mandela mesela, bayıldım ona, ama arkadaÅŸlık etmedim. Ya Fidel? O öyle mi? Devamlı haberleÅŸirim. ArkadaÅŸlıklarımın deÄŸerini bilirim.

1295/02/06
Yaptığınız gazeteciliğin örneğini yapan başka biri var mıydı?
– Müşerref HekimoÄŸlu’na çok hayrandım. Hiç unutmam, ‘‘Sizi o kadar beÄŸeniyorum ki, acaba sizden bir ÅŸeyler öğrenebilir miyim?’’ dedim. Bana buz gibi bakarak şöyle dedi: ‘‘Leyla, siz Refik Erduran’la metres hayatı yaşıyorsunuz! Benden bir ÅŸeyler nasıl öğrenebilirsiniz ki!’’ Beni çok rencide etti. Kendisine sevgiliyle metres arasındaki farkı anlatmaya çalıştım.
Bir sürü gazeteci sizin katıldığınız davetlere gidiyor ama siz yazınca olay oluyor. Neyi farklı görüyorsunuz?
– Herhalde içten bir insanım. Bu yazdığım ÅŸeye de yansıyor. Bir de benim için ha prens ha kapıcı! Ha Prens Philip’le yemek yemiÅŸim, ha kapıcımla! Bir de ben daima muhabirim. Fidel röportajı için tam yirmi yıl bekledim ben! O kadar uÄŸraÅŸtım ki. Güneri CıvaoÄŸlu ve Mehmet Ali Birand ne yaptı? Onlar Demirel’den aracılık etmesini istemiÅŸler.
Flörtçü bir kadın mısınız?
– Maalesef deÄŸilim. Ama boÅŸandıktan sonra beÄŸendiÄŸim erkekler oldu. Bir iki sene, sonra bu iÅŸlerden vazgeçtim. Tevfik Gerede benim ilk flörtümdür! Dünyanın en güzel erkeÄŸidir o. Åžimdi 72’yim. Gerçi 60’ımda da flört edebilirdim ama canım istemedi. Belki de karşıma hayran olduÄŸum biri çıkmadı! Ama 25 yaÅŸ genç olsaydım Fidel’le birbirimize aşık olacağımıza yüzde yüz eminim.
Bu meslekte hiç rezil oldunuz mu?
– Eski ABD DışiÅŸleri Bakanı Madeleine Allbright’la konuÅŸuyorum. Jak Kamhi de bana, ‘‘Bir gün onunla karşılaşırsan mutlaka benden söz et, sana röportaj verir’’ demiÅŸti. İstanbul’da karşısındayım, kendimden en emin halimle ‘‘Bizim ortak bir dostumuz var Mrs. Allbright’’dedim. ‘‘Öyle mi…’’ dedi. Ortak dostumuzun ismini söylemem için bekliyor. Ve ben kalakaldım. 40 yıllık arkadışımın ismini unuttum. Bön bön kadının suratına bakıyorum. Gitti tabii. Hemen koÅŸtum birilerine ‘‘Profilo’nun sahibinin adı neydi?’’ dedim. Jak Kamhi dediler. YaÅŸasın! Çıkışta Allbriht’ı tekrar gördüm. ‘‘Ortak dostumuzun adı’’ dedim. ‘‘Evet..’’ dedi. Olacak ÅŸey deÄŸil. Yine unuttum. Bana alık alık baktı ve gitti.
22 YIL ÖNCE 22 YIL SONRA
Bakınız, herkesin dikkatini çekecek kadar güzel bir kadınmış Leya Umar. Hálá bir 72’lik için hiç fena sayılmaz. O güzel kahkahası yeter! Ama Ömer Åžerif, aradan geçen 22 yıl boyunca neredeyse hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸ. Adaletin bu mu doÄŸa!
ECEVİT TONY BLAIR’İ NASIL UNUTTU
Leyla Umar’ın en büyük korkusu Alzheimer olmak,  unutmak. Çünkü onun için en deÄŸerli ÅŸey yaÅŸadıkları. Unutamadıklarının arasında Ecevit’le yaÅŸadığı bir anektod var ki, evlere ÅŸenlik! Geçen sene Davos’ta, Ecevit’e diyor ki, arkadaşı ya Bülent Ecevit, ‘‘Lütfen bana Tony Blair’le bir randevu ayarla.’’ O da ‘‘Tamam’’ diye cevap veriyor. Aradan zaman geçiyor Umar soruyor, ‘‘Ne oldu bizim Tony Blair randevusu?’’ Ecevit de yanıtlıyor: ‘‘Tony Blair mi? O da kim?’’