KEREM BURSİN

İstanbul’da bara dandik arabayla gitsem hiçbir kız dönüp bakmaz


(Pazar)

Abartıyorsam iki gözüm önüme aksın. Bu adam, Instagram’a bir fotoğraf koyunca 40 bin like alıyor. Ben de inanamadım. “4000 de ben mi yanlış görüyorum?” diye düşündüm. Ama yakın gözlüğüyle bile 40 bin! Yani inanılmaz bir fenomen. ‘Güneşi Beklerken’ diye bir dizide oynadı, böyle oldu. Şimdi harıl harıl ‘Şeref Meselesi’ bekleniyor, Kanal D’de önümüzdeki günlerde yayımlanacak. Kerem Bursin, aynı zamanda Çağan Irmak’ın yeni filmi ‘Unutursam Fısılda’da da oynadı. Belli ki Türkiye’de geleceğin en önemli oyuncularından biri olacak. Çünkü kadınlar gerçekten bayılıyor. Kanıtlanmış bir şeydir, Türkiye’de de, dünyada da kadınların bayıldığı adamlar başını alır gider. Okuyunca farklı bir adamla karşı karşıya olduğunuzu anlayacaksınız. Sadece dışı değil, içi de Batılı. Yolu açık olsun. Sizin de bayramınız kutlu olsun!

KEREM-BURSIN-7

Hayatımıza aniden girdin. Giriş o giriş! Ama biz tam olarak tanımıyoruz seni. Kimsin, nesin?

Ben Kerem’im. 27 yaşındayım. Neredeyse bütün hayatım yurtdışında geçti, son iki yıldır Türkiye’deyim. Oyuncuyum. Kendimi geliştirmek ve çok daha iyi bir oyuncu olmak istiyorum. İstekliyim, azimliyim, çalışkanım…

Çok iyi özetledin de… Hadi en başa dönelim. Nasıl bir aile?

-Birbirine bağlı bir aile. Çünkü hep dördümüzdük ve Türkiye’den uzaktık. Babam ODTÜ’lü bir mühendis. Uluslararası bir petrol şirketinde üst düzey yönetici. O yüzden de kendimi bildim bileli dünyayı dolaşıyoruz, farklı ülkelerde yaşıyoruz.

 

Türkiye’de mi doğdun?

-Evet, İstanbul’da. Ama 10 aylıkken, ver elini Edinburgh, İskoçya. Sonra Endonezya. Hem Medan’da hem Jakarta’da yaşadık. Anaokuluna orada başladım. Endonezya benim için cennetti. Sokaklarda maymunlar filan, bir çocuğa cazip gelebilecek her şey vardı… Çevremde hep farklı kültürden, dinden, ırktan insanlar oldu. Ben sıcakkanlıyım ve anında her yere adapte olurum, uyum kabiliyetim yüksek ve önyargısızım. Sebebi de sanırım bu çokkültürlülük. Benim gerçeğim de buydu.

KEREM-BURSIN-1Güzel bir çocukluk o zaman…

-Hem de nasıl! Renkli, zengin, insanı çok geliştiren bir çocukluk. Bir tek, bu kadar çok ülke, şehir, okul, ev ve arkadaş değiştirince aidiyet hissini kaybediyorsun. Zaman zaman bocalıyorsun. Gittiğimiz yerlerde Türkleri buluyorduk ama bu kadar uzun süre yurtdışında yaşayınca, ‘dünya vatandaşı’ oluyorsun. Ablamla ben toplam yedi farklı ülkede yaşadık, annemler 14…

Türkçeyi ne yaptınız?

-Evde annem ve babam bizimle Türkçe konuşuyordu. Ama tabii ana dilim İngilizce. Yazları buraya geldiğimizde kırık Türkçeli çocuklardık. Şimdi daha iyi konuşabiliyorum ama ablamla derin bir şey konuşurken ya da kavga ederken hâlâ İngilizce.

Endonezya’dan sonra…

-Malezya, Kuala Lumpur var, sonra Birleşik Arap Emirlikleri, Dubai ve Abu Dabi. Sonra Amerika. En uzun Teksas’ta yaşadık.

Bütün eğitimini yurtdışında mı tamamladın?

-Evet.

Annen peki?

-En büyük destekçilerimden biri. Ülke ülke dolaşınca kariyer yapamadı. Bizimle ilgilendi. Ama zaman içinde sosyal sorumluluğa kaydı. Amerika’da kanserli çocuklarla ilgili harika işler yaptı. Onunla gurur duyuyorum. Başkalarına yardımcı olabilmek, onların hayatlarını kolaylaştırabilmek en önem verdiği değerlerden biri. Bize de aşıladı. Hayatın, bizim yaşadığımız hayattan ibaret olmadığını anlamamız için bizi savaş sırasında Kosova’ya götürdü mesela.

Bu süre içinde sana en yakın olan kimdi?

-Tabii ki ablam. Çünkü bazen aylar geçiyordu arkadaşımız olmuyordu, sürekli yer değiştirmenin bu tür zorlukları var. Bir de kopuyorsun insanlardan. Ama birbirimiz için, biz, hep vardık.

Hayatında değişmeyen neydi?

-Değişmeyen tek şey aile yapımız. Çok sağlam bir aileyiz.

KEREM-BURSIN-8Sen, çocuğunun böyle bir hayat sürmesini ister misin?

-Elbette. Neden istemeyeyim? 360 derece bir insan oluyorsun. Ben hayatım boyunca farklı kültürden, ırktan, dinden insanlarla bir arada oldum. Sonsuz bir çeşitlilik. Kimseyi de alışkanlıkları, davranışları ya da inançları için yargılamadım. Ne giydiği, ne giymediği, örtünüp örtünmediği umurumda bile değildi. Görmüyordum bile.

Teksas’tan sonra Boston’da Emerson College’de pazarlama iletişimi ve oyunculuk okudun. Sonra da ver elini Los Angeles…

-Evet. Oyuncu olarak kendimi göstermeye çalıştım. Sınavdan sınava koşturdum. Bazı filmlerde oynadım da. Fakat Los Angeles’ta oyuncu olarak kariyer yapmak çok zor, ömür boyu deneyip, başarılı olamayan insanlar var. Üstelik boş tipler de değil, iyi eğitimli, güzel, yakışıklı, yetenekli. Bir süre ben de denedim. O dönem haliyle sürekli bir gelirim yoktu. Yan işler yapıyordum.

Neler mesela?

-Bir sürü iş. Şoförlük yaptım. İki sene spor salonunda spor hocası olarak çalıştım. Kulüplerde kapıda body guard’lık yaptım. Tuvalet bile temizledim. Ama bunlar tamamen normal şeyler. Genç insanlar dünyanın her yerinde bu tür işler yapıyorlar. Türkiye’de “Tuvalet temizledim” deyince acıyarak bakıyorlar, oysa gayet normal.

Ailenin haberi var mıydı?

-İşte oralar biraz sıkıntılı. Babama belli şeyleri söylemedim. Mesela kulüpte çalıştığımı. Üzülmesini istemedim, “Bir şirkette iş buldum” dedim. Bazı şeyler tabii ki hoşlarına gitmiyor ama hayat da benim hayatım. Karar verip ilerlemen gerekiyor, her konuda onaya ihtiyacın olacaksa yanmışsın.

Ailenden ne zaman destek almamaya başladın?

-Parasal mı? Onlar hep destek olmak istedi, bıraksam hâlâ olurlar ama 23-24 yaşına gelmiş birinin hâlâ ailesinden para alması benim anlayışıma uyan bir şey değildi. Madem bağımsızsın, o zaman her konuda bağımsız ol! Kazık kadar olduğu halde hâlâ ailesinden para alan insanlara saygı duyamıyorum.

E peki n’apıyordun, sana yolladıkları parayı geri mi yolluyordun?

Hayır ama sadece sıkıştığım anlarda harcıyordum. Esas olarak kendi kazandığım parayla yetiniyordum. Bitince yine çalışmaya başlıyordum.

KEREM-BURSIN-10BİZİMKİLER, ŞÖHRETİ, PARAYI ABARTACAK İNSANLAR DEĞİL 

Annenden öğrendiğin en önemli şey?

-Annem, başkalarının acısını kalbinde hisseden bir insandır. Sürekli birileri için bir şeyler yapmaya çalışır. Bize, “Aman çocuklar vicdanlı olun, merhametli olun, adil olun” demedi ama onun varlığı sayesinde ister istemez öyle oluyorsun. Ben insan olarak hepimizin bir sorumluluğu olduğunu da annemden öğrendim. Yere çöp atılmaması gerektiğini bilmen yetmiyor, yerde çöp varsa onu kaldırman gerekiyor.

Babandan öğrendiğin en önemli şey?

Babam çok dürüsttür, sözünün eridir, bir duruşu, bir omurgası vardır. Sloganı da “Bir şey yapacaksan adam gibi yap! Yüzde 100 kendini ver…”

Baban senin bu oyunculuk tutkunu onayladı mı?

-Başta hayır, benim için korktu! Hayat benim hayatım, karışmadı. Fakat benim için endişelendiğini biliyordum. Çünkü Los Angeles’ta oyuncu olmak için deliren binlerce insan var. Şimdi Türkiye’deki oyunculuk kariyerime itiraz etmiyor, hatta destek oluyor.

“Yaşasın oğlum ünlü oldu!” filan dedi mi?

-Yok hayır, bizimkiler böyle şeylere aldırmaz. Ünü, parayı takmaz. Zaten babam bilmiyordur bile fanlarım olduğunu…

Annen gördü Tarkan konserinde, manyak bir kuyruk oluştu, güvenlik geldi ortalığı yatıştırmak için…

-Evet annem tanık oldu, biraz şaşırdı ama bizimkiler bunları çok abartacak tipler değil, “Ha tabii” yapar geçerler…

Baban bir ODTÜ’lü olarak ODTÜ’de pencerelerin yıkıldığını biliyor mu?

-Yooo. Biz böyle şeyler olmamış gibi davranıyoruz.

KEREM-BURSIN-7 (1)HER ŞEYİN İLKİNİ TEKSAS’TA YAŞADIM

En uzun Teksas dönemi değil mi?

-Evet, Teksas’a taşındığımızda, 13’tüm. Hamurum orada şekillendi diyebilirim. Tiyatroyla orada tanıştım. Oyunculuk orada kanıma girdi. Müzik de öyle. Ciddi olarak spor yapmaya orada başladım. İlk kez orada âşık oldum. Bir sürü şeyin ilkini Teksas’ta yaşadım.

Nesi caziptir Teksas’ın?

Teksas samimi yerdir. Teksaslılar da öyledir. Evet, bir köylü tarafı vardır, biraz da küçümser insanlar. Teksas’tayken Teksas’tan nefret edersin. Ama Teksas’tan ayrıldıktan sonra çok da özlersin. Bana huzur veriyor. Ve orada kendimi çok rahat hissediyorum. Amerika’nın sevdiğim yanı, herkes olduğu gibidir, kimsenin bir takıntısı yok. Orada mesela insanların bizim burada olduğu kadar marka takıntısı da yok.

Türkiye’de bu seni şaşırttı mı?

Hem de nasıl! Bana önemsiz gelen pek çok şeye burada o kadar önem veriliyor ki…

Mesela neler?

-Mesela ne giydiğin. Kılık kıyafetin. Saatin. Araban. 8 senedir üstümden çıkarmadığım bir tişörtüm var mesela. Gerçi annem sinir oluyor, “Oğlum, erimiş bu, delinmiş! Artık giyme!” diyor ama benim için hiç önemi yok. İçinde rahatım ve temiz. O zaman tamamdır. Beni giydiğim, taktığım, bindiğim şey tanımlamıyor. Ben, benim…

KEREM-BURSIN-11TÜRKİYE’DE İNSANLAR BELLİ ZÜMRELERE AYRILMIŞ DURUMDA

Nasıl kadınları çekici buluyorsun?

-Kendine güvenen, çalışan, üreten, bir hedefi olan hırslı kadınları çekici buluyorum. Birlikte olacağım kadının olağanüstü güzel olması filan da gerekmiyor. Tantanalı, ünlü hayatı yaşamak isteyen bir kadına, sosyal sorumluluk sahibi, yardımsever bir kadını tercih ederim. Bir öğretmen, bir hemşire gibi insanlara faydalı biri olabilir mesela. Gerçi bu söylediklerim tuhaf geliyor Türkiye’deki arkadaşlarıma. Tıpkı “Marangoz olmak isterdim” dediğimde olduğu gibi. Türkiye’de insanlar belli zümrelere ayrılmış durumda. Sadece mensup olduğun kültürün insanlarıyla görüşebilirmişsin gibi. Bazı meslekler, sanki sadece belli kültür seviyesindeki insanlara özgüymüş gibi. Mesela üniversite mezunu birinin marangozluk yapmak isteyebileceğini akılları almıyor. Öğretmenlik de hemşirelik de küçümseniyor, olacaksan doktor olmalısın onlara göre. Ama dünyanın hiçbir tarafında böyle bir şey yok. Gizli bir kast sistemi aslında bu.

YENİ DİZİSİ ‘ŞEREF MESELESİ’NİN HİKÂYESİ

Yiğit ve Emir iki kardeş. Ben Yiğit’i, Şükrü Özyıldız da Emir’i canlandırıyor. Annemizi de Tilbe Saran. Şerif Ağabey de babamızı. Biz Ayvalık’ta bir köyde yaşıyoruz. Sonra birtakım şeyler oluyor İstanbul’a geliyoruz. Yiğit, liseyi bitirmemiş bir tip. Biraz asi. Duygularıyla yaşıyor. Anlık bir yaşam tarzına sahip. Emir ise kardeşinin tam zıttı. O üniversiteyi bitiriyor, avukat olmaya hazırlanıyor. Yiğit, imkânları olmayıp da engel tanımayan kişiliğe sahip. Animalistik bir karakter. Babaları dolandırılıyor ve bunu şeref meselesi yapıp, kendini asıyor. Annenin psikolojisi bozuluyor, aile tamamen dağılıyor. Emir, hukuki olarak öcünü alacak, Yiğit de içinden geldiği gibi olaylara dalacak. Ne yapması gerekiyorsa onu yapacak. Yiğit’i büyük bir keyifle canlandıracağım. Bu rol için zayıfladım. Sakal bıraktım. Saçlarım değişti. Ama “Kaç kilo verdin?” desen bilmiyorum, 15 senedir tartılmıyorum, sadece ne giysem üzerimden dökülüyor. Rol için idmanı da değiştirdik. Sonuçta, köyde spor salonu yok. O yüzden kaslarımın farklı olması gerekiyordu.

KEREM-BURSIN-6YAĞMUR, İLK TÜRK SEVGİLİM

Yağmur’la ne kadar zamandır birliktesiniz?

-Bir sene oldu.

En uzun ilişkin mi?

-Hayır.

İlk Türk sevgilin mi?

-Evet.

N’apıyorsunuz?

-Ev ortamlarında takılıyoruz. Zaten sürekli çalışıyoruz, yoğun bir tempo, dışarı çıkınca da tatsız oluyor.

Nerede yaşıyorsun?

-Etiler’de Boğaz gören güzel bir ev tuttum kendime. Benim için ev önemlidir.

KEREM-BURSIN-13LOS ANGELES’TA HAYATIMI SORGULADIM

Kendini yakışıklı buluyor musun?

-Hayır, bulmuyorum. Başka özelliklerim var benim: İnsanlarla sıcak ilişki kurabilen biriyim, empati kurabilirim, kendimi karşımdakinin yerine koyabilirim. Ama özel yeteneklerim olduğunu düşünmüyorum. Oyunculuğu da beni heyecanlandırdığı için yapıyorum. Bir karakteri çalışmak, ona hazırlanmak, o karakterin içine girmek, o olmak… Tüm bu süreçler beni fevkalade mutlu ediyor.

Tüm bu aşk da lisede bir oyun sayesinde oldu, değil mi?

-Aynen öyle. Teksas’ta, lisenin son senesiydi. Bir oyunda Kristof Kolomb’u canlandırdım. O rolle, tüm Amerika’da liseler arası en iyi erkek oyuncu seçildim. Turneye çıktık, bir sürü eyalete gittik. Tabii çok sevdim sahneyi…  Sonra Boston’da üniversite ve Los Angeles dönemi geldi.

Los Angeles’ta yaşadığın şeyin adı hayal kırıklığı mı?

-Hayır sadece bir an geliyor, kendini sorgulamaya başlıyorsun. Orası film endüstrisinin kalbi. Ve network çok önemli. Eğer yoksa, doğal olarak “Hayır” cevabını “Evet” cevabından yüz kat daha fazla duyuyorsun. Ha bire, “Hayır, hayır!” dendikten sonra da bir an geliyor, “Ben doğru şeyi mi yapıyorum?” diye düşünüyorsun.

Amerika’da başarılı olmak zor ve yıldırıcı olduğu için mi Türkiye’ye geldin?

-Tam öyle değil. Orada Jack Nicholson’ı, Sandra Bullock’u keşfeden yapımcı Roger Corman’ın, ‘Sharktopus’ ve ‘Palace of the Damned’ filmlerinde oynadım. Ama çok hızlı bir yer orası. Bir şey mi yaptın, tamam harika ama iki hafta sonra unutuyor insanlar seni. Konuştuğun menajer ya da yapımcı artık telefonlarına cevap vermiyor. Sen gene başladığın noktaya dönüyorsun. Sonunda fark ettim ki, 27’yim, yaşım ilerliyor. Ama hâlâ akıntıda sürüklenen tahta gibiyim. Anladım ki, hayatımla ilgili yeni bir adım atmam gerekiyor. O aralar en yakın arkadaşımı da kaybettim. Abu Dabi yıllarından beri arkadaştık, Mısırlıydı. Bir bisiklet kazasında vefat etti. Bu da hayatı sorgulamama sebep oldu: “Ben istediğim şeyleri yapıyor muyum? Vakit mi kaybediyorum? Yerimde mi sayıyorum? Kendimi daha nasıl geliştirebilirim?” Hayatımı toptan değiştirmeye karar verdim ve Türkiye’ye geldim.

Eeeee?

-Kuzenimin düğünü için geldiğimde tesadüfen Gaye Sökmen’le tanışmıştık. Onun oyunculuk ajansına kaydolmuştum. Aradım. Gerçi Türkiye’ye döndüğümde, “Yeni Zelanda’ya yerleşip, marangozluk yapsam mı?” gibi çılgın fikirler de geçiyordu aklımdan. Ama sonra Türkiye’de kalıp oyunculukta karar kıldım.

Burada ünlü bir oyuncu olmak, Amerika’da insana avantaj sağlar mı?

-Sağlamaz mı? Sağlar tabii. En son Los Angeles’a gittiğimde pek bir ilgi gördüm. Türkiye pazarını son derece dikkatle izliyorlar.

KEREM-BURSIN-12DUA BİLMİYORUM, CENAZEYE GİTMEDİM, KİMSENİN ELİNİ ÖPMEDİM BUGÜNE KADAR 

Bayramlar sana ne ifade ediyor?

-Birlik, beraberlik, neşe, coşku, aile… Herkese iyi bayramlar diliyorum. Biz dindar bir aile değiliz. Ama bütün dinlere saygılıyız, hep öyle olduk. Etrafımızdaki insanlar zaten farklı kültürlerden, dinden ve milliyettendi. Her zaman hepsinin bayramlarını kutladık. Onlar da bizimkileri…

Bayram günlerinde özel giyinmek, güzel giyinmek, el öpmek ne ifade ediyor sana?

-Ben kimsenin elini öpmedim bugüne kadar. Dedelerim ve büyükannelerim o kafada değillerdi.

Dua biliyor musun?

-Hayır. Arapça dua da bilmiyorum. Ama Tanrı’ya şükredeceğim zaman ya da bir şey için yardımını istediğim zaman, bunu Türkçe söylüyorum. Türk olduğum için, benim Allah’ım Türkçe anlayacak gibi bir düşüncem vardı çocukluğumdan beri, öyle de kaldı.

Cenazelerde ne yapıyorsun?

-Ben cenazelere gitmiyorum.

Türkiye’de akrabaların vefat etmedi mi?

Etti ama gitmedim. Bana ters geliyor.

Mezarlığa gittiğinde ne yapıyorsun?

-Konuşuyorum onlarla…

KEREM-BURSIN-5

GOOGLE’A ADIMI YAZIP BAKMIYORUM, KENDİMLE İLGİLİ HABERLERİ OKUMUYORUM

Türkiye’de yadırgadığın şeyler oldu mu?

Oyunculuk sektöründeki çalışma koşulları mesela. Şartlar herkese eşit değil. Haksızlık var. O haksızlığın içinde olup, görüp, bir şey yapamamak üzücü.

Biri çok para alıyor, diğeri çok az alıyor… Bu tür dengesizlikler mi?

-O da var. Herkes aynı koşullara sahip değil. Kışın ortasında, kar, kış, kıyamet ama insanlar dışarıda. Çaycımız ıslanıyor mesela… Çalışma metotları da farklı Türkiye’de. Hiçbir şey denilen saatte başlayıp denilen saatte bitmiyor. Resmen Gaye Sökmen’in oyunculuk ajansı bana terapi yaptı, bu ülkede işler nasıl yürüyor anlattı.

KEREM-BURSIN-4

Türkiye’deki oyunculukla Amerika’daki arasında ne farklılıklar var?

Bunu, Türkiye’deki spor hocalarında da fark ediyorum. 3-5 hafta eğitime gidip “Tamam ben spor hocası oldum!” diyorlar. Öyle bir dünya yok. Oyunculuk için de yok. “Altı haftalık bir oyunculuk kursuna yazıldım, ben artık oyuncuyum” derseniz gülerler size. Maalesef en büyük sorunumuz bu. Kendine müthiş bir güven var. Ama arkası boş bir özgüven.

Sence sen hızlı mı ünlü oldun burada?

-Ama bu benim kontrol edebildiğim ya da benim kontrolümde gelişen bir şey değil. Çok ciddiye alıyor muyum? Hayır.

Sence yeteneğin mi ön plandaydı?

-Umarım öyledir. Ama insanlar beni beğenmiş de olabilir, oralara da çok takılmıyorum. Çünkü bu konuda da yapabileceğim bir şey yok.

Saçma ve komik geldiği oluyor mu bu kadar ilginin?

-Saçma demeyeyim ama komik geliyor.

KEREM-BURSIN-3

 

Peki havaya girmez mi insan, “Ben neymişim be?” demez mi?

-Hayır. Çünkü benim bir hedefim var ve o hedefe ulaşmama daha çok var.

Hedefin ne?

-Uluslararası bir oyuncu olmak.

Türkiye de bu basamaklardan biri mi?

Elbette. Ne kadar sürecek bilmiyorum. Ama şimdilik buradayım ve canla başla çalışacağım.

Ailen 20’lerin ortasına kadar, “Bu çocuktan bir halt olacak mı acaba?” demişler midir?

Kesin demişlerdir. O stresi hepimiz yaşadık, en çok da ben.

Bir sürü kadınla, sevgili yaptılar seni… Magazin basını rahatsız ediyor mu?

Bu da kontrol edemeyeceğim bir şey. Ben kontrol edemeyeceğim şeyler için üzülmem. Yokmuş gibi davranıyorum. Kendimle ilgili haberleri de okumuyorum. Google’a adımı yazmıyorum.

İnsan bir bakmaz mı ne yazmışlar, ne olmuş filan diye?

-Yok. Gerek yok. Kendi küçük dünyamda mutluyum ben.

 

KEREM-BURSIN-2

Çektiğiniz bölümleri izliyor musun?

-Hayır. ‘Güneşi Beklerken’in en fazla 2 ya da 3 bölümünü full izlemişimdir. O da kendimden ziyade yönetmenimiz ne yaptı merakıydı. Onun dışında kendimi izlemek hoşuma gitmiyor. Fotoğraf çektirmek de gitmiyor.

Nasıl bir hayatın var?

-Aslında bir hayatım yok. 13 aydır durmaksızın çalışıyorum. Bir gün izin var, onun dışında her gün setteyim. Ama şikâyetçi değilim. Hayallerimi gerçekleştiriyorum.

Buradan çıktıktan sonra ne olacak?

Röportajdan sonra mı? Önce spora giderim, sonra sete. Spor, tek nefes alıp, özgür kaldığım yer. Zihinsel anlamda benim terapim. Orada rahatlıyorum, olan biteni düşünüyorum. Bir spor hocam var, Burak Uğur, onunla boks yapıyoruz. ‘Güneşi Beklerken’ için farklı bir idman yapıyordum. Şu an ‘Şeref Meselesi’nin Yiğit Kılıç’ı için bambaşka bir idman yapıyorum.

Yiğit Kılıç için Marlon Brando’ya mı benzettiler seni?

Valla, Amerika’da Matthew McConaughey’e benzetiyorlardı, Teksas havası vardı çünkü. Burada Marlon Brando olayı oldu. Benim kendimi benzettiğim filan yok ama öyle diyorlar.

KEREM-BURSIN-14

PORSCHE KULLANMAK BENİ ADAM YAPMIYOR 

Diyelim ki biz, İstanbul’da bir bardayız. Ben o bara, eski püskü bir Anadol’la ya da Murat 124’le ya da külüstür bir Vosvos’la gelmeye kalksam, bir tek kız bile dönüp bakmaz! Los Angeles’ta ilk arabam çok dandikti ama önemli değildi. Çünkü benim kimliğimi bindiğim araba belirlemiyor. Porsche kullanmak da beni adam yapmıyor! Diğer insanlardan farklı kılmıyor. Burada ise bu tür şeyler çok önemli…

ŞAŞAALI HAYAT TARZINI SEVEN BİR KADINLA OLAMAM 

Hep erken baba olmak istedim. Ama şimdi fark ediyorum ki, benim önce kendimi gerçekleştirmem gerekiyor. Bir sürü şey oluyor şu an hayatımda, başka insanları da benimle birlikte böyle bir şeyin içine sürüklemek ne kadar doğru? Ben, ünü, ilgiyi, şaşaalı hayat tarzını seven bir insanla zaten birlikte olmam. Öyle biri bana çekici gelmiyor. Ama tersini de bulsam, ona yazık olur. O yüzden şu an özel hayatımla ilgili kararları ertelemiş bulunuyorum.

Yorum Bırak