İBRAHİM EKE

Yapılacak tek şey suçu kabul etmekti

O bir ‘iyileştirici.’ İyi geliyor insana. Onu dinlemek, tespitlerine, bilgisine kulak vermek. Beş yıl önce de beni kendisine hayran bırakmıştı, şimdi de.

 

71 doğumlu Hacettepeli bir uzman psikolog İbrahim Eke. İnanılmaz alçakgönüllü ve insancıl biri. Zaten bu özelliği gözlerine bakınca da anlaşılıyor. 17 Ağustos depremi, hayatını değiştiriyor. Türk Psikologlar Derneği’nin, deprem bölgesinde sürdürdüğü çalışmalarda, ilk günden itibaren aktif rol alıyor. ‘Deprem Özel Çalışma Grubu’nda da alan koordinatörü olarak görev yapıyor. Ve sonra gerisi geliyor. Aklınıza gelen bütün afetlerde, sel felaketlerinde, uçak kazalarında, facialarda, İbrahim Eke hazır bulundu, hep sahadaydı… Halen kurucuları arasında yer aldığı İNDA – Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nde çalışıyor. Eşzamanlı olarak Türk Psikologlar Derneği – İstanbul Şubesi’nin Travma, Afet ve Kriz Birimi ile gerekli durumlarda Psikolojik Acil Yardım Ekibi’nde (PAYE) görev yapmaya devam ediyor. Soma’daydı, ben de sordum…

IBRAHIM-EKE-2

Bugüne kadar ne tür büyük travmalarda insanlara yardımcı olmaya çalıştınız?

-Dinar depremi, büyük Marmara depremi, Hatay’daki sel felaketi, hızlı tren kazası, Diyarbakır uçak kazası, Hollanda’da düşen uçak ve aklınıza gelen İstanbul’daki bütün bombalanma olayları…

Neredeyse bu topraklarda yaşanan tüm doğal afetler ve facialar. Filmlerdeki gibi bir felaket yaşadığında sizi mi arıyorlar?

-Ya arıyorlar ya biz yola çıkmış oluyoruz. Türk Psikologlar Derneği’nin İstanbul şubesinin ‘Travma Afet ve Kriz Birimi’nde görevliyim. Gerekli durumlarda ‘Psikolojik Acil Yardım Ekibi’nde çalışıyorum. 1999 depreminin bize en önemli mirası bu oldu: Düdüğü çaldığın anda ortaya çıkabilecek yetkin, sıkı bir tecrübeye sahip bir psikolog grubu var Türkiye’de. Son olarak Soma’da yardıma koştuk…

Orada yaşanan nasıl bir travma?

-Hepsinden farklı.

Nasıl yani?

-İnsan eliyle oluşturulmuş bir travma. Bir bölgede belli bir erkek kuşağı gitti. Savaş gibi bir şey. Yok onlar artık. 400 küsur çocuk babasız kaldı. Orada yaşayanların algısıyla, ‘kasıtlı bir kaza’ olduğu için bütün diğer travmalardan farklı. Sistemi suçlayıp paçayı sıyırmak da mümkün değil, çünkü Almanya’da da aynı sistem var ama orada kaza olmuyor. Madencilik literatüründe ‘sıcak kömür’ diyorlar. Değdiklerinde alev alabilecek duruma gelmiş kömür. Böyle bir damara rastlanıldığında o maden kapatılıyor. Zonguldak’ta da var öyle kapatılmış madenler. Zaten buranın kapatıldıktan sonra tekrar açılıyor olması, başlı başına rezalet. Geri kalanlar da her şeyin üzerine tüy dikmek…

Siz de “Bu kazanın geleceği belliydi” diyenlerdensiniz yani…

-Elbette. Üçüncü, beşinci ya da 55’inci kazmadan sonra alev alacak. Belli. TKİ’nin o madeni elden çıkarması da bu yüzden zaten. Bu gerçeği bilen, daha iyi bilen orada çalışan işçiler. Onlar, madende sürekli artan ısıyı, gaz kaçağını zaten biliyorlar, kendi aralarında konuşuyorlar. Bu duruma rağmen, madende çalışmaya zorlanmalarına da kızıyorlar. Yani her şey göz göre göre… Bu yüzden korkunç…

Soma’daki insanlar şu anda ne yaşıyorlar?

-Yas. Evin erkeği gitti. Bir kayıp yaşandığında insanlar önce yas tutarlar. Ama burada farklı olan bir şey var.

Nedir?

-Müthiş bir öfke var. Sorumlulara karşı yönlendirilmiş bir öfke. Bu aslında kolay yönetilebilecek bir krizdi. İlk günden tespit edip, “Sorumlular şu şu kişilerdir!” deselerdi böyle büyük bir öfke birikmeyecekti. Orayı denetleyenler vardı, demek ki işlerini adam gibi yapmamışlar. O zaman bu felaketin bir sorumlusu da onlar. Son bir yılda denetleme raporu verenleri almanız lazım. Sahibini, müdürünü de… Bunların bağlı olduğu bakanlıkta kim varsa, onları da tabii…

Ne yazık ki Türkiye’de işler böyle yürümüyor!

-Eee o zaman da bu öfke patlaması çıkıyor işte ortaya! Doğal bir olay olduğunda kime kızacaksınız? Tanrıya mı, rüzgâra mı, toprağa mı? Yönlendiremezsiniz öfkenizi. Oysa burada yönlendirilmiş öfke var. Bu insanların çoğu kuşaklardan beri madenci, iyi biliyorlar, bakandan çok daha iyi biliyorlar. Dolayasıyla neyin aksadığını, problemin ne olduğunu da biliyorlar. Farkındalıkları da çok yüksek. “Onlar ilkokul mezunu işçiler” diyen bakanlar var ama öyle değil, bütün aksaklıkları biliyorlar. Orası riskli bir yer. Bunu da biliyorlar. “Oraya gir!” emrinin verilmesi bir kere direkt öfke sebebi. Bunu kime yönlendirecek? Şirketin sahibine, yöneticilere ve o yöneticileri koruyanlara, bakanlara kadar gider iş.

Böyle durumlarda ne yapmak lazım?

-Yapılacak tek şey var: Suçunu kabul etmek, başını eğmek. Aksi düşünülemez bile. Sen suçlusun. Ve canı yandı insanların. Canı yanan biri sana ana avrat küfretse de başını eğip, teşekkür edip, sarılmak zorundasın. Travmanın doğası böyle bir şey. Ama bunların hiçbiri yapılmadı.

Ailedeki travma en çok nereden belli olur?

– Çocuktan. Burada söz konusu olan sadece ‘psiko-sosyal hizmet’ yani sadece psikologların hizmeti değil. Öğretmenler, okula gelen çocuklarda ‘akut stresi’ görecekler, onlara da eğitimin verilmesi gerekiyor. Bakın 22 bölgeye madenci naaşı gitti. Tek Soma değil yani, Soma’ya gömülen 48 kişi var. Kınık’ta daha fazla. Savaştepe’de deniyor ki, “Üç otobüs gitti sabah madene. Bir buçuk otobüs geri geldi!” Hepsi birbirinin akrabası. O kadar acayip şeyler yaşandı ki orada…

Nasıl yani?

-Cenazelerin bekletildiği bir soğuk hava deposu var. Tam da yanında bir meslek yüksekokulu. Yeterli eleman olmadığı için o çocuklar cesetlerin fotoğraflarını bilgisayarlara yüklüyorlar, tek tek teşhis edilmelerine yardım ediyorlar. Bir sürü ceset görüyorlar. Bir kısmı gasilhane hizmeti de veriyor.

Bu nasıl oluyor?

-Normalde olmaması gerekiyor. Ama burası Türkiye, oluyor işte. Gittik bulduk o çocukları. Çok sarsılmışlardı. “Biz bu sene mezuniyet yapmayacağız” dediler. “Olur mu öyle şey” dedik, “Eğlence yapmayın ama her biriniz diplomanızı alırken, kaybedilen bir madenciye adayın.” Sevdiler bu fikri. Aslında o bölge için en acil olan, psikososyal hizmet ne biliyor musunuz? Bizler filan değiliz. O insanların madencilik dışında seçenekleri kalmamış. Ziraat mühendisleri alana girecekler, oranın yeniden toprağa dönmesini sağlayacaklar. Hayvancılıkla ilgilenenler hayvancılıkla ilgili bir şey yapacaklar, insanlar geri doğalarına dönecek.

IBRAHIM-EKE-3

Sendikacılar sağlam dursaydı bu felaket yaşanmazdı!

Bir aileden iki kişinin birden can vermesi nasıl bir şey?

-Çok büyük travma. Ya iki kardeş ölüyor ya da iki kardeşin eşleri ya da baba oğul… Böyle bir sürü olay var. Travmayı en çok etkileyen şeylerden biri ‘yoksulluk’ ve ‘yoksunluk.’ Biz burada her ikisinin de olduğu bir bölgeden söz ediyoruz. Evin tek gelir kaynağı olan adam öldüğü zaman her şey daha da fena oluyor. Evi ayakta tutan insanlar bunlar.

Orada siz en çok neye öfkelendiniz?

-İşçilerden sorumlu sendikacılara! Patron patron, iktidar, iktidar… Tamam da… Sen sendikacısın! Senin varoluş sebebin bu işçiler! O madende örgütlü sendikaların buradaki ihmali akıl alır gibi değil. Sendika, orada güçlü bir şekilde dursaydı o maden çalışamazdı. Bağımsız denetçiler olsaydı bu felaket yaşanmayacaktı. Bu mümkündü, vicdanlı öğretim üyelerini alırsın, bağımsız denetleme kurulu kurarsın, bu insanların parayla-marayla da işleri olmadığı için mecburen sıkı bir şekilde denetlenir orası! Ama ne yazık ki hiçbiri yapılamadı.

Şu anda adam gibi denetlenen ne var ki bu toplumda?

-Zaten mesele de o. Kimsenin, hiçbir kuruma güveni kalmadı. Zemin sallanıyorsa, biri patlıyor, biri yıkılıyor, biri bilmem ne yapıyor. Ben psikolog olarak nasıl tutacağım insanları? Tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil. Soma’da yaşananlar bir ahlaksızlık halinin sonucu. Sendika, sarı sendika olarak bile çalışsaydı, bu felaket yaşanmazdı…

ADALET DUYGUSU ZEDELENDİ

Neler mi yapılmalı?

1- Şu anda adalet duygusu zedelendi. O duygu yeniden insanların kalbine yerleştirilmeli.

2- Tek seçenekleri madencilik olmamalı. Başka işlerde de çalışabilecekleri imkânlar yaratılmalı.

3- Başka şeyler de olmalı. O bölgede, yaz kampları yapmayı organize etmeye çalışıyoruz mesela. Her yaş grubunda çocuk var. Sanatçılar gitsin, psiko-drama yapsınlar, gönüllü olarak bir sürü insan gider ben eminim, bir maliyeti de yok. Sağlık ve Gençlik Bakanlığı’nın bir sürü kampı var, bunlar kullanılabilir.

4-Sürecin devam edebilmesi için psiko-sosyal destek verilmeli. Bunlar yapılabilirse, bizim gibi terapistlerin işi çok hafifler.

6800 kişinin yardıma ihtiyacı var

Sekiz yıldır yan yana aşağı indiği insanın cesedini çıkarıyor, “Ben niye orada değildim?” diyor. 10 dakika önce inmediği için vicdan azabı çekiyor. Biz ilk elden psiko-sosyal destek verilmesi gereken insanların listesini çıkardık. Eşler, kurtarmaya gelenler vesaire, aşağı yukarı bir rakam söylersem 6800 kişinin yardıma ihtiyacı var. Ve kesinlikle eksik bir liste bu.

‘Allah’tan dediler olayı kapattılar

Soma’ya bir cemaatten 1500 kişi geldi. Onlardan biri “Buraya niye psikolog getiriyorsunuz ki!” dedi. “Burada yeterli psikolog yok, hizmet veremiyorum” dedim. “Burada psikoloğa gerek yok!” Amaç şu: Kendileri gezecekler, “Allah’tan geldi” diyecekler, kapatacaklar olayı gidecekler. Ama ben onlara “Yeteri kadar imam var, siz niye geldiniz ki…” demedim.

Yüzünde duygu ifadesi olmayan birini ‘sözcü’ seçmek hata

Sorumluların ilk anda tanımlanmaması dışında başka neler sizi rahatsız etti?

-Dümdüz, duygu ifadesi olmayan birini sözcü olarak seçmek. Bence hata. Bakanın yüzüne dikkat edin, dümdüzdü. Hiçbir duygu ifadesi yok konuşurken. Bence o kadar ötekileştiriyor ki. Yapılan konuşmalar da ötekileştiriciydi. “Bu işin sorumluları biziz” demek gerekiyor. Böyle denmediği zaman toplumsal yarılma devam edecektir. Ve tabii en baştaki kişinin yas evine gidip kavga çıkarmaması gerekiyordu.

O edilen laflar, insan psikolojisinden anlamadıkları için mi?

-Bu işin psikolojiyle alakası yok! Bu bir politik tutum. Gezi’de de Soma’da da hükümetin tutumunu psikolojiyle açıklamaya kalkmak yanlış olur. Başbakan net bir tutum alıyor. Kendi blogunu sağlam tutmakla ilgili oraya mesaj veriyor. Gözden çıkardığı bir blok var. Ve toplumu ortadan yarıyor. Babalık filan da yapmıyor. Hiç öyle Freudyen yorumlara da prim vermeyin.

Bilinçli tavır yani…

-Elbette. Öyle şeker krizi falan da değil.

Cinnet değil! Olan bitenle başa çıkmaya çalışıyoruz

Havada, suda, toprakta, insanda öfke birikiyor değil mi?

-Evet.

Hayatımıza devam edebilmek için ‘gönüllü körlük’ gibi bir şey mi yaşıyoruz?

-Evrimsel olarak en önemli özelliklerimizden biri. Yoksa hayatta kalamazdık. Zaman zaman hepimiz başvuruyoruz.

Biz artık görmemeye ve ‘mutluymuş gibi’ yapmaya mı çalışıyoruz?

-Hayır. Artık duygu hissetmiyoruz. ‘Künt’leşiyoruz. Sonra da bir kırılma olduğunda acı, öfke, toplu olarak bir yere kanalize oluyor. Linç olayları işte böyle gerçekleşiyor.

Biz toplumca cinnet mi geçiriyoruz?

-Hayır, olan bitenle başa çıkmaya çalışıyoruz!

Sizce Başbakan’ın ruh hali nasıl? Onun öfkesini nasıl açıklıyorsunuz?

-Öfkeli değil ki o. Politik bir tutum, bilinçli bir tercih. Başbakan Süleyman Demirel’den sonra bu ülkeye gelmiş, kendi tutumunu yönetebilen en önemli politik liderlerden biri.

Tokat atması bile öfke patlaması değil mi?

-Hayır. Kasımpaşa tavrı bu. Oradaki neyse buraya geliyor.

Tanrı yanlış anlayacaksa orada bir yanlış vardır!

Herkes geldi, gitti, taziyelerini sundu. “Aman isyan etmeyin, aman yapmayın, şirk koşmaktır” dediler, gittiler. Öfkeli olan birine, “Şirk koşmak” deyince, “Şirkini de koşarım onu da koşarım” diyor tabii. Bırak koşsun! Tanrı bunu yanlış anlamaz ki. Tanrı yanlış anlayacaksa orada bir yanlış vardır. Canı yanan birini anlamamak diye bir lüks olamaz. Böyle bir şey yok. Haksız olabilir, söylediği şeyin hiçbir tutar yanı olmayabilir. Ama o çok acılı, onu anlayacaksın! Girdiğim bir evde, gelin kendini kilitlemişti çünkü eşini kaybetmiş, “Yukarıda n’olur git yanına” dediler. Bir kadın meslektaşımla gittim. “Merhaba, nasılsın?” dedim. “Nasıl olacağım? İyi mi olacağım!” diye bağırdı. Ben de, “Ben de zaten buraya iyi olma demeye geldim!” dedim. “Nasıl yani?” dedi. “Şimdi herkes sana iyi ol diyordur. Ben tersini söylemeye geldim. Bağır, çağır, küfretmek istiyorsan küfret!” Öyle deyince bir rahatladı. “Gel otur” dedi. Biraz konuştuk. Sonra bütün aileyi topladım. Neden gelinin ağlaması gerektiğini anlattım. “Güçlü olması gereken birisi varsa sizsiniz, o ağlayacak, feryat figan edecek. Kime, nereye gerekiyorsa küfür de edecek. Susturmayacaksınız onu…” dedim.

IBRAHIM-EKE-4

300 ÖLÜ AZ MI?

Madende 1200 kişi vardı. Hikâye 750 ölüyle başladı. 300’e herkes fit oldu. Çok ciddi bir algı yönetimidir bu. Çok akıllıca. 750 ölüden başlayıp da 300 ölüyle noktalanınca beklenenin azı oluyor… 300 ölü yahu, nesi az! Bu algı yönetiminin kesinlikle küçümsenmemesi gerekiyor. Politik dildeki narsizm, kendini beğenmişlik çok büyük güç sağlıyor. Gerçekten bu işe kafa yoran, tarihi, süreci bilen, toplumsal ayrışmanın, sosyal, psikolojik vesaire farkında olan bir yönetim biçimi var ortada. Bunu sadece ekonomik ya da psikolojik olarak anlatmak, körün fili tarif etmesi gibi bir şey…

Kendinizi korumak için RUTİNLERİNİZE SARILIN

Bazıları diyor ki, “Her şey o kadar üstüme geliyor ki, televizyon seyretmek istemiyorum!” Bazıları da onları kayıtsız kalmakla suçluyor…

– Her şeyi göğüslemek zorunda değiliz. Fazla geliyorsa televizyon açmayın. Koruyun kendinizi. Bilgiyi almakla, bilgiye esir olmak arasında fark var. Olaydan sonra, dört saat arayla televizyon izlesen ne olur, ölü sayısı 17’den 19’a çıkmış oluyor. Önünde oturman gerekmiyor!

İnsanlar kendilerini nasıl korumalılar?

-Kendimize özen göstermemiz gerekiyor. Bir şeye ne kadar çok maruz kalırsak, o kadar ajite olmuyoruz. Tam tersine bir süre sonra duyarsızlaşabiliyoruz da. Kendimizi koruyabilmemizin, sakin kalabilmemizin en önemli yollarından biri rutinlerimiz. Onları aksatmayalım, onlara sarılalım. Bu demek değil ki felaket günü git eğlen, dört gün sonra düğün yap. Yemekler düzenli yenecek, uyku düzgün uyunacak ve mutlaka spor yapılacak. Fizyolojik yapıyı sağlam tutmadığımız zaman duygu sağlığı da kayboluyor. Herhangi bir kriz olduğunda fiziksel aktivite kesilir. Bilgi kanalları karmaşaya döner. Duygular öfkeye kilitlenir. İnançlar körleşir. Kendi kaynaklarımızı güçlü tutmak zorundayız. Oğlum Sinan ve köpeğim Hector’la gezmek, boğuşmak, oynamak, bisiklete binmek, koşmak bana acayip iyi geliyor. Bunlar, dünya yıkılsa yapmaktan vazgeçmeyeceğim şeyler. O yüzden rutinlerimize sıkı sıkı sarılalım.

Fotoğraf:Emre YUNUSOĞLU

Yorum Bırak