İşte karşınızda lüks sokak giyim markası Les Benjamins’in kurucusu Bünyamin Aydın


Sizi, bugün, sıfırdan bir dünya markası yaratan çooook başarılı genç bi Türk girişimciyiyle tanıştırmak istiyorum: Bünyamin Aydın
… 
Markasının adı; Les Benjamins. Belki çoğunuz biliyorsunuzdur, ben Alya sayesinde tanıştım Les Benjamins’le:)) Alya ölüp, bitiyor!!!
.
Bünyamin, 19 yaşında hayal etmeye başladığı markasını, 27 yaşında kuruyor. Tüm detaylarıyla kendisi ilgileniyor, deliler gibi emek veriyoo… Veeee Les Benjamins, şimdi dünyaca ünlü bi lüks sokak giyim markası!!! Bravooo… Bravooo… Hikayesi olan markalara ve işini tutkuyla yapan insanlara bayılıyorum. Bünyamin de onlardan biri…
.
Ben aslında, Les Benjamins’i bi Fransız sanıyordum. Meğer değilmiş! Bildiğimiz Bünyamin :))) Fransa’da Benjamen, İtalya’da Benyamino, İngiltere’de Benjamin, Türkiye’de Bünyamin… Her ülkede, her kültürde bir Bünyamin var yani! Hem Doğu’yu hem Batı’yı temsil ediyor. İki dünyayı da birleştiriyor. ‘Markamın DNA’sı da ismim gibi. Her iki dünyada da yeri var ama herkes istediği gibi okuyor’ diyor Bünyamin.
.
Les Benjamins, geçtiğimiz günlerde Dubai’de nefis bi mağaza açtı. İstanbul’daki üçüncü mağazasını da geçen hafta Bağdat Caddesi’nde açtı… Ben de bu vesileyle Bünyamin’le buluştum, markasının doğuş hikayesini ve nasıl dünya markası olduğunu konuştum. Çok iyi bi gözlemci Benji:))) Sosyolog gibi bi adam. Tatlı, samimi, meraklı ve müthiş vizyoner. Henüz 32 yaşında. Çok daha büyük başarılara imza atacağına hiç şüphe yok. Yolu açık olsunnm!!!
.
Şimdi sözü Bünyamin‘e bırakıyorum…

BÜNYAMİN NASIL LES BENJAMINS OLDU?

Les Benjamins İstanbul’daki üçüncü mağazasını Bağdat Caddesi’nde açtı

Ben uzun süre, “Les Benjamins”i bir Fransız markası sanıyordum… Oysa, sen bildiğimiz Bünyamin’mişsin! Bünyamin ismiyle alıp veremediğin ne vardı? Ü’lere mi taktın?
-(Gülüyor) Hepsi aynı aslında! Fransa’da Benjamen, İtalya’da Benyamino, İngiltere’de Benjamin, Türkiye’de Bünyamin… Her ülkede, her kültürde bir Bünyamin var. Almanya’da doğdum ben. Hayatımın büyük bir kısmı yurt dışında geçti. O yüzden annem, her kültüre uyacak bir isim seçmek istemiş. İyi ki de öyle yapmış. Çok seviyorum ismimi. Hem Doğu’yu hem Batı’yı temsil ediyor. İki dünyayı da birleştiriyor. Markamın DNA’sı da ismim gibi. Her iki dünyada da yeri var ama herkes istediği gibi okuyor.

Peki yurt dışında sana adını sorduklarında sen ne diyorsun?
-Bana herkes “Benji” diyor! Bünyamin zor geliyor galiba. Almanya’da doğdum, liseyi İsviçre’de okudum. İtalyanlar bana “Benyamino” diyordu. Fransızlar “Benjamen”, Amerikan hocalarım ise “Benjamin”… Sonra düzeltmekten vazgeçtim. Kim nasıl istiyorsa, öyle söylesin. Ben hepsiyim. Bünyamin sıcak bir isim. Ben de ismim gibiyim. Markam da bana benziyor. Ben hem Doğu’yum, hem Batı. Ve herkes, benim markamda kendi kültürüne yakın bir şeyler buluyor.

27 YAŞINDA MARKAMI KURDUM. AMA 19 YAŞINDAN BERİ BU MARKANIN HAYALİNİ YAŞIYORUM

Başına “Les” koyunca daha mı havalı oluyor?
-Yok ya. Hiç öyle dertlerim yok. Olduğum gibiyim ben. Ne görüyorsan o. Oyunlarım yok. Aslında “Benjamins” koyacaktım. Ama Amerika’da bu isimde bir rock grubu var, patentliydi alamadım. En sevdiğim şehir Paris, e bir de modanın merkezi, o yüzden “Les Benjamins” yaptım.

Sen stratejilerle mi, iç sesinle mi ilerleyen bir adamsın?
-Kesinlikle iç ses! Bu markayı yaratırken kendi değerlerim yansısın istedim. 27 yaşında markamı kurdum. Ama 19 yaşından beri bu markanın hayalini yaşıyorum. Ortaokuldayken, Yohji Yamamoto, Hiroshi Fujiwara gibi tasarımcılara hayrandım. Almanya’da yaşıyordum ama Japon kültürüne aşıktım. Çocukluğumda anime çizimler yapıyordum. Japon kart oyunlarına bayılıyordum.

Nedir Japon tasarımcılarda seni etkileyen?
-Yohji Yamamoto’dan örnek vereyim. Bence sokak giyimin Godfather’ı. Terzi kumaş kullanıp, spordan esinlenen pantolonlar ve üstler tasarlıyordu. Ben o dar İtalyan terzi giyimini hiç beğenmem tarz olarak. Yamamoto, kendi kültüründen esinlenen bir tasarımcı. Samuray silüetlerinden mesela. “Yohji Yamamoto, Japonya’da kendi kültüründen esinlenip, Doğu ve Batı’yı birleştiriyorsa, ben de bunun benzerini Türkiye’de yapabilirim” dedim. Benim Doğu silüetlerim; Şalvarlar, kaftanlar… Ama Doğu derken, sadece Türkiye’nin doğusu değil. Bütün Doğu kültürleri… Uzakdoğu, Yakın Doğu, Ortadoğu… Şimdiki mesela Marakeş’le ilgili bir koleksiyon. Oradaki birtakım şeylerden esinlenip, onu Batı’nın sokak kültürüyle harmanlıyorum.

İSTEDİĞİN KADAR ÜNLÜ OL, BAŞARILI OL, HEP O İÇİNDEN ÇIKTIĞIN MAHALLEYE GERİ DÖNÜYORSUN

Amaç hep sokak giyimi tasarlamak mı?
-Evet. Çünkü ben öyle yetiştim. Çocukluğumda Heavy Metal dinliyordum. Iron Maiden, Mega Dad, System of a Down… Lise sonla doğru hiphop ile tanıştım. Sonra beni aldı götürdü. Hiphop kültürü aslında sadece müzik değil, bir mahalleye ait oluyorsun. Doğduğun, içinden çıktığın kültür orası. İstediğin kadar ünlü ol, başarılı ol, hep o mahalleye geri dönüyorsun. Mesela çok ünlü hiphop’çılar, hala şarkılarının bir yerinde, “Brooklyn!” diye bağırır. Benim ilgimi çekiyor bunlar. Hiphop, derin bir şey aslında. Çünkü sokaktaki zorlukları anlatıyor, dertleri, sıkıntılarını anlatıyor. Sürekli bir mücadele var. Ben de içinde mücadele olan, gerçek şeyleri seviyorum.

Arkadaki beyin sen misin? Yoksa sen yaratıcı olansın da bunlara başkası mı karar veriyor?
-Tamamen benim. Ama şöyle bir avantajım vardı. Ailem tekstil sektöründeydi. Dolayısıyla, giyim ve moda her zaman hayatımın merkezindeydi. Yani tasarımdan üretime kadar benim tüm detaylara ve aşamalara dair bilgi birikimim vardı. Lise yıllarımda da fotoğrafçılık, mimari, müzik ve edebiyat gibi kreatif alanlarla ilgilenmeye başladım. Sonunda da hepsi birleşti, 2011 yılında markamı kurdum. Önce sadece tişört yaparak başladım. Şimdi ne mutlu ki hem kadın hem erkek full koleksiyon çıkartan, tüm dünyada adını duyuran bir Türk markası haline geldik.

“Global bir marka yaratacağım!” diye mi yola çıktın?
-Evet. Çünkü 18-19 yaşında şunu fark ettim. Benim var olmak istediğim segmentte, yani lüks sokak giyiminde, dünyada Türk markaları yoktu. Haute couture markalar vardı, çok yetenekli tasarımcılarımız. Ama sokak giyimde pek bir şey yoktu. Ya çok “mass” oluyor ya çok “lüks.” Arası yoktu. Ben işte o boşluğu doldurmaya çalıştım. Bizim büyümemizle, sokak giyim sektörü de büyüdü. İnsanlar bana çok soruyor, “Sokak giyimini nasıl araştırıp buldun?” diye. Araştırmama gerek yok ki. Ben oydum zaten.

MAHALLELİ OLMAK, BİR TOPLULUK OLMAK… SUNDUĞUM YAŞAM DENEYİMİ BU

Sadece bir moda tekstil yatırımı değil, bir yaşam stili ve deneyimi sunan bir Türk markası” olarak tanımlıyorsun Les Benjamins’i… Ne tür bir yaşam deneyimi bu?
-Mahalleli olmak. Bir topluluk olmak. Ben Les Benjamins’ten alışveriş yapan herkese, bu topluluğun üyesi olarak bakıyorum. Zaten öyle olmasa bu kadar büyüyemezdim. Çünkü birbirimize destek oluyoruz, sahip çıkıyoruz. Şu an bir discord kanalımız var, orası gençlerle dolu. Muhabbet ediyoruz, Z kuşağı gençlerle. Ağırlıklı olarak da Türk gençleri. Oradan konuşuyoruz, Instagram DM’den konuşuyoruz. Workshop’lar yapıyoruz, buluşmalar düzenliyoruz. Ben edindiğim bilgileri aktarıyorum. Sokak giyim kültürünü, birlikte daha da geliştirmeye çalışıyoruz. Birileri, sahte Les Benjamins’ler yapınca, bana hemen screenshot’lar geliyor topluluktan.

Bozuluyor musun onlara?
-Yok hayır. Gülüyorum. Türk, Türk’ü kopyalamamalı. Bu, bir ilk galiba.

HEP ŞU DUYGU ESAS: “BUNDAN DAHA İYİSİNİ NASIL YAPABİLİRİM?” SÜREKLİ ARAŞTIRMA VE SORGULAMA HALİNDEYİM

Gerçekten sıkı bir başarıya imza attın… Boru değil, bir dünya markası yarattın! Bunu yapabilen çok az kişi var. Günden güne de büyüyorsun… Son olarak Dubai’de çok şık bir dükkan açtın. Şimdi de Bağdat Caddesi, Suadiye… Nasıl hissediyorsun kendini?
-Tabii ki mutluyum, heyecan da var. Ama hep şu duygu esas: “Bundan daha iyisini nasıl yapabilirim?” Eksik bir şey var mı? Sürekli araştırma ve sorgulama halindeyim. Mükemmeliyetçi bir tarafım da var. Acaba bu renk mi yapsaydım, şöyle mi yapsaydım?

ALMANYA’DA, DAHA ÇOK ALMANLARIN YAŞADIĞI BİR SOKAKTA BÜYÜDÜM. ORADAKİ “DOĞU” BENDİM. AMA EVDEN ÇIKINCA “BATI”LI GİBİ DAVRANMAN İSTENİYORDU. SONRA EVE DÖNÜYORDUM, İÇERİDE MANTI AÇILIYORDU!!!

Doğru mu anlıyorum. Tasarımlarında kullandığın tema Doğu, ama her yerin doğusu… Onu Batı’yla harmanlıyorsun…
-Aynen öyle! Uzakdoğu da olabilir, Hindistan da… Moğolistan’la ilgili bir koleksiyon da yaptım mesela. Kartal avcılığıyla ilgili… Ama Berlin’in de doğusu var. Hikâyeyi çok geliştirebilirsin yani. Aslında doğu-batı her yerde var. Aslında ‘düalite’ sözünü ettiğim, ikililik… Ben Almanya’da doğup büyüdüm. Daha çok Almanların yaşadığı bir sokakta. Oradaki “Doğu” bendim. Ama evden çıkınca “Batı”lı gibi davranman isteniyordu. Anaokuluna gidiyordum Alman gibi oluyordum. Sonra eve dönüyordum, içeride mantı açılıyordu! Ben hep hem Doğu hem Batı oldum. Benden çıkan marka da Les Benjamins oldu!

YAŞIN HİÇBİR ÖNEMİ YOK! HERKES BEĞENDİĞİNİ ALIP, GİYSİN

Les Benjamins daha çok hangi yaş grubuna hitap ediyor?
-Bence öyle bir şey kalmadı! Artık herkese hitap edebiliyorsun. Çünkü giyim, ruhsal yaşınla ilgili. 14-15 yaşında bir gencin giydiğiyle, 60-70 yaşında birinin giydiği arasında bir farkı yok. Benim için giyimin, kadını erkeği de yok. Oradaki silüet önemli. Sadece “moda alım takvimleri”ne uymak zorunda kaldığımız için, erkek- kadın koleksiyonu yapıyoruz. Yoksa gerçekten yaşın hiçbir önemi yok. Herkes beğendiğini alıp giysin.

BENİMKİ SÜREKLİ HİÇBİR YERE AİT OLMAMA DURUMU

Şu hikâyeni bir en başından anlatsana…
– Almanya’da, Düsseldorf’a 15 dakika uzaklıkta bir yerde doğdum: Neuss. 11 yaşına kadar eğitimimi orada tamamladım. Doğru dürüst Türkçe bile konuşamıyordum, sonra İstanbul’a taşındık. Alman lisesinde okudum. Ama ben Alman tarafındaydım. Herkes doğal olarak Almandı, tek sarışın olmayan bendim! Yine o tezatlık vardı! Sürekli kontrastlar yaşadım. Sürekli hiçbir yere ait olmama durumu. Sonra ailem beni İsviçre’de bir yatılı okula gönderdi. Daha sonra üniversite dönemi geldi.

ÜÇ ÜNİVERSİTEYE GİTTİM… ÜÇÜNÜ DE YARIM BIRAKTIM

Üç üniversiteye başlayıp, bitirmemeyi nasıl başardın?
-Valla öyle işte! İsviçre’de liseyi bitirdim, İstanbul’a döndüm. Bir yıl Bahçeşehir Üniversitesi’nde işletme okudum. Çünkü annem ve babam, “business oku” diye tutturdu. Sarmadı, 1 yıl sonra bıraktım. Derken, Cenevre’de uluslararası ilişkiler okumaya gittim, 6 ay orada sonra onu da bıraktım. İstanbul’a geri döndüm, Bilgi Üniversitesi’nde reklamcılık okumaya başladım, 6 ay sonra onu da bıraktım. Hatta reklamcılık dönemimde, bir hocamız marka hikâyesi sunmamızı istedi. Benim markam vardı zaten. Projemi anlattım. Les Benjamins’i anlattım. “Bu çocuğa dikkat edin! Bir dünya markası yaratacak!” dedi. Ertesi gün anneme dedim ki, “Ben okulu bırakıyorum, markama odaklanacağım!” Annem delirdi tabii. “Üniversiteyi bitireceksin” dedi, onu dinlemedim.

Hoca sana gaz verdi yani…

-Okulu bırakmamı istemedi ama evet, istemeden gaz verdi. Okula devam etmedim, şirketi o yıl kurdum.


Neyine güveniyordun?
-Bilmiyorum ki. İçimdeki hisse belki. Ben modayı hep çok sevdim, takip ettim. Giysilerin arkasındaki hikâyeyi bildim. Tasarımların arkasında bir felsefe, bir yaşam tarzı var. Ben mesela tek bir ceket alabilmek için İtalya’ya gittiğimi biliyorum. Böyle bir tutku. Kiss grubu var ya. Bir ceket yapmışlardı, dilli bir blazer, kafayı ona takmıştım. Sırf o ceketi almak için, İtalya’ya gittim.

19 YAŞINDAYKEN 30 TİŞÖRT TASARLADIM… BERLİN’E FUARA GİTTİM VE HARRODS SİPARİŞ GEÇTİ

Annen kıyameti kopardı ama sen devam ettin, şirketini kurdun… Sonra?
-19 yaşındaydım, 30 tişört tasarladım. Berlin’de bir fuara katıldım. Ve o fuarda, Harrods sipariş geçti. Japonya’daki bir marka da… Bir de çok iyi bir Amerikan mağazası…

Milyonlarca insan tişört tasarlıyor niye seninkiler?
-Belki genç olduğum için. “19 yaşında biri, bir şey yapıyor, gel bunu destekleyelim!” demiş olabilirler. Ya da gerçekten tasarımlarımı beğendiler. Bizzat stantta duruyor, tişörtlerin arkasındaki hikâyeyi anlatıyordum. Ama o zaman da tişörtlerim farklıydı. Kolajlıydı, kolajların üzerinde de sırf baskı değil, nakışlar vardı. Göze çarpıyordu. Alıcılar muhtemelen “Ben bunları iyi satarım” diye bakıyordu.

SADECE TİŞÖRTLE SINIRLI KALMAK İSTEMİYORDUM
O yüzden hemen kadın-erkek hazır giyim koleksiyonu tasarladım

Sonraki kırılma noktaların…
-Önce Harrods’a girmem. Annem şok oldu. Bütün aile dostlarımıza yayıldı, “Bünyamin Harrods’a girdi” diye. Ben kendime inanıyordum, onlar da inanmaya başladı. Ondan sonraki kırılma anı, muhtemelen ilk defilem… Defilemi, İstanbul’da Mercedes Benz Fashion Week’te gerçekleştirdim. Adım tişörtçü çocuğa çıkmıştı. Herkes Bünyamin tişört tasarlıyor diyordu. Oysa ben, sadece tişörtle sınırlı kalmak istemiyordum. Hemen bir hazır giyim koleksiyonu hazırladım kadın ve erkek. Orada full look tasarlamaya başladım. Gömlekler, ceketler, deriler, şunlar, bunlar… İstedim ki insanlar bana “Moda tasarımcısı Bünyamin” desin. İşte o defile, bu işe yaradı. İkinci kırılma noktası o defile.

NIKE’A AYAKKABI TASARLAYAN İLK TÜRK OLDUM

Sonra?
-Üçüncü kırılma noktası: Milano’daki ilk defilem. Aynı zamanda yurt dışındaki ilk defilem. Orada “Batı’nın punk’ı” diye bir koleksiyon yaptım. Punk akımıyla, Batı’yı birleştirdim. Kaftanlar yaptım, ipek halılar kullandım. Full ipek halı desenli ceketler… Mankenler tamamen dövmeli falan. 2015’ti galiba. O defileden hemen sonra Nike bana geldi. Dördüncü kırılma noktam o. “Yaptığın tasarımları yakından takip ediyoruz. Sen akım değiştiriyorsun. Biz senin, tüm dünyadan seçtiğimiz 12 tasarımcıdan biri olmanı istiyoruz” dediler. 2017 Ocak’tı. Bayılarak kabul ettim. Nike’a ayakkabı tasarlayan ilk Türk oldum. Ve o beni, dünyada farklı bir seviyeye götürdü. Çünkü Bünyamin artık sadece bir moda tasarımcısı değil, sneaker tasarımcısı da oldu. Bunun üzerine ciddi spor markalarından talep gelmeye başladı. Nike’a bir tasarım daha yaptım. Bir Air Max one tasarladım. Sonra Puma geldi. Les Benjamins x Puma koleksiyonu çıktı. 2018’di sanırım. Full look yaptım onlara. Derken Nişantaşı’nda ilk mağazamı açtım. Pandemiye girer girmez Tokyo’da bir defile yaptım. O defileden sonra da yatırım aldım. Sabancı Ailesi, ‘Family Office’ olarak yatırım yaptılar. Aile fonu gibi. Şimdi de tüm dünyada mağazalaşmaya gidiyoruz… İlk uluslararası mağazamız Dubai’de açıldı. Geçen yıl Aralık’ta. Hermes’in yanında. Şimdi de Bağdat Caddesi’nde bir mağaza açtık.

GENÇLER! KENDİNİZE İNANIN… ETRAFINIZDAN ETKİLENMEYİN
HERKES SİZİ AŞAĞI ÇEKMEYE ÇALIŞACAK! KULAĞINIZI TIKAYIN, YOLA DEVAM

HAYALLERİNİZİN PEŞİNDEN KOŞUN

Gençlere ne tavsiye edersin?
-Kendinize inan… Etrafınızdan etkilenmeyin. Çünkü herkes sizi aşağı çekmeye çalışacak! “Yapma, etme, yapamazsın, yapıldı bile!” diyecekler. Acı ama bizim ülkemiz böyle. “Daha önce birisi yaptıysa, sen daha iyisini yaparsın!” demeliyiz. Ama ne yazık ki, “Yapma!” diyoruz. Ben de gençlere tersini söylüyorum: “Yapın! Hayallerinizin peşinden koşun!”

KÖTÜ SATICIYIMDIR AMA DOĞRU EKİBİ KURMAYI BİLİYORUM

Senin kafan tasarıma eriyor ama belli ki ticarete de eriyor…
-Yok, orada çok kötüyüm. Ben sadece doğru ekibi kurmayı iyi biliyorum. İnsanları iyi hissedebiliyorum. Ekibimdeki herkes kendi alanında çok iyi. Çok önemli bir şey, doğru ekibi kurmak. Ben mesela en kötü satıcıyımdır. Ticari konularda bayağı kötüyüm. Yapamıyorum. Ama yapabilen insanlarla çalışıyorum.

Nasıl buluyorsun onları?
-His. “Markayı doğru anlatabiliyor mu?”, “Markayı yaşıyor mu?” bunlara bakıyorum. Aslında tutku her şeyden önemli. Tutku var mı, gözleri parlıyorum ürünü anlatırken, bunlar çok önemli. Yanlış insanlarla da çalıştım. Zamanla doğruları buluyorsun.

SIRADA AVRUPA’DA BİR BAYRAK MAĞAZA AÇMAK VAR

Bir sonraki hedefin ne?
-Avrupa’da bir bayrak mağaza açmak. Bu Londra olabilir, Paris olabilir, Milano olabilir, Berlin olabilir.

Sen moda tasarımcısının ötesisin sanki… Yaptığın işi nasıl tanımlıyorsun?
-Kültürel bir akım yaratıyor olabilirim. Moda, sosyoloji, ekonomi ve politikayla çok yakın. Çünkü insana dokunuyorsun. Dünyadaki sıkıntılardan esinlenip bir şey tasarlıyorsun.

Corona’yla, konfor giyime gittik…
-Doğru. Ama şimdi sert bir geçişle, insanlar artık parti giyimlerine dönecek. Blazer’lar patlayacak. Çünkü rahat giyiminden de sıkıldı insanlar. Herkes artık kendini göstermek isteyecek. O yüzden bir baby tee’ler yaptık, onlar bayağı dar. Çok seviyor gençler. Ama şu an öyle bir akım var ki, her şeyi karıştırabiliyorsun. Çok feminen bir elbisenin altına bir sneaker giydiğin zaman üzerine bomber ceket atınca olay değişiyor. Herkes her şeyi istediği gibi harmanlayabiliyor.

BENİ EN ÇOK LES BENJAMINS TOPLULUK ÜYELERİYLE İLETİŞİMDE OLMAK HEYECANLANDIRIYOR… İLHAM VERİYORLAR BANA!!!

Seni, yaptığın işin en çok nesi heyecanlandırıyor?
-Topluluk kısmı, iletişimde olmak. Özellikle discord kanalında Les Benjamins topluluk üyeleriyle konuşmayı çok seviyorum. Onlar bana ilham veriyor, ben de onlara.

Ne diyor onlar?
-Mesela birisi logo tasarlıyor, “Abi nasıl olmuş?” diyor. Biri evindeki bir halısını paylaşıyor. Ben de halılarımı paylaşıyorum. O sneaker’ını paylaşıyor, “Bende de bu snekaerlar var” diyorum. “Yeni bir sanatçıdan şöyle bir parça çıktı” diyor, onu dinliyorum. Bana ilham veriyor. İnsanlardan müzikten ilham alıyorum. Mesela ben tasarım yaparken müziksiz çalışamam.

MÜTHİŞ BİR DÜNYA! HER HALININ, HER KİLİMİN ORTASINDA BİR HİKÂYE VAR. UŞAK’A GİDİP BU HİKÂYELERİ ARAŞTIRMAYA BAYILIYORUM

Bu kilim fikri nereden çıktı?
-Babam koleksiyonerdi. Kilim ve halı topluyordu. Bir gün Kapalıçarşı’ya gittim markayı kurmadan. Merak ediyordum, neden insanlar dünyanın her yerinden gelip kilim alıyor? Müthiş bir dünya orası! Her halının tasarımı, bir hikâye anlatıyor aslında. Halının da kilimin de ortasında bir hikâye var. Çiçekler genelde birinin bahçesi oluyor. O hikâyeleri araştırmaya başladım. Nike ve Spor Bakanlığı’yla ortak bir proje olmuştu. Tokyo 2020’nin bütün giysilerini tasarladım. Sonra yine Nike ve Tokyo 2022 için bir iki logo daha tasarladım. Uşak’a gittim o dönem. O logoları Anadolu kilimlerden esinlenip tasarladım. Çok hoşuma gidiyor Uşak’a gideyim, bir hafta kalayım, oradaki yerli insanlarla kilim konuşayım. En sevdiğim şey diyebilirim. Halı dediğin, çok global bir şey. Hatta diyebilirim ki, ülkemizden çıkmış en global ürün. Ben de onu sahiplendim. Nasıl Prada’nın kırmızı çizgisini görüyorsun “Prada” diyorsun, Valentino’nun bir kamuflajı var, “bu Valentino” diyorsun. Les Benjamins’i gördüğünde de, halı kilim deseni görüyorsun “Les Benjamins” diyorsun. O algıyı oluşturmaya çalıştım.

KARIM LAMİA, BİZİM KADIN TASARIMININ BAŞINDA

Karına duyduğun aşk mı daha fazla yoksa bu işi yaparken duyduğun heyecan mı?
-Karıma daha çok. Lamia da bizim kadın tasarımının başında. Aynı dili konuşabildiğim biri. Hem birlikte üretebiliyoruz hem de eğlenebiliyoruz. O da Lübnan’da moda tasarımı okudu.

Tasarım, birden mi aklına gelir?
-Yok bir süreç o. Görseller topluyorum. Mood board’lar yapıyorum. Vintage mağazalara gidip eski kalıpları araştırıyorum, ürünler topluyorum. Sonra çorba gibi hepsini atıp, karıştırıyorum.

Sana “Sabancı yatırımıyla yükselişe geçti” diyenlere, verecek cevabın nedir?
-Yükselişe geçtiğim için Sabancı geldi, yoksa zaten gelmezdi! İtalya’da, Off White da yatırım aldı. Herkes alıyor, bir tane moda tasarımcı gösterin yatırımcı almayan…

KİLOYLA ÇOK DERDİM YOK İNCE OLMAYI İSTEMEM AMA BİRAZ DAHA FİT OLABİLİRİM

Tam sokak olandan farkınız ne?
-Daha lüksüz. Daha doğrusu şu: Lüks markaların kumaşları ve hikâye anlatımıyla, sokak giyimini birleştiriyoruz. Ortaya hibrid bir yapı çıkıyor. Louis Vuitton ile Supreme birleştirdiğinde ortaya çıkan şey gibi.

Ailenle olmayı çok seviyorsun. Ne yapıyorsunuz birlikte?
-Pazarları annemin evinde buluşuyoruz. Kahvaltı-öğle yemekleri filan yapıyoruz. Kart oynuyoruz, Monopoly gibi kutu oyunları… Goal game’ler… Biz eşimle de kart oyunları seviyoruz UNO mesela.

Kulüplere gidelim filan…
-Yok hiç sevmem. Etkinlik açmaz beni. Sıkılıyorum.

İncecik bir adam olayım gibi dertlerin var mı?
-Kiloyla çok derdim yok. İnce olmayı istemem ama biraz daha fit olabilirim. Sağlığım için bir 20-30 kilo daha versem iyi olacak. 8-10 kilo verdim aslında. 125’tim, şu an 115’im.

LES BENJAMİNS GENÇLERE BIRAKABİLECEĞİM BİR MARKA OLSUN İSTİYORUM

Gelecek hayallerinden biri, İstanbul’da, gençlere yönelik büyük bir Les Benjamins köprüsü kurmakmış. Nasıl bir şey anlatsana…
-Gençlerin, kendilerini özgür ve yaratıcı hissedecekleri bir yer olsun istiyorum. Şu anki ofisimiz öyle. Herkes istediği gibi giyinebiliyor. İstediği gibi kendini ifade edebiliyor. Bazı şirketlerde, insanlar işe sakallarıyla gidemiyor. Dövme mövme gösteremiyor. Biz de hiç öyle sınırlamalar yok. Les Benjamins benden sonra gençlere bırakabileceğim bir marka olsun istiyorum. Yaptığım koleksiyonların arşivini tutuyorum. Gençlerin özgür olabileceği, kendilerini ifade edebileceği bir marka bu. “Gel burada çalış, beraber büyütelim markayı. Gel burada çalış, sonra kendi markanı kur.” Tüm bunlara açığım…

Yorum Bırak