Huzurlarınızda Dansfabrika’nın kurucusu Ömer Yeşilbaş: Ben yaptım sen de yapabilirsin

Ömer Yeşilbaş…Onu hepimiz, bir dans yarışmasında birinci olmasıyla tanıdık. Yeteneğiyle, cesaretiyle hepimizi etkiledi. Dansa uzak bir kültürde, bi gecekondu mahallesinde başlayan hikayesi, şimdi birçok gence örnek olmuş durumda.
.
Kurduğu Dansfabrika’yla dansın gerçek bir meslek olarak kabul edilmesi için uğraş veriyor Ömer. Hatta Türkiye’nin ilk dans cast ajansı çalışmalarını da bir yandan sürdürüyor. Geçtiğimiz günlerde de tüm dünyadan başarılı dansçı ve koreografların katılımıyla Antalya’da bi dans kampı düzenledi. Pek çok ilke imza atıyor…
.
Şimdi ise yepyeni bir projenin yüzlerinden biri olarak karşımızda. Doritos’un Toplum Gönüllüleri (TOG) ile hayata geçirdiği Bicesaret projesi, gençlerin yeni ve cesur meslekleri seçerek hayallerinin peşinden koşabileceklerini anlatıyor. Ömer gibi farklı yeni ve cesur meslek kollarından rol modellerle, özgüvenli olmalarını aşılıyor. Son olarak da yine gençlerin hayal meslek projelerini kitlesel fonlama platformu Fongogo sayesinde milyonlara duyurmalarına imkan sağlıyor.
.
Cesur ve yeni olan her şeyi destekliyorum!!! Özellikle gençlerin meslek seçimlerinde yeniliklerden ve denemelerden kaçınmamalarını çok önemli buluyorum. İşte o yüzden, Ömer Yeşilbaş’ın dans yolculuğunda başından geçenleri ve zorlukları aşma gücünü çok çok takdir ediyorum.
.
Röportajın birinci bölümünde Ömer’in İzmir’de müzik bile olmadan dans etmeyi öğrenme hikayesine eşlik edeceksiniz. ‘Ben yaptıysam herkes yapar’ diyor Ömer. Onun müthiş azmini gelin birlikte okuyalım.

GENÇLERE BİR NEBZE OLSUN CESARET VEREBİLİYORSAM NE MUTLU BANA

Seni tebrik ediyorum. Dansa yepyeni bir soluk getirdin. Dansfabrika’nın kurucususun, eğitmenisin, koreografısın, dansçısısın. Cesur ve yenilikçisin. Müthiş enerjiksin. Peki sen kendini nasıl tanımlıyorsun?
– Teşekkür ederim güzel sözlerin için. İnsanın kendini tanımlaması kolay değil. Ne siyahım ne beyazım. Ne yukarıyım ne aşağıyım. Ne sağım ne solum. Hatta ne kadınım ne erkeğim. Kendimi cinsiyetsiz hissettiğimi bile söyleyebilirim. Bir hayat içinde pek çok hayat yaşadım. Defalarca sıfırdan başlamak zorunda kaldım. Şu geldiğimiz noktada, kendi hikayemle gençlere “Ben yaptım, sen de yapabilirsin!” diyebiliyorsam, bir nebze olsun cesaret verebiliyorsam ne mutlu bana.

KENDİMLE İLGİLİ SÖYLEYEBİLECEĞİM EN ÖNEMLİ ŞEY DE BU: TUTKULUYUM, ÖN YARGISIZIM VE CESURUM

Defalarca anlatmışsındır ama hikayeni biz de dinleyebilir miyiz…
-Elbette. Gecekonduda yaşarken, bir yarışmaya katıldım; kendi çapımda, dansta Türkiye’nin tanınan insanlarından biri oldum. Yarışma bittikten sonra, bir baktım ki, ben yine hiç kimseyim! Çünkü hiçbir şey, bir gecede olmuyor. Çok çalışmak gerekiyor. Ben de çalıştım. Kendimden yepyeni bir Ömer yarattım. Dans tutkusu olanların bir araya gelebileceği, dans ederken, zamanı unutabilecekleri bir stüdyo açtım. İyi bir yerdi ama kötü yönettim. Battım! Ama pes etmedim. Daha da fazla çalıştım, dünyanın dört bir yanına gittim, eğitimler aldım, kendimi geliştirdim koreograf oldum. Ve Dansfabrika’yı kurdum. Şimdi burada, birbirine benzeyen insanlar bir aradayız. Ortak noktamız, bitmez tükenmez dans tutkumuz. Kendimle ilgili söyleyebileceğim en önemli şey de bu: Tutkuluyum, ön yargısızım ve cesurum. Bütün Dansfabrika ailesi böyle. Bir aile gibiyiz burada. Ve bizim gibi, kalbi dans için atan gençlere destek olmaya çalışıyoruz. Dansın bir meslek olduğuna inanıyoruz biz.

Doritos’un tanıttığı Bicesaret projesinin yüzlerinden birisin. Nedir bu projenin temel amacı?
-Proje, gençlere yeni nesil mesleklerin varlığını haber veriyor öncelikle. Benim gibi kendi mesleğinin peşinden koşmuş insanlar da rol model oluyorlar.

Projede kaç meslek ele alınıyor?
Altı meslek: Gamer, dijital tasarımcı, dansçı, YouTuber, dijital içerik üreticisi ve baristalık. Ben de dansçı kimliğimle, dansın bir meslek olarak nasıl uygulanabilir olduğu konusunda elçilik yapıyorum. Toplum Gönüllüleri, bizi gençlerle bir araya getiriyor. Her kategorideki mentorlar, gençlere kendi hikayelerini aktarıyor. Fongogo da projede yer alıyor. Bizim kendi hikayelerimizi anlattığımız gençler, hayallerindeki meslekleri yapabilmek için projelerini Fongogo aracılığıyla topluma gösterme fırsatı buluyorlar. Doritos da büyük kitlelerin bu projeleri görmesini sağlıyor. Bunu müthiş faydalı ve anlamlı buluyorum.

Hadi şimdi biraz gerilere gidelim… İzmir Bayraklı’nın Çiçek Mahallesi’nde dünyaya gelmişsin…
-Evet, bildiğin gecekondu. Babam inşaatta çalışıyordu. Annem evdeydi. İki kız kardeşim var. Onlar da evden pek çıkmazlardı. Çok erken hayata atıldım ben. Çünkü başka şansım yoktu. Su sattım, pide sattım, simit sattım. Oto elektrikçide çalıştım, çöp topladım. Kendimi bildim bileli çalışıyorum. Okuldan dönerdim, su şişelerini dolaba koyardım, donardı onlar, gider onları satardım. Evimizin yakınında bir pazar kurulurdu, akşamları pazarı toplamaya yardım ederdim, sonra hurda toplamaya giderdim. Benim gördüğüm hayat buydu. O yüzden ilk gençliğim, serserilikle geçti. Kötü alışkanlıklar, saçma sapan her şey vardı bende.

BEN MÜCADELEMDE YALNIZDIM, KİMSE YOKTU BANA DESTEK OLACAK. AMA ŞİMDİ GENÇLER YALNIZ DEĞİL. O YÜZDEN DORİTOS’UN PROJESİ ÇOK ANLAMLI

Ne kadar sürdü? Kaç yıl?
-Benim geldiğim yerde; hayat öyle otomatiğe bağlanmıştı ki, zaman kavramı yoktu. Sormuyor kimse sana: Bugün hangi gün? Yarın günlerden ne? Sen kaç yaşındasın? 38 yaşına geldim hala doğum günü kutlamam. Kaçarım. Çünkü öyle bir kültürde büyümedim. Bizde şu vardı: İlkokul, ortaokul, lise, sonra hayata atılırsın, elin ekmek tutacak, bir de askerliğini yapacaksın. Hayat mücadelende yalnızsın, kimse yok sana destek olacak. O yüzden Doritos’un projesi çok anlamlı.

ÇALIŞINCA, AZMEDİNCE, TUTKUNDAN VAZGEÇMEYİNCE KULAKLARINI HERKESE TIKAYIP DEVAM EDİNCE OLUYOR

Peki eğitim…
-Ben kötü bir öğrenciydim. Hatta berbat. İttir kaktır liseyi bitirebildim. O kadar serseriydim ki, “Hoca, sus konuşma da seni geçireyim bari!” derdi. Dayak- disiplin. Benim şu konuştuğun adam olabilmiş olmam bile mucize! Ama işte çalışınca, azmedince, tutkundan vazgeçmeyince, kulaklarını herkese tıkayıp devam edince oluyor.

İzmir’de yetişiyorsun ama aslen Ağrılısın. Öyle mi?
-Aynen öyle! Film gibi hikaye bizimkilerin hikayesi. Kan davası varmış, bizim aile ve bir başka aile arasında. Yıllarca kayıplar verilmiş. Bir onlar vuruyor, bir biz. Sonra sıra, bizim ailenin erkeklerine geliyor. Babam ve amcama yani. Biz vuracağız. Ama o sırada, kan parası vererek bu iğrenç kan davasını sonlandırma kararı alıyorlar. Allahtan! Bizim ailenin erkekleri de tası tarağı toplayıp İzmir’e göç ediyorlar. Tek göz oda bir ev buluyorlar. Daha doğrusu bir gecekondu yapıveriyorlar. Düzen kurulduktan sonra da Ağrı’dan eşler ve çocuklar geliyor. İşte ben o çocuklardan biriyim. Para kazandıkça o odanın yanına bir oda daha yapıldı. Ben Ağrı doğumlu, İzmir büyümeyim yani.

BENİM BÜYÜDÜĞÜM YERDE HAYAL KURABİLMEK BİLE LÜKSTÜ!

Çocukken hayallerin neydi?
-Pardon! Hayal kurabilmeyi hayal edebilirdim ancak. Benim büyüdüğüm yerde, hayal kurabilmek bile lükstü! Bilmiyorduk ki öyle bir şeyin varlığını… Şimdiki gençler, Instagram’a giriyor, hayallerle ilgili cümleler görüyor, Doritos gibi şirketler, onları destekliyor… Benim öyle bir şansım yoktu. Bizim geleceğimiz, hayallerimiz yoktu… Çok sonra oldu.

KUM TAŞIDIM, HARÇ TAŞIDIM, 7-8 YAŞINDA SİMİT SATTIM

Küçükken sen ne olmak istiyordun?
-O soruyu kendime sormuyordum ki! Hayatta kalmaya çalışıyordum ve önüme bakıyordum. Ben gözümü açtım, inşaatta babama yardım etmeye başladım. Kum taşıdım, harç taşıdım. 7-8 yaşında simit sattım. Ben kendime, “Ben ne istiyorum? Benim neye ihtiyacım var?” diye sormadım ki… Babama da sorulmamış, anneme de sorulmamış. Onlar da bana sormuyordu. Babam, köle gibi çalışırdı. Hiç keyif yaptığını görmedim, tatile gittiğini görmedim. Uyuduğunu bile görmedim! Ben de ilk gençliğimde psikopattım biraz. Mahalleden, tanımadığım biri geçtiği zaman, “Niye geçiyorsun lan buradan?” der, döverdim. Parası varsa, alırdım. Üstü başı güzelse, alırdım. İğrenç, arıza bir heriftim.

Peki dans, müzik ne zaman girdi hayatına?
-(Gülüyor) Benim dansla-mansla da alakam yoktu. Erkeklerin fazlaca hareket etmesi bize tersti! Düğün-müğün olduğu zamanlarda, ağır abi olmamız beklenirdi, halayın en başında olurdum, külhanbeyi tavırlarında. Dans dediğin o kadar. Gerçi içimden, “Bu, ben değilim!” diyordum. Ama ben neyim, ne yapmak istiyorum, onu da bilmiyordum! Dansçı görsem dansçı olacağım, mühendis görsem, mühendis olacağım… Örnek görmüyorum ki. Rol model yok ki! Gördüğüm rol model babam. O da inşaatta kum torbası taşıyor. Bana ver o zamanlar kum torbası, akşama kadar yüz torba taşıyayım. Böyleydim yani. İtlik, serserilik derken, zar zor lise bitti, “Hadi oğlum normal bir işe gir!” baskısı başladı. Dedim ya, o dönemler, ne görüyorsan, o olmak istiyorsun. Sonra bizim oraya bir çocuk geldi. Onunla birlikte hayatıma dans girdi.

“ABİ, BEN SANA BU DANSI ÖĞRETEYİM, SEN DE BENİ BU MAHALLEDE KORU!”

Nasıl yani?
-Baktım, “break dans” diye bir şey yapıyor. Çok etkilendim. Bambaşka bir dünya. Onun gibi dans edebilmek istedim. O da fark etti öğrenmek istediğimi. Dedi ki, “Abi, ben sana bu dansı öğreteyim, sen de beni bu mahallede koru!” İtlik kopukluk benden soruluyor ya, “Tamam” dedim. Ata Demirer diyor ya, “O aralar, karakteri koyacak yer arıyordum!” Benim durumum da oydu, Küçük Emrah’la karşılaşsam, Küçük Emrah olmaya çalışacaktım.

BENİM KURTULUŞUM DANS OLDU

Yırtmaya çalışıyordun…
-Aynen öyle! Bir arayış içindeydim. Beni bir şey kurtarsın istiyordum. Benim kurtuluşum dans oldu. Dansı görünce, sarıldım. Allah da vermiş, demek ki bir yetenek…

HER ŞEYİ SOKAKLARDA ÖĞRENDİM DANSI DA MÜZİKSİZ ÖĞRENDİM

O zaman sen dansı sokaklarda öğrendin…
-Tabii. Hayatta her şeyi, sokakta öğrendim. Ama en çok beni dans etmek büyüledi. Yaşadığım dünyadan kopuyordum dans ederken. Gece gündüz kendi kendime dans etmeye başladım. Bir gün Karşıyaka’da hurda toplarken, sahilde dans eden çocuklar gördüm. İnanılmaz cool hareketler yapıyorlardı. “Anaa!” dedim, “Bunlar, daha da iyi!” Gerçekten de mahalleye gelip, bana break dans öğreten çocuktan daha iyi dans ediyorlardı. 6 ay filan sapıklar gibi her gün oraya otostopla gittim. Aç susuz bütün gün oturup, gizlice onları izledim. Onlar gidince, tek başıma onların yaptıklarını yapmaya çalışıyordum. Ben dans etmeyi müziksiz öğrendim!

MÜZİK KAFAMIN İÇİNDE ÇALIYORDU

Nasıl yani?
-E o çocuklar, gün boyu müzikle dans ediyorlardı! Sonra da teyplerini alıp gidiyorlardı. Bende teyp ne arasın? Onların yaptığı hareketlerini müziksiz yapıyordum. Müzik, kafamın içinde çalıyordu.

KAFELERDE, BARLARDA, SOKAKLARDA DANS EDİP ŞAPKA AÇMAYA BAŞLADIM

Sonra…
-Sonra bir gün beni gördüler. Dansa olan ilgim ilginç geldi galiba onlara. Bir de yetenekli buldular. Yavaş yavaş beni aralarına aldılar. Çok mutluydum, ben de artık onlarla dans ediyordum. Sonra ben danstan başka hiçbir şey düşünemez oldum. Hatta, para da kazanmaya başladım. Kafelerde, barlarda, sokaklarda dans edip şapka açmaya başladım. Derken başka dansçılarla tanıştım. Bir dans grubuna girdim. Yazlık beldelere gitmeye başladım, otellere, restoranlara… Sonra animatörlük yapmaya başladım. Dans beni daha iyi bir insan yaptı. Tutkuyla yaptığım bir şey vardı hayatta, üstelik para da kazanıyordum. Bir gün bir müşteri, “Bir dans yarışması başlıyormuş. Neden katılmıyorsun?” dedi. Haberim bile yoktu. İşte o şekilde ATV’nin açtığı yarışmanın elemelerine girdim. İstanbul’a çağırdılar. Elimden geleni yaptım. “Bütün elemeleri geçtin! Sen şimdi İzmir’e git, biz seni çağıracağız” dediler. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Bu arada evlere şenlikti halim. Elemelere gireceğim ama kalacak yerim yok, İstanbul’da 5 gün sokaklarda yattım. Yardım edenim yok, desteğim yok. Neyse ben döndüm İzmir’e. Heyecan içinde aileme gittim. Hayatımda ilk defa, onlara, benimle ilgili gurur duyacakları bir şey söyleyeceğim. Dedim ki, “Ben dansçı oldum. Dans yarışmasına girdim, elemeleri kazandım. Televizyona çıkıyorum!” Bizde televizyona çıkmak büyük olay, bütün günahların af olur. Topladım sülaleyi, oturduk televizyonun önünde… O da ne! Herkes var, ben yoktum. Almamışlar beni yarışmaya. Yıkıldım! Aileme de madara oldum.

Ay yapma, yıkılmışsındır!
-Evet yıkıldım. Ama pes etmedim! Bu sözünü ettiğim ATV’nin yarışmasıydı. O dönem, bir de Kanal D’nin yarışması vardı. Seçmeler için de son günlermiş. Otobüse atladım Adana’ya gittim. Para pul yok tabii. Muavine yalvardım da arkada merdivenlerde oturttu beni. Ama işte azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor. Adana’daki elemeleri geçtim. Yarışma İstanbul’da, bana İstanbul yolları göründü. Gittim. O kadar iyi dansçılar vardı ki bu ikinci yarışmada ben şoke oldum. Ama sonra şunu fark ettim, benim de kaybedecek bir şeyim yoktu. Zaten dipteydim. Dedim ki, “Ailene madara oldun. Senden bekledikleri bir şey yok. Kimsenin yok. Sen elimden gelenin en iyisi yap. Ve bu yarışmanın tadını çıkar. Eğlen. Burası da bitecek sen nasıl olsa yine sokağa döneceksin!” Gerçekten de o yarışmada çok eğlenerek dans ettim. Herkes stresli dans ediyordu. Ben de stresliydim ama eğleniyordum da… En güzeli de neydi biliyor musun? Yemek veriyorlardı, her şeyi veriyorlardı… Çok iyi dansçı değildim belki ama inanılmaz azimliydim. Yarışmada çok iyi ve profesyonel dansçılar vardı. Bunlardan birisi finale birlikte kaldığım Eylül’dü. Yarışmada tanıştım, ben tabii Yasemin Yalçın’ın kızı olduğunu bilmiyordum. Kimsenin bunu özellikle bilmesini istemiyordu, ben de bilmiyordum. Allah’ı var, Eylül çok yardım etti bana. Finale, ikimiz kaldık.

TUTKU DUYDUĞUM ŞEY, MESLEĞİM OLDU, SONUNDA DA DANSFABRİKA’YI KURDUM

Hatırlıyorum ben o yarışmayı. Bir tarafta iyi şartlarda yetişmiş, çok iyi eğitim almış bir genç, karşısında da gecekondudan, imkansızlıklardan gelen bir genç, o da sendin… Ve yarışmayı sen kazandın… Ne kadar değiştirdi o yarışma hayatını?
– Hayatımın dönüm noktalarından biridir. Ben birden, ailemin gözünde gurur duyulacak bir evlat haline geldim. Dans sayesinde oldu bu. O yarışmayla, bambaşka dünyalara giriş yaptım. Sokak hayatım bitti bir kere. Serserilik bitti. Kendimi inanmaya başladım. Hayallerim vardı artık. Yarışmada bize Amerika’daki dansçıların videolarını izletmişlerdi. Yarışmadan çıktım, kazandığım parayla gittim, kendime bir laptop aldım. YouTube, sosyal medya işte o zaman hayatıma girdi. Pek çok badire atlattıktan sonra, bir cesaret gittim, kendi dans stüdyomu açtım. Tutku duyduğum şey, mesleğim haline gelmişti. O stüdyoda hem yaşadım hem dans ettim. Derken, dansın iyileştirici gücünü fark ettim. Çünkü internette hayat hikayemi okuyan çocuklar, “Abi, bana yardım et!” diyordu. “Evde baskı görüyorum”, “Kapalıyım, dans edemiyorum” “Şişmanım, dans edemiyorum” “Yönelimim farklı, insanlar beni yargılıyor.” Bu insanların hepsi bizimle dans etmeye başladı. Türk-yabancı, uzun-kısa, kapalı-açık, hetero- gay, biseksüel hiç yargılamadan herkesi kucakladım. Bildiklerimi herkese öğrettim. Ben de onlardan öğrendim. Danstan para kazanmaya başlayınca, dünyanın çeşitli yerlerinde eğitimler aldım. Orada öğrendiklerimi öğretmeye başladım. Ne mutlu bana ki, yetiştirdiğim insanlar, Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağıldılar. Gerçi iyi dansçıyım ama ticaret kafam yok. Battım. Olsun yine pes etmedim. Kurumlar, markalar bizi fark etmişti, iş birlikleri gerçekleştirdim. Bana, “Sürekli dansçı üretiyorsun, sen, bir dans fabrikası gibisin!” diyorlardı. Dans kültürümüzü yaymak için kurduğumuz ikinci stüdyonun adını onlar verdi aslında: Dansfabrika.

BİZ EZBER BOZAN BİR ŞEY YAPTIK!

Dansfabrika’nın diğer stüdyolardan farkı ne?
-Türkiye’de dans okulları her zaman vardı. Klasik bale öğreten, sertifika veren yerler. Ya da Latin dansları, tango öğreten kurslar, okullar. Ama her şey, daha gelenekseldi. Biz ezber bozan bir şey yaptık. Toplumun her kesiminde dansa ilgi duyan insanların gelebileceği butik bir stüdyo açtık. Street Jazz, urban dance, high heels dance, kısacası sokak danslarının bir stüdyosunu kurduk. Sanayi Mahallesi’nin orta yerinde.

ESKİDEN, “BEN DANSÇIYIM” DEDİĞİNİZDE, İNSANLAR, “TAMAM DA O SENİN HOBİN. GERÇEK MESLEĞİN NE?” DİYORLARDI. ŞİMDİ BU ALGI DEĞİŞİYOR

Bu ülkede dansın meslek olarak kabul edilmesi, bu senin misyonlarından biri mi?
-Elbette! Ben kendimi hiçten yarattım ve bu hale geldim. Ve bu, dans sayesinde oldu. Bugün rahatlıkla diyebiliyorum ki, dans benim tutkum ama aynı zamanda mesleğim. Ben aslında dansçılığın, bankacılık, mühendislik, doktorluk gibi bir meslek olması için çalıştım, çabaladım. Tamam insanlar dans ediyorlar ama bundan para kazanıp hayatını geçindirebileceklerini, sigortalı çalışabileceklerini hayal bile edemiyorlardı. Eskiden “Ben dansçıyım” dediğinizde insanlar, “Tamam da o, senin hobin. Gerçek mesleğin ne?” diyorlardı. Şimdi bu algı değişiyor. Bu arada biz, Türkiye’nin ilk dans kast ajansını açtık.

DANSA GÖNÜL VEREN, MESLEK OLARAK YAPMAYI DÜŞÜNEN AMA CESARETİ KIRILAN GENÇLERE UMUT OLMAYA ÇALIŞTIM, ÇALIŞIYORUM

Doritos’un gençlere yani meslekleri tanıttığı Bicesaret projesinin yüzlerinden birisin. Toplum Gönüllüleri sayesinde gençlerle de buluştunuz. Sen neler anlattın bu gençlik buluşmasında?
-Kendi yaşam hikayemin bu projede verilmek istenen mesaja tam olarak oturduğunu düşünüyorum. Kimilerinin meslek olarak görmediği dansın, meslek olarak kabullenilmesi için tüm mücadelem. Bu yüzden kendi hikayemi anlattım. Dansa gönül veren, iş olarak yapmayı düşünen ama cesareti kırılan gençlere umut olmaya çalıştım, çalışıyorum.

GENÇLER ADINA UMUTLUYUM HEP SÖYLÜYORUM: BEN YAPTIYSAM, HERKES YAPABİLİR!

Eylül ayında da Bicesaret projesi kapsamında “Cesur Yeni Meslekler” kariyer zirvemizi gerçekleştireceğiz. Evet, pek çok olumsuz şey oluyor ülkemizde, ama ben gençler adına yine de umutluyum. Güzel şeyler de oluyor. Hep şunu söylüyorum: Ben yaptıysam, herkes yapabilir!

GENÇLERE İNANALIM DESTEKLERİMİZİ ESİRGEMEYELİM!

“Bicesaret” projesini çok önemsiyorum. Yıllarca destek aradım ben. “Biri bana destek olsun da işimi kolaylaştırsın… Beraber dirsek dirseğe yürüyelim…” İstediğim sadece buydu. Gerçekten de gençlerin ufacık bir desteğe ihtiyacı var. Omuzlarında bir ele ihtiyaçları var. Bu proje, işte bu! Lütfen desteklerimizi onlardan esirgemeyelim.

Yorum Bırak