Hilal Baykara: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği senin, benim değil hepimizin problemi

#BenimleGelecek, her detayı özenle hazırlanmış gerçek bir proje… Uzmanlardan oluşan danışma kurulunun koordinasyonunda önce kapsamlı bir araştırma gerçekleştirilmiş ve toplumun cinsiyet eşitliği konusundaki görünen ve görünmeyen algısı ortaya çıkarılmış.

Şimdi ise başka bir uzman oluşum devreye giriyor eğitimleri üstlenmek için. Bir Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) girişimi olan Eşitliğe Değer, projenin eğitim detaylarını organize ediyor.

Peki herkesin dilindeki ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ ve hatta eşitsizliği nedir ve eğitimle bunun üstesinden nasıl gelinir?

Eşitliğe Değer girişiminin yöneticisi Hilal Baykara, ÇEİS’in #BenimleGelecek projesi eğitimlerinin detaylarını anlattı.

Erkek egemen toplumda, bu sorunun çözümünde erkeklere önemli sorumluluklar düştüğünü belirtti.
Anlattıklarının arasında bir şey var ki, bu röportajı okuyan beyaz yakalıları özel olarak ilgilendiriyor.
‘’Görev tanımında olmasa da, doğum günü kutlamaları gibi kurum içi etkinlikleri sadece kadın çalışanlara delege etmeyi nasıl bırakabiliriz?’’ Ne kadar doğru… Gözümün önünde canlanıyor gerçekten.

Sadece bu örnek konu bile sorunun toplumun her kesimine yayıldığının bir ispatı değil mi?

Toplumsal cinsiyet eşitliği, kurumların da destekleriyle, toplumun tamamına yayılması gereken herkesin elini taşın altına koymasını gerektiren temel ve çözülmesi gereken bir sorundur. Hilal Baykara çok değerli bilgiler verdi…

EŞİTLİĞE DEĞER’İN YÖNETİCİSİYİM KENDİMİ BİLDİM BİLELİ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDA ÇALIŞIYORUM

Sizi tanıyabilir miyiz…
-Bir AÇEV girişimi olan Eşitliğe Değer’in yöneticisiyim. Kendimi bildim bileli, sivil toplum kuruluşlarında çalışıyorum. Ağırlıklı olarak aile vakıflarında çalıştım. Dernek ve diğer sivil oluşumlarda da gönüllülükten mentorluğa, danışmanlıktan yönetim kurulu üyeliğine kadar farklı pozisyonlarda görev yaptım.

Bu alana kaymanızın özel bir sebebi var mı?
-Haksızlığa dayanamam! Belki olan biteni sorgulayan yanım, beni bu alanda çalışmaya itmiş olabilir. İstanbul Bilgi Üniversitesi ve London School of Economics’te iktisat okudum. İktisat okurken de, sadece kendi faydasını, maksimize etmeyi düşünen insan üzerine modelleme yapan “neoklasik ekonomi”yi ve “ekonomik kalkınmayı” sorgulamıştım mesela. Üniversite ve sonrasında Romanlar ve göçmenlerle gönüllü çalışırken, günümüz dünyasında “Gelişelim, ilerleyelim, rekabet edelim” derken, “başarı” adına geride bıraktığımız grupları sorguladım. Sonra, insanı odağına alan bir kalkınma anlayışı için, gittim Boston Üniversitesi Uluslararası Eğitim ve Kalkınma alanında yüksek lisans yaptım.

Sivil toplum kuruluşlarında çalışmak sizde nasıl bir tatmin sağlıyor?
-Sivil toplum, benim için kendimi var ettiğim, kimliğimden dolayı yargılanmadığım, bu dünyada sadece kendim için yaşamadığımı hissettiğim, dayanışabildiğim ve eşit haklar için birlikte harekete geçmekten güç aldığım bir alan.

KADIN OLARAK DOĞDUM AMA BU GURURU HİSSETMEM ZAMAN ALDI

Valla müthişsiniz! Nasıl güzel anlattınız… Peki bu alana girişiniz, kendi kişisel mücadelenizle mi ilgili?
-Aynen öyle! Kadın olarak doğdum, bundan gurur duyuyorum. Ancak bu gururu hissetmem zaman aldı. Önce toplumun bana dayattığı “kadın kimliği”ne tosladım. Cinsiyetim, attığım çoğu adımda yüzüme kırmızı kart yememe neden oldu. “Yaparsın” ya da “Evet”ten çok, “Hayır!” kelimesini duymak, “Yapamazsın!”ı zihnime kazıdı ister istemez. Kalıpların dışında bir yaşam sürdüğüm anda, önce değerimi anlamam, sonra da zihnimdeki bu “Yapamazsın”ı temizlemem gerekti. Üniversiteyi kazandığımda, ailemin dizinin dibinden ayrılmamam, kariyerimde ilerlerken, evliliği geri plana atmamam; özetle her kararımda, toplum tarafından yargılanmam, “Hayır”a karşı “Evet”i mümkün kılma yolculuğuna döndü. Bu da, toplumun dayatmalarını bir kenara bırakıp, özgün kimliğimi bulmamı sağladı. Sonra benim gibi düşünen insanlara denk geldim sivil toplumda. Tek başıma olmadığımı hissetmek, kim olursak olalım, eşit olmayı hak ettiğimizi bilmek, buna inanan bir topluluk olarak birlikte hareket etmek, varoluşumu hafifletti ve bu toplumdaki rolümü de bulmamı sağladı. Eleştirirken, nasıl mümkün olacağını söylemeye gayret eden, yıkarken “Nasıl yaparız?”ın yolunu açan bir yerde durmaya çalıştım hep.

Sizin gözünden toplumsal cinsiyet eşitliği nedir?
-“Cinsiyet”, bir kimlik olarak çoğu zaman, bize toplum tarafından belirlenen birtakım roller, sorumluluklar, özellikler ve beklentiler getiriyor. Hamile bir kadına ilk sorulan sorunun, “Kız mı, oğlan mı? olması bir tesadüf değil. Cinsiyete, roller yüklemeye, bir çocuğun kimliğini cinsiyet üzerinden yapılandırmaya tam da bu soruyla başlıyoruz. Ne giyeceğinden nasıl konuşacağına, nasıl davranacağından hangi işi yapacağına kadar, bir hikâye yazıyoruz çocuklara. İşte toplumun cinsiyete yüklediği bu rollere, “toplumsal cinsiyet” diyoruz. Toplumsal cinsiyet, bu yönüyle biyolojik değil. Doğuştan getirmiyoruz. Toplum tarafından bir inşanın sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Diğer bir ifadeyle, kadın doğmuyoruz, kadın oluyoruz! “Cinsiyet eşitliği”nden farklı olarak, “toplumsal cinsiyet eşitliği” bu beklentileri görüp, bu beklentilerin eşitlikten yana bir engel oluşturmaması için önlemler almayı gerektiriyor. Diğer bir ifadeyle, herhangi bir bireyin; cinsiyeti ya da toplumsal cinsiyet kimliği yüzünden önündeki engellerin kaldırılması ya da aşılması için bireye uygun muamelelerin yapılmasına ve herkesin eşit şekilde topluma katılabilmesine toplumsal cinsiyet eşitliği diyoruz.

BUGÜN İŞ DÜNYASINDA, ÜST YÖNETİM KADEMELERİNDE, MEDYADA, SİYASETTE ERKEKLERİN AĞIRLIKLI OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ. BUNU DEĞİŞTİREBİLMENİN YOLU TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ İÇİN POLİTİKALAR GELİŞTİRMEKTEN VE ÖNLEMLER ALMAKTAN GEÇİYOR

Sizce toplumsal cinsiyet eşitliğinde alınması gereken önemli aksiyonlar nedir?
-Toplumsal cinsiyet eşitliği, örgün eğitim içinde ele alınmalı. Çocukların okudukları ders kitaplarındaki cinsiyet temsilleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besliyor. Çocuklar meslekleri, toplumun cinsiyetlere biçtiği rolleri, cinsiyete göre ayırmaya başlıyorlar. Bu durum onların, potansiyellerini açığa çıkarmalarında, bütüncül gelişimlerinde bir engel teşkil ediyor. Bu nedenle, eğitim alanına müdahale etmenin kritik olduğunu düşünüyorum. İkincisi, her alanda eşit temsiliyet ve katılımı sağlamak için mekanizmalar geliştirilmeli. Bugün iş dünyasında, üst yönetim kademelerinde, medyada, siyasette erkeklerin ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Bunu değiştirebilmenin yolu, toplumsal cinsiyet eşitliği için politikalar geliştirmekten ve önlemler almaktan geçiyor. Yıllardır sistematik olarak devam eden bir cinsiyetin diğerinden geri kalma durumu var. Kaldı ki bu durum; engellilik, etnik kimlik, din gibi diğer kimliklerle birlikte daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, bir insan hakları meselesi olduğu yaklaşımı, yaygınlaştırılmalı. Gündelik hayatın içerisinde, sohbetlerimizde, akademide, hukukta veya siyasette toplumsal cinsiyet eşitliği gündeme geldiğinde, bu konu yalnızca kadınları veya LGBTİ+’ları ilgilendiriyormuş ve eşitsizliği ortadan kaldırmak, yalnızca bu grupların sorumluluğundaymış gibi bir algı var. Oysa eşitsizlikten, hepimiz etkileniyoruz. Eşitlik hepimiz için gerekli. Tabi bu noktada, devletlere, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası mekanizmalara büyük bir iş düşüyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, cinsiyetçi ve ayrımcı pratikleri ortadan kaldırmak ve cinsiyet temelli şiddeti önlemek için geliştirilen CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) ve İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası hukuk belgelerini veya 6284 gibi ulusal mevzuatta yer alan yasal düzenlemeleri, politika ve uygulamaları hayata geçirmek için devletlerin bilinçli bir çaba içerisinde olması gerekiyor.

Eşitliğe Değer girişimi nedir?
-Temelleri, 2015’te atılan ve resmi olarak ise geçen yıl, Anne Çocuk Eğitim Vakfı’ndan (AÇEV) doğan bir sosyal girişim. Ne mi yapıyoruz? Kurumların, toplumsal cinsiyet eşitliği odağında değişimini kolaylaştırıyor, bunu da kurumların en önemli kaynağı olan çalışanlarıyla ele alıyoruz. Sunduğumuz farklı seviyedeki eğitimlerle ve kurumlarla hayata geçirdiğimiz ortak projelerle özellikle özel sektörün bu değişimde öncü bir rol almasını destekliyoruz.

Çıkış noktanızda ne var?
-Toplumsal cinsiyet eşitliği ve çalışma hayatına kadınların daha aktif ve eşit katılımı, uzun zamandır özel sektörün gündeminde. Bir hareket söz konusu ama bu harekete yön verilmezse, bu çaba kadınlar için olumlu sonuçlanmayacak! Harcanan kaynaklar büyük oranda boşa gidecek. Neden mi? Birincisi, kadının toplumdaki değeri “iyi eş” ve “iyi anne” olmayla sınırlı kalacak. Kadınlar, cennetin ayaklarına sunulduğu, muhteşem ve gerçeküstü yaratıklar olarak romantize edilmeye devam edilecek! Gerçekte ise, kadınlar, başarılı erkeklerin arkasında kalan konumlarını sürdürecekler. Ve bunun, Türkiye’de kadınların eşit haklara erişiminde bir rolü olmayacak. Değişmeyeceğiz! İkincisi, özel günlerin sonrasında büyük bir sessizlik olacak. Kurumların, bu konudaki sorumluluğu unutulacak. Bekleyeceğiz bir sonraki 8 Mart’ı ve en büyük bütçeli reklamı yapan, en çok konuşan kurumların ön plana çıkmasını. Söz, eylemin önüne geçecek. Eşitliğe Değer, işte bu boşluğu doldurmak için var. Kurumların bu konuda kendilerini dönüştürme sorumluluğu alması için…

BUGÜNE KADAR 20 BİNİN ÜZERİNDE ÇALIŞANA ULAŞTIK. ÇEİS İLE BİRLİKTE İLK KEZ BİR İŞVEREN SENDİKASIYLA ÇALIŞMIŞ OLACAK, ÇİMENTO SEKTÖRÜNÜ YAPILANDIRMADA ÖNEMLİ BİR ROLE SAHİP BİR KURUMLA, ÇALIŞMA HAYATININ EŞİTLİKÇİ DÜZENLEMESİNİN ADIMLARINI BERABER ATACAĞIZ

Biraz da gerçekleştirdiğiniz eğitimlerden söz edelim…
-Bu konuyu ilk kez ele almaya karar veren kurumlar, öncelikle temel farkındalık eğitimimizi talep ediyorlar. “Eşitliğin Farkındayım” adını verdiğimiz, yaklaşık 2 saat süren bu eğitimde, toplum tarafından öğretilen cinsiyet rollerini ve bu rollerin bireylere, topluma ve işyerlerine olan etkisini ele alıyor, çalışanlarda toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda başlangıç seviyesinde bir eşitlik algısı yaratmayı hedefliyoruz. Her seviyedeki ve pozisyondaki çalışanların katılabileceği bu eğitim sonunda katılımcılar, ailelerinde, toplumda ve çalışma hayatında neler yapabilecekleri üzerinde düşünerek, kendilerine aksiyon alanları belirliyorlar. Bu konuda daha derinlikli çalışmalar yapmayı isteyen, kendi içinde bir komite ya da kurul kuran ve/veya kendilerine belirli bir hedef belirleyerek çalışma grubu oluşturan -örneğin üst yönetimde kadın oranını artırmak vb.- kurumlarsa “Eşitlik için Harekete Geçiyorum” eğitimimize katılabiliyorlar. 6 yarım gün, toplamda 24 saat süren bu eğitimde, katılımcılarla toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili kavramları -şiddet, cinsiyetçilik, erkeklik, ayrımcılık vb.- derinlikli olarak tartışıyor, kurum çalışanlarının değişim için harekete geçebilecekleri alanları ortaya koyuyoruz. Bu eğitim sonrası katılımcıların çalıştıkları kurum içinde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda değişime önderlik etmelerini, konuyu şirket gündeminde tutmalarını ve yaygınlaştırmalarını hedefliyoruz. Başka bir eğitimimiz ‘’Eşitliği Anlatıyorum’’. Bu eğitimle, kurum çalışanları arasından eğitimci bir ekip yetiştirip, bu ekibin toplumsal cinsiyet eşitliği seminerlerini çalıştıkları kurumlar içinde uygulamasını ve böylelikle eşitlikçi kurum kültürünün oluşmasına katkıda bulunmalarını sağlıyoruz. Bunun dışında, “Hayat Dolu Buluşmalar” adında birlikte güçlenmenin ve dayanışmanın hayat bulduğu bir kadın güçlenme programımız var. Tabii ki kurumların farklı ihtiyaçlarına yönelik eğitim içerikleri geliştirebiliyor, belirli konular etrafında kurum çalışanlarıyla bir araya gelip uzman sohbetleri de yapabiliyoruz. Bugüne kadar Koç Topluluğu, Borusan Holding, Ford Otosan, Odeabank, Fiba Grubu, Birleşmiş Milletler Kuruluşları, Fenerbahçe Spor Kulübü, Reklamverenler Derneği, Özyeğin Üniversitesi, Inditex gibi pek çok kurumla çalışarak, 20 binin üzerinde çalışana ulaştık. ÇEİS ile birlikte ilk kez bir işveren sendikasıyla çalışmış olacak, çimento sektörünü yapılandırmada önemli bir role sahip bir kurumla, çalışma hayatının eşitlikçi düzenlemesinin adımlarını beraber atacağız.

Gelelim ÇEİS’in #BenimleGelecek eğitimlerine. Neleri kapsıyor? Hedefi nedir?
-ÇEİS, Türkiye’nin 7 bölgesinde faaliyet gösteriyor. Farklı eğitim seviyesinden ve farklı gelir gruplarından oluşan heterojen bir topluluk. Sendika bünyesinde etkili bir proje gerçekleştirebilmek için projenin eğitim ayağını iki faz olarak kurguladık. Önceliğimiz, bu topluluk içerisinde yer alan grupların, toplumsal cinsiyet eşitliğine giden yolda ihtiyaçlarını, beklentilerini ve fırsatlarını anlamak olacak. Bu amaçla projenin 1. fazında ofis çalışanlarına yönelik gerçekleştireceğimiz eğitimlerin bağımsız bir araştırma kurumuyla izlemesini ve değerlendirmesini yapacağız. Ardından izleme-değerlendirme sonuçlarına ayrıca kurumların kendi ihtiyaç ve beklentilere göre, projenin saha çalışanlarını hedefleyen 2. fazını planlayacağız.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN OĞLAN ÇOCUKLARINI YETİŞTİRME ŞEKLİMİZLE BİR BAĞI OLDUĞUNU ANLAYABİLMELİYİZ Kİ, ŞİDDETLE MÜCADELEDE ÖNLEYİCİ TEDBİRLER ALALIM

Sizce, eğitim verilmesi gereken ve toplumsal cinsiyet eşitliğine pozitif etki yapacağını düşündüğünüz 3 konu nedir?
-Öncelikle toplumsal cinsiyetin inşa edildiğini enine boyuna konuşabilmek. Bu inşayı konuştukça fark edecek ve fark ettiklerimizi değiştirmenin yolunu arayacağımıza inanıyorum. Örneğin kadına yönelik şiddetin, oğlan çocuklarını yetiştirme şeklimizle bir bağı olduğunu anlayabilmeliyiz ki, şiddetle mücadelede önleyici tedbirler alalım. İlkokul sıralarında bir erkek tarafından saçı çekilen bir kız çocuğuna, “Kesin seni beğeniyor!” demenin, “Oo çapkın oğlum benim, aynı anda kaç kişiyle beraber” diyerek gururlanmanın, “Sen kızsın, alttan al, yeri geldiğinde susmayı bil” söyleminin, kadın bedenini tahakküm altına alan, rızayı sorgulamayan her küfürün aslında kültürel olarak şiddeti nasıl yaygınlaştırdığını görmeliyiz ki şiddeti besleyen bu kanalları ortadan kaldırabilelim. Şiddetle toplumsal cinsiyet eşitsizliği arasındaki ilişkiyi kurmak. Bugün toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaynağını, sistematik bir şekilde kendini sürdüren cinsiyete dayalı ayrımcılık oluşturuyor. Kadınlar şöyledir, erkekler böyledir, gibi genelleme cümleleriyle başlayan süreç, cinsiyetler arası hiyerarşi yaratarak bir cinsiyetin diğerinden daha üstün algılandığı, cinsiyete dayalı ayrımcılığa doğru bizi götürüyor. Düşünün mesela “Kız gibi koşmak” kime söylenen bir ifade. Erkeklere… Futbol maçlarını düşünün, bir takım kaybettiğinde sarf edilen cümleleri, yenilmeyi bir kadının bedeni üzerinde tahakküm kurarak anlatma hallerini. Herhangi bir erkeği aşağılamak için onu kadınsı olana benzettiğimiz bir kültürümüz var. Biz bu hiyerarşik ilişkileri kurdukça, kadını değersiz ve yetersiz; erkeği her şeyi yapmaya muktedir gördükçe şiddeti yaratıyoruz. Şiddeti önlemek için buralarda çalışma yapmamız gerekiyor. Bireyin etki gücünü fark etmesini sağlamak. Genellikle toplumsal sorunları, uzaktakinin, ötekinin problemi olarak görme eğilimimiz var. Senin problemin değil, benim değil, onun değil, o zaman kimin ve daha önemlisi bunu kim çözecek? Söz konusu toplumsal cinsiyet eşitsizliği olunca da durum böyle. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği hepimizi etkiliyor, bu sorunla ancak hep beraber hareket ederek, bulunduğumuz her noktada eşitsizliğe karşı duruş sergileyerek ve eşitliği bir değer olarak hayata geçirerek mücadele edebiliriz. Her zaman söylediğimiz gibi hayatın her anında ve alanında eşitliğe değer.

Proje kapsamındaki eğitimlerin hangileri bu söylediklerinizi kapsayacak?
Aslında hepsi. Her 3 konu da tüm eğitimlerimizin bel kemiği diyebiliriz. Uzun soluklu eğitimlerimizde bunları daha derinlemesine ele alma imkânımız oluyor tabi.

KÜRESEL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİN SAĞLANMASI İÇİN ÖNGÖRÜLEN SÜRE 100 YILKEN, BU YIL PANDEMİ ETKİSİYLE BU SÜRE 136 YILA ULAŞTI

Türkiye’de bu tarz eğitimlere ihtiyaç ne zaman biter?
-Biraz daha yolumuz olduğunu düşünüyorum. Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yayınladığı Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu 2021 verilerine göre, sonuçlar çok iç açıcı değil. Bir yıl önceki raporda küresel cinsiyet eşitliğinin sağlanması için öngörülen süre 100 yılken, bu yıl pandemi etkisiyle bu süre 136 yıla ulaştı.

Pandemiden daha çok zararlı çıkan yine kadınlar mı oldu?
-Evet. Pandemide kadınlar, erkeklere kıyasla daha çok işlerini kaybetti, liderlik pozisyonlarında işe alımlarında belirgin bir düşüş oldu. Türkiye; genel sıralamada önceki yıla kıyasla üç basamak geriledi ve 156 ülke arasında 133’üncü sıraya yerleşti. Türkiye’nin eşitsizlikte en geride olduğu alan, sıralamaya 140 ile girdiği ekonomik katılım oldu. Ancak bu tabloya bakıp “Hiçbir şey değişmiyor” demenin doğru olmadığını düşünüyorum. KONDA’nın Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Raporu 2019 araştırması bu değişimi gösteriyor. Örneğin “Kadın çalışmak için eşinden izin almalıdır” diyen kadınların oranı 2008’de yüzde 65 idi, bu oran yüzde 49’a düştü. Erkeklerde ise bu oran yüzde 73’ten yüzde 59’a düştü. Değişiyoruz ama hala uzun bir yolumuz var. Bunun için daha bilinçli çaba gerekiyor, bireylerde, kurumlarda ve devlet politikalarında.

Erkek egemen bir sektörde “toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi” vermenin önemi nedir?
-Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sadece bir kadın meselesi değil, cinsiyet kimliği, cinsel yönelimi ne olursa olsun, hepimizi ilgilendiren bir sorun. Bu sorunun çözümünde ise erkeklere önemli bir sorumluluk düşüyor.

Peki, erkekler toplumsal cinsiyet eşitliği için ne yapabilirler?
-Ayrıcalıklarıyla yüzleşebilirler. Kendilerini dönüştürebilirler. Eşitlikçi erkeklik duruşu sergileyebilirler. Ayrıcalıktan ne kastediyorum hemen söyleyeyim: Gece geç saatte tek başına bindiği bir takside, kaç erkek biriyle konuşuyormuş taklidi yapar ya da plaka numarasını tehlikeli bir duruma karşı yakınına gönderir? Eşin, “Bu akşam eve misafir gelecek” dediğinde, “Etraf toplu mu, evde yemek var mı?” sorularını yalnız başına düşünmek durumunda kalan kaç erkek var? İş çıkışı yöneticinin, “Bu akşam yemeğe çıkalım mı?” sorusu karşısında “Evet dersem tacize uğrar mıyım, hayır dersem işimi kaybeder miyim?” ikilemini yine kaç erkek yaşıyor? Burada amacım erkekleri hedef göstermek değil. Amacım, bu toplumda kadın olarak yaşamanın çok sayıda ayrımcılıkla baş etmeyi gerektirdiğini vurgulamak ve bu ayrımcılıkla mücadelede erkeklerin de bir rolü olduğunun altını çizmek.

ERKEKLER, TOPLUMUN DAYATTIĞI ERKEKLİĞİ KABUL ETMEYEREK KENDİLERİNİ DÖNÜŞTÜREBİLİRLER

Erkekler kendilerini nasıl dönüştürebilirler?
-Öncelikle onlara toplumun dayattığı erkekliği kabul etmeyerek. Örneğin; şefkat göstermenin bir erkeklik kaybı olmadığını, ev içi işleri eşit paylaşmanın hanım köylülük olmadığını, sevginin şiddetle bir bağı olmadığını ortaya koyarak. Kadını değersizleştiren her türlü söylem ve genellemeden kaçınarak mesela. Çocuk bakımında sorumluluk aldıklarında alkış beklemeyerek ya da…

“Eşitlikçi erkeklik tutumu”yla ne kastediyorsunuz?
-Erkek olarak sahip oldukları ayrıcalığı, kadınların eşit katılımı için kullanmak, ayrıcalıklarının farkına varıp, bu ayrıcalıkları ortadan kaldıracak şekilde ayrımcılığa uğrayanlarla beraber mücadele etmek kastım. Yani “Ben kendimi değiştirdim” demekle de olmuyor. Etrafında gördüğün eşitsizliğe karşı duruş sergilemen, sistemsel olarak kendini sürdüren eşitsizlikle mücadele etmen gerekiyor. Bir etkinliğe katıldın mesela, kadınlar ve erkekler eşit sayıda temsil ediliyor mu diye sormayı gerektiriyor. Gözünün önünde cereyan eden bir cinsiyetçiliğe sessiz kalmamayı gerektiriyor. Sürekli eleştirel bir duruş sergilemeyi ve gücünü; güç farklılıklarını ortadan kaldıracak, eşitliği sağlayacak şekilde kullanmayı gerektiriyor. Daha geçen gün, erkek bir çalışma arkadaşımla girdiğim toplantıda, görüştüğüm üst düzey erkek kurum temsilcisi benden çok çalışma arkadaşımla konuşmaya çalıştı. Bunun üzerine çalışma arkadaşım, “Bu konuda Hilal uzman, kendisi size çok daha detaylı bilgi verecektir” dedi ve topu bana uzattı. Toplantı bitiminde kurum temsilcisi “Abicim, hallederiz beraber” dedi. Bunun üzerine ben, “Tabii ki hallederiz, abi olmamam buna engel değil” dedim. Beraber çalıştığım arkadaşım yaşadığım ayrımcılığı görmeseydi, “Abicimler ağı”nın dışında kalan kişi olarak mücadele etmem daha zor olurdu. Çalışma hayatında ‘’abicim’’ kelimesini kullanmayı bırakmak bile önemli bir adım olacaktır! Ağırlıklı olarak erkeklerden oluşan çimento sektöründe, erkekleri bu mücadeleye katmak, daha çok kadın istihdam etmesini sağlayarak “mesleklerin cinsiyeti vardır” algısını yıkmak ve tüm bunları yaparken kamuoyunda farkındalık yaratmak tam da bu açıdan önemli. ÇEİS’in #BenimleGelecek projesi kapsamında beraber çalışacağımız her erkek çalışanın, birinin babası, başka birinin eşi, bir mahalle sakini, bu toplumun bir üyesi olduğunu düşünürsek aslında etki alanımız çok yüksek.

EĞİTİMLERDE KARŞILAŞTIĞIMIZ DİRENÇ NOKTALARI “KIZ ALIP VERMEYİN ARTIK, KADINLAR EŞYA DEĞİL” DESENİZ, CEVABI, “NASIL YANİ İSTEMEYE GELMEYELİM Mİ, BİR KAHVENİZİ İÇMEYELİM Mİ?” OLACAK. HALİYLE, DİRENÇLER DEĞİŞİMİN OLMAZSA OLMAZLARI

Eğitimlerde karşılaştığınız “direnç noktaları” neler?
-Toplumsal cinsiyet, kültüre o kadar çok işlemiş ki, çoğu zaman yargılarımızın toplumsal cinsiyetten etkilendiğini göremiyoruz bile. Üzerimize giydiğimiz ancak görünmeyen bir elbise gibi düşünün bunu. Biri çıkıp, “Kral çıplak” demedikçe düzen devam ediyor. Tabii kralın çıplak olduğunu söyledikten sonra bu kadar zamana kadar ki yaşanmışlıkları, alışkanlıkların sorunlu olduğunu kabul etmek kolay olmuyor. “Kız alıp vermeyin artık, kadınlar eşya değil” deseniz, bu nasıl değişecek hemen mesela? “Nasıl yani, istemeye gelmeyelim mi, bir kahvenizi içmeyelim mi?” olacak. Haliyle dirençler, değişimin olmazsa olmazları. En çok “Önemli olan insan olmak” cümlesini duyuyoruz. “Bunun dirençle ne ilgisi var?” diye düşünebilirsiniz, hemen açayım: İyi niyetli görünen bu cümlenin arkasında aslında kadının yaşadığı ayrımcılığı görmezden gelme durumu var. Bana sorarsanız tehlikeli ve hayli yaygın direnç türlerinden biri. Bugün neden kadına yönelik şiddeti, şiddetten ayrı bir şekilde konuşma ihtiyacı duyuyoruz? Çünkü bunu yaratan nedenler toplumsal cinsiyet ile kadın ve erkeğin toplum gözünde hiyerarşik yapılanması ile ilgili. Sen erkeği, “Koru kolla, sahip çıkarak sev”, kadını da “Fazla konuşma, yeri geldiğinde susmasını bil” diye yetiştirirsen, şiddete kapı aralarsın. Dolayısıyla insan büyük kategorisi altında, kadınlar hatta, engelli kadınlar, mülteci genç kadınlar gibi alt kategorileri açmazsak ayrımcılıklar görünmez olur. Her bir kategori için deneyimler farklı, sorunlar çetrefilleşiyor ve biz kategorileri açmadıkça çözüm üretemiyoruz. Bunun yanı sıra, “Kadın ve erkek olarak doğalarımız ayrı”, “Önce anneleri eğitelim, sonuçta çocukları anneler yetiştirmiyor mu”, “Kadınlara istihdam sağlanınca biz işsiz mi kalacağız?” “İyi de, biz kadınlara alan açtık, terfi verdik ama onlar çalışmak istemediler”, “İyi güzel, ben kariyerimde ilerleyeyim ama evle kim ilgilenecek?”, “Babalık öğrenilen bir beceri diyorsunuz da eşim çocuğumuza benim kadar iyi bakamıyor”, “Oyuncakların cinsiyeti olmaz diyorsunuz ama bizim oğlan bebekle oynarsa, şey olmasın yani” gibi dirençler geliyor.

ÇEİS İÇİN VERECEĞİMİZ EĞİTİMLER NASIL MI OLACAK?

ÇEİS için vereceğiniz eğitimler nasıl gerçekleşecek?
– #BenimleGelecek projesinin eğitim ayağını iki faz olarak kurguladık. İlk aşamada, yaklaşık 4.200 ofis çalışanına ulaşmayı hedefliyoruz. Ardından projenin 2. aşamasında şekillenecek planlamalar kapsamında, bu eğitimleri saha çalışanlarına ulaştıracağız. #BenimleGelecek projesi kapsamında, uygulayacağımız temel farkındalık eğitimi olan “Eşitliğin Farkındayım Eğitimi” dijital bir öğrenme platformu üzerinden uygulanacak. “Eşitlik için Harekete Geçiyorum Eğitimi”ni ise pandemi koşullarına uygun şekilde çevrimiçi olarak gerçekleştireceğiz. Eğitim kadromuz ise AÇEV ve Eşitliğe Değer uzman eğitimcilerinden, akademisyenlerden ve bağımsız sivil toplum çalışanlarından oluşuyor.

Gerçekleştireceğiniz eğitimler öncesinde yapılan araştırma size nasıl yön verdi?
-Araştırma sonuçları bizleri şaşırtmadı. Tam tersine, yaptığımız çalışmanın önemini bir kez daha açığa çıkardı. Sonuçlar, toplumsal cinsiyete dayalı kalıp yargıları, eşitsizliğin önündeki temel engeller olarak önümüze koyuyor. Bu engelleri, evde, çalışma hayatında, toplumda, her yerde görüyoruz. Birlikte yol alacağımız ÇEİS’in #BenimleGelecek projesinde, sendikaya üye kurum temsilcileriyle bu kalıp yargıları derinlemesine irdeleyecek, çalışma hayatında eşitlik için ne gibi eylemlerin hayata geçebileceğini planlayacağız.

Neler onlar mesela?
-İşe alımdan terfiye, ücretlerden, görev dağılımları ve performans değerlendirmelerine kadar kurum kültürleri, politika ve uygulamalarında kendini gösteren cinsiyetçilikle nasıl mücadele edeceğimize kafa yoracağız. “Bu iş kadınlara uygun değil” kalıp yargısıyla yönetsel süreçlerden kadınları alıkoyan önyargıların önüne nasıl geçebiliriz? Anne olduktan sonra, “Bir kadının kariyeri bitti” algısıyla nasıl baş edebilir ve iş- iş dışı yaşam politikalarını geliştirerek ebeveynliğin kadının iş hayatına katılımında bir baskı unsuru yaratmamasını nasıl sağlayabiliriz? Kadın çalışanlara, “kırılgandır” düşüncesiyle geri bildirim vermemekten nasıl kaçınabilir, görev tanımında olmasa da doğum günü kutlamaları gibi kurum içi etkinlikleri sadece kadın çalışanlara delege etmeyi nasıl bırakabiliriz? Erkeklerin ağırlıklı olduğu yönetim kademelerinde kararların halı saha maçlarında ya da iş dışında akşam yemek masalarında alınmamasını nasıl sağlayabiliriz? Bu ve bunun gibi sorulara beraber cevap arayacağız.

TOPLUMSAL CİNSİYET KALIPLARI NE YAZIK Kİ ÇOCUKLARI ÇOK ERKEN YAŞLARDA ETKİSİ ALTINA ALIYOR

Dönem dönem tır şöförü kadın, bekçi kadın, vinç operatörü kadın gibi haberler okuyoruz. Bu örnekler toplumu nasıl etkiliyor?
-Tabii ki eşitlik, bundan ibaret değil. Cinsiyete dayalı iş bölümü, bugün hala toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gördüğümüz alanlardan biri. Ve tüm bu bahsettiğiniz örnekler, mücadele için atılan adımlar. Toplumsal cinsiyet kalıpları çok erken yaşlarda çocukları etkisi altına alıyor. Oyuncaklardan, kitaplara kadar çocuklar, pek çok alandan kadın ve erkeklerin yapabilecekleri mesleklere dair algı oluşturuyorlar. Bu adımlar; çocukların hayal etmeleri, mesleklerin cinsiyetle değil beceri ve ilgiyle alakalı olduğunu düşünmeleri ve meslek seçme imkânları olduğunu bilmeleri açısından önemli. Ama tabii ki, eşitlik mücadelesi burada kalırsa yetersiz olur! Görünenin ötesinde ele alınması gereken konular var. Örneğin vinç operatörü olan kadın nasıl koşullarda çalışıyor? İş yerinde kadın olduğu için bir ayrımcılığa uğruyor mu? Kadın olması yükselmesinin önünde bir engel yaratıyor mu? Bunları ele almadığımız her noktada görünenin ötesine geçemez, kurum yapılarının içine işlemiş toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile baş edemeyiz.

ANNE BABALAR NASIL BİR YOL İZLEMELİ?

Bu röportajı okuyan bir anne-babanın toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çocuklara nasıl bir yaklaşımı olmalı?
-Eşitliğe de, eşitsizliğe de giden yol, çocukların hayallerinde başlıyor. Anne-babalar veya çocuğa temas eden tüm yetişkinler olarak çocukların hayatlarında, yaptıkları seçimlerde, cinsiyetin belirleyici olmasını önlememiz gerektiğini düşünüyorum. Mesela oyun ve oyuncaklarını, kıyafetlerini, ilgi alanlarını, sorumluluklarını, “Bu kızlara, bu oğlanlara uygun” diyerek sınırlandırmamalıyız. Ek olarak üzüntü, öfke, sevinç ve korku gibi temel duyguları gösterirken kız ve oğlan çocuklarına gösterilen tepkiler cinsiyete göre ayrışabiliyor. Örneğin bir kız çocuğu üzüldüğünde, “Bizim kız çok hassas” denip üzüntüsü kabul edilirken, oğlan çocuğu üzüldüğünde genellikle, “Erkek adam ağlamaz” denebiliyor. Bir kız çocuğu ile dalga geçildiğinde ve o buna öfkelendiğinde, “Çok çirkin oluyorsun bağırınca” denirken, oğlan çocuğu öfkelendiğinde, “Paşam sinirli bugün, dokunmayın ona!” gibi tepkiler verilebiliyor. Kız çocukları öfkesini gösterdiğinde ayıplanırken, oğlanlara bir alan bırakılıyor. Bu durum, en uç haliyle her türlü duygusunu öfkeyle gösteren erkeklerle, her halini üzüntüyle ortaya koyan kadınlardan oluşan bir dünyayı karşımıza çıkarıyor. Ve biz, asıl hissettiklerimizi ortaya koyamadan birbirimizi anlayamadan yaşamaya devam ediyoruz. Kaldı ki öfkenin kontrol ettiği bir erkekliği inşa etmeye katkıda bulunuyoruz. Son olarak anne babaların çocuklara olumlu rol model olması oldukça önemli. Çocuklar izleyerek ve taklit ederek öğreniyorlar. Çocuk evde faturalarla dertlenen bir baba; evin temizliği, çocuk bakımıyla uğraşan bir anne görürse, öğreneceği büyük ihtimalle, ‘Erkek çalışır, parayı getirir; kadın eve bakar, çocuklarla ilgilenir’ mesajı olur. Ancak tam tersi bir yerden, evde bütçe yönetiminden, ev işlerine kadar tüm işlerin iş bölümü halinde yapılması, eşitliğin öğrenilmesi için olumlu bir model olabilir. Aynı şekilde evde herkesin kendini aşağı hissetmeden fikrini, duygularını söyleyebilmesi hem çocuk gelişimi hem de aileye bağlılık için önemli artılar sağlayacaktır.

Sizce neyi gördüğümüzde, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bir yol kat edildiğini düşünebiliriz?
-Şunlar canlanıyor gözümün önünde: Erkek milletvekilleri kucaklarında bebekleriyle kürsüden konuşuyorlar. Reklam Denetim Kurulu, cinsiyetçi reklam kriterleri oluşturmuş. Yaz gelince kadınların tek derdi bikiniye girmek değil artık mesela. Erkekler ihtiyaç kredisi konuşmuyor sadece. Kız çocuklarına ne olmak istiyorsun diye sorduğumuzda, “Yapay zeka alanında çalışmak istiyorum”, “Futbolcu olmak istiyorum”, “Astronot olmak hayalim” cevaplarını duyuyoruz artık. Kız çocuklarının erken yaşta zorla evlendirilmesi sorunu ortadan kalkmış. Oyuncak mağazaları pembe ve mavi olarak ikiye bölünmüyor artık, yaş gruplarına göre oyuncak kategorilerini görüyoruz sadece. Akraba ziyaretinde bir oğlan çocuğun, bir kız çocuğuna bebeğin altının nasıl değiştirileceğini anlattığını duyuyoruz. Kibar olduğu için bir oğlan çocuğu lisede erkek arkadaşları tarafından alay konusu olmuyor. Cinsel sağlık eğitimi, okul müfredatına girmiş. Kadınlar gece sokakta yalnız yürürken hemen arkalarında giderek onlara yaklaşan erkek adımlarını duyduklarında tedirgin olmuyorlar artık, gece sokakta güvendeler. Haberlerde trans bir kadının dövülerek öldürüldüğünü okumuyoruz.

BENİM YOLCULUĞUM, KADIN OLDUĞUM İÇİN BANA SÖYLENEN “HAYIR”I, “YAPAMAZSIN”I “EVET” YAPMA MÜCADELESİYLE BAŞLADI

Peki Hilal Baykara’nın ailesinde de toplumsal cinsiyet eşitliğine doğru açıdan bakamayanlar var mı?
-Olmaması mümkün mü? Ben de bu toplumun ürünüyüm. Yolculuğum, kadın olduğum için bana söylenen “hayır”ı, “yapamazsın”ı “evet” yapma mücadelesi ile başladı. O zamanlar zorlandım. Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, “İyi ki olmuş!” diyorum. Çünkü mücadelenin kendisi beni çok güçlendirdi. Hem sahip olduğum ayrıcalıkların hem de yaşadığım ayrımcılıkların farkına vardım. Kalıp dışında bir hayat yaşamak kendim için de zordu, çevrem için de. Ancak zamanla hepimiz değiştik, daha doğrusu birbirimize olan sevgimiz, değişime alan tanıdı. Bugün annem, her camiye gittiğinde, camide kadınlara ayrılan yeri yetkililerle sorgulattırıyor. Babamsa her erkek muhabbetinde edilen küfürlere karşı duruyor. Küfürün, kadını nasıl değersizleştirdiğini usanmadan herkese anlatıyor. Her ikisine de müteşekkirim mücadelemi anlamak için çaba sarf ettikleri ve sonrasında da bana katıldıkları için…

Yorum Bırak