Hayatın sırrı sakin kalmakta gizli

HAKSIZ mı Ege Soley? Hepimiz peşimizde atlılar varmış gibi koşturuyoruz. Öyle değil mi? Modern zamanın kırbacı hep ensemizde. Bize “Başarılı ol, hep hedefin olsun, hep şık görün, hep bir yere yetiş, hep mutlu ol, bakımlı ol, fit ol… Hep her şeyin üstesinden gel!” diyor. Yalan mı?

Ege Soley, 83 doğumlu genç bir kadın. İtalyan Lisesi’nin ardından İngiltere’de Avrupa politikası, İtalyanca ve İspanyolca okumuş. Yetmemiş, gitmiş Fransa’ya, Fransızca öğrenmiş.

Aynı zamanda orada çiçekçilik ve botanik eğitimi almış. İlginç bir kadın yani. Özgür bir ruh. Öğrenme âşığı. Sadece kadınların ürettiği tasarım ürünlerinin satıldığı, yavaş yaşam ve yavaş tasarım anlayışlarını destekleyen ‘Slow Public’in de yaratıcısı.

Şimdi de ‘Sakin’ diye bir kitap yazdı. Bize hayatın sırrının sakin kalmakta gizli olduğunu söylüyor.
“Koşmayı bıraktığımız gün, vardığımız gün. Aramayı bıraktığımız gün, bulduğumuz gün. Konuşmayı bıraktığımız gün, duyduğumuz gün. Bizim olduğunu sandığımız şeylerin hiçbir zaman gerçekten bize ait olmadığını anladığımız gün, artık her şeye sahip olduğumuz gün. Kendimize sorduğumuz tüm soruların cevabı, aklımızı sakinleştirdiğimiz ve sessizce hayatı dinlediğimiz anlarda saklı” diyor.

Hoşuma gitti yazdıkları. Kendi hatalarımla da yüzleştirdi. Kendisiyle tanıştım, sizi de tanıştırıyorum…



– ‘Sakin’ diye bir kitap yazdın. En çok buna mı ihtiyacımız var sence?
Evet! Hem bedenen hem zihnen “durmaya”, çevremizde ve içimizde olup bitenleri görmeye ve anlamaya ihtiyacımız var. Bence pek çok sorun, bu sürekli hareket halinde olma durumundan, çoğunlukla içi boş tatminler için çabalamaktan ve gerçekten olup bitene hiç dikkat etmeyişimizden kaynaklanıyor…

– Güzelmiş… İnsan neyi unutuyor?
Doğanın bir parçası olduğunu! Hasbelkader içine düştüğü çalışma hayatının, ona öğretilen mecburiyetlerin, sahip olmak zorunda hissettiği hırsların ortasında, aslında insan olduğunu da doğanın bir parçası olduğunu da unutuyor! Dolayısıyla biraz durmamız, nefesimizi sakinleştirmemiz ve kendimize içimizde olup bitenlerin durum raporunu vermemiz şart…

– Çağımız insanının en büyük sorunu ne sence?
Kendini unutmak! Nereden geldiğini, neden oluştuğunu, nelere ihtiyacı olduğunu, aslında içinde neyin yanıp söndüğünü unutmak. Çok fazla dışarıdayız, bedenen, zihnen ve ruhen… Tüm çözümleri sürekli dışarıda, başkalarının sözlerinde, maddi kazançlarda, elle tutulur şeylerde arıyoruz. Kendimize sürekli hedefler koyuyoruz. Çünkü durmaktan, olduğumuz yeri görmekten kaçınıyoruz. “Hep biraz daha ileri gitmek, hep daha çok çalışmak, hep bir üst mertebeye yükselmek gerekiyor!” diyorlar. Neden ki? Kendini unuttuktan, özünü kaybettikten, içinde bir yerde sana kendini göstermeye çalışan isteklerini ve ihtiyaçlarını görmezden geldikten sonra, başkalarının senden istediklerinin, vardığın yüksek tepelerin ne önemi var? Kendimizi, ne olduğumuzu, doğamızı hatırlamak zorundayız.

– Bir çaresi var mı peki? “Sakin kalmakla” her şeyin üstesinden gelebiliyor musun?
Sakin olmak, durmak, durulmak bir çözüm. Benim bildiğim ve güvendiğim yöntem bu. Dış dünyadaki kalabalık ve gürültü yüzünden kendini bize gösteremeyen her ses ve fikir, insanın kendine ayırdığı sessiz ve sakin anlarda ortaya çıkıyor. Ondan sonra düğümler yavaş yavaş çözülmeye başlıyor. Kimsenin karışmadığı, başkalarının düşüncelerinin ve yargılarının duyulmadığı o noktada, insan alıyor o yün yumağını eline, yavaş yavaş açıyor. Sonra isterse ilerliyor hayatında, isterse yön değiştiriyor, isterse en başa dönüyor. Ve kimseye bir hesap vermek zorunda hissetmiyor kendini. Çünkü kendi yün yumağını kendisi çözmüş, tüm cevapları bulmuş oluyor.

GÜNDE 10 DAKİKA YALNIZ BAŞINIZA SESSİZ OTURUN



– Sakin kalmanın bir reçetesini istesem… Neleri önerirsin?
En kolay ve yüzde yüz çalışan şeyleri öneririm. Günde en azından on dakikayı yalnız başına, sessizce oturarak geçirmeyi mesela. Sabah uyandığında, işten eve geldiğinde, hiçbiri olmuyorsa işyerinde bile olur. Kulağa basit gelse de aslında hiçbir şey düşünmeden öylece oturmaya hiç alışkın değiliz. Ama bu gerçekten insanın kendisine verebileceği en büyük hediyelerden biri. Çünkü aslında tüm cevaplar o sükunette duyulabilen, incecik, cılız bir sesten geliyor. Ve bir kere o sesi duydu mu insan, bir kere içini dinginleştirdi mi, artık dışarıyla da kavga etmiyor! Bir diğer reçetem de doğa, doğanın kendisi. Harika bir söz vardır, “Hiçbir çiçek yanındakini kıskanmaz, o açıyor diye açmaz, kendi vaktini bekler!” diye. Sadece bunu fark etsek bile içimiz sakinleyecek ve gereksiz hırslarımız sönecek aslında. Hepimizin bir vakti, açacağımız bir zaman var. Beklemek ve izlemek lazım. Doğanın bize çok basit görünen hallerinden ve düzeninden bile alacak çok büyük derslerimiz var!

ÇALIŞMAYI ÇOK ABARTIYORUZ!

– Neyi abartıyoruz, neyi atlıyoruz bu çağda?
O kadar çok şey var ki! Çalışmayı çok abartıyoruz mesela. Oldum olası çalışmanın kutsallaştırılmasına karşı oldum. Üretmek çok kıymetli ve önemli fakat işini hayatının orta yerine koyacak kadar çalışmak, kendini yaptığı meslekle tanımlamak benim kitabımda yok. Biz, yaptığımız işten de uydurulmuş statülerden de çok havalı duran mesleklerden de fazlasıyız, bunların çok ötesiyiz. Kartvizitinde yazan unvan yarın silinebilir; o silindiği zaman ne olacağını, kendini nasıl tanımlayacağını biliyor olmak çok hayati ve önemli aslında. Her şeyden önce bunu bir sindirmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor.

“Bununla birlikte meşgul olmayı da abartıyoruz. Meşgul olmak, hep yapacak bir şeylerin peşinde koşmak, kendine, sevdiklerine, ailene vakit ayıramamak günümüzde neredeyse maharet sayılıyor! Meşguliyetlerle övünülüyor. Çünkü aksi, yani dinginlik, tembellik sanılıyor. Ve malum, hiçbirimizin tembel olmaya hakkı yok, hep koşmamız gerekiyor!”

“İhtiyaçlarımızı da abartıyoruz elbette, aldıklarımız, tükettiklerimiz hep gereğinden fazla. Ve tüm bunları bir tarafa koyunca, listenin tam karşısında bunlar yüzünden atladıklarımız da kendini göstermeye başlıyor. Çalışmayı abartırken dinlenmeyi, sakinleşmeyi unutuyoruz. ‘Çok meşgulüm’ diye oradan oraya koştururken kendimize birkaç dakikayı bile çok görüyor, içimize bakıp ‘İyi misin, hayatından memnun musun, her şey yolunda mı?’ demeyi atlıyoruz. Hep bir şeylere ihtiyacımız olduğunu savunuyor ama o ihtiyaçların aslında başka boşluklardan, başka açlıklardan doğduğunu atlıyoruz…”

Yorum Bırak