Fedakarlık değil, öncelik

Başarılarıyla zor günlerimizde, bizlere umut olan iki genç kızımız Gül Karen Aça ve Avjin Aktop… Onlar, uluslararası platformalarda ülkemizi gururla temsil edecek bilim kadınları olma yolunda ilerliyor.
.
Dünyanın en prestijli üniversitelerinden kabul alan Karen ve Avjin’in adını duymayan yoktur. Son günlerde sık sık onlardan söz ediliyor. Erken yaşta hedeflerini belirlemiş, bu yolda sistemli ve emin adımlarla ilerlermiş pırıl pırıl iki genç kız. Sizleri onlarla daha yakından tanıştırmak, 5 yıllık bu zorlu sürece nasıl hazırlandıklarını anlatmak istedim.

.
Sadece ders çalışmak yok hayatlarında, aynı zamanda sosyal hayata da önem veriyorlar. “Çünkü uzun ve zahmetli bir süreçte kendinizden vermeniz, sürdürülebilir çalışmayı zedeliyor. Ben kendimden vermedim, önceliklerim bu yöndeydi” diyor Karen.
.
. Bahçeşehir Koleji Diyarbakır Hevsel Fen ve Teknoloji Lisesi‘nde okuyan, gençlerimize ilham veren, rol model olan bu şahane kızlarla buluştum, nasıl hazırlandıklarını konuştuk. Lafı daha fazla uzatmandan sözü Gül Karen Aça’ya bırakıyorum.

‘DÜNYANIN EN PARLAK 100 ÖĞRENCİSİ’NDEN BİRİ SEÇİLDİ

Karen, müthişsin! Avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum seni… Aileni… Öğretmenlerini… Okulunu… Ama en çok seni… Azmini, çalışmanı, disiplinini, hedefe kilitlenmeni… Gençlere rol model olmanı… Gerçekten gururumuz oldun. 2021’de ‘Dünyanın En Parlak 100 Öğrencisi’den biri seçildin. Ve şimdi de zoru başardın, dünyanın en prestijli üniversitelerinden Harvard ve Stanford’ın da aralarında bulunduğu 9 üniversiteden tam burslu kabul aldın. Çok çok tebrik ediyorum…
-Ah çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Beni onore ediyorsunuz.

Yok valla etmiyorum! Az bile söyledim. Müthiş bir iş başardın… Neler hissediyorsun?
-Çok mutluyum. Emeklerimin karşılığını aldığımı görmek harika. Harvard ve Stanford kabullerini birlikte almak gerçekten özel bir duygu. Alacağım eğitim, önüme çıkacak fırsatlar ve tanışacağım insanlar için acayip heyecanlıyım.

Bu okullara girmek kolay değil. Nasıl hazırlandın? Ne kadar kafayı yedin? 5 yıl nelerden fedakârlık ettin?
-Evet, zorlu bir süreç. Ama her anından keyif aldım. Arkadaşlarımla pek çok proje ve yarışmaya katıldım. Türkiye ve dünyadan, alanında tutkulu bilim insanlarıyla çalıştım. Ve zaman içinde, gittikçe geliştim. Kalbimizle ve tutkularımızla eşleşen riskler almak, belki de yapabileceğimiz en kıymetli şey hayatta. Sevdiklerimle saatlerce çalıştığım, arkadaşlarımla birbirimizi geliştirdiğimiz bu süreçte, büyük resme baktığımda, fedakarlık yerine öncelik tanımlaması, sanki doğru olur benim durumumu anlatmak için. Çünkü uzun ve zahmetli bir süreçte kendinizden vermeniz, sürdürülebilir çalışmayı zedeliyor. Ben kendimden vermedim, önceliklerim bu yöndeydi. İstediğim şey için hedefe kilitlendim. Her anından da keyif aldım.

IB mı yaptın? Sormak istediğim şu aslında: Nasıl başardın? En çok sence ne etkili oldu? Katıldığın yarışmalar mı? Akademik başarın mı? Farklı ve orijinal çalışmaların mı? Başvuru ve kabul süreci nasıl ilerledi? Kimlerden yardım aldın?
-Okulumuz bir IB okulu değil, fakat ben de diğer arkadaşlarım gibi AP ve SAT’ye hazırlandım. Bu sınavlara girdim ve bu skorları bazı okullara gönderdim, bazılarına da göndermedim. Burada okulun profiline göre davrandım çünkü bazı okullar, bu skorları daha çok önemserken, diğerleri ise araştırma ve proje bazlı dereceleri daha çok ön planda tutuyor. Her anlamda bana destek çıkan ailem, sınıf arkadaşım Avjin ve okulumuzun yurt dışı eğitim danışmanı, aynı zamanda İngilizce öğretmenim Cemil Yıldız beni hiçbir zaman yalnız bırakmadı.

SEVGİMİZ, NEFRETİMİZ HER ŞEY NÖROBİLİM ÜRÜNÜ ASLINDA

Anadal veya yandal olarak mutlaka nörobilim okumayı planlıyorsun. Neden? Özel bir sebebi var mı?
-Evet, lise boyunca birçok alanı ilgi çekici bulduktan sonra nörobilimde karar kaldım. İnsan zihninin karmaşıklığı baş döndürücü gerçekten. Carl Sagan tarzı bir cevap vermek isterdim: “Sevgimiz, nefretimiz, her şey nörobilim ürünü aslında…” İlgimi çeken geniş yelpazede bilim ve sanat dallarında çalıştım. Matematik, fizik, psikoloji çalışırken, bilgi ve konseptleri hep beyin temelli bağdaşlaştırdığımı ve fenomenleri, biyokimyasal açıdan değerlendirmekten keyif aldığımı fark ettim. Bu farkındalıkla, UC Santa Cruz gibi okullardan profesör ve üniversite öğrencileriyle alanı keşfetmeye çalıştım. Nörobilim üzerine okumalar yaptığımda, kendimi ve çevremi bu bilim çerçevesinde anlamlandırmaya, dönüştürmeye karar verdim.

10. SINIFTAYKEN BABAM, “GOOGLE DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK GENÇLERİ ARIYOR” BAŞLIKLI BİR HABERİ BENİMLE PAYLAŞTI

Google ve Oxford’un ortak inisiyatifi ‘Rise for the World’ tarafından, dünyanın en parlak 100 öğrencisinden biri seçildin. 170 ülkeden 50 bin kişi başvurdu. Sen, 100 öğrenci arasına girmeyi başardın. Yaşam boyu eğitim bursu ve mentorluk desteği de kazandın. Buralara baş vurma fikrini veren kim? Seni kim yönlendirdi?
-Ben 10. sınıftayken babam, “Google Dünyayı Değiştirecek Gençleri Arıyor” başlıklı bir haberi benimle paylaştı. O sıralar, Rise yeni başlatıldığı için haberde ve internette pek bilgi yoktu. Araştıra araştıra programa denk geldim, öğretmenim Cemil Hoca ve arkadaşlarımla paylaştım. Sonrasında kendimi anlattığım videolar çekerek başvurunun ilk aşamasını tamamladım.

PEK ÇOK YAŞITIM GİBİ ÜLKEM İÇİN BİR ŞEYLER YAPABİLECEĞİME İNANMAYA İHTİYAÇ DUYUYORDUM. O DÖNEMDE GOOGLE VE OXFORD’UN DA BANA İNANDIĞINI GÖRMEK ÇOK DÖNÜŞTÜRÜCÜYDÜ

Peki dünyanın en parlak 100 öğrencisinden biri seçilmek, baskı yaratıyor mu sende?
-Seçildiğimi öğrendiğimde 16 yaşındaydım. Aylar süren keyifli başvuru süreci, böyle sonuçlandığı için çok mutlu hissettiğimi hatırlıyorum. Harvard ile Stanford kabullerime benzer şekilde ailem, arkadaşlarım ve öğretmenlerimle kutladık. Pek çok yaşıtım gibi ülkem için bir şeyler yapabileceğime inanmaya ihtiyaç duyuyordum. O dönemde, Google ve Oxford’un da bana inandığını görmek çok dönüştürücüydü.

100 öğrenci arasına girmek için oldukça zorlu bir değerlendirme sürecinden geçtin. Hatta, Londra Sanat Okulu’nun rektörüyle, 5 saat süren bir mülakata girdin. Nasıl geçti o 5 saat? Nelere dikkat ediyorlar? Sence en çok hangi özelliklerinden etkilenmiştir?
-Üniversite başvuru ve mülakat süreci sonrası en çok duyduğum şeylerden biri, öğrencinin kendini daha yakından tanımasına aracı olması… 5 saatlik Rise mülakatı da benim için öyleydi, ki bence bir kısmı, neredeyse çapraz sorgu gibiydi. Rise’ın her yıl mülakata aldığı 500 kişinin değerlerini keşfetmek için böylesine çaba göstermesini de takdir etmek lazım. Kendi deneyimimden ve benden sonra okulumuzda Rise’ı kazanan arkadaşlarım Adanur Nas ve Efe Sakarya’dan duyduğum kadarıyla en çok bir şeyi neden yaptığınıza dikkat ediyorlar. Ki düşününce, neden yaptığımız, neyi nasıl yapacağımızı da belirliyor çoğu zaman.

İNANINCA, İNANMAK İÇİN SEBEBİNİZ OLUNCA VE KENDİNE İNANAN BİRİNİ GÖRDÜĞÜNÜZDE; HAYAL ETTİĞİNİZİN ÖTESİ, GERÇEĞİNİZ OLUYOR

Senin şu anda başardıklarının, hayalini kuramayan insanlar var. Senin bu başarın, sadece azim ve çalışmayla açıklanabilir mi?
-Rise’la ilgili en sevdiğim şeylerden biri, benden sonra Türkiye’den 8 kazanan çıkmış olması. Bu kazananların 4’ü Bahçeşehir Koleji’nden. Aynı şekilde üst dönemlerimiz Dicle Ezgi, Nehir ve Seyit’in, Harvard ve Brown’a gitmesi, okulumuza ileriki yıllarda gelen kabullerin öncüsü oldu. İnanınca, inanmak için sebebiniz olunca ve kendine inanan birini gördüğünüzde; hayal ettiğinizin ötesi gerçeğiniz oluyor, olacaktır.

BİRLİKTE HAYAL KURMAYI, BİRLİKTE DÖNÜŞMEYİ SEVİYORUM

Nasıl bir hayatın var? Deli bi tempo mu? Hep yarışmalara hazırlanarak ve ders çalışarak mı geçiyor zamanın? Boş vakitlerinde n’apıyorsun? Var mı boş vaktin?
-Arkadaşlarımla ve ailemle vakit geçirmeyi çok seviyorum. Özellikle de Avjin Aktop ve Dicle Ezgi Ekinci gibi birlikte büyüdüğüm çok özel insanlar var. Birlikte hayal kurunca, birlikte dönüşünce, süreç çok keyifli oluyor. Onun dışında kardeşim Miraç’la vakit geçirmeyi ve ondan bir şeyler öğrenmeyi çok seviyorum.

Bu şahane üniversitelere kabul alabilmek için beş yıl boyunca birçok yarışmaya katıldın. Bunlardan biri de İsviçre merkezli The Earth Foundation’ın düzenlediği çevresel sürdürülebilirlik yarışması. 116 ülkeden bin 290 takımın katıldığı yarışmada, 10 takım finale kaldı ve bunların ikisi, Bahçeşehir Koleji’nden. Biri de senin dahil olduğun Hemi Change takımı… Hemiselüloz ve gliserol kullanarak plastiğe alternatif bir ürün geliştirmişsiniz… Vay anasına.. Nasıl yaptınız bunları! Ayol siz lise öğrencisisiniz…
-Teşekkür ederim! Lise kavramı değişiyor bence. Araştırma, metodoloji artık liselerde öğrenilmesi gereken kavramlar… Takımımda; hazırlık, 9 ve 11. sınıftan öğrenciler de var. Birlikte araştırıp bir yandan ne yapabiliriz diye çok sorduk kendimize. Hemiselüloz ve gliserolü, Diyarbakır çevresindeki tarım ürünlerinden elde ediyoruz. Buradaki ana nokta, doğanın insan aksiyonlarıyla etkilenmesini, çözümün bir parçası olabileceği inancıyla değiştirmek. Süreçte Dicle Üniversitesi’nden uzmanlarla da çalıştık. İnandıkça kıymetli çalışmaların artacağını göreceğiz, inanıyorum.

Annen müzik, baban matematik öğretmeni… Anne-babanın öğretmen olması seni ne kadar motive etti?
-Çoook. İkisi de işini tutkuyla yapan eğitimciler.

Sana öğrettikleri en önemli şey nedir?
-Bana öğrettikleri değerleri, kendi öğrencilerine de öğretiyorlar. Bunu zevkle yaptıklarını görmek çok anlamlı. İnandıkları işi, en güzel şekilde yapmaya çalışmaları, öğrendiğim ilk şey kesinlikle. Ayrıca, öğrenmenin her yerde, en çok da insanlarda olduğunu onlardan öğrendim. Kardeşim Miraç’la kendimiz olmamız için alan tanımaları belki de en büyük öğreti. Çünkü yurt dışına hazırlanmak, ailemin uzak olduğu bir yoldu. “Denemeni biz de senin kadar istiyoruz, dene tabii” demişlerdi. Bana alan tanımaları, yurt dışı sürecinde daha etkili sorumluluk almamı sağladı.

Seni özel yapan ne: Bilime meraklı olman mı? Öğrenmeye aşık olman mı? Öğretmen çocuğu olman mı? Hedeflerini belirleyebiliyor olman mı? Kendine inanman mı?
-İnsanların, kendilerini özel yapan şeyi keşfetmelerini ve bunun peşinden koşmalarını çok önemsiyorum. Bu çaba devam ettikçe başarabiliyoruz, sesimizi duyabiliyoruz. Ben, kendimden daha büyük bir şey için var olmayı çok seviyorum. Harvard ve Stanford kabullerim, ülkemize çok iyi geldi. Hemi Change projemizin, yaşıtlarıma cesaret verdiğiyle ilgili geri dönüşler aldım. Bunun böyle devam etmesini istiyorum.

Diyarbakır’da doğup, büyüdün. Ve “Diyarbakır için de bir şeyler ifade eden çalışmalarda yer almak istiyorum” diyorsun. Diyarbakır’a kazandırmak istediğin en önemli şey ne?
-Bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim. Çünkü bizi doğduğumuz yerden ayrı düşünmek imkansız. Ülkenin her yerinden yaşıtlarımın, “Yaşadığım yere ne kazandırmak istiyorum?” sorusunu sormaları, onları kendilerine daha yakınlaştıracaktır. Ben Diyarbakır’da yaşayan insanların, kendilerine inanabileceklerini göstermek istiyorum öncelikle. Aziz Sancar, “Nobel’in Türkiye için bu kadar kıymetli olduğunu bilseydim daha çok çalışır daha önce kazanırdım” demiş. Nelerin mümkün olduğunun örneği olmak istiyorum. İnsanların kendilerine “daha iyisi nasıl mümkün” diye sormalarını istiyorum. Bilim ve değişimin her yerde, herkes için olduğunu bilelim istiyorum. Diyarbakır’a ve güzel Türkiye’mize katabileceğim ne varsa yapmak isterim. Çünkü çok az toprak parçası bu kadar özel bir konuma ve güzelliğe sahip.

Bazen senin gibi başarılı öğrencilere, proje çocuk diyorlar… Kızıyor musun? Yoksa böyle bir gerçeklik var mı? Sen annenin babanın projesi misin?
-Bu düşünce beni çok eğlendiriyor. Özellikle de NASA ve Earth Prize’a yolladığım projelere, nasıl evladımmış gibi baktığımı ilgilendiğimi fark edince… Elimizden geleni yapıp, her detayına baktığımız her şey, evlat oluyorsa; her evlat da evet, proje oluyor o zaman. Bunda da kötü bir şey yok.

Geleceğe dair planların, hayallerin neler?
-Nörobilim alanında kendimi geliştirmeyi çok istiyorum. Kısa vadeli hedefim, iyi bir üniversiteye girmekti. Şu an Harvard ve Stanford arasında seçim yapmakla kendime “Kim olmak istiyorum?” diye sormakla meşgulüm. Aslında akademik hayallerim de hangi okulda nörobilim okumakla şekilleneceği için karar aşamasındayım denilebilir.

Bu röportajı okuyan gençlere ne söylemek istersin?
-Beni kendilerinden gördükleri için çok teşekkür ederim.

Karen ismine bayıldım. Anlamı ne?
-Dost, yakın arkadaş demek. Seviyorum ismimi. Beni ve kişiliğimi yansıtıyor. Yakın ve derin arkadaşlıklar kurabilen biriyim.

Yorum Bırak