Gökyüzüne balonlar bıraktık. Oğluma ulaştığına eminim


Mısra Öz’le 8 Temmuz’da 25 kişinin hayatını kaybettiği Çorlu tren faciasından sonra röportaj yaptık. O, kaybettiği oğlu 9 yaşındaki Oğuz Arda Sel’i anlattı. Hiç unutmayacağım, çok içimi acıtan bir röportajdı. O kadar haklıydı ki her kelimesinde… Ve 5 ay geçti… Sordum…

– Neler oldu o günden beri? Ne tür gelişmeler kaydedildi?
Artan acıdan ve özlemden başka hiçbir şey olmadı ne yazık ki! Bu acının üstüne bir de “hukuk mücadelesi” verebilmek adına ayrıca hırpalanır olduk. Çünkü olay hiç olmamış gibi davranıldı. 25 can unutuldu! Bilirkişi raporu açıklandı. Bu arada o “bilirkişiler”, Pamukova tren faciasından “tanıdık kişiler”. Özellikle de TCDD ve Ulaştırma Bakanlığı’yla ilişkisi olan kişiler! Olay yerine ambulansla geleceğine, gece yarısı helikopterle gelen bilirkişiler. Yetmezmiş gibi daha vagonların altında bedenler varken olay yerine getirilen vagon dolusu taşlar. Bu taşlar, boşalan ray altını doldurmak için getirilmiş! Verilen ifadelerden öyle anlaşılıyor…

– Dava açıldı mı? İddianame hazır mı?
Hayır. Açılmadı. Açılamıyor bir türlü. İddianame de hazır değil.

– Hiç mi ilerleme yok peki?
Olmasını isterdim ama yok. Aksine gerileme oldu… Nasıl mı? 5 ay boyunca, bas bas konuştum her yerde. TCDD yönetiminde bir problem olduğunu söyledim. “Görev ihmalleri var!” dedim. “Eksikler var!” dedim. Kimse ciddiye almadı. Hatta söylemlerimden rahatsız olundu; dönemin Ulaştırma Bakanı olan Ahmet Arslan ve TCDD Genel Müdürü İsa Apaydın tarafından Twitter’dan engellendim. Oysa ciddi ve apaçık ortada olan eksikliklerden bahsediyordum ki Ankara tren faciası yaşandı. 9 kişi de orda can verdi…

– Nasıl olur peki? O kadar insan hayattan koparıldı! Oğlunuz Oğuz Arda’nın geleceği çalındı. Bütün bunlar normalmiş gibi “Üstüne soğuk su için” mi deniliyor?
Öyle yapmaya alışmışlar. “Oldu ve bitti… Öldü ve gömdük. Fıtrat meselesi. Kazadır, olur…” Ama şahsen ben, hayatıma devam edemiyorum. Etmekte zorlanıyorum. Benim gibi diğer aileler de aynı şekilde altüst olmuş durumda. Evladını kaybedenler, evlat acısıyla her gün ölenler; eşini kaybettiği için bir başına kalıp bebeğine mama alamaz hale gelenler var. Annesiz, babasız büyümek zorunda kalan çocuklar var. Sol kolunu kaybedip hayata devam etmek zorunda kalan var. Çünkü protezini karşılayan yok… Hayat bize devam edemiyor maalesef. Başkalarına ediyor.

– Kendini suçlu hissedenin olmaması tuhaf değil mi?
Kendilerini suçlu hissetmiyormuş gibi yapıyorlar bence. Suçlu olmadığını düşünen bir insan, evlat acısı çeken bir annenin söylemlerinden rahatsız olmaz! Ya da çıkıp ekranlar karşısında bir demiryolu için ihalelerde bile geçen “sinyalizasyon” şartlarını hiçe sayıp, “Sinyalizasyon olması çok da şart değil!” diye açıklama yapmaz. Bir de üstüne çıkıp “Medyada çok üstüme geldiler. Kazadır, olur!” deyip Danimarka’da olan tren kazasını örnek vermez. Suçlu olmadığını düşünen insan, olaylara gözünü-kulağını kapamaz. Çıkıp canı yanan insanların canını daha da yakacak şekilde duyarsızca konuşmaz. Olayı çok basit bir olaymış şekline çekmez. Tuhaflık, eksik olduklarını bildikleri halde “mükemmelmiş” gibi gösterdikleri yönetim şekillerinde.

Silahlar, bombalar, kafası, bacağı kopanlar… Çocuk istismarı… Kadın cinayetleri… Hepsi zaten dizilerde mevcut

HAYAT, TOPLUMA REKLAM ARASI GİBİ OLDU!

– Vicdan mı öldü bu ülkede? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz ülkece duyarsızlaştık. O kadar alıştık ki ekranlardaki dizilerde, filmlerde ölen kişileri görmeye… Silahlar, bombalar, kafası, bacağı kopanlar, çocuk istismarı, kadın cinayetleri… Hepsi zaten dizilerde mevcut. Hayatın gerçekleri de topluma reklam arası gibi oldu! Gerçekleri görüp, izleyip hiçbir şey hissetmez olduk. Oysaki izlediklerimiz senaryo, yaşadıklarımız gerçekler. Böyle duyarsız bir hale gelince halihazırda vicdanlar da ölmeye başladı yavaş yavaş…

– Peki n’apacaksınız? Mücadelenizi nasıl sürdüreceksiniz?
Son nefesimi verene kadar davamın peşini bırakmayacağım! Ben bu ülkenin vatandaşıyım. Kaybettiğimiz canlarımız da bu ülkenin vatandaşlarıydı. Ben “adalet”i bekleyeceğim. Göreceğime azimle inanmaya devam edeceğim. Unutturmayacağım bu faciayı. Bu faciayla ilgili çıkan her gelişmeyi toplumla paylaşacağım. Bugün benim başıma gelen başkasının başına gelmesin diye üzerime düşen her görevi yapacağım. Bilinçlenmezsek olmaz.

OĞLU OĞUZ ARDA SEL ADINA DERNEK KURDU

– Oğlunuzun adına bir dernek kurdunuz. Neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Bu, bir çocuk derneği. Amacımız “çocuk”. Benim çocuğum öldü. Ama hayatta yaşarken sıkıntı çeken birçok çocuk var. Giyim ihtiyacından tutun da eğitim ihtiyacına, hayallerindeki oyuncaklardan tutun da aile sevgisine, yaptıkları spor ve sanatsal faaliyetlerine kadar… Oğuz Arda’nın ismi, sıcak tutacak onları giyim ihtiyaçlarıyla; Oğuz Arda’nın ışığı, bilgi saçacak onlara kitaplarla; Oğuz Arda’nın çocuk elleri oyuncaklar uzatacak onlara, paylaşmak için; Oğuz Arda’nın spora ve sanata olan tutkusu bir çocuğun belki katılacağı turnuvada ya da gösteride ihtiyacını giderip başarı sağlatacak kendisine, ülkesine… Amacımız, geleceğin çocuklarının gelişimlerine katkı sağlayabilmek. Ve oğlumun hayalleri gibi kendi hayallerini gerçekleştirmek isteyip imkân bulamayan birçok çocuğa dokunabilmek…

– “İnadına iyilik saçacağım!” diyorsunuz… Müthişsiniz… Bayıldım. Nasıl saçacaksınız iyiliği?
Çocuk, bu dünyadaki en masum canlı. Yüzlerindeki gülümseme olacağız. Okula gidip gelirken üşümeyecekler. Ailecek akşamları oturup atkı bere örüyoruz mesela. Satın almak yerine kendi parmaklarımızın dokunduğu, sevgiyle kendi çocuğumuza takacağımız yumuşaklıkta atkılar bereler. Ya da yeni çıkan kitaplardan haberdar edip okumanın tadını fark ettireceğiz. Sanatla tanıştıracağız onları. Güzel sanatların her alanını görmelerini sağlamaya çalışacağız. Sporda destekleyeceğiz. Aileleri bilinçlendireceğiz yeri gelecek. Çocuk gelişimi hakkında hiç bilgi almamış anne babalara dokunacağız. Oyunun çocukların gelişimindeki öneminden bahsedeceğiz, kucak dolusu oyuncaklar taşıyacağız onlara… Gücümüz yettikçe…

ACIDAN KALBİMİN PATLAYACAĞINI HİSSETTİM

– Bu arada, oğlunuzun adı pek çok yere verildi. Sayar mısınız?
Uzunköprü’de bir futbol akademisine. Yine Uzunköprü’de bir futbol sahası, Kültür ve Gençlik Merkezi’ne. Mersin Mut’da bir okulda yeni kurulan kütüphaneye. Keşan Dikmen köyünde yeni kurulan başka bir kütüphaneye. Van Muradiye’de bir okulun kütüphanesine. Yalova’da bir çocuk parkına…

– Bu sizi ne kadar mutlu ediyor?
Değişik bir mutluluk bu. Bir kere bu yapılan yerlerin hiçbiri için ben talepte bulunmadım. Güzel yürekli insanlar bir araya gelip, düşünüp, emek verip yapmışlar. İnsan, acısının sahiplenildiğini hissediyor. Adı her yerde ve sonsuz olacak diye sevinç duyarken, yokluğu taş gibi böğrüne oturuyor o an! Acıdan ayakta duramazken, birileri kolundan tutup doğrultuyor. Bu insanların var olmaları beni en çok mutlu eden…

– Onun da her şeyden haberi var gibi hissediyor musunuz?
Evet. İlk başlarda hissetmiyordum. Ama şu anda bundan eminim.

– “İşaretler” devam mı? Sizi en çarpan ve derinden sarsan işareti anlatır mısınız?
Çok var. Ama en son olanı anlatayım. Bugün doğum günü. 09.01.2019… 9’ların çocuğu Oğuz Arda, 9 yaşında gitti. Bugün, anma törenleriyle geçti. Acıdan kalbimin patlayacağını hissettiğim anlar yaşadım. Sonra eve geldim. Ama bir şey daha yapacaktım. Uçan balonları ikimiz de çok severdik. Derneğimizin logosu bile, uçan balonuyla uyurken çekilmiş fotoğrafından geliyor… Dernek logosundaki balonlardan yaptırdık. İstanbul Boğazı’nı çok severdi. Boğazı tepeden gören bir yere gittik. Akşam saat 9 buçuktu. Balonların üzerine onu çok özlediğimizi, onu çok sevdiğimizi yazdık… Gökyüzüne bıraktık… Biliyordum ki balonlar gökyüzüne çıkacak ve oğlum, tüm duygularımızı balonlarla alacaktı. Balonlar uçtu. O sırada orada hep yatan yaşlı bir köpek var. Asla kalkmaz yerinden. Balonlar uçup kaybolduktan sonra kalkıp yanıma geldi. Kafasını dizime yatırdı. Kendisini sevdirdi. Severken gözümün içine bakıyordu. Ve elimi yalıyordu. “Balonlar Oğuz Arda’nın elinde!” dedim. Delirdiğimi düşünebilirsiniz. Ama henüz delirmedim. Canlı olanda, cansız olanı görebilmek değil midir inanç? Hissediyorum ve görebilmeyi tercih ediyorum sadece…

O HÂLÂ BENİM NEFESİM!

– Sürekli oğlunuzla ilgili fotoğraflar, postlar paylaşıyorsunuz… Bu sizi ruhsal olarak zorlamıyor mu? Yoksa ayakta kalma yönteminiz mi?
Acıyı dökme yöntemim diyebiliriz. Yazıp paylaşmazsam huzursuz hissediyorum. Sanki onu o gün önemsememişim gibi geliyor. Oysa, o hala benim nefesim.

– Ölenler solar, bir şekilde flulaşır, unutulmazlar ama zamanlar başka bir dünyaya ait gibi olur… Siz ise sanki oğlunuzu bu dünyada tutmaya çalışıyorsunuz…
Kesinlikle öyle! Çünkü öyle bir çocuktu o. Yaşıtlarından farklıydı. Bazı söylediği şeylerin gerçek olduğunu gördüğümüz anlar bile oluyordu, hala oluyor. ‘’Bir gün bütün dünya beni tanıyacak, görürsün ’’ demişti bana. Onu bile yaptı. Keşke kimse bilmeseydi de, yanımda olsaydı. Şimdi o yok diye ben onun ideallerini yapmazsam olmaz. Yaşayamam ki zaten. Tutunamam. Hem O’nu bu dünyaya kazımazsam da olmaz. Kızar bana… Yakıştıramaz.

– Sizi “Yapma etme, seni üzer bu!” diye uyaranlar oluyor mu?
Olmaz mı? Oluyor. Ama kesinlikle herkesin acıyla baş etme yöntemi farklı. Ben acımın üstüne gide gide yaşıyorum bu süreci…

ONLARA GÖRE SUÇ YOK SUÇLU YOK AMA 25 KİŞİ ÖLDÜ

– Yüksek kademedeki yetkililerin “Suç yok, suçlu yok” açıklamaları karşısında ne hissediyorsunuz? “Binmeselerdi o trene!” mi demeye getiriyorlar…
Çok net bir şey hissediyorum: “Değersizlik”. Onların ne demeye getirdiklerini bilmiyorum. Anlayamıyorum. Ama 25 kişi öldü… Ve onlara göre suç yok, suçlu yok! 5 ay sonra aynı kurum çatısı altında 9 kişi daha hayata veda ediyorsa, “Suçluyu suçsuzu” bilmem ama kocaman bir “ihmal” var diyebilirim. Suçluyu suçsuzu da çıkartması için adil yargının işlemesini beklerim…

Yorum Bırak