GÖKALP GÖKSULU

Ağlarsa anam ağlar babam da bunlardan kitap yapar!


Biz hep annelerin gözünden baktık, yani kadınların… Ama erkekler de var. Onlar da baba oluyor.

Biz anne olduğumuzda, onlar da baba oluyor. Ama baba olmak öyle kolay oluyor mu? Gökalp Gökulu, Aslı’nın kocası ve 8 yaşındaki Levent’in babası. O bir reklam filmi prodüktörü, 500’den fazla reklam filminde imzası var. Bu röportajı yapma sebebim babalık üzerine yazdığı kitap… O, hamileliği ve çocukla birlikte yaşanmaya başlanan ‘yeni hayatı’ bir babanın gözünden anlatıyor. Sarkastik ve ironik yazılmış bir kitap. Evlere şenlik gözlemler var. 2 metre boyunda şahane bir baba. Baba baba. Her satırında hissediyorsunuz… Hepinizin 8 Mart’ı kutlu olsun!

GOKALP-GOKSULU-4

Tebrik ediyorum. Çok eğlenceli bir kitap yazmışsın, aynı zamanda öğretici. Nereden çıktı “Babababa?”

-İhtiyaçtan!

Nasıl yani?

-Baba olacağımı öğrenir öğrenmez, baba olmanın gelişimini anlatan, endişelerimi hafifletecek bir kaynak aradım. Erkek gözüyle yazılmış bir şey. Aradığım gibi samimi, gerçek hayattan örnekler vererek yazılmış hiçbir şey bulamadım. “Erkek bünyesi güçlüdür, kendi içinde halleder!” diye düşünmüşler herhalde. O kadar bocaladım ki, “Başkaları benim düştüğüm çukurlara düşmesin diye ben yazayım” dedim.

Peki nasıl başladı senin babalık maceran?

– Aslı, sevgilimdi. Hâlâ sevgilim ama aynı zamanda karım. İkimiz de çocuk istedik. Hamile kalınca, mutluluktan havalara uçtuk. Her şey paralel ilerliyordu, ta ki Aslı bir ‘anne’ye dönüşünceye kadar!

Burada yine “Nasıl yani!” demem gerekiyor…

-Başrolde olduğun bir film var, birdenbire ‘yardımcı erkek oyuncu’ oluyorsun. Başrol, anne ve bebek arasında paylaşılıyor. O panikle de yaşadıklarını kabullenebilmek ve “Aaa bak, herkese aynı şey oluyormuş!” diyebilmek için kitaplar bakınıyorsun. Çünkü o esnadaki bilinmezlik ve rol değişimleri yüzünden bir sürü ilişki yıpranıyor. Aslında ‘baba’ olmayı öğrendikçe, her şeyin daha iyi olacağını anlatmak istedim. Ama bu pat diye olmuyor. Epey bir dönem babalara, ‘yedek destek ünitesi’ gibi davranılıyor.

Yedek destek ünitesi mi?

-Evet! Çocuklu dünya, anne merkezli. Gerçek bu. Kadınlar, biyolojik olarak mucizevi bir dönüşüm yaşıyorlar. İyi de bu süreçte babaya ne oluyor? Bir Allah’ın kulu ilgilenmemiş, yazıp çizmemiş. Basbayağı ‘yedek destek ünitesi’ işte! Babalara tavsiye hep aynı: “Anlayışlı ve soğukkanlı davranın. Eşinize ilgi ve şefkat gösterin!” İyi de? Biz cinsimiz itibariyle duygularımızı ifade etme özürlüyüz, yol gösteren yok, hep anne-bebek, kitaplarda bizim yerimiz yok. “Arabayı kullan, hastanenin yerini bil yeter, gerisini biz hallederiz” demeye getirmişler sanki. İnsan ister istemez dışlanmış hissediyor!

‘Asıl’ olmak istemeyen haliyle ‘yedek’ kalır…

-Yok öyle değil. Anneyle bebek arasındaki ilişki, doğuma kadar tam bir ölüm kalım ilişkisi. Onlar en ağır bağlılık deneyini, en başta, daha birbirlerini görmeden veriyorlar. İkisi de diğerine bir şey olmasın diye, kendinden vazgeçmeye hazır! Aralarındaki bağın yıkılmazlığını anlayabilmek babanın ilk görevi. Oysa o güne kadar biz erkeklere ‘sahip olmak’ öğretilmiş. En iyi okula, en güzel kadına, en parlak işe, arabaya, paraya, aileye, toplumun ‘başarı’ olarak kabul ettiği her şeye sahip olmaya programlanmışız. Sırf bu yüzden, çocuğunu kucağına aldığında ‘baba’ olmuyorsun, ‘çocuk sahibi’ oluyorsun. Sahiplik duygusu kayboldukça, ‘baba’ olmaya başlıyorsun. Ezberlenmiş doğruları değil, anneyi rahatlatacak, bebeği mutlu edecek, bu muhteşem ikilinin arasına en doğru şekilde girecek yolu aramaya başlıyorsun. ‘Yedek ünitesi’ olmaktan memnun olanlar ve olmak isteyenler var tabii. Ben istemedim. Bu kitabı da istemeyenler için yazdım.

GOKALP-GOKSULU-3

İÇİMDE BİRİKMESİN, YAZAYIM

Bu süreç erkeğin gözünde, kadınınkinden çok farklı. Zaman zaman onun endişelerini saçma, korkularını yersiz, hatta komik bulduğu oluyor. Ben, “Bunları içimde biriktirmeyeyim de en doğal halleriyle yazayım” dedim. Ama sonuçta şöyle bir durum oldu: “Ağlarsa anam ağlar babam da bunlardan kitap yapar!”

Maddenin en saf hali çocuk

Kitabın bir yerinde Levent sana dönüyor ve “Babaa farkında mısın Aslı bi adamla konuşuyor. Galiba artık bize âşık değil!” diyor…

-Evet dedi. Acayip kuvvetli bir sahiplenme hissi var çocukta. Ve annesine âşık. Tabii ki ben, “Oğlum başka bir erkekle konuşması bana âşık olmadığı, seni de sevmediği anlamına gelmez!” dedim. Ama Aslı’nın arkadaşını öldürecekmiş gibi bakmaya devam etti.

Siz ikiniz aynı kadına mı âşıksınız?

-Ya işte öyle bir mesele var. Umarım benimkini bana bırakacak bir gün!

Oğlundan istediğin tek bir şey var. Bunu da anlatıyorsun kitapta…

-Evet sadece ve sadece içindeki çocuğu kaybetmesin. Çok büyümek istiyorsa büyüsün ama içindeki o çocuğun neşesi kaybolmasın.  Bence hayatın özü, o çocuk enerjisi. Maddenin bulunmuş, bulunacak en saf hali çocuk.

Başka kitaplar yazacak mısın?

-Bu benim ilk kitabım. “İkincisini de yazarım!” diye çıkmadım yola. Ama keyif de almadım değil. Yazdıklarımın hepsi benim hislerim, deneyimlerim. İnsanlara samimi gelecek mi bilmiyorum. Umarım gelir. Ve evet, ikincisi üzerine de çalışmaya başladım.

GOKALP-GOKSULU-5Evi ev yapan çocuklar

Evde nasıl bir değişim yaşadınız?

-Bir kere evin her tarafından oyuncaklar fışkırıyor. Mesela gecenin bir yarısı tuvalete giderken, aniden ayağınıza bir acı saplanabilir. Üstüne üstlük “Bu ne yaa!” diye bakarken, o alet ışıklar saçarak evinizi çınlatabilir. Bir de üstüne karınızdan “Oğlanı uyandıracaksın, biraz yavaş olsana” diye fırça yiyebilirsiniz.  Ama insan bir şekilde yeni düzene alışıyor. Mesela şimdilerde, Levent uyuduğunda eve çöken sessizlikte, oğlumun bütün gün yaşadıklarından arta kalan dağınıklığı toplarken, adına ‘dağınıklık’ dediğimiz şeyin aslında bir eve kişilik ve ruh katan, onun diğer hiçbir eve benzememesini sağlayan şey olduğunu fark ediyorum. Anladım ki biz çocukları büyütürken, onlar da bize kurduğumuz hayatın hakkını vermeyi, yaşamayı öğretiyorlar. Evi, çocuklar ev yapıyor.

KİTAPTAN…

Eyvaaaah! Üç gündür kaka yapmadı

-Üç gündür evde ortam çok gergin, kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Herkesin gözü bir noktaya kitlenmiş dalıp dalıp gidiyoruz. Kitlendiğimiz nokta, Levent’in poposu… Müzik dinlerken, müzik setine bakan insanlar gibiyiz. Levent üç gündür kaka yapmamış.  Birinci gün “İllaki yapar, kaka yapmayan insan olmaz” cümlesini dört kez kullanıp tüm haklarımı tükettiğimden bu gerginliğe sosyal uyum gösteriyorum… Ofiste 20 kişiye sunum yaparken Aslı’dan “Hâlâ yapmamış” SMS’leri geliyor, ben de geriye üzgün surat SMS’i yolluyorum. “Bir şey lazım mı?” diye evi arıyorum, anneannesi “Levent’in kaka yapmaması dışında her şey var Allah’a şükür!” diyor. Bakıcımız yemeden içmeden kesildi. Levent oyunlara devam ediyor. Çocuğun, henüz kaka yapmanın aile, toplum huzur ve düzeni için bir gereklilik olduğundan haberi yok tabii. Sadece 10 dakikada bir birinin gelip “Kakan geldi mi?” diye sormasından kıllanmaya başladı. Oysa ben, bokunda boncuk var sanıp havaya girmesin diyerek hiç sormuyorum. Bu konu hem işgal ettiği zaman hem de nasıl bir baba olduğunuzun toplumsal tespiti bakımından son derece önemli bir konu.

Anneyi tanıyor babayla tanıştırılıyor

Elinden karını alıp, ‘anne’ olarak sana geri veren bir süreç bu çocuk süreci. Ve çocuk, anneyi doğmadan önce tanıyor. Oysa babayla tanıştırılıyor. Babaya alışıyor. Çocuk büyüdükçe babanın fonksiyonu artıyor. Ve baba olmayı öğrendikçe her şey keyifli ve zevkli hale geliyor.

Baba, ne zaman geleceğiz?

Çocukla yolculuğu da çok tatlı yazmışsın…

-Tatlı mı bilemem ama yolculuk deyince benim aklıma “Baba ne zaman geleceğiz?” cümlesi geliyor. Benden tavsiye, bu cümleyi duyduğunuzda eğer ev daha yakınsa hemen geri dönün, çünkü gideceğiniz yere vardığınızda bu soruyu duymaktan, artık siz siz olmaktan çıkacaksınız! 41 derece sıcağın altında, otobanda, bir benzinlikte rastladığımız, korku filmi karelerinden fırlamış bir salıncakta, Levent’i aralıksız 1 saat salladığımı bilirim.

Korkma… Hepsi geçecek!

Levent doğana kadar Aslı’yla ilişkiniz nasıldı? Sonra nasıl bir dönem başladı?

-Gezerdik, tozardık, iş çıkışı eve gitme zorunluluğu olmadığından anlık planlar yapardık. Derken hamilelikle birlikte başka bir dönem başladı. Kadındaki değişiklik o kadar inanılmaz boyutlarda oluyor ve erkeğe o kadar hiçbir şey olmuyor ki buna adapte olabilmek cidden bir mesele. Yorulmaması, üzülmemesi, iyi beslenmesi, bol uyuması, hastalanmaması gerekiyor da gerekiyor. O ana kadar ilişkinin merkezi siz neredeyseniz orasıyken, bir anda bu merkez, ‘ev’ olarak somut bir hale geliyor. Tabii buna bağlı olarak da düzen tamamen değişiyor. Gece yarılarına kadar eğlendiğin, film izlediğin, sohbet ettiğin partnerinin saat 8’de uykusu gelmeye başlıyor. Mesela biz neredeyse her öğün balıkla beslenebiliriz ama Aslı hamilelik sırasında bırak balık yemeyi görmeye bile dayanamıyordu. Bir insanın haftalar içerisinde böylesine değişmesi ve o sırada diğerine de hiçbir şey olmaması çok tuhaf bir hal tabii…

Tabii acayip bocaladın…

-Hem nasıl. Kitapta yazdığım her şey, bocaladığım şeylerin tümü aslında. Ben sadece, “Bunalmak yerine eğlenebilirsin, çünkü hepsi geçecek!” demek istedim.

Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU

Yorum Bırak