Genetiğiyle oynanmamış insan, basit bir hayatla da mutlu olabilir


Nefes kesen, insanı büyüleyen fotoğraflar… Tavrı olan, insanı derinden etkileyen fotoğraflar… Konuşan ve kendimizi sorgulamamıza sebep olan fotoğraflar… 2014’ten beri fotoğrafla profesyonel olarak ilgilenen Hasan Cem Araptarlı, bir dünya fotoğrafçısı. Dünyanın çeşitli yerlerinde, hikâyesini anlatmak istediği insanları, toplulukları çekiyor. Pasifik Okyanusu’nun su üzerinde yaşayan toplulukları, Afrika’nın kabileleri, bu en son kitabıyla da Hindistan’ın Çingeneleri… O sadece belgesel fotoğrafçısı değil, aynı zamanda bir hikâye anlatıcısı. ‘Indian Gypsies’ (Hindistan Çingeneleri) enfes bir çalışma. Sistemin kendisine biçtiği köle hayatını kabul etmeyen, tek aidiyeti ailesi ve özgürlüğü olan bir insan türünün görkemli direniş öyküsü… Tutkusunun peşinde koşan ödüllü fotoğrafçı Araptarlı’yı kutluyorum.

Nefis bir kitap! Gerçekten kutlarım. İnsan fotoğraflara bakınca büyüleniyor.

– Çok çok teşekkürler. Fotoğrafların insanlara bir yerden dokunduğunu görünce içim coşkuyla doluyor.

Bir de deli bir emek bu! Projenin iki yıl sürdüğü doğru mu?

– Evet. Toplamı, dört aylık masa başı işiyle beraber tam iki yıl sürdü.

Kaç kere Hindistan’a gittin?

– Beş kere. 75 günlük çekim var. Ama inan, 150 güne bedel! Askeri bir nizamda, sabah 05.00’ten gece el ayak çekilinceye kadar… Günde 17-18 saat çekim!

Kaç yerleşim yeri ziyaret ettin?

– Çingenelerin yoğun olduğu Gujarat, Rajasthan ve Madhya Pradesh eyaletlerinde 150’nin üzerinde şehir, köy ve kasaba ziyaret ettim.

TEK AİDİYETİ ÖZGÜRLÜK OLAN İNSANIN DİRENİŞİ

Tek başına mıydın tüm bu süreçlerde?

– Buralar hem fiziksel hem psikolojik açıdan çok zor rotalar. Yanımda çok güvendiğim ve sevdiğim bir fotoğrafçı dostumun olmasını tercih ederim her zaman. İlk seyahati, fotoğrafçı kardeşim Hüseyin Alsancak’la, sonrakileri de 40 Haramiler Fotoğraf Okulu’nun kurucusu, yakın dostum Muammer Yanmaz’la gerçekleştirdim. Destekleri unutulmaz.

Peki neden Hindistan Çingenelerine taktın? Baştan çıkaran neydi?

– Hindistan Çingeneleri bir sembol. Sistemin kendisine biçtiği köle hayatını kabul etmeyen, tek aidiyeti ailesi ve özgürlüğü olan bir insan türünün görkemli direniş hikâyesi. Bu insanlara ilk Pushkar Çölü’nde rastladım. Özgürlük anlayışları üzerine düşünmeye başladım. Modern hayatımızda, farkında olmadan her gün biraz daha kaybettiğimiz özgürlük damarını bu kadar farklı ve fotografik bir hayatın içinde görmek, ilk günden itibaren aklımı başımdan aldı! Maddi anlamda hemen hiçbir şeye sahip olmayan ama senden benden daha özgür bu topluluğun hayatını modern dünyamızın karşısına koymak istedim. İdeal bir model olarak değil, beraber düşünelim diye. Özgürlük nedir? Kölelik nedir?

AFRİKA’DAN SONRA HİNDİSTAN SPA GİBİ

Kervanlarıyla göçlere katıldın. Anlat nasıl oldu, ne kadar sürdü? Onların yanında ‘uzaylı’ gibi değil miydin? Kendini nasıl kabul ettirdin? Hangi dilde anlaştın?

– Yılda iki defa göçüyorlar. Göçler yaklaşık 15-20 gün sürüyor. Belirli bir rota ve zamanlama olmadığı için yakalamak çok zor. Dağlardan bayırlardan kat edilen bir yoldan bahsediyoruz, arasan bulunamayacak yollardan… Önden çok sıkı bir araştırma gerektiriyor. İstanbul’da aylarca rotalar, iklim şartları, ulaşılması gereken kişiler üzerine çalışmalar yaptım. Şansım da yaver gitti, başardım. 15 gün, dört-beş farklı grubun göçüne katıldım. Başlarda oldukça şaşırıyorlar tabii. Bulunduğumuz yerler turist rotası değil, bu insanlar Batılı birini belki hayatları boyunca görmemişler. Ama dünyanın sistem dışında kalmış tüm topraklarında olduğu gibi, buranın da genetiğiyle oynanmamış temiz insanı, bir kuru ‘namaste’ (merhaba), iki güler yüzle açıyor size kapılarını. Onlardan olduğunu hissettikleri anda kervanın bir parçasısın artık. Bu gibi yerlerde insan kalpten yaklaştığı herkesle anlaşabiliyor. İki vücut dili, üç- beş İngilizce kelime ve samimiyet her kilidi açıyor!

Hindistan’a gelenlerin bir kısmının hijyen takıntısı oluyor, ben de sürekli “Neyi görmek istersen onu görürsün!” diyorum. Ama temiz olmadığı da doğru. Sen nasıl baş ettin bu sorunla?

– Afrika kabilelerini fotoğrafladıktan sonra Hindistan bana SPA gibi geldi açıkçası! Şaka bir yana, dediğin doğru, Hindistan’a Oslo’yu, Helsinki’yi gezmeye gider gibi gidersen, biraz hayal kırıklığına uğrarsın tabii.

“Hastalanabilirim” diye korkmadın mı yani?

– Yok canım. Bu işe tutkuyla bağlı biri ne hastalanmaktan ne de ölmekten korkar! Aldığım önlem kötüyü hiç düşünmemek ve mümkün olduğu kadar gittiğim yerin lokal insanları gibi yaşamaya çalışmaktı. Valizde de üç-beş temel ilaç vardı tabii.

FOTOĞRAF DA SONUÇTA BİR HİKÂYE ANLATICILIĞI

Profesyonel fotoğrafçılığa ne zaman ve neden başladın?

– 2014’ten beri fotoğrafla profesyonel olarak ilgileniyorum. Fotoğraf da sonuçta bir hikâye anlatıcılığı. Derdimi, ruhuma en uygun şekilde ifade edebileceğim yöntemin fotoğraf olduğuna karar verince bu yola girdim. Özel olduğuna inandığın bir fotoğraf çektiğinde, içindekilerin hikâyesini de alıyorsun hayatına. Pasifik Okyanusu’nun su üzerinde yaşayan toplulukları, Afrika’nın kabileleri, Hindistan’ın Çingeneleri küçük dünyamın sınırlarını genişletti.

Para kazanılabilecek bir meslek mi?

– Belgesel fotoğrafçılığından para kazanmak Türkiye’de çok zor. Benim para kazandığım, sponsora ihtiyaç duymadan bu projelere kaynak ayırabildiğim başka bir işim daha var. En büyük şansım da bu.

Dünyanın bütün toprakları senin fotoğraf alanın. Yıllar süren, zahmetli işler… Yorulmuyor musun? Sırrı, tutku duyuyor olman mı?

– Elbette! Ve ne yorulması! İki sene sonunda kitabı elime aldım, büyük bir mutluluk tabii. Bir yandan içim içime sığmıyor. Bir yandan tekrar sahada olmak arzusu sıkıştırıyor. Ertesi gün yeni projenin hazırlıkları başlamıştı kafamda.

İSTAVRİTE DİNAMİT ATMAK NEDİR YA!

Kitaptan dokuz fotoğraf, sonuçları bu ay açıklanan, dünyanın en büyük fotoğraf yarışmalarından International Photography Awards 2018’de ‘Honorable Mention’ ödülü kazandı. Ayrıca sonuçları 2019 yılının ilk üç ayı içerisinde açıklanacak dört ayrı uluslararası yarışmada da adaylığın bulunuyor. Tüm bu ödüller senin için ne ifade ediyor?

– Hiç tanımadığın insanlar tarafından ödüllendirilmek, derdimi anlatabildiğim anlamına geliyor. Güzel bir motivasyon.

Hepimiz yarın için mi yaşıyoruz? Sentetik hayatlar mı sürüyoruz? Kapitalizm mi mahvetti bizi?

– Evet… Vahşi kapitalizm ve tüketim üzerine dizayn edilen bir hayat, toplumu mahvetti. Büyük bir hızla da mahvetmeye devam ediyor. Sürekli yarın ödenecek taksitler için ve alınacak yeni şeyler için yaşayan modern insan, bir süre sonra kendi hayatına yabancılaşıyor. ‘Bugün’ yok artık! ‘Yaşanan an’dan zevk almak yok! Hedefe ulaşmak için en yakınındakini bile satabilecek, duygusuz ve mutsuz bir robota koşuyoruz! Sosyal medya hesaplarındaki acınacak duruma bir bakalım lütfen. Çoğumuzun derdi, muhteşem hayatlarımızı sergileyerek öncelikle en yakınımızdakileri kıskançlıktan çıldırtıp aldatıcı bir tatmine ulaşmak! Ne yazık ki dönüştüğümüz canavarın farkında bile değiliz.

HEP DAHA FAZLASINI İSTEYEN, ÖZGÜR KALAMAZ

Hindistan Çingeneleri bizden daha mutlular, öyle değil mi?

– Evet. Bu rotalara yaptığım yolculuklar, genetiğiyle oynanmamış insanın basit bir hayatın içinde de mutlu olabileceğini gösterdi bana. Özgürlük, tatminsiz bir ruha sahip olmamaktan geçer. Hep daha fazlasını talep eden insan, ister istemez bu sistemin kölesi olur. Ne kadar çalışırsan, ne kadar kazanırsan kazan… Çarkın içine bir kere girdiğinde, sistem önüne hep talep edeceğin yeni arzu nesneleri koyacaktır. Pasifik Okyanusu’nda yaptığım çekimlerde uzun süre usta bir balıkçıyı izlemiştim. Beş balık tutup bir süre sevgiyle okyanusu seyredip evine dönmüştü. İstese 50 tane de tutardı ama o akşam o kadarı yeterliydi. Biz pazar keyfi için balığa çıktığımızda ekolojik dengeyi değiştirecek kadar balık tutma hırsıyla saldırıyoruz oltalara! Ticari yapanlar dinamit atıyor! İstavrite dinamit atmak nedir ya!

“Başkalarının şekillendirdiği bir hayatı, itirazsız kabullenmek midir doğru olan, yoksa tüm zorluklara rağmen nefes alabileceğin alanlarını teslim etmemek mi?” diye sormuşsun bize. Bu soruya senin verdiğin cevap ne?

– Kesinlikle nefes alabileceğin alanları teslim etmemek için mücadele etmek! Bunun yolu da yaşadığımız dönemi, zamanın ruhunu anlamaktan geçiyor. Bu da okumakla, merakla, vasata teslim olmaya direnecek bir bilinç oluşturabilmekle mümkün. Hiçbirimiz bu derece güçlü bir toplumsal deformasyondan tam anlamıyla sıyrılamayız. Ama en azından kendimize yaptığımız doğru yatırımlarla, yani doğru kültürel beslenmeyle yaşadığımız hayatı anlayabilir, her önümüze sunulanı yemeyi reddedebiliriz. Sürüye katılmayız. Bir seçme gustomuz olur. Etrafımızdaki üç-beş kişiyi de kurtarabilirsek ne âlâ.

MASTER’IMI RAHMETLİ ÜNSAL OSKAY’IN YANINDA YAPINCA YIRTTIM!

Eğitim? Nasıl bir ailede büyüdün? Kimden nasıl etkilendin, hayata bakışını nasıl anlatırsın?

– Şanslıydım ben. Fena sayılmayan okullarda okuma fırsatım oldu. Master’ımı rahmetli Ünsal Oskay’ın yanında yapınca yırttım. İki sene onun gölgesinde soluklanmak hayata bakışını değiştiriyor insanın. Sevgi dolu, efsane bir ailenin içinde büyüdüm. Birbirine çok bağlı ve her türlü fedakârlığı yapmaya hazır bir ailesi olduğunu bilmek, hayata karşı bambaşka bir güven duygusu veriyor insana. Hayata hep umutla bakmaya çalışırım. Hep merak ederim, öğrenmek isterim, yaşamak isterim. Korkmadan üstüne giderim yeniliklerin. Hayat korkarak yaşanmaz! Bir de ne yaparsan yap, çok çalışmadan iyi bir şey çıkacağına inanmam.

Seni hayatta kesmeyen neydi?

– Tek boyutlu bir insan olmak.

Şu anda hayatta en çok yapmak istediğin şeyi mi yapıyorsun?

– Şimdilik öyle. İlerde bir şeyi daha çok istersem onun için de çalışmaya hazırım.

Yorum Bırak