Alya ile Amsterdam’ı sarı bisikletle keÅŸfediyoruz.
Anne-kız, Amsterdam’ı keÅŸfe çıktık.
Üstelik bisikletle! Eti Sarı Bisiklet Sosyal Sorumluluk Projesi için kentte pedal salladık. Gördük ki Amsterdamlılar için bisiklet hayatın doÄŸal bir parçası. Ne kadın-erkek ayrımı ne de yaÅŸ limiti. YaÄŸmur, çamur, kış, kıyamet de onları etkilemiyor. Özgürlük hissi, yüze vuran rüzgâr ve selenin üstünde geçen bir kent yaÅŸamı: YaÅŸlısı, genci, varlıklısı, varlıksızı, işçisi, siyasetçisi, entelektüeli herkes bisikletli. İstanbul’da da bisikletli hayata…
Oleeeeeeeey!
Alya’mla ve sarı bisikletimle Amsterdam’dayım, ÅŸehri bisikletle keÅŸfedeceÄŸiz.
Bütün gün pedal sallayacağız.
Alya’nın ilk Amsterdam’ı, pek heyecanlı.
Benim beşinci gelişim ama ilk bisiklet tecrübem, ben de heyecanlıyım.
Birazdan Rukiye’yle buluÅŸacağız.
O, dışı Türk, içi dünya vatandaşı şahane bir kadın, Hollandalılara Hollandaca öğretiyor, anladınız öğretmen, bisiklet onun her şeyi, her yere bisikletle gidiyor, o bize rehberlik edecek.
Rukiye Şen, pek çok Hollandalı kadın gibi 8.5 aylık hamileyken bile bisiklete binmiş.
Ailenin Türkiye kanadı delirmiÅŸ, “N’apıyor bu?!” diye, oysa Hollandalılar için dünyanın en normal ÅŸeyi.
Åžimdi de 4 aylık minik oÄŸlu Güney’in bir an önce dik oturabilecek kadar büyümesini bekliyor ki, bisikletle hayatın içine dalabilsinler…
Hava da missss.
15 derece.
Oh be, İstanbul sıcaklarından sonra acayip iyi geliyor.
Bisikletimin arkasında bir şeyler koyarken Alya görüyor ve dalgasını geçiyor. Çünkü akşam şık bir lokantaya götürecek Rukiye bizi, kremrengi topuklu ayakkabılarımı yanıma alıyorum.
“Bu ÅŸehirde topuklu ayakkabıyla bisiklete binen bir sen olacaksın herhalde!” diyor.
“Sen öyle san küçük ÅŸey!” diyorum.
“Amsterdam’da kadınlar bisikletin üzerinde yaşıyor!”
Sabah çocuklarını bisikletle okula götürüyorlar, sonra bisikletle işe gidiyorlar, alışverişlerini bisikletle yapıyorlar, akşamları bara da, kokteyle de, davete de bisikletle gidiyorlar.
Canları topuklu ayakkabı giymek istiyorsa, benim gibi yanlarında taşıyorlar!”
MÜTHİŞ BİR ÖZGÜRLÜK DUYGUSU
Heyecanla girdim meseleye tabii unuttum yazmayı…
Anne-kız bir proje için buradayız, bisiklet için buradayız, Eti Sarı Bisiklet Sosyal Sorumluk Projesi için buradayız.
Kanımızın son damlasına kadar bu projeyi destekliyoruz!
Çünkü bu projede hareket var, sağlıklı bir yaşam için farkındalık yaratma var, bisiklet kullanımını teşvik ederek hareketli yaşama öncülük etmek var.
Kömürlüklerden eski bisikletleri sokağa çıkarıp hayatımıza sokma kampanyası var.
Bir sürü iyi şey var bu projede.
Biz de bisikletin modern hayatta ne ifade ettiÄŸini görebilmek için Amsterdam’a geldik.
Öyle böyle değil, 800 bin insan yaşıyor bu şehirde, 800 bin de bisiklet var.
Burada hareketsizlik diye bir sorun yok, çünkü bisiklet var.
Bisikleti gündelik hayatlarına fena halde sokmuşlar.
Dünyada bisiklet kullanımının en fazla olduğu ülke. Nüfusu 16 milyon, bisiklet sayısı 13 milyon.
Amsterdam’da ulaşımın yüzde 32’si bisikletle, yüzde 22’si otomobille, yüzde 16’sı ise toplu taşımayla gerçekleÅŸiyor.
Otelden çıkıyoruz, Rukiye’yle buluÅŸacağız ya, Alya ile bisikletlerimize biniyoruz, pedala kuvvet gidiyoruz.
Vaaaay rüzgârına hastayım ben senin!
Galiba bisiklete binmenin en güzel tarafı yüzümü okşayan o hafif rüzgâr.
Ve arkasından o müthiş duygu geliyor, özgürlük, dünyanın en güzel duygusu.
Bir kere arabaya bağımlı deÄŸilim, kapalı bir yerde deÄŸilim. MeÄŸer ne acayip duyguymuÅŸ, trafiÄŸe takılmadan bir ÅŸehirde bir yerden bir yere istediÄŸin gibi gidebilmek…
Sadece sağlıklı yaşam için değil, kendini serbest ve özgür hissedebilmek için de son derece faydalı bir araç.
Oysa bizde ya hobi ya da sınıf geçme hediyesi, bir oyuncaktan öteye geçemiyor.
Bu anlayışın mutlaka değişmesi lazım.
Bisikleti hayatımıza çok daha fazla sokmak zorundayız.
Amsterdam’daki bisikletler farklı, seleleri yarış bisikleti gibi deÄŸil, çok rahat oturuyorsun, öne eÄŸilmen de gerekmiyor.
Alya da çok sevdi bisikletini.
Önce bir tedirgin oldu, “Nasıl olacak ÅŸehrin ortasında? Ya arabalar sıkıştırırsa?” dedi ama hiç öyle bir ÅŸey olmadı.
Çünkü Hollanda’da bisiklet kültürü, insanların hayatına nüfuz etmiÅŸ. Ama tabii bir tek ÅŸart var: Kurallara uyacaksın, bu konuda çok hassaslar, gözünün yaşına bakmıyorlar, ceza kesiveriyorlar…
Hemen ÅŸehrin bir parçası oluverdik, zannedersin yıllardır Amsterdam’da bisiklet kullanıyoruz.
Bir tek yayalar sanki bize biraz gıcık.
Çünkü yol önceliği sıralaması şöyle:
1- Bisikletliler
2- Yayalar
3- Arabalar.
Biz sevindirik olduk ama Amsterdamlılar için bisiklet hayatın doğal bir parçası, bir uzuvları gibi.
Rukiye’den öğrendiÄŸimize göre, yaÄŸmur, çamur, kar, kış, kıyamet onları etkilemiyor. “Bugün bisikletime bineyim mi binmemeyim mi?” diye bir soru iÅŸareti bile yok. Çantasını almadan nasıl birisi iÅŸine gitmiyor, bisikletini almadan da gitmiyor.
Bir de kadın-erkek ayrımı yok.
Kadın erkek ayrımı olmadığı gibi yaş ayrımı da yok.
Yaşlısı, genci, varlıklısı, varlıksızı, işçisi siyasetçisi, entelektüeli herkes bisikletli.
Bakanlar bile, anlayın artık…
Bir tespit de Alya’dan geliyor.
“Babanın sana Dubai’den aldığı bisiklet çok havalıydı, bunlar öyle deÄŸil!” diyor.
Amsterdam’da kimsenin bisikletinin güzel olması gerekmiyor. Bilakis, “İyi bisikleti çalarlar” diye düşünüyorlar. Onlar için bisiklet bir araç, iÅŸe yarasın yeter. Özellikle sıradan bisikletleri seçiyorlar.
BİSİKLET CENNETİ
Ve nihayet Rukiye’yle buluÅŸuyoruz.
Dünya tatlısı bir kadın.
Onun öğretmenlik yaptığı okuya gidiyoruz, sonra bizi çeşitli yerlere götürüyor, onunla şehrin altını üstüne getiriyoruz.
Rukiye’ye “Hep mi böyleymiÅŸ Amsterdam?” diye soruyorum.
“Hayır” diyor, “70’lerin başında trafik büyük bela oluyor. Trafik kazalarında çocuk ölümleri artmaya baÅŸlıyor. O zaman sivil toplum örgütleri harekete geçiyor. Siyasi iktidar da destekliyor”.
Kampanyalarla bisiklet kullanımını yaygınlaÅŸtırmaya baÅŸlıyorlar. Mesela pazar günlerini otomobilsiz gün ilan ediyorlar. Åžehir merkezlerinde arabaların giremeyeceÄŸi bölgeler oluÅŸturuyorlar, bisiklet yolları yapıyorlar. Gelinen sonuç: “Hollanda bugün dünyanın bisiklet cenneti…”
Rukiye bizi Fietsflat’e götürüyor.
Alya ile küçükdilimizi yutuyoruz!
Burası dev bir bisiklet parkı.
Alya da ben de hayatımızda bu kadar çok bisikleti yan yana görmemiştik.
MeÄŸer ÅŸehrin büyük çoÄŸunluÄŸu Amsterdam’ın dışında oturuyormuÅŸ, evlerinden bulundukları banliyönün tren istasyonuna kadar bisikletle geliyorlar, orada bisikletlerini parka bırakıyorlar, trene atlayıp Amsterdam’daki bu büyük parkın olduÄŸu istasyona geliyorlar.
Dışarı çıkıp bu parktaki bisikletlerini alarak işlerine gidiyorlar.
Dönerken de aynısı.
Yani bu şehirde insanların genelde iki bisikleti var.
İSTANBUL’DA DA MÜMKÜN
Rukiye 4 kız kardeş.
Hepsi burada doÄŸuyor.
Hepsi çifte vatandaş.
Hem İnsan Kaynakları okumuş hem Hollanda Dili ve Edebiyatı. Şimdi de ortaokul çocuklarının öğretmeni.
Güvenlik meraklısı Alya, Rukiye’ye soruyor.
“Peki neden kask kullanmıyor burada bisikletliler?”
Rukiye cevap veriyor: “YavaÅŸ gittikleri için, bisikletlerin geçirdiÄŸi trafik kazası olmadığı için, arabalar bisikletleri sıkıştırmadığı için ve bisiklet kültürü yerleÅŸtiÄŸi için…”
“Bu iÅŸin hiçbir zorluÄŸu yok mu?” diyoruz…
Rukiye diyor ki: “Park sorunu. Bisikletini kafelerin camına dayamak filan yasak. Daha önce her yere koyabiliyordun, artık öyle bir ÅŸey yok. Son zamanlarda bisikletlilere özel park yerleri yapıldı, yerde kareler var, onların içine bırakabiliyorsun.”
Bisikletli Amsterdam maceramıza bayılıyorum. Alya da…
“Oh be dünya varmış!” diyorum…
Diyorum da, keÅŸke İstanbul’da da bisikletli bir hayata geçebilsek…
Böyle bir ÅŸey mümkün olsa…
Neden olmasın?
Tabii ki mümkün, yeter ki isteyelim…
Bu macera burada bitmedi, gelecek cumartesi bu sefer İstanbul’daki bisiklet deneyimimizi okuyacaksınız ve bisikleti gündelik hayatına sokmuÅŸ kadınlarla, yani Bisikletli Kadın İnisiyatifi üyeleriyle tanışacaksınız…