Bize bu ülkede kapıyı gösteriyorlar
‘Aykırı Sorular’ın prensi Enver Aysever insanın nefesini kesen bir adam.
Öyle birikimli, öyle donanımlı. Ve 43 yıllık hayatına o kadar çok ÅŸey sığdırmış ki, “Yok artık” diyorsun… Sıkı bir edebiyatçı aslında o, Yunus Nadi Ödülü almış daha ne olsun, bir sürü kitap yazmış, son romanını da yeni yazdı, DoÄŸan Kitap’tan çıktı, bu röportajı yapmamın sebebi de o. Ama romancılıkla sınırlı kalmıyor, tiyatroculuk, televizyonculuk, hatta köşe yazarlığı… Say, say bitmiyor. Adam her ÅŸeyi birden yapıyor. Allah için iyi de yapıyor. ‘Aykırı Sorular’, ne yazık ki haftada bire indirildi, Enver Aysever’in soru sorması yasaklandı! Zaten bu röportajda ben sordum, o da hiç susmadı. Bir sürü ÅŸey anlattı, tabii ki hepsi buraya sığmadı, artık günlerce okursunuz…
HAMİŞ: Bugün saat 15:00’te Suadiye D&R’da, yarın da Kanyon D&R’da, yine aynı saatte kitabını imzalayacak haberiniz olsun!
‘Bu roman o kız okusun diye yazıldı’ sıkı bir aÅŸk romanı. İnsanı alıp götürüyor. “Cırt” diye bitiyor, ÅŸiirsel bir dili var. Ne o, içinde bir aÅŸk adamı mı yaşıyor?
-24 saat aÅŸk düşünenlerden deÄŸilim. Komik olur böyle söylersem. Ama ben de birkaç tane tutkulu aÅŸk yaÅŸadım. BildiÄŸim bir duyguydu, anlatması zor olmadı…
“Ülkede adam gibi aÅŸk romanı yazılmıyor!” demiÅŸsin. Aksini ispat etmek için mi yazdın…
-Alakası yok! Benim bir aÅŸk travmam var. Belki de bunu içimden çıkarmak istedim. Ben, ‘imkânsız aÅŸk’ lafına inanmam, çünkü ‘imkânlı olan’ zaten aÅŸk deÄŸildir! KavuÅŸamazsan aÅŸk olur, kavuÅŸtuÄŸun baÅŸka bir ÅŸeye dönüşür. Ben de yaÅŸadığım aÅŸkın travmasını uzun yıllar yaÅŸadım. Roman tamamen bir kurmaca ama duygusu dibine kadar gerçek.
Aşkı, herkesten daha iyi anlatmak gibi bir iddian var mı gerçekten?
-“Evet” dersem şımarıklık olur. Ama Türkiye’de yazılanların ya incelikten yoksun ya da çok aÄŸdalı olduÄŸunu düşünüyorum. Yüksek duygular da edebiyata dahildir, pornografi de tabii iyi yazılmışsa. Ama bütün bunları, ‘-mış’ gibi yaparsanız olmaz. Ben bu romanda elimden geldiÄŸince, erotik olanı da işçilik gerektiren tarafı da sahici yapmaya çalıştım. Duygularım sahiciydi çünkü…
İnsan, ‘kahverengi pardösülü adam’ı okurken “Bu adam Enver mi?” diye düşünmeden edemiyor tabii…
-Romancılar kendilerini yazmazlar ama kendileri dışında hiçbir şey de yazmazlar! Tabii ki tanımadığım bir duyguyu, tanımadığım bir kenti yazamazdım. Ben hayatımın üç döneminde, üç ayrı imkânsız aşk yaşadım. En büyük travma birincisiydi. Üçünden de izler var bu romanda.
Peki o üç kadın da “Aa Enver beni anlatmış” diye bu romanı kendi üzerine mi alacak?
-Bence almalılar! Alınmazlarsa üzülürüm. Biri, ilk aÅŸkım. DiÄŸeri olgun dönemlerimde karşıma çıkan biri 30’lu yaÅŸlarımdaydım. Üçüncüsü de karım. Onunla da imkânsız baÅŸladı ama imkânlı bir hale dönüştü, evlendik…
Bu üç kadından neler öğrendin?
-Birincisi aÅŸkla ilk karşılaÅŸmamdı. Cinsellikle tanışmam ve kadın ruhunu tanımaya çalışmam. İkincisinde bir kadınla iletiÅŸim kurmayı öğrendim ve bir kadını anlamanın asla mümkün olamayacağı ancak sezgisel iliÅŸki kurulabileceÄŸini anladım. Üçüncüsünde de bir kadınla nasıl ‘hayat arkadaÅŸlığı’ yapılabileceÄŸini öğrendim. Bu arada ‘ideal bir aÅŸk tarifi’ yapmak gülünç. Çünkü öyle bir ÅŸey yok. Herkesin aÅŸkı biricik.
Senin ilk yaşadığın aşk, dinlerin ve ailelerin ayırdığı bir aşk mıydı?
-Öyle de denilebilir. Muhafazakâr bir aileyle, ilerici bir aile arasındaki çatışmaydı.
Senin Alevi olman mı onları rahatsız etti?
-DurduÄŸum yer, onları rahatsız etti. Onlara göre sosyalist ve Allahsızdım! Bir de tabii kız, Türkiye’nin en iyi kolejlerinden birinde okuyordu, ben devlet lisesinde. Üstelik çok baÅŸarısız bir öğrenciydim. Sonradan duydum gerçi, “Bu Enver’i beÄŸenmemiÅŸtik, neydi ne oldu!” demiÅŸler (gülüyor).
ENTELEKTÜEL SEFALETYAŞIYORUZ!
Yaşadığımız dönemi nasıl değerlendiriyorsun?
-Türkiye’nin entelektüel bir sefalet yaÅŸadığını düşünüyorum. Düşünsel sefalet. ‘Kanaat önderi’ olarak yutturulanların, içerikten yoksun, aydın namusu taşımayan birer zavallı olduklarına inanıyorum. Ama ne yazık ki en çok onların borusu ötüyor. Her ÅŸeyin alabora edildiÄŸi bir dönem yaşıyoruz. Åžiddet kültürünün çok yaygın olduÄŸu bir dönem. Çünkü siyasal iktidar, sürekli hedef gösteriyor sürekli düşman yaratıyor. Ama bu, kimseye iyilik getirmez, kendisine de. Feci bir kakofoni yükseliyor. Bir ormanın içindeyiz ve yönümüzü kaybetmiÅŸiz. Aynı anda biliÅŸim de hayatımızı esir alıyor. Bu kadar yoÄŸun ‘bilgi bombardımanı’ içinde tükeniyoruz. Bütün bu olup biten içinde, yeniden bir dünya kurulacak mıdır? Mutlaka! Ama bu ÅŸizofrenik hal, bizi birer potansiyel ÅŸiddet eÄŸilimlisi yapıyor. Öfkenin içinde boÄŸuluyoruz…
SORU SORMAMI YASAKLADILARÂ
Sen bende hep zekâsı ona problem yaratan bir adam hissi uyandırıyorsun. Öyle mi?
-Bana ‘zeki’ demiÅŸ olmandan dolayı çok mutluyum. Mütevazı gözükmek için, “KeÅŸke biraz aptal olsaydım!” diyemeyeceÄŸim. İfade özgürlüğüne inandığım için dilimi tutmuyorum. Ama bu ülkede, ifade özgürlüğünden dolayı dili kesilen çok insan var. Benim de kanadımı kırmak isteyenler oldu, olacaktır da. Bunun bedelini ödetmek için önce iÅŸsiz bırakırlar, sonra toplumca üzerine çullanırlar, sonra ötekileÅŸtirip yalnızlaÅŸtırırlar, sonra kumpas kurup olmadığın ÅŸekilde kurgular yaparlar. Bunlar hep yaratıcı insanların başına gelen tuzaklardır…
E yeri geldi sorayım, ‘Aykırı Sorular’a ne oldu?
-Haftada bir oldu! Çünkü ‘Aykırı Sorular’, çanak sorular olmaya razı olmadı. O yüzden de haftada bire düştü. Türkiye’de birçok medya kuruluÅŸunda çalıştım. İtiraf etmem gerekiyor ki, en profesyoneli hâlâ bizim içinde bulunduÄŸumuz. Fakat mahalle baskısı o kadar feci bir vaziyette ki, sürekli kelle vermek zorunda kalıyor. Kurumun yapabileceÄŸi bir ÅŸey de yok. Belli ki bu ülkeden kovulması uygun görülen kiÅŸileriz. Geçen gün Fazıl (Say), programın bire düşürülmesi üzerine bir tweet attı, dedi ki “Hepimiz kovulduk!” Evet, bize bu ülkede kapıyı gösteriyorlar. Eskiden “İslamcılar İran’a, komünistler Moskova’ya!” denirdi. Benim milletimin dışında kalan milletin adamları bizi kovuyor. Biz hangi milletin adamlarıyız onu bilmiyorum. Ben doÄŸma büyüme İstanbulluyum!
Bu durumu kabullenmemene itiraz edenler de var! Onlara ne diyeceksin?
-Onlar, hayatın gerçekliÄŸini kavramıyorlar. Benim cumartesi programlarımda Türkiye’nin en önemli sanatçıları ÅŸarkılarını söylüyor, edebiyatçıları gelip düşüncelerini açıklıyor. Gerçek bir sanat programı yaptığımı düşünüyor ve bununla gurur duyuyorum. Vazgeçmek de istemiyorum. Onlar benim soru sormamı yasakladılar. Ama tavrı olan bir edebiyatçı, hâlâ hafta sonu programa çıkıp yine söylemek istediÄŸini söyleyecektir.
Üç imkÂnsız aşk yaşadım
Aşk, senin için bir tür hesaplaşma mı?
-İnsanın başına olaÄŸanüstü ÅŸeyler geldiÄŸinde, kendisiyle bir hesaplaÅŸma yaÅŸar. AÅŸk da öyle bir ÅŸey. Ait olduÄŸunuz bir toprak vardır, orada doÄŸmuÅŸsunuzdur ama ömrünüz boyunca baÅŸka bir ülkede yaÅŸamışsınızdır, ölmek için yine o topraÄŸa dönersiniz ya… Bir aÅŸkla hesaplaÅŸmak da aynı ÅŸey. Bu biraz da “Ben bir hayat yaÅŸadım. Benden geriye bu hikâye kaldı!” deme kaygısı. Ben, bu söz ettiÄŸim üç kadınla da hâlâ görüşüyorum. Biri eÅŸim zaten…
Nasıl yani? Diğerleriyle de görüşüyor musun?
-Tabii. Fizikler deÄŸiÅŸmiÅŸ, çoluk çocuÄŸa karışmışlar. Ama hoÅŸuma gidiyor onların hayatımda olması…
Çok da alışık olduÄŸumuz bir ÅŸey deÄŸil, erkeklerin eski aÅŸklarıyla görüşmesi…
-Uygar insanlarız, görüşüyoruz. İkisinin de çocukları var. Eski sevgililerle de arkadaÅŸ olunabiliyor. Zaten biz o geçmiÅŸteki insanlar deÄŸiliz artık, onlar öldü. Biz ÅŸu anda iki farklı insanız. “Vay be! Biz neler yaÅŸamıştık” da demiyoruz. Bir ÅŸeyi yeniden ölçmeye kalkmak o yaÅŸanan duyguya haksızlık bence.
Üç sıkı sevişme sahnesi var romanda. Yazarken belli bir seviyenin altına düşmemek için zorlandın mı?
-Erotizmin hatta pornografinin edebiyata dahil olduğunu biliyorum. Ama yazarlık melekesinin de bayağılaşmamak olduğunu düşünüyorum. Her şeyi çok açık da anlatabilirsiniz. Bütün pornografik görüntüleri de söyleyebilirsiniz ancak bu edebiyatsa, okur bunu anlar. Ben edebiyat yaptığımı düşünüyorum.
Okuttun mu kimseye?
-EÅŸim okudu. Ve baÅŸarılı olduÄŸunu söyledi. Sonra ailedeki diÄŸer kızlar “Tamamdır” dedi…
Yeteneksiz bir oyuncu olduğum için yazar-yönetmen oldum
43 yıllık hayatına o kadar çok ÅŸey sığdırmışsın ki! Bir taraftan edebiyat âşığısın, bir sürü kitap yazıp ödüller almışsın. Ama bununla sınırlı kalmamışsın. Tiyatroculuk, televizyonculuk, hatta köşe yazarlığı… Sana yetmeyen ne?
-Orta gelirli bir ailenin çocuÄŸu olarak yaptığım iÅŸlerin önemli bir kısmını hayatta kalabilmek amacıyla yaptım. Babam ciddi ekonomik sıkıntı yaÅŸadığında, kendimi televizyonda metin yazarı olarak buldum. Sonra en alttan en üste kadar geldim. Ekranda tanınan biri oldum. Tiyatro, çocukluk tutkumdu. Yeteneksiz bir oyuncu olduÄŸum için, yazar-yönetmen oldum. Yetenekli olsam oyuncu olmak isterdim. Yıllarca davul çaldım, Yurdaer DoÄŸulu’nun okulundaydım, Kenan ve Ozan’la bir aradaydık. Tiyatroyu profesyonel yaptım, çok emek verdim. Çok büyük ustalarla çalıştım.
Hepsini birden yapabilme yeteneğin mi var yoksa tek bir şeyle uğraşmaktan sıkılıyor musun?
– “Maymun iÅŸtahlıyım” diyemem. Yaptığım iÅŸlerde disiplinli ve sabırlıyım. BoÄŸaziçi Üniversitesi’nde bir profesör beni oyunda izleyip, “Sen bu ülkede bir Rönesans aydını gibi davranıyorsun. Her ÅŸeye bulaşıyorsun!” demiÅŸti. Bu, benim hayatımda aldığım en büyük iltifat. Aziz Nesin de her ÅŸeye bulaşırdı ve kavga ederdi. Sabahattin Ali de Nâzım da…
Kendini onlarla kıyaslıyor musun?
-Haşa! Ama onların soyundan geldiğimi düşünüyorum. Onlar, benim ustalarım. Ben onlara öykünüyorum. Öykünme hakkım var. Onlar beni inşa etti.
Bu kadar çok şeye nasıl yetişebiliyorsun?
-Çalışkanım. Hâlâ günde 200 sayfa kitap okuyorum. Orta 2’den beri günde 100 sayfanın altına hiç düşmedim. Benim kütüphanemde aradığın her ÅŸey vardır. Notları alınmıştır. Ermeni tehciri sorununu merak ediyorsan, tık tık tık bulursun. Böyle çalışmayı da zaman içinde öğrendim. Benim entelektüel birikim kaygım, aslında bilgeleÅŸme kaygısı. Kızıma baktığım zaman, ona yetebilmek istiyorum. Senle konuÅŸurken saçmalamamak istiyorum. Ama rol yapmak da istemiyorum, sahici olmak istiyorum. Bilgili, donanımlı bir adam olmak istiyorum…
Yüksek sesle “Biz AleviymiÅŸiz” dediÄŸimde korktular
Anneanne ile büyümek nasıl bir ÅŸeydi? -Annem, babam çalışıyordu. Beni o büyüttü. Anneannem benim kutsalım. 20 yıl oldu öleli. Ama hâlâ adı geçince gözlerim dolar. Dayım, bir haksız davanın sonucu olarak 4 yıl yurtdışındaydı. O dönene kadar anneannem, 4 yıl hiç uyumadı. Cam kenarında uyuklardı ama asla yataÄŸa uzanmadı. Ben bir kadının 4 yıl evladını nasıl beklediÄŸini gördüm. Sonra aklandı dayım, döndü. Hep düşünürüm, dayımın hayatından mı dört yıl gitti, anneannemin hayatından mı…
Nasıl bir aile?
-Orta sınıf. Anneannemle birlikte ‘Arkası Yarın’ dinlerdik. Anneannem, İstanbul doÄŸumludur ama ondan bir önceki kuÅŸak Antakyalı. Bizim evin bir yerinde hep Arapça vardır. Bir de Aleviydik. Ama “Biz Aleviyiz!” demek suçtu Türkiye’de. Evlere baskınlar yapılırdı. Sonra ben ilk defa yüksek sesle, “KardeÅŸim biz AleviymiÅŸiz” dediÄŸimde korktular.
Ne kadar Alevi hissediyorsun kendini?
-Dini olarak hiç.
Ateist bir Alevi misin?
-Ben daha çok Alevilerin değerleriyle haklarıyla ilgiliyim.
Neden Aleviler açık görüşlü insanlar?
-Çünkü bu bir felsefe aslında. Dünyayı nasıl algıladığınla ilgili. Kadına nasıl baktığınla ve öğretilerinle. Benim dedem, babaanneme tapardı. Babam da anneme saygılı davranırdı. Ben, eÅŸime de öyle davranıyorum. Kavga da ederiz ama hep eÅŸit kavga edilir, eÅŸit mücadele edilir, eÅŸit dil kurulur. Sonuç itibariyle kadınlar kazanır! Bizde, kumpas kurulmaz. Alevi dünyasında en önemli ÅŸey, kumpas kurulmasına gerek duyulmamasıdır. Çünkü kadın kendini ifade edebiliyor. Åžu laf ne kötüdür mesela, kızlar annelerine sevgilileriyle buluÅŸmaya gidecekleri zaman, “Anne n’olur babamdan sen izin al!” der. Anne de der ki, “Tamam, ben bir punduna getirir hallederim!” Ne fena! Her ÅŸey yalan üzerine kurulu. Baba da ne olacağını bilir ama muhatap olmamak için ses etmez. Bense kızım gelsin ve “Baba, bir erkek arkadaşım var!” desin isterim. Ben de o çocuÄŸu göreyim, yargıçlık yapacak halim yok. O yargıçlığın nelere mal olduÄŸunu ben kendi hayatımda yaÅŸadım… Bir de bence kadın ve erkeÄŸin aynı anda aynı ibadethanede olabilmesi devrimdir. Çünkü o zaman eÅŸit olduÄŸunu hissedersin. Ve bunun olması insanların birbirini daha çok sevmesini saÄŸlar.
Peki karın?
-Alevi değil. Benim böyle Alevi Sünni gibi bir tercihim olamaz. Dünyanın en bilgili, en huzurlu, en kendisiyle barışık insanıyla evlendim.
Dolayısıyla Hıristiyan da olabilirdi, Hindu da.
-Elbette. Dünyaya bir daha gelsem asla evlenmezdim o ayrı ama evlenmek mecburiyetinde olsam yine Handan’la evlenirdim!
BENİM KIBLEM FERİDUN BENDEN
Feridun Benden kimdi? Roman kahramanı gibi bir ismi var. Gerçekten sende emeği çok mu?
-Hem de nasıl! Ben varsam, o olduÄŸu için varım! Orta 2’den 4 dersten bütünlemeye kaldığım için bana ders versin diye gelen bir hoca. O zamana kadar okuyan bir adam deÄŸilim. HoÅŸlanmıyorum kitaplardan. Ben 13’üm, o 40. AnarÅŸist, kel bir adam. Hâlâ vicdanına, ahlakına, dünyaya bakışına en güvendiÄŸim insandır. Dolayısıyla Feridun, kıblemdir. O bana bir ÅŸey için “Yanlış!” derse dönüp düzeltirim.
Edebiyat aÅŸkı, okuma aÅŸkı, sanat aÅŸkı…
-Hepsi ondan. Cesaretim, kendimi ifade etmem, dünyaya bakışım, kavga etmem, pes etmemem… Baba gibi yani? -Yok baban bunları sana söylese, “Yap!” derse, tepki gösterirsin. Böyle nevi ÅŸahsına münhasır bir hoca söyleyince dinliyorsun. Geçen sene ‘Aykırı Kumpanya’ Kadıköy’de sahnedeyken beni izlemeye gelmiÅŸti. Ben de durdum dedim ki, “Ben aslında palavrayım! İşte hoca orada!” 500-600 kiÅŸi onun boynuna sarıldı. “Beni çok abartıyorsun!” diyor. Alakası yok! Nasıl bir adam olduÄŸunu söyleyeyim, ben Yunus Nadi Ödülü’nü kazandığımda tebrik etti, çok alkışladı ve sonra “KeÅŸke bir de roman iyi olsaydı!” dedi. (Gülüyor) İliÅŸkimiz iÅŸte böyle…
Kızım, mini etekle yürürken Yüzüne kezzap atılabilir
ErdoÄŸan’a sorular sormak ister miydin?
-İstemezdim.
Neden?
-Soru duymaya tahammülü olmadığı için. ErdoÄŸan’ın sorucuları var. ErdoÄŸan soruları veriyor, onlar da soruyor. O sorucular da utanmakla yükümlüler yarın. ErdoÄŸan’a kızmıyorum bu meselede, ona eyvallah diyenlere kızıyorum. ErdoÄŸan’a sahici soru soranlar olsa, o bugün herkesin saygı duyacağı bir lider olabilirdi.
Özgürlük senin için ne ifade ediyor?
-Bugün geldiÄŸimiz noktada sadece ifade özgürlüğü. Melih Cevdet’in bir lafı vardır, “Düşünmek düşündüğünü söylemekle baÅŸlar” der. Özgürlük budur. Düşündüğünü söylersen, söyleyebilirsen özgürsündür. Ama bunun engellediÄŸi bir dönemdeyiz.
Kızının geleceği için endişeleniyor musun?
-Elbette. Türkiye’deki bütün kızlar için endiÅŸeleniyorum. Kadına ÅŸiddetin seviyesi endiÅŸe verici deÄŸil mi? OrtadoÄŸu’daki IŞİD’in varlığı artık İstanbul’un göbeÄŸinde. Bir gün kızım, mini etekle sokakta yürürken yüzüne kezzap atılabilir yani. Ve bu, vaka-i adiye olarak kalır…