EKMELEDDİN İHSANOĞLU

Reşit insanların özel hayatlarına müdahale kimin haddine?

(Pazar)

Hiç kıvırtmayayım… Sloganı sevmedim, hatta başta Zaytung haberi zannettim.

‘Ekmek’ fiilini de anlamadım önce, “Birlik ekmeyi, sevgi, saygı, hoşgörü ekmeyi…” Ben ‘yenecek ekmek’ zannettim. O şaşkınlıkla basın toplantısına girdim ve yine hayal kırıklığına uğradım. Bence soru-cevaba kadar kötüydü. Mesajlar iyiydi ama Ekmeleddin İhsanoğlu metni okuyordu. Ne zaman metinden çıkıp kendisi oldu, aaaa  işte o zaman her şey değişti. Bir kere kadın gazetecilere, “Hanımefendi” diye hitap etmesine bayıldım. Koşup sarılasım geldi. Böyle bir üslubu o kadar özlemişiz ki… Azarlamıyor, bağırıp çağırmıyor. İnanılmaz yatıştırıcı, uzlaştırıcı, nazik, bilgili, donanımlı. Gazeteciler de korkmadan soru sordu. Biliyorsunuz, uzun bir süredir “Otur sıfır!” üslubu uygulanıyor. Doyamadım gazetecilerin sorularını önce salonda, sonra arabada radyodan dinlemeye… Çünkü basın toplantısının sonuna doğru Ekmeleddin İhsanoğlu’yla Yeniköy’de röportaj yapacağım yere doğru yola koyulmuştum. O geldiğinde ben hazır olayım diye… En küçük oğlu Orhan İhsanoğlu ve ortanca oğlunun eşi Başak İhsanoğlu karşıladı beni. Son derece tatlı insanlar, çok kibar, çok iyi eğitimli, çok bizden insanlar… “Nasıl buldunuz?” diye sordular, hiç kıvırtmadım, aynen yukarıda yazdıklarımı anlattım. O evde hoşuma giden samimiyetti, açıklıktı. Valla yalan yok, pırıl pırıl bir aile. Eşi Füsun İhsanoğlu da öyle. İnsanın içini açıyorlar, nazikler, kültürlüler, ahbaplık etmekten keyif alacağınız insanlar. Oğlunun evi orası. “Peki Ekmeleddin Bey’in evi?” diye soruyorum gelinine. “Daha yok ki” diyor, “Türkiye’ye yeni döndüler, koliler diğer dairede, açmaya bile fırsat bulamadılar. “Nasıl biri?” diyorum oğluna. “Babam bir odaya girdiğinde hissedersiniz” diyor, “Ben çok yaramazdım küçükken. Hiç sesini yükseltmezdi, sadece dönüp bakardı. Ama o bakışı yeterdi.” İnsan gerçekten enerjisini hissediyormuş! Odaya girince ben de anladım. Sahnede metni okuyan o adam silindi gitti, dünyanın en açık, en komplekssiz adamıydı karşımdaki… Ona sorulmayacak soru yok. Cevabını veremeyeceği şey de… Kimseyle bir yarışı filan da yok. Aşmış biri. Bence bize 100 gömlek de fazla. Onunla konuşurken, insan dikkat ediyor, kendine çekidüzen verme gereği hissediyor. Ama aynı zamanda çok fazla kültür tanıyan bütün insanlarda olduğu gibi müthiş bir açıklık var, o 360 derece… Mısır’da doğuyor, üniversiteye kadar Mısır’da yaşıyor, sonra da neredeyse bütün dünyayı dolaşıyor. Derken eşi geldi. Aaa birden yüzü aydınlandı.Çok düşkünler birbirlerine. Füsun Hanım, bir gece önce eşinin arkasında silah patladığı için çok korkmuş ve üzülmüş, alerji olmuş, göz kenarları şişmiş… 42 yıllık bir evlilik. Aynı gün doğmuşlar. “Nasıl kutluyorsunuz?” deyince, Ekmeleddin Bey gülüyor, “Havai fişeklerle!” diyor. Bu esprili mizacı dikkatimi çekiyor, “İngilizler, sense of humour derler ya, gerçekten önemli” diyor. Bu açılardan Batılı, bu da çok hoşuma gitti. Mesela kendisine ‘Somun Baba’ diye isim takmış, bunu da gülerek anlatıyor. Gelini Twitter’daki esprilerden söz ediyor, “Eklemeddin’e basınca ekmek geliyor, diğerlerinden pide, lahmacun…” Gülüyor. Oysa kompleks yapabilir, kıl kapabilir, “Bana düşmanlık ediyorlar diyebilir”, hayır demiyor. Alıngan değil, gayet rahat ve güvenli. “Uçak seyahatlerini çok sever, kitaplarını uçakta yazdı” diye anlatıyor eşi. Okumak ve yazmak, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu tanımlayan şeyler. “Fotoğraflar çekilirken, hep üzerinizde lacivert blazer oluyor” diyoruz, “Peki spor da giyinirim” diyor. Çok nazik, kimseyi kırmıyor. “Ceketinizi çıkarır mısınız, kravatınızı çıkarır mısınız?” “Artık bir şey çıkaramam, karım izin vermez!” diyor. Gerçekten çok etkilendim. Keşke, siz de benim gözlerimle görebilseydiniz onu… Bir ara, “Saatinizi çıkarır mısınız?” diyoruz. Oğlu gülümsüyor, “O saat, Patek Philippe değil. Baba nereden aldığını söylesene… Uçaktaki freeshop dergisinden almış, 75 dolara!” İki kadranı var, biri ailesinin olduğu ülkeyi, diğeri seyahate gittiği ülkenin saatini gösteriyor. Seçilir mi seçilmez mi bilmiyorum, ama benim oyum ona. Bunu da açıklamakta bir sakınca görmüyorum. Tanıdığım için bile mutlu oldum kendisini ve ailesini… Devamı salıya…

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Cumhurbaşkanı adayı olmanız teklif edildiğinde ne hissettiniz?

-Takdir edersiniz ki bu büyük bir teklif. Farklı tesirler altında kalıyor insan.

“Kabul etsem mi, etmesem mi?” diye aklı gidip geliyor mu yani?

-Elbette. Kolay iş değil. Çok şerefli bir görev olduğu kadar, çok da büyük sorumluluk istiyor. Bir tereddüt yaşadık. Bir de yurtdışından yeni dönmüştük, “Biz henüz yeni geldik” dedik, “Ama bu vatani görev!” dediler…

O sırada, burada kurulu bir eviniz yok… Her şey kolilerde… Havadasınız yani…

-Hâlâ öyleyiz! Oğlumuzun evinde kalıyoruz. Ama “Vatani görev, kabul etmeniz gerekiyor!” denince hissiyata mahal kalmadı, akan sular durdu. Hanım başta çok istekli değildi ama çocuklar çok destekledi. Sonunda ailece kabul ettik.

Peki “Ben kutuplaşmayı önleyebilecek, ayrımcılık yapmayan biriyim. Bu millete iyi gelirim” diye düşündünüz mü?

-Kendim için böyle şeyler diyemem. Bu bir teveccüh. Ama bu ülkede, bu makama layık çok insan var.

Ne güzel böyle söyleyebilmeniz…

-Ama gerçek! 76 milyonluk bir ülkede, her makama layık insan vardır. Farkına varmamız gereken şu, cumhurbaşkanı adayı, ülkeyi yönetmeye aday biri değil. Bizimki parlamenter sistem. Amerikan başkanlık sistemi gibi bir sistem yok bizde. Esas güç, Başbakan’ın elinde, öyle de olacak. Cumhurbaşkanı, en tepede, dengeyi tutan, harmoniyi sağlayan bir tür ‘aile babası’. Evet, iyi bir insan olması lazım. Evet, tarafsız olması lazım. Evet, gündemini zorlayan, milleti ayrıştırmayan, herkesi kucaklayabilecek biri olması lazım. Ama bu özelliklere sahip tek kişi ben değilim, yine de üç adaydan biri olarak gösterilmem büyük bir onur.

 

Peki sizce Türkiye, sizin gibi donanımlı birinOLYMPUS DIGITAL CAMERAe hazır mı?

-Bunu 10 Ağustos’ta hepimiz anlayacağız. Basın toplantısında “Hanımefendi” diye hitap ettiniz kadın basın mensuplarına. Ne kadar özlemişim böyle bir dili, üslubu… Kalkıp sizi kucaklayasım geldi. Öyle bir şey yapsaydım, sahneye koşup size sarılsaydım, tepkiniz ne olurdu? -(Gülüyor) Hanımın da huzurunda olduğu için bir sorun olmazdı. Zaten seviyor o da sizi, okuyor, takip ediyor

. Çok zorlu ve çeşitli seçimlerde kendini kanıtlamış, kitleleri etkilemeyi de çok iyi bilen rakibiniz Recep Tayyip Erdoğan karşısında, siz neyinize güveniyorsunuz?

-Kendime güveniyorum. Ben neysem o. “Neyse halim, çıksın falım” diye bir tabir vardır ya, öyle işte. Kendimi ve tabiatımı değiştirecek halim yok. Millet beni göreve böyle layık görüyorsa, ne mutlu bana. Demokrasi, ‘seçme hürriyeti’ demek. Üç alternatifiniz var, onlardan birini kafanızdaki tercih sebeplerine göre seçeceksiniz. Takdir tamamen milletin!

Seçilmezseniz depresyona girer misiniz?

-Yok öyle bir şey! Zaten ben kazanacağımdan eminim. Çünkü ben milletin arayışının hangi dalga boyunda olduğunu görüyorum. Günlerdir sokaklardayım, halkın nabzını tutuyorum ve inanılmaz olumlu reaksiyonlar alıyorum.

“Ben gençlerime çapulcu dedirtmem!” dediniz de… Nasıl dedirtmeyeceksiniz?

-Efendim, bu bir tavır meselesidir. Bir duruş meselesidir. Eğer devletin başındaki insan, bu duruşu sergilerse olur. Yani konsere başlamadan önce orkestraya akort vermek gibi… Bilimsel ve diplomatik tecrübeniz çok yüksek seviyede ama siyaset başka bir şey. Gerçekten Recep Tayyip Erdoğan’la siyasi rekabette kendinize şans tanıyor musunuz? -Bakın bu makam, siyasilerin yarış makamı değil! Ben hükümet başkanlığına, meclis üyeliğine, bakanlığa, başbakanlığa talip değilim. Siyaset orada yapılacak. İkisi çok farklı şeyler. Şimdi, aileyi bütünleyecek kucaklayacak bir ‘aile reisi’ aranıyor. Ben o göreve talibim…

Evet ama karşınızda da hitabet yeteneği çok kuvvetli biri var. Siz onun karşısına hangi kabiliyetinizi koyuyorsunuz?

-Bu bir at yarışı değil. Ama oy verecek olanlar meseleye biraz da böyle bakıyorlar… -Zannetmiyorum herkesin böyle baktığını. Çünkü benim bu zamana kadar aldığım reaksiyonlar, yapılan ölçümler daha farklı temayüllerin var olduğunu ve bu temayüllerin gittikçe teveccüh kazandığını, yani millet tarafından ilgi gördüğünü gösteriyor.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bu seçimde halk değişim istiyor

 

Konumunuzu Özal’ın adaylığına benzetiyor musunuz? Özal’ın savunduklarını savunuyor musunuz? Mevcut iktidar, Özal çizgisinden uzaklaştı mı? Basın toplantısında “Turgut Abi” lafı çıktı ağzınızdan, bana çok samimi geldi…

-Rahmetli Turgut Bey, bizim komşumuzdu. Karşı dairemizde oturuyordu. Ben daha önceden de tanırım kendisini, münasebetlerim çok iyiydi. Evvelsi gün Ankara’da ANAP’lılar yemeği vardı. 100 kadar ANAP’lı, eski bakan ve milletvekili. Mehmet Keçeciler Bey de vardı, rahmetlinin sağ kolu. Kalktı, benim rahmetliyle olan münasebetimi anlattı. Turgut Bey’in İslam dünyası meseleleri ve Ortadoğu politikaları konusunda hep bana danıştığını ifade etti. Gerçekten çok yakındık. Bana politikaya girme teklifi de yaptı. Ama uluslararası kariyerde devam etmek istiyordum. Turgut Bey, bu ülkenin yetiştirdiği çok nadir insanlardan biridir. Hem vizyon sahibi, çok iyi bir teknokrattı hem de halktan biriydi. Memlekete büyük hizmetler verdi. Karakterinde de yumuşaklık ve sevecenlik, tontonluk vardı. Hatırlarsınız “Tonton” denirdi ona. O, gerçekten örnek alınacak bir insandır. Turgut Bey’in bu memlekete, iki yolla yaptığı hizmetler var. Unutmayınız ki o, istenmeyen bir adamdı. Askerler, iki parti kurdular. Bir sağ parti, bir de sol parti. Sağ partinin başına bir generali, sol partinin karşısına da bir bürokratı getirdiler. Ve dediler ki, “İki parti girecek, birisi sağ, birisi sol!” Keyiflerine göre Türkiye’yi siyasi açıdan dizayn ettiler. Ama tabii Turgut Bey’in aradan çıkıp, ‘challenge etmesi’yle, yani meydan okumasıyla, bütün hesaplar bozuldu. Turgut Bey tek başına iktidar oldu. Onlar da hüsrana uğradı. Turgut Bey hem Türkiye’deki bu vesayet sistemini yıktı hem de milletin önünü açtı, demokrasinin önünü açtı. Üstelik Türkiye’nin ekonomisinin kollarını, bacaklarını, burnunu, gözünü, boynunu bağlayan zincirleri koparttı. Türkiye bugün buralara geldiyse, temelinde rahmetli Turgut Özal var…

Siz, kendinizi ona mı benzetiyorsunuz?

-Ben diyorum ki, bu bir örnektir. Yapılan dizaynların halk tarafından kabul edilmediğinin en güzel örneklerinden biridir. Ben de öyle hissediyorum ki, bu seçimlerde halk bir değişim istiyor. Yani değişimi şu şekilde istiyor: Hükümet değişsin manasında demiyorum. Çünkü bu hükümetle ilgili bir seçim değil. Ama cumhurbaşkanlığı makamında farklı bir isim görmek istiyor. Farklı bir ses duymak istiyor.

 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

İnsan kendisiyle dalga geçebilmeli. Ben de “Somun Baba!” diyorum kendime

“Ekmek için Ekmeleddin” sloganını siz ilk duyduğunuzda ne hissettiniz?

-Ben sevdim. Halkın hemen anlayacağı, psikolojisine hitap edecek, lafı dolandırmadan, doğrudan doğruya söylenmiş bir mesaj… Ama bayağı isminiz üzerinden gitmişler. Bu kadar birebir iletişimi yadırgayanlar var. Yavan ve popülist bulanlar var. “Hatta Fırıncılar Birliği’ne uygun” diyenler var… -(Gülüyor) Bence arkasında çok büyük filozofik bir düşünce var. Bizim insanımız ekmeğe iki türlü bakar. Ekmek, üç kutsaldan biridir. Biri Kuran, diğeri bayrak, üçüncüsü de ekmektir. Ekmek hem hayat kaynağıdır, yaşatır sizi, hem de ekmek, emek demektir. Hayattaki hedeflerimizin başında, ekmeğimizi kazanmak gelmiyor mu? Ekmeğini kazanmak, bir insan için hayatını idame ettirmek demek. Tabii ki aynı zamanda sevgi, saygı, dirlik, birlik ekmekten de söz ediyoruz…

Ama siz, bütün şakalara da hoşgörülü bakıyorsunuz?

-Elbette. Gülüyorum. Kendim bazı şakalar yaptım. “Somun Baba” dedim kendi kendime. Ya da demin gelinim Twitter geyiklerini anlattı, yine güldüm, komik çünkü bazıları… Bir sürü insan sinir olur… -Olur mu efendim! İngilizler ‘mizah anlayışı’ derler. Milletlerin mizah anlayışı yükseldi mi, olgunlukları da yükselir. Ben mizahı çok önemserim. Bizim tarihimizde Nasreddin Hoca vardır mesela. Mizah, kültürümüzün temel kaynaklarından biridir. Tabii ki insan kendini tenkit edecek, ti’ye alacak, hatta alay edecek. Bundan daha doğal ne var?

Bu kadar komplekssiz olmanız, çok uzun süre yurtdışında yaşadığınız ve bir sürü değişik millet tanıdığınız için mi?

-Biraz kişilik, biraz da değişik kültürleri tanıma ve insanları ortak bir noktada toplayan müşterek hasletleri, değerleri anlayabilme meselesi. İnsanlara nüfuz edebilme meselesi. Gittiğim her yere nüfuz edebildim, açık bir insanım, o yüzden yaşadığım deneyimler beni zenginleştirdi. Kampanyayı popülist bulanlar kadar, “Son yıllarda dostluk, beraberlik, birlik duyguları o kadar yerle bir edildi ki, hatta kökünden sökülüp atıldı ki, yeniden ekmek gerekiyordu. O yüzden bu kampanya yaratıcı!” diyenler de var… -Biz de böyle düşünerek yaptık. Yani zannedildiği kadar basit ve naif bir düşüncenin mahsulü değil.

“Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz gibi ekmek yolunda ölenlere selam olsun!” mesajını da içeriyor mu?

-Elbette. Zaten basın toplantısında bu isimleri zikrettim. Allah rahmet eylesin.

Hitabet yeteneğinizin olmadığı konuşuluyor. Bozuluyor musunuz?

-Hayır hiç. Bizim girdiğimiz bir hitabet yarışı değil, devlete hizmet yarışı. Ben zaten hatip değilim, böyle bir iddiam da yok. Gerginlik politikalarını önleyecek sabrınız var mı?  Şimdi siz pırıl pırıl geldiniz, bu ülkede adamı mahvederler! -Allah hepimize sabır versin, sabrımızı artırsın…

İnsanlar size, “Bizi azarlar” diye korkmadan, çekinmeden soru sorabiliyorlar. Cumhurbaşkanı olursanız da aynı şey geçerli olacak mı?

-Gayet tabii. Ben değişik görevlerde de hep bu şekilde davrandım. Bu benim tabiatım.

Ama size daha çok üniversite dekanlığı ya da BM genel sekreterliğini yakıştırıyorlar…

-Herkesin düşüncesine saygılıyım. Ama Salı Pazarı’na da gittim, Sultangazi’ye de, iftara da, Karadeniz’e de, Ege’ye, fakir semtlere de… Orada, onlardan duyduğum yorumlar o kadar kalptendi ki. Beni bir defa görecek, iltifat etmesinin ona bir faydası yok ama içten söylüyor. Ve bunlar, farklı partilerden insanlar. Bu insanların söyledikleri sözler, yorumları, hakikaten insanımızın cevherini ortaya koyuyor. Ben çok duygulanıyorum bunlardan ve kazanacağımdan çok ümitliyim. Yani insanlar neyin peşinde olduklarını biliyorlar. Ben zaten durmadan şunu söylüyorum: Bu, meclis seçimi değil. Belediye seçimi değil. Siz, belediye reisimizi değiştirmeyeceksiniz, siz başbakanınızı değiştirmeyeceksiniz, siz milletvekilleri seçmeyeceksiniz, şu partiden bir kişi olsun, bu partiden biri olsun yok. Siz üç kişiden birisini, halkın reisi olarak seçeceksiniz, o kadar…

ETRAFIMIZDAKİ ATEŞLER BİZE DE SIÇRAYABİLİR

Bugünün Türkiyesi’nde dinin siyasete alet edildiğini düşünüyor musunuz? Yaşanan gerçeklik nedir?

-Dinin siyasete alet edilmesine, siyasetin, din işlerine karıştırılmasına karşıyım. Bu, bizim laiklik prensibimize de aykırı. Sırf bu da değil, dinle siyaseti birbirine karıştırmak hiçbir toplumun hayrına değil. Etrafımızdaki ülkelerin haline bakın. Bu kanlı savaşların hepsi siyasetin, din-mezhep ve etnik mülahazalarla yürütülmesi yüzünden. Bu yüzden büyük içsavaşlar yaşadılar, yaşamaktalar. Ve perişanlar. Ateşler her tarafı sarmış vaziyette. Ben şundan korkuyorum, bizim bu ateşleri söndürmek için bütün dünyayla işbirliği yapmamız lazım, aksi takdirde bu ateşler bize de sıçrayabilir.

 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

12 YILDIR İKTİDARDA OLAN STATÜKO DEĞİL DE BEN Mİ STATÜKOYUM?

Başbakan sizin için, “Onu seçerseniz statükoyu seçmiş olursunuz!” dedi…

-12 senedir iktidarda olanlar statüko değil de, yeni cumhurbaşkanı adayı mı statüko? Sayın Başbakan diyor ki, “Biz vesayet sistemini kaldırıyoruz, kaldırdık!” Bu çok güzel bir şey. Meclis’in üzerinde, devletin üzerinde kullanılan tabirle ‘atanmışların’ vesayetinin olmaması gerekir. Fakat bu eski vesayeti ortadan kaldırırken, yeni bir vesayet sisteminin de kurulmaması lazım.

Kadın bedenine karışmak bana ayıp geliyor

Sizin hürriyet ve demokrasi tanımınız ne kadar farklı? Yani demokratlık sınırınız nerede bitiyor. Kızlı erkekli gençlere, yazın Kadıköy vapurundan inen kadınlara tahammül yüzdeniz ne kadar?

-Reşit insanlardan bahsediyorsunuz değil mi? Reşit insanların özel hayatlarına müdahale etmek kimin haddine.

Başbakan’ın görevleri arasında, kimin kaç çocuk doğuracağına karışmak, kadınların kürtaj ya da sezaryen yaptırmalarına engel olmaya kalkışmak var mıdır, olmalı mıdır? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Biz üç çocuk yaptık. Ama başkası yapmaz. Herkesin kendi kararı. Herkes hürdür. Ve tabii ki kadın bedenine karışmak bana ayıp geliyor.

Türkiye’nin bugün geldiği noktada insanların talebi ‘özgürlük.’ Siz insanlara özgürlük konusunda nasıl bir umut vaat ediyorsunuz?

-Şimdi efendim bakınız, biz Avrupa Birliği’ne girmek isteyen bir ülkeyiz. Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi’ne ve Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ne tarafız. Bunu çok uzun zaman önce imzalamış bir ülkeyiz. Bizim kendimizi Avrupa normlarına yükseltmeniz lazım. Hedef budur.

Peki tarafsız biri olarak dediniz ki, “Tarafsız olamayacağımız şeyler de var.” Nedir onlar?

-Vatanın birliği, beraberliği, bayrak, Anayasa’nın ihlal edilmesi…

 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Siyaseti dizayn etme çabası

Başbakan bugüne kadar kullanabileceği bütün mağduriyetleri kullandı. Siz neden yapmıyorsunuz? O, “Biz, bu ülkenin zencileriyiz!” bile dedi. Oysa gerçek mağdur sizsiniz çünkü kampanya eşit değil. Başbakan, devletin ve hükümetin bütün imkânlarını kullanabiliyor…

-(Gülüyor) Evet, TRT 553 dakika vermiş sayın Başbakanımızın konuşmalarını, bendenize üç dakika, Selahattin Bey’e de buna benzer bir şey vermiş. Mağduriyetin manzarası bu kadar vahim yani! Kampanya başladığında da, adam başı, dokuz bin lira bağışta bulunulabilecek en fazla…

Bu mağduriyetinizi daha da artırmıyor mu?

-Evet ama yasa böyle… Peki seçimin 10 Ağustos’ta olması, herkes yazlıktayken, güneydeyken, sanki özellikle denk getirilmiş gibi duruyor… -Bunu değiştirmeleri mümkündü, yapmadılar. Eylül’de bir tarih yerine 10 Ağustos’u tercih ettiler. Gayet tabii ki bunları üst üste, yan yana koyduğunuzda bir ‘dizayn’ olduğunu görüyorsunuz. Bunu yapanlar mahçup olsun isterim!

Siz ‘itidal’in sesi olarak da tanımlanıyorsunuz. Öyle misiniz gerçekten? Hiç mi öfkelenmezsiniz, delirmezsiniz, zıvanadan çıkmazsınız?

-(Gülüyor) Göstereyim mi hanım… Şimdi bakınız, tabii yaş ve hayat tecrübesi ilerledikçe, o tür şeyler kalmıyor. Gençliğimde vardı ama şimdi yok. Olsa da zaten dışarıya aksettirmem. İçime atarım. Rahmetli babam da öyleydi. Ben huzurlu bir insanım, huzur vermeyi de severim. Bir toplum içinde, hepimizin başkalarıyla huzurlu ilişki kurması lazım. Medeni olan budur. Kavgadan, itiş kakıştan, kutuplaşmaya ortam yaratmaktan kimseye hayır gelmez.

GÜLEN’LE TANIŞTIM

 Türkiye’de yaşanan 17 Aralık iktidar-paralel yapı savaşını nasıl değerlendiriyorsunuz? Fethullah Gülen’le bir yakınlığınız var mı?

-Benim hiçbir cemaate yakınlığım yok. Bu konudaki fikirlerimi değişik vesilelerle ifade ettim. 17 Aralık’ın bir siyasi çekişme meselesi olmaktan çıkıp, bir adli mesele olarak çözüme kavuşmasını temenni ederim.

Bir yakınlığınız var mı Gülen’le?

-Kendisini tanıdım tabii. İstanbul sosyal hayatında, aktif bir şahsiyet olarak kendisini tanıma imkânım oldu.

Sizin iddia edildiği gibi cumhurbaşkanı adayı olduktan sonra bazı görüşlerinizde değişim oldu mu? Yoksa söyledikleriniz her zaman böyle miydi?

-Ben okuryazar adamım. Ne söylediysem yazılıdır! “Kıvırmadım, lafı çevirmedim, neysem oyum…” diyorsunuz…

-Aynen öyle!

 

Bir babanın evladına bırakacağı en büyük servet adıdır, itibarıdır

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aile hikâyesi de ilginç. Annesi Rodoslu Türklerden. Savaş sonrası savrulmalardan yolu Mısır’a düşüyor. Ve orada tahsil için gelen Mehmet Akif Ersoy’un yakın arkadaşı bir Türk gençle tanışıyor. Evleniyorlar, oğulları Ekmeleddin İhsanoğlu 1943’te doğuyor. İngilizce, Arapça eğitim alıyor, Türkçeyi evde konuşuyor. Babası öldükten sonra ise ver elini Türkiye…

Adaylığınıza yapılan itirazlardan biri, ‘Dindar adaya karşı, dindar aday olmamalı’ noktasındaydı. Siz bu görüşe ne diyorsunuz?

– Mesele dindarlık yarışı değil. Dindarlık, insanın kendi inancıyla, dinini icra etmesi, vecibelerini yerine getirmesiyle ilgili. Bu yarış başka türlü bir yarış. Vizyon yarışıdır, misyon yarışı… Yoksa ‘Biri, şu kadar rekat namaz kılıyor, diğeri şu kadar!” değil. Bu doğru bir yaklaşım değil.

Siz kendinizi ‘dindar’ olarak mı tanımlıyorsunuz?

–  Ben kendime yafta takmak istemem. Özellikle de ‘-ci’ yaftasını…

‘Dinci’yi mi mesela…

–  ‘Ci’yi nereye koyarsanız koyun. Ciğerci, kebapçı…

Ama siyasetçi diyoruz? –  Siyaset adamıdır aslı. Bilimadamıdır. Eklenen o ‘-ci’ ideolojiyle alakalı bir şey. İdeolojilerin siyasete karışması bence iyi değil. Bunun iflasını, siyasi tarihlerin çok değişik örneklerinde görmüşüzdür. O bakımdan ben neysem, oyum.

Gezi’yle ilgili neler söylemek istersiniz…

–  Çok masumane bir hareket olarak başladı. Gençlerinki bir çevre hassasiyetiydi. Vatanını seven insanların takınacağı bir tavırdı ama farklı bir tepkiyle karşılaştılar. Olmaması gereken şeyler yaşandı.

Her yerde soru soruyorlar size. Bitmiyor. Sürekli bir sınav gibi…

–  (Gülüyor) Ben 9 sene dünyanın en büyük ikinci teşkilatının başındaydım ve New York’tan Washington’a, Londra’dan Paris’e, Pekin’den Nairobi’ye, Kambera’dan İslamabad’a kadar gittiğim her yerde suallerle karşı karşıyaydım. Ben alışığım.

 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

İngiltere’de öğretim üyesi olarak çalıştım

Siz İngilizceyi Mısır’da mı öğrendiniz?

–  Evet, Mısır’da İngilizce okudum.

İngilizceniz diğer siyasetçilere göre daha mı iyi?

–  Bilmiyorum ama bu önemli değil. Sonra İngiltere’de bir-iki sene öğretim üyesi olarak çalıştım.

Şerif Mardin bir röportajında ‘İmam-öğretmen savaşını, imam kazandı’ demişti. Katılıyor musunuz bu değerlendirmeye?

–  Koskoca Şerif Mardin’in değerlendirmesini tek bir cümle üzerinde kuramam, metni okumak lazım. Çünkü çok ciddi bir bilimadamıdır.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

FARKLI BİR ELEKTRİK

Oğlunuz bana dedi ki, ‘Babam gelince, siz de fark edeceksiniz, o bir yere girdiğinde varlığı hissedilir…’ Gerçekten de başka bir elektriğiniz, enerjiniz var. İnsan kendine bir çekidüzen veriyor…

–  Estağfurullah! Ama bunu ilk kez duymuyorum, bu bana biraz babamdan miras…

Gençliğinizde de mi böyleydiniz?

–  Hep böyleydim. Yaradılış.

Annem Rodos’tan Babam Türkiye’den Mısır’a gelmiş

Mısır’daki çocukluğunuz nasıl geçti?

–  Mısır, 1914’e kadar eski Osmanlı vilayetiydi. Babam 1924’te gidiyor. Ben 1943’ün 26 Aralık’ında doğuyorum. Yani Osmanlı’nın bitişinden 20 sene sonra. Mısır zengin ve büyük bir ülkeydi. O dönemde bir Türk muhiti de vardı.

Babanız ne münasebetle gitmiş Mısır’a?

–  Tahsile gitmiş. Ama teyzelerim de Mısır’daydı…

Onlar da tahsil için mi?

–  Hayır, annem ve teyzelerim Rodoslu. Annemin ailesi fetihten sonra, Aydın’dan Rodos’a gitmiş. Hacıoğlu ailesi olarak biliniyorlar. Rodos’taki meşhur caminin karşısındaki ev, anneannemin evi. Osmanlı 1’inci Dünya Savaşı’nı kaybedip Rodos İtalyanların eline geçince, Türkler sıkıntıya düşüyorlar. Annem, ve kız kardeşi, 3 kardeş, teyzelerinin yanına, Kahire’ye geliyorlar. Teyze Türk asıllı bir Mısırlı paşayla evli, bizimkileri davet ediyor. Orada bir Türk muhiti var. Türkiye’den Mısır’a tahsile gelen genç Türkler vardı. Annemle babam böyle tanışıyor…

Siz babanızı erken kaybetmişsiniz…

–  Evet, üniversite 1’inci sınıftayken babam vefat ediyor. Bütün gelirimiz birdenbire kesiliyor. Çünkü babam Mısır vatandaşı olmadığı için emekli maaşı falan yoktu. Gerçi rahmetli annem çok tedbirliydi. Mevcut parayı çok iyi idare etti. Ama ben çalışmak zorunda kaldım. Bir taraftan tahsilimi tamamlarken, bir taraftan çalıştım. Masterımı da bitirdim. Sonra annemle beraber kalktık, Türkiye’ye geldik.

Babanız bilimadamı mıydı?

–  Evet.

Mehmet Akif Ersoy’un yakın arkadaşı olması sizde nasıl bir duygu uyandırıyordu?

–  Gurur vesilesi ve manevi zenginlik.

Bütün eğitiminizi Arapça ve İngilizce mi aldınız…

–  Evet.

Peki Türkçe? –  Türkçeyi evde babamla konuşuyordum. Babam bana genç yaşta Türk dili ve edebiyatı hakkında bayağı bilgi verdi.

Babanız sizin rol modeliniz anladığım kadarıyla. Kaybedince ne hissettiniz?

–  Çok büyük bir kayıp. Tabii ki çok üzüldüm. Boşluğu da doldurulacak gibi değildi ama böylesine büyük kayıplar da insana, kendisine güvenmesini öğretiyor. Yani ateşte olgunlaşıyorsunuz. Bir de tabii iyi bir isim bırakmanın ne kadar önemli olduğunun farkına vardım. Bir babanın evladına bırakacağı en büyük servet, adıdır, itibarıdır.

70’te dönmeye neden karar veriyorsunuz?

–  İhtisasımı bitirmiştim. Orada durmanın manası yoktu. Geldim, askerliğimi yaptım, üniversite kariyerime başladım.

42 yıldır Füsun Hanım’la evlisiniz. Birbirinize çok düşkünsünüz. Üstelik aynı gün doğmuşsunuz. 26 Aralık’ı nasıl kutluyorsunuz?

–  Havai fişeklerle!

Gönüllülere çağrı

CUMHURBAŞKANINI ilk kez halkın seçeceği ve iki turlu yapılacak olan bu seçimde, herkesin oyuna sahip çıkması gerekiyor. Sandık müşahitliği alanında yapılan başarılı çalışmalar bu seçimde de belirleyici olacak. Cumhurbaşkanı adayları da sandık başlarında müşahit görevlendirebilecekler. Müşahitler seçim gününe kadar belirlenebiliyor. Müşahit olmak isteyen gönüllüler[email protected] adresine mail atarak bize ulaşabilirler.

Yorum Bırak