Ece Üner: Dert, devaya davettir! Her derdin devası, o derdin içinde saklı

Veeee devam ediyor Ece Üner röportajı…. Yeni çıkan kitabı Haysiyet’ten girdik, Boğaziçi Üniversitesi ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık.

Sizi Ece‘yle baş başa bırakıyorum…

Küçüklüğünden bahsederken, özgüven eksikliğinden söz ediyorsun, sonra bu Ece’ye dönüşüyorsun. Kiloların var bi dönem ama sıkı bi atlet oluyorsun, madalyalar kazanıyorsun. Bunlar bize ne öğretiyor? Sana ne öğretti?
-Diyorum ki; hayatta korktuğun, çekindiğin, sindiğin her ne ise, onunla yüzleşebilirsen, onun gözünün içine içine bakabilirsen; o şey, sonunda senin en büyük gücün, özgürlüğün ve başarına dönüşüyor. “Dert, devaya davettir!” diyorum. Her derdin devası, o derdin içinde saklı. Derdinden korkmayan, onunla yüzleşen, derdinin gözünün içine bakabilen, onunla barışan, daha da ötesi onunla hemhal olabilen devasını da buluyor. Üstelik o deva, derdin kaynağından geliyor. “Bir biz var bizden içeri” ve o, tahminimizden çok ama çok daha güçlü!



Senin eşin de, eşi benzeri zor bulunanlardan… Deniz Bayramoğlu’nun sana kattığı nedir? Sizinki nasıl bir sevgi, yol arkadaşlığı, birliktelik? Birbirinizi nasıl zenginleştiriyorsunuz?
-Son günlerde çok popüler oldu ama ben başından beri bir sapyoseksüelim! Zekaya, beyne vurgunum. Bana göre en seksi organımız beynimiz. Deniz çok berrak bir beyin, kıvrak ve ince bir zeka. Birbirimizi zihnen çok besliyoruz. Okuyoruz, tartışıyoruz, atışıyoruz. İyi bir sırdaş ve yol arkadaşı. Benim aşırı romantik, hayalperest hallerimi gerçekçiliğiyle dengeliyor. Bana iyi geliyor. Sevginin ötesinde bence iyi arkadaşız biz. Hayvanlara açtık evimizi, balkonumuzu kedi pansiyonu yaptık. Yazın Bodrum’da yaban domuzu ailesi besledik. Bahçeyi ekip biçiyoruz. Toprağa bağladı beni Deniz. Ben denizciydim -yüzdüğümüz deniz-, Deniz beni yeşilci, toprakçı yaptı. Köklenmek iyi geldi. Ben ona neler öğrettim, neler kattım? Bilemem. Bir ara ona sorarsın…

BU KİTAP, GÜNEŞ’E BİR TEŞEKKÜR VE MİNNETİN İFADESİ…Ve Güneş… Senin Güneş’in… Bu kitabın kızın Güneş’e yazılmasının sebebi ne?
-Benim hayattaki en büyük korkum köpekbalıklarıydı. Küçüklüğümden beri her tatile gidişte anneme ve babama, “O gideceğimiz denizde köpekbalığı var mıdır?” diye sorardım. Sonra Güneş’e hamileyken, Maldivler’e gittim. Orada, garip bir şey oldu ve ben köpekbalıklarıyla yüzdüm. Ama nasıl yüzmek, günde neredeyse bir-bir buçuk saat. Güneş, bana acayip bir cesaret verdi. Hamileyken de sonrasında da… Geçen gün durup dururken bana ne dedi biliyor musun, “Anne, seni seçtiğim için çok mutluyum! Ama sen de benim gibi bir kızın olduğu için çok şanslısın… Çünkü sen, cesur bir kadındın ama ben onu ortaya çıkardım. Benimle birlikte içindeki cesareti de doğurdun!” dedi. Tüylerim diken diken oldu. Cümlenin büyüklüğüne, acayipliğine bakar mısın? Bu kız daha dört buçuk yaşında. Ne acayip ne şahane ruhların dünyaya gelmesine vesile oluyoruz baksana. Onun için bu kitap Güneş’e bir teşekkür ve minnetin ifadesi…

“Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürüz” diyorsun ya… Lafta öyle ama ya gerçekte? Umut edebilen özgür insanlar ülkesi mi Türkiye? Yoksa Türkiye’de içeridekiler özgür de dışarıdakiler mi tutsak? Umutsuzluğun tutsağı?
-Türkiye özü gereği, yaradılışı gereği, kendini yeniden inşa edebilen bir ülke. Küllerinden doğabilen, bu potansiyele her zaman sahip bir ülke. Uçurumun kenarından dönme refleksi, sağlam bir ülke. Ama Türkiye, şu anda, yorgun insanlar ülkesi. Yorgun ama güçlü insanlar. Kim olduğunu, nereden geldiğini bilen, haysiyetli, karakteri bağımsızlık olan insanların ülkesi burası. Seviyorum ben insanımı ve çok güveniyorum.

Sen, düşünmekten korkmamanın sebebini nasıl açıklıyorsun?
-Annemin ve babamın beni, düşüncelerime saygı duyarak büyütmesiyle… Düşüncelerimi dile getirdiğimde her daim dinlemeleriyle… O düşünceleri yeşertecek, besleyecek bir ekosistemi yaratmalarıyla…

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar için senin düşüncen nedir? Sen nasıl karşılıyorsun öğrencilere yapılanları?
-Bak, bu soruyu bana sorduğun gün, Özlem Türeci ve Uğur Şahin, Almanya’da liyakat nişanı aldı. Ocak ayında da Der Spiegel ve Time’a kapak olmuşlardı. Aynı günlerde, Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına kelepçe takılmıştı. Şimdi bu iki resim arasındaki farkı BULU’n! Beyin göçü mü, beyin gücü mü istiyorsunuz karar verin! Türkiye’deki her üç gençten biri, haksızlık ve liyakatsizlik gerekçesiyle yurt dışına yerleşmek istiyor. Melih Bey, bir yıl önce katıldığı bir televizyon programında demiş ki, “Torpille geldi lafı üzerinize yapıştığı zaman, siz iyi bile olsanız, ondan bir türlü kurtulamıyorsunuz! Gençlere şiddetle önerim: Torpilden uzak durun, bir işe hak ederek bileğinizin hakkıyla girin!” Bu sözlerinin ardından seçilmeksizin, atama yoluyla Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör oldu. Başka söze gerek yok. Ha bir de azılı kadın katilleri sokakta serbestçe dolaşırken, Boğaziçi Üniversitesi öğrencisinin bileğinde elektronik kelepçenin işi ne, söyler misin bana? Bunlar çok incitmiyor mu seni de…

‘’BU SALGIN, BİZE KENDİMİZ İÇİN YARATTIĞIMIZ ‘KIYAMET GÜNÜ MAKİNESİ’Nİ DÜŞÜNME ŞANSI VERİYOR. HİÇBİR ŞEY, ‘NORMAL’E DÖNMEKTEN DAHA KÖTÜ OLAMAZ!’’

Pandemi bize neler yaptı? Sen pandemiye nasıl yaklaşıyorsun?
-Pandemi hakkında duyduğum en güzel söz, Hintli yazar ve aktivist Arundhati Roy’a ait. Diyor ki, “Bu salgın, bize kendimiz için yarattığımız kıyamet günü makinesini düşünme şansı veriyor. Hiçbir şey, ‘normal’e dönmekten daha kötü olamaz!” Gerçekten de bize ayrılan dünyanın sonuna geldik. Tükettik her şeyi. Doğal kaynakları ve doğayı. Pandemi bize, neleri tükettiğimiz üzerine düşünmek için zaman verdi. Bir de neyin öz olduğunu, hakikat olduğunu, neyin suni, gereksiz ve yük olduğunu… Aslolanı tutmanın, gereksizi kaldırıp atmanın gerekliliğini gösterdi bence. Onun dışında yaklaşmıyorum. Uzak durmaya çalışıyorum pandemiden. O, bana bulaşmazsa, ben ona hiç bulaşmıyorum. Sosyal mesafe tamam da ruhsal mesafe ve hatta ussal mesafe ne olacak? Di mi ama…

İDEAL DEVLET HALK İÇİN OLAN DEVLETTİR

Korona günlerinde kafa yorduğumuz sorunlardan biri de “İdeal devlet nasıl olmalı?” Soralım o zaman, nasıl olmalı?
-İdeal devlet, halk için olan devlettir. Halka hizmet eden devlettir. İnsanların doğuştan sahip olduğu yaşam, özgürlük, mülkiyet gibi doğal haklarını korur, kollar. Vatandaşlarını, kişisel hayırseverliğin tesadüfüne maruz bırakmaz. Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi vatandaşına yapmaz. İnsan hayatını, her şeyin üzerinde tutar, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” sözündeki gibi. İnsanını bilir, kendi insanını tanır…

ZORU SEVERİM, ZOR DA BENİ SEVER

Sen sıkı muhalefet ediyorsun ama usturuplu muhalefet ediyorsun. Çok zor bir şeyi başarıyorsun? Yorucu değil mi?
-Ben zoru severim, zor da beni sever. İyi anlaşıyoruz. Bir sıkıntımız yok şimdilik..

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ OLMAZSA HİÇBİR ŞEY YASA DIŞI SAYILMAZ ARTIK! BU ÇOK TEHLİKELİ

Ve gelelim gündeme… İstanbul Sözleşmesi’nin feshine… İsyan etmemek mümkün değil! Sen neler söylemek istersin…
-Türkiye nüfusunun yüzde 49.9’u kadın! Üç tarafı denizlerle, dört tarafı kadın cinayetiyle çevrili ve İstanbul Sözleşmesi iptal… Başka sorum yok Hakim Bey!!!! Adı İstanbul olan Sözleşme’de Türkiye artık yok! Tezada bakar mısın? Ayrıca bu karar, siyasi bir kararsa, mesela seçim öncesi, siyasi bazı ittifaklara, yeşil ışık yakmak için iptal ediliyorsa, yeniden hatırlatmak isterim, Türkiye nüfusunun yüzde 49.9’u kadın. Onlar da oy kullanacak. Bunun da hesaba katılması gerekir. İstanbul Sözleşmesi’ni sana burada madde madde sayarım ve neyin ne anlama geldiğini anlatırım ama yerimiz dar. Özetle; yasa olmazsa, hiçbir şey yasa dışı sayılmaz artık! Bu, çok tehlikeli. Birçok erkek, “Paşa gönlüm öyle istedi, öldürdüm!” diyebiliyor kadınları katlettikten sonra. Kadının, yaşam ve ölüm hakkını kendi elinde tuttuğuna inanıyor. 1934’te seçme ve seçilme hakkını bütün ülkelerden önce elde eden Türk kadını, şimdi yaşam hakkını bile seçemeyecek mi? Kadınların kendini güvende hissetmediği ortamda toplum nasıl huzur bulacak? Bir toplumun durumu her zaman kadınların durumuyla doğru orantılıdır! Çok üzücü, çok üzgünüm. Ama tabii ki pes etmek yok, mücadeleye devam…

Yorum Bırak