Depremzedeler için topladığı bağış, 120 milyon Euro

Şimdi huzurlarınızda, sesiyle müziğiyle samimiyetiyle çok sevdiğim bir isim var; Karsu... O, sanatıyla ülkemizi uluslararası arenalarda gururlandıran bir isim. Deprem dönemi gösterdiği mücadelesiyle çabalamasıyla da büyük bir alkışı hak ediyor. Kahramanmaraş Depremi’nde, yakın ailesinden 17 kişiyi, bütün akrabalarından ise yaklaşık 70 kişiyi kaybetti. Ancak acıları, onun mücadelesini ve yardımseverliğini durdurmadı. İsmini memleketi Hatay‘ın Karsu Köyü‘nden alan bu eşsiz ses, depremzedelere yardım için uluslararası bir yardım kampanyası başlattı. Veee 120 milyon Euro toplayarak, yaraların sarılmasına katkı sağladı.

Karsu’nun çabalarıyla toplanan bu bağış, 12 uluslararası sivil toplum örgütüne bölüştürülüyor. Tüm o STK’lar bölgeye yardım ediyor. Depremzedelere desteği sürdürülebilir kılmak için kendi vakfı Karsu Foundation’ı kurdu.

“Daha derin bir acı benim için. Sanki özümü kaybettim! Öyle hissediyorum.” diye ifade eden Karsu, bu acıyla yola çıkarak ihtiyaç sahiplerine umut olmayı kendine misyon edindi.

Depremle aynı dönemde çıkan yemek kitabı, Hollanda’da bestseller oldu. Veee kitabın ön satışından elde edilen yarım milyon Euro’yu da depremzedelere bağışladı.

Şimdi de Elidor ve TOG Vakfı’nın hayata geçirdiği Kendi Yolumuzda projesine destek veriyor. Deprem bölgesindeki genç kadınların yaralarını sarabilmesi, kendi yollarında güçlü adımlarla yürüyebilmesi için… Karsu, acının ortasında dahi umudu yaşatmaya devam ediyor. Cesareti ve mücadelesiyle hepimize umut veren Karsu’yla uzun bir röportaj yaptık.

Karsuuuu… Müthişsin! Eşsiz sesinle, bestelerinle, müziğinle, doğallığınla, yaratıcılığınla, samimiyetinle ve tevazunla, Türkiye ve uluslararası arenada önemli başarılar elde etmiş bir sanatçısın. Ülkemizi de temsil ediyor, bizi gururlandırıyorsun…
-Teşekkür ederim. Bunları sizden duymak harika. Ne diyeceğimi bilemedim şimdi. Mahcup oluyorum böyle güzel sözler duyunca…

Yok yahu, ne mahcubiyeti! Ne söylesem az sana… Deprem sonrası gösterdiğin çabayla da kocaman bir alkışı hak ediyorsun. Akrabalarından 17 kişiyi kaybettin. Başın sağ olsun.
-Sağ olun. Evet, yakın ailemden 17 kişiyi kaybettik. Bütün akrabalarımı düşünürsek, 70 kişiye varıyor. Maalesef hepsi, elimizden kayıp gitti. İnanılmaz bir acı. İçimiz halen simsiyah. Ailemden hayatta kalmayı başarabilenler, güçlü olabilmek için çaba sarf ediyor. “Ayağa kalkacağız!” diyorlar. Ben de elimden geldiğince destek olabilmeye çalışıyorum. Sadece kendi aileme değil, tüm bölgeye. Böyle bir misyon edindim kendime.

Hollanda’da doğdun, büyüdün ama kendini Antakyalı olarak tanımlıyorsun…
-Evet. Anadolu topraklarından gelmiş bir anne- babaya doğdum. Antakyalı olmak benim için ayrıcalık. Beni Karsu yapan şey. Memleketimi çok seviyorum. Kendimi hem Antakyalı hem Amsterdamlı olarak tanımlıyorum. Annem-babam, bana ve kardeşime hep, “İyi insanlar olun!” dedi. “Hayatta en önemli şey bu! Çalışın, kendinizi geliştirin. İnsanlara faydalı olun. Belli bir seviyeye geldiğinizde, aldıklarınızı geri verin.” Ben sanki hayatımın o dönemindeyim. Hatay’dan aldığım kültürü, sevgiyi, saygıyı geri verme zamanı. O yüzden de özellikle depremzedeler yaralarını sarmaşa çalışırken, elimden geldiğince yardım etmeye çalışıyorum. Kendi çabalarımızla enkaz altından 17 aile bireyimizin kurtarılmasına vesile olduk. Ama çok daha fazlasını -ne yazık ki- kaybettik.

Medyadan takip ettik, Hollanda’da depremzedeler için uluslararası yardım kampanyası başlattınız…
-Evet. Annemle Hollanda’da çok bilinen, çok saygın bir sivil toplum örgütünü aradık: Giro555. Haiti’de doğal afet yaşadığında bağış kampanyası başlatmışlardı, Ukrayna savaşında da. Onlarla hem Türkiye’deki hem de Suriye’deki depremzedeler için 120 milyon Euro topladık. Ben, 10 milyon kadar olur sanıyordum. 120 milyon Euro’yu kesinlikle beklemiyordum. Hollanda’dan Türkiye’ye müthiş bir sevgi aktı. Hollandalılara, “cimri” derler. Gördük ki değillermiş! Dünya çapında sivil toplum örgütlerini en çok destekleyen ülkelerden biri. Bu bağış,
12 uluslararası sivil toplum örgütüne bölüştürülüyor. Tüm o STK’lar bölgeye yardım ediyor.

Bir de yemek kitabın çıktı aynı tarihlerde…
-Evet. Aynı döneme denk geldi. Kitap, Hollanda’da ön satışa çıkmıştı. Bu felaket yaşanınca dedik ki “Ön satışın tamamı, depremzedelere gitsin!” On gün içinde 50 bin adet kitap sattık. Bu bir yemek kitabı için inanılmaz bir rakam. Hollanda’da bir yemek kitabı ilk kez bestseller oldu. Bu kitap sayesinde, depremzedelere yarım milyon Euro daha destek olabildik. Şu anda da kendi vakfımızı kuruyoruz: Karsu Foundation. Bu vakıfla da desteğimizi sürdürmek istiyoruz.

Karsu Foundation’la neler yapacaksınız?
-Çeşitli projeler hayat geçireceğiz. Elde edilen gelirle yine ihtiyacı olanlara destek olacağız. Türkiye’nin Hollanda Büyükelçisi, 20 Ağustos’ta Boğaz’ı yüzerek geçecek. İlk projemiz bu. Bunun gibi pek çok sosyal projeyle meşgulüz. Mesela, depremzede müzisyenler, işlerine devam edebilsinler diye enstrümanlar da aldık.

Hollanda’da yapılan o deprem yayınında, ‘Neredesin Sen’ türküsünü söyledin. Acını, hepimiz kalbimizde hissettik. Sanki bütün ülke adına bir ağıt yaktın…
-Giro555 dedi ki, “Hollanda’nın bütün kanalları Türkiye ve Suriye’deki deprem bölgeleri için bir yardım programı yapacak. Bunu, senin sesinle gerçekleştirmek istiyoruz!” Önce tereddüt ettim, “Böyle acılı bir dönemde şarkı söyleyemem” dedim. Sonra baktım evde tek başıma piyano çalıyorum ve müzik beni sakinleştiriyor, yaralarımı sarmama yardımcı oluyor. “Neden olmasın?” dedim. Ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ailem de o sırada enkaz altındaydı. Telefonumda kuzenim Tuna ile bir WhatsApp konuşmamıza denk geldim. En son Hatay konserime gelmişti ve orada bana sesli mesaj yollamıştı. “Karsu, seninle gurur duyuyorum. Devam et, hep devam et… Ama neredesin sen? Seni arıyorum ama güvenlik beni almıyor!” “Neredesin sen” cümlesini tekrar dinleyince, “Bir dakika” oldum… Konserde o beni arıyordu, depremden sonra, ben onu enkaz altında aradım… O cümle bende bir ışık yaktı. Biliyorsunuz, Neşet Ertaş’ın öyle bir türküsü var. Müthiş bir türkü. “Söylesem mi acaba?” dedim. Neşat Ertaş’ın ailesine de teşekkür ederim, onlar da destek verdiler. Ve “Neredesin Sen” türküsünü söyledim. İçimi, kalbimi çok iyi yansıttı. İnanılmaz da geri dönüşler aldım.

En son ne zaman Hatay’a gittin…
-2-3 hafta önce Hatay’daydım. Hala binlerce kişi, o sıcak konteynerler içinde. Bu havada, konteyner 60 derece oluyor. Kışın da buzdolabı gibi… Elimizi oradan çekmememiz gerekiyor. Bütün kurumlara, şirketlere sesleniyorum ve rica ediyorum: Lütfen bölgeye gidin, insanlarla konuşun, nerede ihtiyaç varsa öğrenin… Onların yanında olun… Tekrar ayağa kalkabilmeleri için bizim desteğimize ihtiyaçları var. Yaptık, bitti yok…. Tamam, hayat devam ediyor. Ama bazılarımız için… Bazılarımız için edemiyor!

Adını, Hatay’ın Karsu Köyü’nden alıyorsun. Bölgeyle gönül bağını hepimiz biliyoruz. Sen bu süreçte, bir anlamda çocukluğunu mu kaybettin?
-Daha derin bir acı benim için. Sanki özümü kaybettim! Öyle hissediyorum. Halamı, yeğenlerimi toprağa verdim. Deprem yaşanmasa, Eylül’de düğünüm olacaktı. Kınamı da halam yapacaktı. Ama artık hayatta değil. İnanılmaz acı benim için. Birkaç saniye içinde aileler yok oldu. Bu ne zaman olur? Ancak savaşlarda. Hollanda’da, 2. Dünya Savaşı’nda yakınlarını kaybeden yaşlı insanlarla konuşmuştum. Şimdi daha iyi anlıyorum neler hissettiklerini. Tarifi olmayan bir acı. O yüzden bu kadar çabalıyorum, elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

AKLIMIZ, KALBİMİZ, ELİMİZ DEPREM BÖLGESİNDE

Elidor, Toplum Gönüllüleri Vakfı’yla birlikte, bölgedeki kadınlar için Kadın Destek Merkezleri projesini hayata geçirdi. Sen de bu sosyal projeye dahil oldun…
-Aynen öyle! Bu projenin benim için anlamı büyük. Tamam, bu felaketin benim için kişisel bir tarafı var ama aslında hepimiz için büyük bir acı. Ben bu “ortak acı”yı paylaşmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Elidor ve TOG’la gerçekleştirdiğimiz projenin amacı da işte bu: Ortak bir acıdan ortak bir umut yaratmak! Bu projeyle, bölgedeki kız kardeşlerime umut olmak istiyorum. Onlara yalnız olmadıklarını göstermek istiyorum. Gerçekten de en önemli şey bu: Kendilerini yalnız hissetmemelerini sağlamak. Aklımızın, kalbimizin, elimizin hep deprem bölgesinde olduğunu göstermemiz gerekiyor. Ama sadece söylemek yetmez. Bölgedeki kız kardeşlerimizin, kendi yollarında yeniden umutlu adımlar atması için çaba harcamalıyız. Biz de tüm gücümüzle bunun için uğraşıyoruz.

Bugüne kadar afet bölgesindeki genç kadınlar için neler yaptınız?
-Doğal afetlerde, salgınlarda, savaşlarda kadınlar, özellikle genç kadınlar en kırılgan grupların başında geliyor. Onları normal zamanlarda etkileyen sosyal ve ekonomik zorluklar, böyle zamanlarda daha da artıyor. Hatta, bazen kalıcı hale geliyor. Projenin amacı, genç kadınlarla dayanışmak, onların yanında olmak, onları duygusal ve sosyal açıdan desteklemek. Elidor ve TOG tarafından şu ana kadar dört tane “Genç Kadın Destek Merkezi” açıldı. Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş ve Malatya’da. Bu merkezlerde, 17-25 yaş arası kadınlar için TOG uzmanları tarafından hazırlanan eğitim çalışmaları yürütülecek. Kariyerleri için gerekli beceriler, sosyal anlamda güçlendirecekleri atölyeler gibi çalışmalarla hem sosyal hem de duygusal iyilik hallerinin artması için bir dayanışma alanı sağlanacak. Ayrıca bu merkezler, her yaştan kadınının bir araya geldiği, birbirlerine destek olabildiği, acılarını paylaşıp umutlarını büyüttüğü alanlar olacak.

Peki sen, Karsu olarak, bu genç kadınlara ne diyorsun? Nasıl bir mesaj ve destek veriyorsun?
-“Kendini eğit. Kimseye bağımlı olma. Her zaman evlenebilirsin, aile kurabilirsin ama önce kendini çok güçlü bir kadın yap” diyorum. En önemli mesajım bu. “Sana inanmayan, seni aşağı çeken kişilerden uzak dur!” diyorum. “Kendini sev! Aynaya bak… Olumlu ol… En azından olmaya çalış… Bırak kötücül düşünceleri… Kendini destekle… Önce sen kendine inan… Yaparsın… Yeter ki inan… Hedef koy, çalış, çabala… Seni, senden başkası kurtaramaz! Öz güveni kendinde bul, başkalarında arama…”

Ayrıca dayanışmanın altını çiziyorsunuz…
-Elbette! Dayanışma, umut demek. Devam edebilmek için de umut şart. Bölgedeki yakınlarımla konuşmalarım da TOG’un sağladığı bilgiler de aslında aynı noktalarda buluşuyor: Kadınların, duyulmaya, dinlenmeye, yalnız olmadıklarını hissetmeye ihtiyacı var. Çünkü yaşadıkları acının tarifi yok. Bu acıyı da paylaşabilmeleri gerekiyor. Bu, en az diğer fiziki ihtiyaçlar kadar önemli. Biz bu projeyle “Yaşadıklarınızın, hissettiklerinizin farkındayız. Aklımızla, fikrimizle, kalbimizle dayanışma için buradayız, sizin yanınızdayız!” diyoruz ve bunu ortaya koymak için de aksiyon alıyoruz. Bu projeyle acıyı paylaştığımız gibi, umutları da güçlendireceğiz…

Genç Kadın Destek Merkezleri’yle eş zamanlı yürütülen “Kendi Yolumuzda Dayanışma Anıtı.” Bildiğimiz anıtlardan farklı…
-Evet. Akaretler’e kurulan anıt, müzik, görsel ve yazılı içeriği birleştiren bir yapay zekâ uygulaması… Alanında bir ilk. Çok yenilikçi, ileri bir proje. Depremden farklı açılardan etkilenen insanları, ortak bir duyguda buluşturmak ve bu duygudan dayanışma ile umut yaratmak üzere hayata geçirildi. Beni en çok etkileyen de şu: Deprem bölgesinden 8 güzel sanatlar fakültesi öğrencisi, dayanışma ve umut temalı resimler yaptı. Bu resimler de anıtın en önemli bileşeni oldu. Diğer bileşenler ise dünyanın dört bir yanından gönderilen dayanışma mesajları…

Ve senin bu projeye özel yaptığın besten…

-Evet. Adı: “Umut.” İstanbul Akaretler’de sergilenen bu anıtın açılışında, Umut’u seslendirdim. Müthişti. Çok duygulandım. Anıtta yayınlanan ve dünyanın dört bir yanından gönderilen dayanışma mesajları, deprem bölgesinde kurulan ekranlar aracılığıyla oradaki genç kadınlara ulaştırıldı. Gerçekten çok kıymetli bir proje. Bu anıtın da bir dayanışma ve duygu köprüsü olduğunu düşünüyorum.

KIZ KARDEŞLİK DAYANIŞMASI!

Anıtı oluşturan dayanışma mesajları nasıl?
-İnanılmaz güzel! Kalpten, içten… Elidor’un Instagram hesabına gönderilen dayanışma mesajları hem anıtta yer aldı hem de deprem bölgesinde kurulan ekranlar aracılığıyla oradaki genç kadınlarla paylaşıldı. Yaşanan acıların ve bölgenin ihtiyaçlarının unutulmayacağını söyleyen, acılara ortak olan, yeniden ayağa kalkmak için umudun hep var olduğunu hatırlatan mesajlardı bunlar. Kız kardeşlik dayanışmasının cümlelerle ifade edilişi gibiydi.
Elidor X TOG Genç Kadın Destek Merkezleri’ne destek olmak isteyenler neler yapabilir?
-Dileyen herkes, www.tog.org.tr sitesine girerek Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın (TOG) afet çalışmaları hakkında bilgi sahibi olabilir ve destek verebilir.

Türkiye’de bir laf var, “Kadın kadının kurdudur.” Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Katılıyor musun?
-Tabii ki hayır. Birbirimizin kurdu değil, bu projedeki gibi kardeşi olmalıyız.

Hollanda’da kadınlar birbirinin aşağı çeker mi?
-Yok o çok olmuyor!

Kendini ne kadar Türk ne kadar Hollandalı hissediyorsun?
-Hollanda değil de Amsterdamlı diyelim…Yüzde 50 Antakyalı, yüzde 50 Amsterdamlı gibi hissediyorum.

Çok gençsin ve müthiş bir başarı elde ettin. Sence en çok hangi özelliklerinle bunu başardın?
-Çalışkanlık. Azim. Birisi seni reddettiğinde kabul etmemek. Hep devam etmek, hiç pes etmemek. Kendine inanmak. Öz güvenli olmak. Tabii önümde şahane bir rol model var: Annem. Annem, kendini ne mutlu ederse onu yapar. “Başkaları ne der?” onun için yoktur. Ne hoşuna giderse onu giyer mesela. Yeşil çok giyiyor. Ama full yeşil! Diyorum ki, “Anne kurbağaya benzedin!” “Benim için sakıncası yok. Ben kendimi böyle sevdim, giyeceğim!” diyor. Öz güvene bak! İçini de dışını da seviyor. Başkaları ne düşünür umurumda değil! Benim de değil. Annem aynı zamanda menajerim. Bizim el alemin ne düşündüğü ile uğraşacak vaktimiz yok. Çünkü meşgulüz, çalışıyoruz, üretiyoruz. Ve hep yolumuza devam ediyoruz.

Alışık olmadığımız kadar alçak gönüllüsün… Starlığın el kitabına uygun mu bu?
-Starlığın el kitabı nedir? Öyle bir şey mi var?

Boş ver, o bir benzetmeydi, unut dediğimi… Çok sıcak, samimi ve kendin gibisin… Oyunun yok, afra tafran yok, caka satmıyorsun… Sadece işini en iyi şekilde yapıyorsun… Türkiye’deki starlara pek benzemiyorsun…

-Ha şimdi anladım! Türkiye’de starları kim star yapıyor? Halk… Halk, gözünde onları çok büyütüyor, çok abartıyor, bazılarını gereksiz yüceltiyor. Ama bu yapan halk: Aaa star geldi falan… Onu, yere göğe koyamamalar… Ayılıp, bayılmalar… Ona, uzaydan gelmiş muamelesi yapmalar… Yok yaa! O da senin gibi biri! O da senin gibi yemek yiyor, uyuyor, tuvalete gidiyor… Senden bir farkı yok… Belki sesi daha iyi, e senin de başka bir şeyin daha iyi… Abartma yani bu kadar! Türkiye’de görünmeyen hiyerarşik bir sistem var. Hollanda’da bu yok. Bizim başbakan bisikletiyle iş yerine gider. Temizlikçi de aynı şekilde. İkisi de aynı kapıdan içeri girer. Aralarında fark yok. İkisi de işini yapıyor, ikisi de saygın. Biri, birinden daha aşağıda değil, az değerli de değil. Halk, bu star müessesesini Türkiye’de bu kadar abartınca, starlar da haliyle kendini bir şey sanıyor…

Sırrın ne? Sahneye çıktığında sadece müziğine mi odaklanıyorsun?
-Evet. Fokus çok önemli. “Hokus pokus yok, fokus var” diyorlar ya, onun gibi. Hedefine odaklanman gerekiyor. Ama tabii önce hedefinin ne olduğunu bileceksin. Ve çalışacaksın, çok çalışacaksın. Sonra ne yapıyorsan, tutkuyla yapacaksın. Sevmediğin bir işte başarılı olman mümkün değil. Bir de acelenin olmaması lazım. Yeni nesil TikTok nesli olduğu için acele ediyor, her şey anında olsun istiyor. Kalıcı bir yer edinmek istiyorsan, bu mümkün değil.

ANNEM, BABAM, NİŞANLIM VE BEN HEPİMİZ KARSU İÇİN ÇALIŞIYORUZ! AİLECE KOTARIYORUZ İŞLERİ

Ailece, Karsu için mi çalışıyorsunuz? Baban, annen, nişanlın ve sen…
-Aynen öyle! Ben dahil hepimiz Karsu için çalışıyoruz!

Nasıl bir yapılanma söz konusu…
-Annem menajerim. Babam büyük kampanyaları yönetiyor. Diğer her şeye annem bakıyor. 40 kişilik bir ekibimiz var. Mutlu mesut çalışıyoruz. İnsanın güvendiği insanlarla üretmesi büyük bir lüks. Çok yoruluyoruz ama yaptığımız işe inanıyoruz, büyük bir keyifle yapıyoruz. Annemle neredeyse bütün dünyayı gezdik. Konserler bitince, çok nadir de olsa boş günlerimiz oluyor. Bir bakıyorsun menajer gitmiş, annen gelmiş. Harika! Annenle geziyorsun, yemeğe çıkıyorsun, hayatı konuşuyorsun. Annem şu anda Hollanda’da. Bu turda, babamla nişanlım var. Nişanlım, bize kitapta çok yardım etti. Deprem dönemine denk geldi çıkışı, biz ailece bitmiş bir vaziyetteydik. O olmasa mümkün değil, altından kalkamazdık. Şu anda da vakıf kurmakla meşgulüz, o işlere de nişanlım bakıyor. Şu anda web sitesi kuruyor. Biz ailece kotarıyoruz işler yani. Hayatımızdan memnunuz.

Sana “Hollanda’dan çıkan Norah Jones” diyorlar. Bu benzetmeyi duyunca ne hissediyorsun?
-Norah Jones’a benzemiyorum. Alicia Keys’e de. Ama insanlar bu benzetmelere çok meraklı. Benim için sakıncası yok, kim ne isterse düşünebilir. Ben benim, Karsu’yum.

Bir caz müzisyenisin. Ama çok farklı türlerde şarkılar, besteler yapıyorsun…
-Evet. Çünkü Amsterdam gibi çok kültürlü bir yerde yetiştim. Amsterdam’ı çok seviyorum, çok ilham aldım, hala alıyorum. Dünyamı, ufkumu genişleten bir yer. İnsana müthiş bir esneklik sağlıyor. Kendimi her konuda özgür hissediyorum orada.

Gelecek hayallerin ne? Gözünü nereye diktin…
-Valla önce evleneceğim! Eylül’de evlenecektik, deprem felaketi yaşanınca, erteledik. Aile kurmak istiyorum. Yeni müzikler yapmak istiyorum. Evet, en büyük hedefim bu. Herkes sağlıklı mutlu olsun istiyorum. Akşam yatarken, hiç kimse üzülmesin.

Hayatta en önemli şey ne sence?
-Mutluluk ve sağlık. Ötesi yok!

Türkiye’de en sevdiğin şeyi ne?
-Doğa… Kültür… Ve tabii insanlar… Misafirperverliğimiz, sıcakkanlı oluşumuz… Yemeğimiz… Müziğimiz… Ah bir de insanların komikliği, tatlılığı, sıcaklığı… Türk insanın müthiş bir espri anlayışı var! Kıvrak ve zeki insanlarız…

Peki en alışamadığın ve en garipsediğin şey ne?
-O starlık müessesi! Bazı insanlara gereğinden fazla değer veriliyor. Oysa herkes eşit. Kimse kimseden üstün değil.

Tatlı bir Türkçe aksanın var. Kimden aldın?
-Annemden. Onun gibi Türkçe konuşuyorum. Annem, 7 yaşında Türkiye’den Hollanda’ya geliyor. Ve hala öyle konuşuyor:) Annemin Türkçe aksanında, biraz köy şivesi var. Haliyle benimkinde de. Bazı kelimeleri de yanlış telaffuz ediyor. Tabii ben de. Küçükken Türkçe dersine gidiyordum. Hocam, “çarşaf” dedi. “Yok siz yanlış biliyorsunuz! O çarçaf” dedim. O sırada annem geldi. “Anne hadi söyle çarşaf mı?” dedim. “Olur mu öyle şey, çarçaf tabii!” dedi.

Sen, üçüncü kuşak bir Hollandalı olarak hiç dışlandın mı? Ayrımcılığa maruz kaldın mı?
-Yok hayır. O belki Almanya’daki Türklerin başına daha çok geliyordur. Hollanda’da bu tür şeylere maruz kalmadım. Hollandalılar alçak gönüllü ve sıcak insanlar. Pek ayrımcı değiller.

Senin hayattaki en büyük aşkın, müzik mi?
-Hayır, en büyük aşkım ailem, arkadaşlarım ve nişanlım. Sonra yemek. Sonra müzik! Hahahaha yemek, müzikten önce geliyor.

En çok nerede mutlusun?
-Sahnede. Yemeğini sevdiğim restoranlarda ve kendi evimde.

ANNEMDEN ÖĞRENDİĞİM EN ÖNEMLİ ŞEY, BİREY OLMAK, BAĞIMSIZ OLMAK, KENDİNE GÜVENMEK. ANNEM, EĞİTİM UZMANI

Annenden- babandan öğrendiğin en önemli değerler…
-Ooo pek çok şey! Hala öğreniyorum. Annemden öğrendiğim en önemli şey; Birey olmak, bağımsız olmak, kendine güvenmek. Annem eğitim uzmanı. Eğitime çok önem verir. Ama kastım, üniversiteyi bitirmek filan değil, kendimi yetiştirmek, kendine yetmek. Annem, kadınların kendini eğitmesinin çok önemli olduğuna inanır. Çünkü “Kadın, kendini eğitirse bütün aileyi eğitir” der. Değişim kadınla başlıyor yani. O yüzden Elidor’la gerçekleştirdiğimiz bu projeyi çok önemsiyorum. Bir de şu: Hobini, mesleğin yapabilirsen, dünyanın en şanslı insanısın. Hayatta bundan daha güzel bir şey yok! Babamdan da tasarruf yapmayı, para biriktirmeyi öğrendim. O hep, “Hayatta ne olacağını bilemezsin, kimseye muhtaç olma, bir kenara para koy” der. Söz dinlemeye çalışıyorum.

Türk müzisyenleri arasında en çok sevdiklerin kimler?
-Sezen Aksu… Sezen Aksu… Sezen Aksu… Number one’m o! Müthiş bir kadın… Olağanüstü bir sanatçı. Üzerine yok. Zeki Müren ve Bülent Ersoy’u da çok seviyorum.

Sürekli o konser, bu konser koşturuyorsun… Hiç yorulmaz mısın?
-Şu anda Aralık sonuna kadar doluyum. 5 ay içinde 2-3 minik tatilim var o kadar… Konser üstüne konser… Sürekli stüdyoya da girmem lazım… Yani hep doluyum… Ama şikayetçi değilim. Yaptığım işi seviyorum. Ama sonra bakarsın, bir mola veririm. Bir yıl filan. Çocuk yapmak istiyoruz. Aile olmak istiyoruz. Bakarsın 5 çocuk yaparım!

Peki “durunca” ne yapıyorsun?
-Ekmek yapıyorum evde. Nişanlıma, “Bak söz, yarın hiçbir şey yapamayacağım. Laptop açmayacağım, telefona bakmayacağım” diyorum. Başlıyorum un mayalamaya. Focaccia yapıyorum bazen. Olmuyor, sinirleniyorum, pasta yapıyorum. Kendimi mutfağa atmak beni dinlendiriyor. O sırada, müzik düşünemiyorum. Yemek de odaklanma gerektiren bir şey. Evcimen bir tipim, evde olmayı seviyorum.

Müzikle elde etmek istediğin şey ne? Ne için yapıyorsun tüm bunları…
-Hem kendimi hem başkalarını mutlu etmek için. Şanslı bir insanım, tutkuyla yaptığım şey, başkalarını da mutlu ediyor… Ben insanlara, müziğimle yemeğimle hikayelerimle dokunmak istiyorum. Televizyon programlarım ve tiyatroyla onların hayatına sızmak istiyorum. Evet, ana hedef, insanları mutlu etmek. Çünkü insanları mutlu edebildiğin, onların hayatını zenginleştirebildiğin ölçüde, sen de mutlu oluyorsun!

Yorum Bırak