Bu müthiş kadını mutlaka tanımalısınız, sanata adanmış bir hayat

Sizleri bugün müthiş bir kadınla tanıştırmak istiyorum: Filiz OvaZorlu Performans Sanatları Merkezi’nin Genel Müdürü. Tam olarak bu iş için doğmuş, sanatla büyümüş biri. Almanya’daki çocukluğu boyunca hem müzik hem de tiyatronun içerisinde olmuş. Bir yandan sanat tarihi, bir yandan Amerikan edebiyatı okumuş, sanatla yoğrulmuş bir kişilik. Daha güzel olansa yurt dışında olduğu süre boyunca en büyük hedefi Türkiye’ye gelmek ve burada çalışmak.

Filiz Ova’nın İKSV’de başlayıp, İş Sanat’la devam eden Türkiye’deki sanat kariyeri, eş zamanlı olarak uluslararası üniversitelerde eğitim programlarına katılmaya devam ediyor. Bence biyonik olan Ova, tüm bunlar yetmiyormuş gibi Türkiye’nin en büyük sanat merkezlerinden birini yönetirken bir yandan da Bilgi Üniversitesi’nde sanat ve kültür yönetimi dersleri veriyor. Filiz Ova’yı dinledikçe istendiğinde zor ve imkansız görünen her şeyin bir şekilde gerçekleşebileceğine dair inancım arttı.

Sohbetimizin ikinci yarısında bir sanat kompleksini yönetmenin inceliklerini ve özellikle gençlerin sanata bakışını konuştuk.

ALMANYA’DA DOĞDUM, EĞİTİMİMİ ORADA TAMAMLADIM

Almanya’da doğmuşsunuz. Hatta, lise ve üniversiteyi de orda okumuşsunuz…
– Evet. Dedelerim, Almanya’ya çalışmaya gitmiş. Annem orada okumuş. Annem ve babam Almanya’da tanışıp evlendikleri için, ben de orada doğup, büyüdüm. Annem ve babam uzun yıllar Almanya’da seyahat acenteciliği yaptılar. Şimdi ise emekliler. 2006’da benim Türkiye’ye gelmemle, yavaş yavaş bütün ailem döndü.

Nasıl bir çocukluk?
-Harika bir çocukluk! Waldorfschule’de okudum. Türkiye’de “Başka Bir Okul Mümkün” olarak biliniyor. Çocukların kendi yetenekleri doğrultusunda yetiştirildikleri bir okul. Benim de yeteneğim müzik ve tiyatro alanları üzerineydi. 8 yaşında keman çalmaya başladım ve 19 yaşına kadar devam ettim. Okulda orkestrada çaldım, konserler verdim. Bir dönem, gençlik filarmoni orkestrasına katıldım. Tiyatroda oynadım. Kısacası, çocukluğum ve gençliğim hep kültür sanat çevresinde gelişti. Türkiye’den gelen sanatçılara da rehberlik yapardım…

KÜLTÜR SANAT DOĞAL HAYATIMIN HEP BİR PARÇASIYDI. KARİYERİM DE ONUN ETRAFINDA GELİŞTİ

İKSV ile yolunuz böyle mi kesişti…
-Aynen öyle! 2005’te İKSV’nin yaptığı “Şimdi Now” festivali vardı. Orada, İKSV’ye rehberlik yaptım. Okulu bitirdiğim sırada da İKSV’de bir pozisyon açıldı, görüşmeye geldim. Kabul edildim ve hemen işe başladım. Kültür ve sanat doğal hayatımın hep bir parçasıydı. Kariyerim de onun etrafında gelişti.

EŞİTLİĞE DEĞER VERİLEN ÖZGÜR BİR ORTAMDA BÜYÜDÜĞÜM İÇİN EMPATİ VE EŞİTLİKÇİ BİR BAKIŞ AÇISI GELİŞTİ BENDE

Temel eğitiminizi Almanya’da almış olmanız size neler kattı?
-Doğal bir kapsayıcılık! Alman çocukları için bir Türk çocuğuydum. Ama onlar gibi Almanca konuşabiliyordum. Türkler içinse, Alman olarak görülüyordum. Ama onlar gibi Türkçe konuşabiliyordum. Okulda eşitliğe değer verildiği ve özgür bırakıldığım bir ortamda büyüdüğüm için, empati ve eşitlikçi bir bakış açısı gelişti bende…

Sanat tarihi ve Amerikan edebiyatı okumanızın özel bir sebebi var mı?
-Sanat tarihi en büyük keyiflerimden biri! Okulda da çok detaylı sanat tarihi derslerimiz vardı.
Doğal olarak yöneldim. Almanya’da çift ana dal okumak zorundaydınız o zamanlar.
Amerika’da yakın akrabalarımız olduğu için çok sık Amerika’ya gidiyordum. Edebiyata da ilgim vardı. “E iyi de İngilizce konuşuyorum, ikinci dal olarak Amerikan edebiyatını seçeyim” dedim, öyle de yaptım.

Küçükken hayalleriniz neydi?
-Benim için içgüdüsel olarak 2 şey vardı. Müzikle uğraşmak ve Türkiye’de yaşamak. Kendime hiçbir zaman Almanya’da bir gelecek görmedim. Hayalim, Türkiye’ye dönmekti. Çok şanslıyım ki, Türkiye’deyim ve hayalimdeki mesleği yapıyorum! İKSV’den sonra İş Sanat’a geçince, müzik hayatımın merkezine oturdu. Evet, yoğun temposu olan bir meslek. Herkesin mesaisi biter bizimki başlar, onlarınki başladığında bizimki yine devam eder. Ama tutku duyduğum bir işi yaptığım kendimi çok şanslı hissediyorum.

Bugüne kadar sanatın pek çok alanında önemli görevler üstlenmişsiniz. Sanat danışmanlığı, sanat yönetmenliği, yönetmen yardımcılığı, vs. gibi. Üstelik İş Sanat, İKSV gibi saygın kurumlarda. Şimdi de Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nin Genel Müdürü’sünüz ve henüz 41 yaşındasınız. Hangi araya sığdırdınız bütün bunları…
-Çok küçük yaşta başladığım için galiba. Bir de şanslıydım, hep gelişime ve desteğe açık kurumlarda çalıştım. İş Sanat’ta çalışırken, DeVos Institute for Arts Management’in “Kennedy Center for the Performing Arts” ve Maryland Üniversitesi’ndeki programına Türkiye’den seçilen ilk bursiyer oldum. Program kapsamında, tüm dünyadan yöneticilerle 3 yıl boyunca eğitim aldım. Eş zamanlı olarak ISPA/International Society for the Performing Arts’ın “Fellowship” programına katıldım. İkisi de bana çok şey kattı. Çok hareketli ve hızlı bir hayat yaşıyoruz, birçok şeyi böyle sığdırabiliyorsunuz.

PANDEMİDE SANATIN DEĞİŞTİRİCİ VE DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜ ORTAYA ÇIKTI

Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği yapıyorsunuz. Gençlere, “Sanat ve Kültür Yönetimi” “Mekan ve Lojistik” dersleri veriyorsunuz. “Sağlıklı ve sürdürülebilir kültür kurumlarının nasıl yönetilebileceğini” anlatıyorsunuz. Esas olarak gençlerin sanatla ilgili öğrenmesini istediğiniz şey nedir?
-İş Sanat’ta çalışırken Bilgi Üniversitesi’nde hocalığa başladım. İlk önceliğimiz sahneye koyduğumuz işler tabii! Onlar ne kadar güçlüyse, bizim kurumlarımız o kadar iyi işleyecektir. Her zaman yaratıcı ve bir adım önde olmak gerekiyor. Trendleri mutlaka iyi okumalı ve kültür sanat dünyasının geleceğini şekillendiren işler yaratmak için çabalamalıyız. Gençlere bunu anlatmaya çalışıyorum. Diyorum ki, “Bunun için de gerçekten çok sevmeniz gerekiyor bu işi; sizinle gece gündüz, 7/24 yaşayabilmeli…” Özellikle pandemide sanatın değiştirici ve dönüştürücü gücü çok ortaya çıktı. Öğrencilerime hep bir amaç ve vizyon çerçevesinde iş yapmaları gerektiğini anlatıyorum. Ancak o zaman kurum olarak toplumda ve bireylerin hayatında dönüştürücü bir etki yaratabiliyorsunuz.

Uzmanlığınız arasında, sanat kurumlarında stratejik planlama ve kaynak yaratma var…
-Evet. Çünkü dünya geneline de baktığımızda sanata yaptığınız yatırımın, maddi bir karşılığı olmuyor. Özellikle bizim gibi büyük mekanlar içerisinde bunu yakalamak kolay değil. Hele büyük prodüksiyonlara ev sahipliği yapıyorsanız, bu çok maliyetli. Sadece sattığınız biletten, yatırımın çıkması neredeyse imkansız. Bizim gibi kurumlar özel sübvansiyonlarla ayakta kalabiliyor. Bu Kennedy Center için de geçerli, Carnegie Hall ve Southbank Centre için de. Bu kurumların resmi fonlamalarla birlikte, birçok kurumsal, özel destekçisi ve bireysel bağışçıları da var. Tüm bunlar için stratejik bir planlama gerekiyor. Kaynaklar ancak öyle yaratılabiliyor.

KÜLTÜR SANAT ALANINDA YATIRIMLARIN SADECE KOLEKSİYONLARA YA DA MÜZELERE DEĞİL, PERFORMANS SANATLARINA DA OLABİLECEĞİNİ GÖSTEREN BİR İLK ZORLU PSM

Gelelim PSM’ye… PSM’yi kuran Ahmet Zorlu, “Buraya yaptığım maddi yatırımın asla karşılığını alamayacağımı biliyorum. Bunu bile bile yaptım burayı” demişti. Hep öyle midir? Sanata yaptığın yatırımın maddi karşılığını alamaz mısın?
-Ahmet Zorlu, vizyoner bir iş insanı. Yaratıcı ve yenilikçi bakış açısına sahip bireylerden oluşan bir toplumun, her zaman ilerleyeceği inancıyla hareket ederek, tam anlamıyla filantropist bir anlayışla PSM’yi kurmuş. Kurarken de ülke insanına katkı sağlamayı hedeflemiş. Bir de burada farklılaşan bir bakış açısı da var: Kültür sanat alanında yatırımların sadece koleksiyonlara ya da müzelere değil, performans sanatlarına da olabileceğini gösteren bir ilk Zorlu PSM.

BİR KONSER YA DA TİYATRO 90 DAKİKA SÜREBİLİR. AMA ONUN ETKİSİ, SİZİNLE ÖMÜR BOYU GELİYOR

İş Sanat, İKSV, PSM gibi kurumlar gençlerin zihninde nasıl ufuklar açtı, açıyor?
-Milyonlara dokunuyorsunuz! Özellikle dijitalde de aktifseniz, çocukların dünyaları değişiyor. Kendi eğitim hayatım da bunun bir örneği: Erken yaşta, kültür sanat ile tanıştığım için hayatım değişti. Genç yaşta, düzenli kültür sanat aktivitelerinde bulunduğunuzda, sorun çözerken daha yaratıcı ve daha fazla empati sahibi olabildiğinizi gösteren araştırmalar var. Üstelik yaratıcılık ve empati çağımızın olmazsa olmazı! World Economic Forum’un 21. yüzyılın yetkinliklerine yaratıcılığı dahil etmesinin bir sebebi var. Yeni duygular, düşünceler ve deneyimler keşfetmelerini sağlayarak hayatlarında kalıcı bir his bırakıyorsunuz. Bir konser ya da tiyatro 90 dakika sürebilir; ama onun etkisi, sizinle ömür boyu geliyor.

 

PSM’nin önü sürekli gençlerle dolu. Bu da inanılmaz hoşuma gidiyor. Müthiş güzel bir enerji yayılıyor onlardan. Bu enerjiyi sürdürülebilir kılmak için neler yapıyorsunuz?
-PSM çok farklı kitlelere hitap ediyor ama gençler bizim olmazsa olmazımız! Gençlere hem onların tarzlarını yakından takip ederek hem de ulaşılabilirliğimizi artırarak erişiyoruz. Sonar ve MIX festivalleri, gençlerin çok sevdiği etkinliklerimizden. Tiyatrolara da ilgileri yoğun. Bir de TOSLA & Son Dakika Koltuğum ile onlara mutlaka salonlarımızda yer ayırıyoruz. Bu yaklaşımımızı, geleceğin sanatseverlerine yatırım yapmak gibi görüyoruz.

“Esas olarak beyaz yakalıyı hedefliyorlar!” diyenler var. Haklılar mı?
-Kesinlikle değiller! Klasikten tiyatroya, müzikalden sergiye ve festivallere kadar birçok etkinlik türü kapsadığımız için farklı kitlelerle ulaşıyoruz. Sahne üstü ayakta konser de yapıyoruz, amfide film gösterimi de. Klasik müziğe de yer veriyoruz, müzikallere de…

Biletlerin pahalı olduğunu düşününler de var…
-Fiyat kategorileri etkinliğe göre değişiyor. Dolayısıyla her biletimiz aynı fiyatta değil. Ayrıca sezon içerisinde kampanyalar yapıyoruz ve öğrenciler için ek kontenjan açıyoruz.

Peki sanatın daha büyük topluluklara yayılması için neler yapıyorsunuz?
-Dijitalde var oluyoruz. YouTube kanalımız ve pandemi döneminde açtığımız Vestel PSM Radyo ile erişimimiz, mekandan bağımsız hale geldi. Sosyal mecralarımızı çok aktif kullanıyoruz. Dolayısıyla sadece sahne üstü değil, dijital işlerle de izleyicilere ulaşmaya çalışıyoruz. Her iki tarafta da güncel kalmaya dikkat ediyoruz. Dijital taraf için de ayrı program yaratıyoruz. Ama fiziksel etkinliklerimiz apayrı. Bizim işimiz birlikte olunca keyifli! Canlı performansın büyüsü, dijitale geçmiyor. Sanatçı da, izleyici de karşılıklı etkileşim ve enerjiden besleniyor. Karşılıklı enerji alışverişi bu işin özünde var.

AŞI KARTI UYGULAMASI VE PCR TESTİYLE İZLEYİCİLERİMİZİN GÜVEN İÇİNDE ETKİNLİKLERE KATILMASINI SAĞLIYORUZ

Geçen gün Carmen’i izlemeye geldim. Corona önlemleri gayet iyiydi. Kontroller, maske dağıtımı, boşluk bırakarak koltuklara oturma, temsili izleme, vs… Pandemiye, PSM nasıl uyumlandı?
-En başından itibaren çok detaylı ve özenli önlemler aldık. Havalandırma sistemimizi değiştirerek, kalıcı bir yatırım yaptık. Hijyen önlemlerimizin yanı sıra, HES kodu ile girişi, ilk uygulayan PSM oldu. PCR testi, ekiplerimiz arasında bir prensip haline geldi. Şimdi aşı kartı uygulaması ve PCR testiyle yine izleyicilerimizin güven içinde etkinliklere katılmasını sağlıyoruz.

Bu dönem, yurt dışından sanatçı getirmekte zorlanıyor musunuz? Ne gibi talepleri oluyor?
-Aslında ekstra talepleri olmuyor. Turneye çıkmayı tercih etmedikleri durumda işler zorlaşıyor. Seyahat kısıtlamaları esas problem. Buraya gelmek ve buradan hangi ülkeye devam edileceği önemli bir kriter olduğu için planlar değişebiliyor.

“Kapsayıcılık” yeni dönem trendlerinin başında geliyor. Siz, sanatta kapsayıcılığa nasıl bakıyorsunuz? Mesela amatör ekiplere şans veriyor musunuz?
-Elbette. Yakında PSM Atölye’ye başlıyoruz. Geleceğin yapımcısı, yönetmeni ve yazarlarını, sektörün önde gelen isimleriyle birlikte yetiştireceğimiz, yeni yetenek geliştirme projemiz. Aynı zamanda, amfide ücretsiz konser ve film gösterimlerimizle herkese PSM’de yer açıyoruz. Lokalize serimizde ise genç nesil yerli sanatçılara dikkat çekerek onların daha geniş kitlelere ulaşmasını da kolaylaştırıyoruz.

ÇOK FARKLI SAHNELERİMİZİN OLMASI, SUNDUĞUMUZ DENEYİMLERİ ÇEŞİTLENDİRİYOR

Bir tarafta Carmen, yani dünyaca ünlü bir topluluk ve dansçılar; diğer bir salonda 15 yaşında genç bir piyanist… Çok çok hoşuma gitti… Böyle başka neler oluyor?
-Çok farklı sahnelerimizin olması, sunduğumuz deneyimleri çeşitlendiriyor. PSM’de 2200 kişilik ana sahnemiz de var, 100 kişilik caz kulübümüz touché de… Her sahnenin kendi kimliği oluştu. Tiyatrolar ise Platinum sahnemizde olmazsa olmazlarımız.

Engelliler için özel projeleriniz var mı?
-Tiyatro içeriklerimizi, görme ve işitme engelliler için erişilebilir kılmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemde, bu tarz projelere daha çok ağırlık vereceğiz. Herkesin sanata erişimini önemsiyoruz.

Engelli biri, gösterilerinden birine gelmek isterse, refakatçisinden bilet ücreti alınmıyormuş. Doğru mu?
-Evet! 1+1 engelsiz erişim biletimizle, refakatçiler ücretsiz olarak gelebiliyor. Refakatçisi olmayan misafirlerimize ise, isterlerse kapıdan koltuğa kadar eşlik ediyoruz.

Önümüzdeki günlerde nasıl sürprizler bekliyor bizi?
-Sürpriz söylenir mi hiç! Ama ufak bir ipucu: Ters köşe bir ismin Maria Callas hakkındaki bir performansına yer vereceğiz.

Önümüzdeki dönem hangi gösterileri, eserleri mutlaka izlememiz gerekiyor?
-Heleen Blanken’ın çevresel kriz ve habitatların yok edilmesiyle ilgili, veriye dayalı, dijital Habitat işini 31 Ekim’e kadar mutlaka ziyaret edin. Imany ve Mariza konserlerimizi şahsen heyecanla bekliyorum. Martha Graham ve Lyon Opera Ballet’in muhteşem dans gösterilerini ağırlayacağız. Ayrıca, bu sezondan itibaren 4 yıl boyunca Borusan Filarmoni Orkestrası bizimle. Kaçıranlar bu sezon da, Alice’i izleyebilirler ve Cem Yılmaz’ı hala izlemediyseniz gelin beraber gülelim.

Yorum Bırak

nine − seven =