Bravooo 23 yaşındaki İTÜ’LÜ BERK’E…. Empati İçin Tasarladı

Bugün gümbür gümbür gençlerle karşınızdayım…

Sadece para kazanıp kar etmeyi değil de, aynı zamanda topluma fayda katmayı da amaç edinen şirketleri galiba biraz daha fazla seviyorum. Hele ki gençlere destek oluyorlarsa, onları sevmemek mümkün değil!!!

İşte Nippon Paint de, bu şirketlere güzel bir örnek. Tam 140 yıllık Asya’nın en büyük boya markası. Betek’i bünyesine katmasıyla Türkiye yolculuğu başlayan firma, 13 yıldır süren ve 16 ülkede gerçekleştirdiği Nippon Paint Asia Young Designer Awards (AYDA) yarışmasına, Türkiye’yi de dahil etti.

Amaç, tasarım dünyasının geleceği olan gençlerin ufkunu açmak ve farklı kültürlerin bakış açılarını bir araya getirmek. Üniversitede mimarlık ve iç mimarlık bölümlerinde okuyan öğrencilere yönelik, onların geleceklerine ışık tutacak olan yarışmanın büyük ödülü Amerika’da Harvard Üniversitesi’nde verilecek olan özel bir tasarım eğitimi…

‘Empati İçin Tasarla’ temasıyla, mimar ve içmimar adayı üniversite öğrencilerinin projeleriyle yarıştığı mücadelenin Türkiye birincileriyle bir araya geldim. Önce İçmimarlık bölümü birincisi, İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi Berk Kesimoğlu’yla birlikteyizzzz. Gelin bu yetenekli ve gelecek vadeden parlak genci ve projesini beraber tanıyalım…

HEYECANDAN NEFESİM KESİLECEK GİBİ OLUYOR

Berk, tebrikleeer! Nippon Paint Asia Young Designer Awards (AYDA) yarışmasında, iç mimarlık kategorisinde birinci, mimarlık kategorisinde ise üçüncü oldun… Neler hissediyorsun?
-Valla çok mutluyum. Hayatımın önemli bir dönüm noktasındaymışım gibi hissediyorum. Önemli bir sürecin başında olduğumun, bu süreci yönetme ve ilerletme başarıma bağlı olarak hayatımın değişebileceğinin farkındayım. Tüm bunları düşününce, nefesim kesilecek gibi oluyor! Heyecanlıyım çok!

Seni tanıyalım…
-23 yaşındayım. Tekirdağ’da doğdum, büyüdüm. Annem ve babam şu an fındık bahçelerinin içinde emekliliklerini yaşıyorlar ve çocuklarının başarısıyla mutlu olmakla meşguller. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık ve İç mimarlık bölümlerini okuyorum. Hayalim tam olarak burada olmaktı. Taşkışla’nın huzur verici orta bahçesinde, yüksek tavanlı koridorlarında ve harika akademik ortamında… İTÜ’lü olmaktan gurur duyuyorum. Yüksek lisansım ve doktoram için de bulunmak istediğim, araştırma ve bilim üretme ortamlarına her geçen gün biraz daha yaklaşıyorum.

İTÜ’de hem iç mimarlık hem mimarlık okumak ne alaka? Kaç senelik bir eğitim bu? Sen komple mimar mı olacaksın?
-Okul ortalaması yüksek olan başarılı öğrencilere yatay geçiş, çift anadal gibi olanaklar sağlanıyor. Belirli derslerin alınması koşuluyla, öğrenci iki bölümün de diplomasını alabiliyor. Aynı anda, iki lisans programı okumak diyebiliriz. Aslında ikisini beraber okuyarak, tasarıma bakış açımı geliştiriyorum. Holistik, yani bütüncül tasarım yapmak için özen gösteren bir öğrenci olarak, iki disiplinden eğitim almak, bu bütüncüllüğü yaratmakta bana yardımcı oluyor. Ayrıca hem öğrencilerin hem profesyonellerin hiç sevmediği “İç mi dış mı mimarlık?” sorusuna gülümseyerek, “İkisi de!” deme şansım var. Bu da büyük bir artı. Kısacası içli dışlı bir mimar olacağım 🙂

BENİ BUGÜNLERE ÇOCUKKEN OYNADIĞIM OYUNLAR GETİRDİ

Peki neden mimarlık? Ailede mimar, tasarımcı filan var mı?
-Yok hayır. Ama çocukluğumdan itibaren istediğim tek şey vardı, o da mimar olmak. Oynadığım oyunlar, bunları oynama şekillerim, izlediğim filmler ve o filmlerden aldığım mekansal ilhamlar. O ilhamlar aracılığıyla bu mekanları aynen kopyalamak ya da yeniden yaratmak için hem gerçekte hem de bilgisayar oyunlarında yaptığım işler ve istenmemiş olmasına rağmen teknoloji tasarım dersleri için yaptığım maketler… Tüm bunlar, beni bugün olmak istediğim konuma getirdi. Ailem de, yaratıcılığımı dışa vurmak ve geliştirmek için gereken tüm enstrümanları bana sağladılar.

BİR ORTA ÇAĞ KALESİDEN HELİKOPTER YAPTIĞIM BİLE OLMUŞTU

Gerçekten küçükken oynadığın oyunlar ve oyuncaklar mı, geleceğini şekillendirdi?
-Evet. Legolarımla, kataloglara bakmadan kendi kafamdan yarattığım şeylerle yaratıcılığımı keşfetmeye başladım. Bir Orta Çağ kalesi konseptiyle satılan Lego setinden, bir helikopter yaptığım dahi olmuştu. Bununla beraber, sokakta oynadığım oyunlar, analitik düşünme ve tasarım yeteneğimi geliştirdi. Çok şanslıyım ki, ekran başından çok sokakta vakit geçiren bir çocuktum. Oysa, bugünün çocukları sokakta veya evde oyuncaklarıyla çok vakit geçirmiyor, sürekli ekran başındalar. Bence aslında bu iki uç arasında yakalanan denge bir çocuk için çok önemli. Ne sokaktan ne de ekrandan tamamen kopmaları doğru değil.

DOĞA İLE BAĞIMIZI TEKRAR KURMAK, DOĞAYI TEK MÜŞTERİMİZ YAPMAK İSTİYORUM

 

Okulu bitirince ne yapacaksın peki? Hayallerin ne?
– Doğa ile bağımızı tekrar kurmak ve doğayı tek müşterimiz yapmak istiyorum. Bu hayallerimi gerçekleştirebileceğim hem akademik hem de pratik bir ortamda bulunmak ana hedefim. Tasarımcılar olarak doğayı gerçek ve tek müşterimiz yapacağımız bir tasarım ortamına evrileceğimizi, hatta evrilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu süreç içerisinde malzemelerin, hatta mekanların birlikte yetiştirilmesi veya büyütülmesi yönünde bir geçiş yaşanabilir. Ama bir yandan, gerçekten ‘’halen mekanlara ihtiyaç duyacak mıyız’’ ‘’onların içerisinde oturup yaşayacak mıyız’’ soruları da var. Yani 30 yıl sonra gerçekten bir evde mi yaşayacağız acaba? Tüm bunları zaman içerisinde keşfedeceğiz bence…

GEZEGENİMİZ, DÜNYA ÜZERİNDE YAŞAYAN HER VARLIK İÇİN DAHA YAŞANABİLİR BİR YER HALİNE GELMELİ!

Peki yaptığın işte seni en çok heyecanlandıran şey ne?
-Günümüzün sorunlarıyla beraber, henüz ortaya çıkmamış geleceğin sorunlarını düşünüp bunlara çözüm getirebilmek. Ben böyle bir kapasitemiz olduğunu düşünüyorum. Bu kapasiteyi kullanarak, dünyanın gidişatını temelden değiştirebilme potansiyelimiz beni çok heyecanlandırıyor. Bu değerli gezegeni terk etmek zorunda kalmak yerine, insanlar ve doğa arasındaki sinerjinin geleceği için çalışıp, dünyayı üzerinde yaşayan her varlık için daha yaşanabilir bir yer haline getirme olanağımızın olduğuna inanıyorum. Ve bu durum, beni mesleğime daha çok bağlıyor.

EMPATİ İÇİN TASARLA

Bu yarışmayı nereden duydun?
-Arkitera’dan. Ve çok hoşuma gitti. Tasarımımda ana odak yaptığım birçok noktaya vurgu yapan bir yarışmaydı. Üstelik, “Empati İçin Tasarla” gibi çok güçlü bir konuyla çalışmamızı istiyordu. Bu durum beni heyecanlandırdı ve yarışmaya katılma kararı verdim.

HARVARD GİBİ HARİKA BİR AKADEMİ VE TASARIM ORTAMINA GİRMEK… BUNUN HAYALİ BİLE BENİ FAZLASIYLA MOTİVE ETTİ!

Peki seni en çok cezbeden ne oldu?
– Uluslararası bir platforma çıkmak, birçok ülkeden yabancı tasarımcılarla tanışmak, tanışma sonrası galip gelerek, Harvard gibi harika bir akademi ve tasarım ortamına girmek… Bunun hayali bile beni fazlasıyla motive etti. Ama tabii yarışmanın inovasyon, sürdürülebilirlik, işlevsellik gibi içerikleri de beni motive etti. Yarışmanın bir ana hat çizip, gerisini tasarımcıya bırakmasının getirdiği özgürlük de beni cezbetti.

PROJEMDEKİ ANA EMPATİ ODAĞI: ÇOCUKLAR

“Empati İçin Tasarla” cümlesinden sen ne anladın? Ve birinciliği kazandığın projende kimlerle empati yaptın?
-Herhangi bir şeyin -bir yetişkin, çocuk, bitki, belki bir karınca- bakış açısından bakabilmek, onun isteklerini anlayabilmek… Bu istekler ve ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya bir tasarım koyabilmek… Tasarlarken özne olarak aldığım şeyin gerçekten ne talep ettiğine/edebileceğine ve bizlerin bunlara nasıl yanıt verebileceğine dikkat ettim. Benim projemdeki ana empati odağı: Çocuklar. Bir tasarımcı olarak karşıma bir problem getirilmeden o problemi saptayıp, bir çözüm üretmeye ve tüm topluma bir fayda sağlamaya çalıştım. Bu faydayı tasarım yoluyla oluştururken empatiyi kullandım. Bununla beraber mahallelinin çocuklarla ve birbirleriyle diyalog kurabilecekleri bir arayüz tasarladım. Mahallelinin, uygun ortamlar tasarlandığı zaman hem birbirileriyle iletişim kurabileceklerini, hem de çocukların güvenle sokakta oyun oynayabileceğini görebilmelerini sağlamaya çalıştım.

‘’Street House” projesiyle, Kuzguncuk’taki bir mekanın, “sokak oyunu alanına” dönüşümünü anlatıyorsun…
-Evet. İstanbul’un kaotik ortamından kısmen uzak, sessiz, huzurlu, iç içe duran ve yemyeşil bir yer Kuzguncuk. Ne var ki, bu huzurlu ve nispeten güvenli semtin sokaklarında çocukları ve mahalleliyi pek göremiyoruz. Bunun en büyük sebebi; semtin, gün içinde değişen dinamiği, trafiği ve popülasyonu ve elbette çağın teknoloji gibi bir takım getirileri. Ben, çocukların güvenliğinin sağlandığı bir sokak hayal ettim. Kendi oyunlarını, kendi dünyalarını yaratabilecekleri bir sokak verdim onlara. Çocuklar bu sokakta, nerede, nasıl oynamak istediklerine kendileri karar veriyor.

SOKAK KENDİNİ KEŞFETTİĞİN, İFADE ETTİĞİN HATTA GELİŞTİĞİN YER!

Çocukların sokakla ilişkisi neden önemli?
-Ben muhtemelen sokakta yaşayan, dilediğince oyun oynayabilen son jenerasyondandım. Sokak, bir çocuğun hayatın birçok farklı yönünü öğrenebileceği yer. Ama en başta kendisini keşfedeceği, ifade edebileceği, hatta bundan öte geliştirebileceği bir yer. Bugün olduğum konuma gelmemi sağlayacak birçok özelliği sokakta kazandığımı düşünüyorum. Bu yüzden çocukların, çağın şartlarına uygun olacak şekilde hem sokakta, hem ekran başında, hem de okullarında zaman geçirmeleri gerektiğini inanıyorum.

SOKAKLAR ÇOCUKLARIN OLMALI

Projenle hem mahallede oynama hakkı olan çocukları düşünmüşsün. Hem de eski, birbirini tanıyan ve etkileşen mahalleli kavramını yaşatmak istemişsin. Bunu biraz açar mısın…
-“Street House”, 90’ların sonunda kaybolmaya başlayan ve günümüzde neredeyse eser kalmayan sokakta oyun oynama kavramı üzerine tasarlanmış bir proje. Trafikle beraber, yolların oyun alanı olmaktan çıkması, kaldırımların çoğunlukla işletmeler tarafından işgal edilmesi ve ayrıca mülkiyet kavramının iyice sıklaşması, “Siteme giremezsin!” “Bahçemdeki ağaçtan erik koparamazsın!” gibi söylemlerin artması -hatta erik ağacının dahi kalmaması- ve artık bazı durumlarda yetişkinler için dahi güvenli olmayan sokakların, çocuklar için oyun alanı olmaktan çıkmasını dert edindim. Ve onları sokağa geri döndürmek için bir tasarım ortaya koydum. Sokaklar, çocukların olmalıydı ve ben onlara farklı bir yöntemle bu sokağı geri vermeye çalıştım! Bunu yaparken aynı zamanda mahalleliyi, hem çocukların iyiliği hem de mahallelinin komşuluk ilişkilerinin canlanması adına bir araya getirmeye çalıştım.

Z KUŞAĞI OLARAK CİNSİYET VE GELİR EŞİTSİZLİKLERİ, SADECE İNSAN DEĞİL TÜM CANLILARA ODAKLANAN TASARIMLAR İLGİMİZİ ÇEKİYOR

Z kuşağı, mimariye farklı mı bakıyor?
-Z jenerasyonu olarak biz, çağın hızla dönüştüğü bir evrede dünyaya geldik. Bunun sonucu olarak, tasarıma bakış açımız da elbette farklı. Eskiden dert edilmeyen veya edilse bile toplum tarafından çok ilgi görmeyen konulara -cinsiyet ve gelir eşitsizlikleri, sadece insan değil tüm canlılara odaklanan tasarımlara, hareketli dinamik ve değişken tasarımlara, vs- daha çok ilgi göstermeye ve bunları çözmeye odaklıyız gibi görünüyor. Ama tasarıma, sadece Z kuşağı değil, Z kuşağına hitap etmeye çalışan kitle de çok farklı bakıyor. Z kuşağının ilgisini ve dikkatini çekecek konularda, şekillerde tasarımlar yapma gayretinde olan onlarca tasarımcı var. Genel çizgilerin dışında, tabuları yıkan ve toplumun faydası için aykırılık üreten bir bakış açısına sahipler.

JÜRİMİZİN DEĞERLİ HOCALARIYLA SÜREÇ BOYU BİRLİKTEYDİK!

Yarışma, “projemi yaptım, jüriye verdim, sonuçları bekledim” şeklinde ilerlememiş. Jüriyle, süreç boyunca bir araya gelmişsiniz. Bu seni nasıl etkiledi?
– Çok iyi etkiledi. Bu işleyişin, bir yarışma süreci için çok faydalı ve başarılı olduğunu söylemem gerek. Jüri karşısına çıkıp sunum yapacak olmamız, hepimizi projelerimizle tekrar bir araya getirdi. Eksik gördüğümüz ya da yeterince iyi ifade edemediğimiz şeyler üzerine tekrar çalışmaya başladık. Bir de projelerimizi sözel bir şekilde ifade etme şansı yakaladık. Değerli hocalarla iletişim içinde olabildik. Daha ne olsun?

Nippon Paint’in 13 yıldır gerçekleştirdiği yarışmaya, Türkiye ilk kez dahil oldu. Şimdi sırada, uluslararası bir yarışma var. Projenin, global yarışmada ilgi göreceğini düşünüyor musun?
-Evet düşünüyorum. 2008’den beri birçok ülkede her yıl düzenlenen bu yarışmaya yeni katılan Türkiye’nin ilk temsilcisi olmak beni oldukça heyecanlandırıyor. Bence Nippon Paint ve yarışmaya dahil olan diğer 15 ülke de, Türkiye’nin katılımını heyecanla bekliyorlardır. Bu noktada üzerime oldukça önemli bir iş düştüğünü düşünüyorum. Projemde ele aldığım durumların, yalnızca Kuzguncuk veya İstanbul özelinde değil, tüm dünyada dert edinen şeyler olduğunu düşünüyorum.

SIRADA HARVARD BURSU VAR

Harvard bursunu kazanacak mısın?
-İnşallah. Ulusal aşamada kendimi ispatladım. Şimdi sıra uluslararası arenada. Dert edindiğim konunun, bu konuyu çözme ve ifade etme şeklimin, tasarımcıları, haliyle jüriyi etkileyeceğini ve dolayısıyla beni destekleyeceklerine inancım tam. Bakalım…

Yorum Bırak

three + eleven =