Biz dörtlü olarak, Borusan Sanat çatısı altında herhangi bir gelecek kaygısı olmadan, sadece işimize odaklanabiliyoruz

Şimdi konuğum Borusan Quartet‘in viyola sanatçısı Efdal Altun“Evimiz adeta butik bir konservatuvardı” diyen Altun bakın müzikle tanışmasını nasıl anlatıyor.

Efdal Altun aynı zamanda Klasik Batı Müziği’yle mizahı birleştirdiği bir stant-up gösterisi var. Instagram’dan da kendisini takip ederek etkinliklerinden haberdar olabilir ve kısa videolarını izleyebilirsiniz.

Sizin müzik serüveniniz nasıl başladı?
-Benim de bütün ailem müzisyen. Dededen gelen bir durum var. Dedem, kendi kendine birçok enstrümanı çalmayı öğrenmiş biri. Annem, babam, iki ablam hepimiz müzisyeniz. Her odada biri çalışırdı. Evimiz adeta butik bir konservatuvardı. Keman, viyola, yaylı çalgı, obua ne ararsanız vardı. Annem de Türk Halk Müziği ve sanat müziği söylerdi. Haliyle ben de kendimi konservatuvarda buldum. Hayatım da müzik etrafında şekillendi.

QUARTET’TE 16. BORUSAN SANAT ÇATISI ALTINDA 25. YILIM

Kaç yıldır Quartet’te çalıyorsunuz?
-16 yıldır. Ama Borusan Sanat çatısı altında 25. yılım. Bu ailenin bir üyesi olduğum için gurur duyuyorum. Oda müziği benim için çok değerli. Birbirinizi dinlemeyi öğreniyorsunuz. Bunu aslında toplumun geneline de yaymak gerekiyor. Buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Oda müziği, bunun küçük bir uygulama alanı diyebilirim. Birbirimizi dinlemek, solomuz geldiğinde ön plana çıkmak, onun dışında dinlemede, eşlik etmede, empati kurmada, birbirini hissetmede kalabilmek çok önemli. Tüm bunlar bazı hassasiyetleri de geliştiriyor insanda. Biz dörtlü olarak, buranın çatısı altında herhangi bir gelecek kaygısı olmadan, sadece işimize odaklanabiliyoruz. Çok ciddi konsantrasyon ve emek gerektiren bir mesleğimiz var. Gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, sadece yaptığımız işe odaklanma olanağı tanıyor, Borusan bize. Keyifle, mutlulukla oda müziği yapmış oluyoruz. Tabii ki orkestradaki görevlerimiz de ayrıca devam ediyor.

Sizin bir de oyunculuk aşkınız var…
-Evet. Öncesinde Eskişehir’de Devlet Konservatuvarı’nda öğretim görevlisiydim. Orada kendi kendime bazı oyunculuk denemelerim oluyordu. Benim için insanları güldürmek, çalmak kadar güzel bir duygu. 97’de Levent Kırca’nın davetiyle İstanbul’a geldim. Bir süre stand-up deneyimim oldu. Stand-up’ı, müzikle birleştirme düşüncesiyse doğal olarak gelişti bende.

Klasik Batı Müziği’yle, mizahı mı birleştiriyorsunuz…
-Öyle de diyebiliriz. Biraz durum komedisi gibi. Hatırlarsınız belki, Danny Kaye’in yıllar önce bir şovu vardı. Başlangıç noktam orası oldu. Tabii ki onunkiyle kıyaslanamaz. Ama eğleniyorum ve insanları da eğlendiriyorum. İlk önce İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’yla bir çocuk konseri gerçekleştirdim. Sonra birkaç orkestrayla daha sahneye çıktım. Geçen yıl İzmir Mizah Festivali’nin kapanışında yer aldım. Önümüzdeki yıl İstanbul Devlet Senfoni ve Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’yla yine sahne alacağım. Neler mi yapıyorum? Klasik Batı Müziği konserini dinlerken, biraz tedirgin olur bizim halkımız. Elini kolunu nereye koyacağını şaşırır. “Aman öksürmeyeyim!” filan der, işte ben biraz da bunları kıracak şeyler yapmaya çalışıyorum. Belli seyirci tiplemeleri yaparak, bu durumu ti’ye alıyorum. Klasik Batı Müziği’ne biraz mizah kattığınızda, geri dönüşü çok güzel oluyor. Müthiş rahatlıyor insanlar. Bir Instagram hesabı açtım ve böyle videolar çekmeye başladım. Dünyadaki önemli müzik sayfaları videolarımı paylaşmaya başladı. Yelpaze olarak çok geniş bir takipçi kitlem oldu. Çok keyif alıyorum açıkçası. Önümüzdeki dönemlerde de inşallah devam edecek projeler.

Yorum Bırak