Şuh ve biri ölmüş gibi bakıp aynı anda seksi olması gereken bir poz veremem ben!

Fırlama, matrak, enerjik ama… En önemli özelliği bence zeki, meraklı ve gözlemci olması. Ve çok üretken. Gupse Özay’ı “Yalan Dünya” ile tanıdık, sonra “Deliha”lar geldi. Hem yazdı, hem oynadı, hem yönetti. Kilolar alıp verdi. Kim ne derse desin, çok iyi işlere imza attı. Ülkenin en beğenilen erkek oyuncularından biriyle de beraber. Bu yüzden kızı, sık sık gömüyorlar fakat zeki olduğu için durumu şahane idare ediyor. Şimdi de iki yaratıcı çocuk kitabı yazdı. Hoş fikirler var içinde, komşunun ev terliği, sokak terliği olmak istiyor, asık suratlı birinin bıyığı, adamdan kurtulmak istiyor. Yarattığı Jupi karakteriyle çocukların ilgisini fena halde çekecek gibi. Pek çok soru sordum, buraya bu kadarı sığdı. Devamı salıya…


Oleeeeey! Gupse Özay’ın çocuk kitapları fırından yeni çıktı, son filmi “Eltiler Savaşıyor” da yolda…

Sen, benim için bu ülkedeki en yetenekli kadınlardan birisin. Çok beğeniyorum seni. Fikirlerini, yaratıcılığını, en çok da gösterdiğin çabayı… Yazıyorsun, çiziyorsun, düşünüyorsun, gerçekleştiriyorsun… Sen, hayal ettiğin rol için manyak kilolar alıp, sağlığını tehlikeye atıyorsun… Senaryoyu yazıyorsun, oynuyorsun, bir de üstüne filmi yönetiyorsun…
-Çok teşekkür ederim. İnsanın hayran olduğu bir kadından övgü duyması çok güzel…

Şimdi de, çok farklı iki çocuk kitabı yazdın. Harbi yaratıcı kitaplar. Ve soru geliyoooor… Bütün bunları niye yapıyorsun?
-Ya ben boş duramıyorum, üretmeyi seviyorum. Denemeyi seviyorum, denemekten de korkmuyorum. Bir de kendimi iyi tanıyorum. Neyi sevip neye dokunmam gerektiğini iyi biliyorum galiba. İlkokulda da, tahtaya çıkıp kendi yazdığım skeçleri oynayıp bütün sınıfı güldürürdüm. Bayramlarda da evde yapardım. Yani özünde, insanları güldürmeyi ve ortamı yumuşatmayı seviyorum. Bu da, seçtiğim alanlarda proje üretmemi sağlıyor. Ve devamlı üreten bir insan olmak istiyorum. Çünkü üretmek insana iyi geliyor.

Peki sence insanlar seni anlıyorlar mı? Çabanı… Kendini ne kadar paraladığını…
-Anlayan da oluyor, gıcık olan da! Ben anlayıp, ilham alsınlar istiyorum. Özellikle kadınlar. Çünkü durmadan üretmek ve çabalamak hepimize çok yakışıyor.

Arada, “Ulan ben popomu yırtıyorum, bunlar benim sevgilime takıyor! İlişkim, işimin önüne geçiyor!” diye üzül müyor musun?
-(Gülüyor) Ayşe! Birazdan Barış’la ilgili bir sürü soru soracağının hazırlığı mı bu! O zaman şöyle söyleyeyim, evet hoşuma gitmiyor. Biraz sıkılıyorum. Yani şu an bile, bu cevabı verirken, Barış’a ayıp ediyor muyum diye düşünüyorum. Çünkü onun adına da konuşuyor oluyorum. Neyse, binde bir konuştuğum için, anlatayım biraz. Biz ikimiz de, yaptığımız işi çok seviyoruz ama ünlü olma tarafının, yapımıza çok uyduğunu söyleyemem! Yıllar geçtikçe daha da rahatsız ediyor bu bizi. Ama yine de, durumu iyi yönettiğimizi düşünüyorum. Çift olarak var olmuyoruz biz, öyle konumlandırmıyoruz kendimizi. Çünkü tehlikeli. İki “ünlü”nün devamlı birlikte anılması, bir süre sonra, ikisini birleştirip, tek kişiye çeviriyor. O yüzden de, röportajlarda, konu, ilişkiye gelince hemen konudan tüymeye çalışıyorum. Bu tüymelerim ve “malzeme” vermiyor olmam, zamanla bu tür soruların da azalmasına sebep oluyor. Veya öyle olacak diye ümit ediyorum!

Sen ilginç bir kadınsın, mesela bu röportaja, şahane seksi kıyafetlerle gelebilirdin. Fıstık gibisin. Acayip zayıflamışsın. Ki bir sürü başarılı kadın, en duru ama kadın halleriyle fotoğraflar çektirir. Buna özen gösterir. Dişi görünmeye. Ama sen, bunu yapmadın. Neden?
-Boş ver ya. Hem çocuk kitabı hem de ben eğlenceli, rahat, pozitif olmak istiyorum. Zaten normalde de yapım bu. Moduma, enerjime göre giyinmeyi seviyorum. Mesela bir dergi kapağında, şuh ve biri ölmüş gibi bakıp, aynı anda seksi olması gereken bir poz veremem ben! İstemem, bir de beceremem, gülesim gelir. O yüzden, yıllardır dergi kapağı olmayı da, eğer piç ve zeki bir fikri yoksa kabul etmiyorum. Ben en rahat halimde var olmayı ve onu göstermeyi seviyorum. Topuklu ayakkabı severim. Ama ayağımı acıtırsa çıkarır, yalın ayak devam ederim hayata. Gibi.

Bir de nedir bu sürekli Barış Arduç’u yere göğe koyamamalar, seni gömmeler… Sen gülüp geçiyorsun belki ama saçmalık değil mi?
-Evet, belki yanlış bu kadar negatif yorum ama anlaşılabilir bir şey. Geçen gün, ilkokul yıllarımdaki günlüğümü bulup, okudum. Beğendiğim sanatçıların hayatındaki kişilere küfürler, eleştiriler… Ben de yapmışım yani. Yoğun ve güçlü hayranlıkta oluyor böyle şeyler. Belli bir olgunluk mertebesine, ulaşmak kolay değil.

Eğri oturup, doğru konuşalım: Sevgilini, Allah sevdiğine bağışlasın! Evet, yakışıklı… İyi de bir oyuncu… Ama senin artıların, bana göre daha fazla. Millet, bunu görmek yerine, niye seni, yerin dibine batırıyor sürekli. “Heyyyyt yetti ulan!” diyesin gelmiyor mu?
-(Gülüyor) Artı- eksi yarışı gibi değil ki bu! Barış’ın başka bir kariyer çizgisi var, benim başka. Ben ona çok hayranım; o da bana. Bazı insanlar, birinin ilişkisine bakarken, hayran olacak yerleri seçmek yerine, ezip, eleştirmek istediği yerleri seçmeyi yeğliyor. Bu, o kişinin hayattaki duruşu, mutluluğu veya mutsuzluğuyla ilişkili diye düşünüyorum. Bir de ben, kamera karşısında suniyim…

Nasıl yani?
– Mutsuzsam da, mutlu gibi yaparım. Biraz hızlı konuşurum ve heyecanlıyımdır. Yorarım yani. O yüzden oynadığım karakterler de hep antipatiktir dikkat edersen. Yani kendim olarak değil de, oynadığım karakterlerin arkasına sığınmayı severim. Dolayısıyla gerçek hayatta da, o karakterlerin enerjisine sahip biri gibi algılanıyorum. Bu da, karşı tarafa “samimiyetsizlik” duygusu geçiriyor. Barış sahicidir, gerçektir, sıcaktır. Yan yana farklı enerjilerimiz var. Beni yerin dibine batırma hissiyatı bu yüzden bence!

Vay be! Amma olgun anlattın! Sıkmadın mı yani, “Sen çirkinsin, o çok yakışıklı! Sen, ona layık değilsin! Sende ne buldu ki?” muhabbeti…
-Sıkılmadım aslında. Müthiş bir inceleme alanı oldu benim için. Güzellik kalıpları, sosyal medya vasıtasıyla daha da güçlendi günümüzde. Eskiden, dergiler vardı. Güzel kadınları görüp, “Ben niye öyle değilim?” derdik. Onun öncesinde de prenses masalları vardı. Yani hep göze, en güzel gözükeni, kusursuzu arıyoruz ve istiyoruz. İşin fenası, yeni nesil artık tamamen bu kaygıyla büyüyor. Bu, beni daha çok ilgilendiriyor. Üzüyor da. Yazdığım, oynadığım filmdeki karakter için bile, “Ne zaman güzelleşecek bu kız?” diye mesaj atıyorlar. Yani bakış açışı şu: “Başarılı, mutlu ve seçilen olmak için önce güzel olmak gerekiyor!” Çok fena bir şey bu! O yüzden belki ben, başarılı oldukça beni rol model gören gençler, “Üreteyim, güçlü olayım, korkusuz olayım, zekamla poz vereyim!” derler, bunu denerler diye umutlanıyorum.

Birkaç yıl önce yaptığımız röportajda, “Bırakın güzelleşmeyi, evlilik hayali kurmayı, içeriğinize odaklanın! ‘Elmanın yarısı’ klişesini boş verin. Tek başınıza bir meyve olun. Sonra isterseniz, bir armutla birleşin. Ama yeter ki, kendi kendinize yetin yahu!” demiştin. Sen, tek başına bir meyve oldun mu?
-Evet, ben bir başka kişiyle birleştiğim halde, hala tek başıma bir meyve olarak kalmayı becerdim. Zaten herkes tek. Pek çok insan, birleşip büyümeyi ve kabul görmeyi “kolay” buluyor. Ya da “Diğer yarımı bulmak istiyorum!” düşüncesini hoş buluyor. “Yarımı buldum şimdi artık başarılı, mutlu, ne bileyim güçlü olabilirim!” diye düşünüyor. Hayır yahu, sen bir bütünsün. Ben “Yürü sen, yanında, senle el ele yürüyecek bir başka bütün de bulabilirsin!” diyorum. Hatta, ancak o zaman bulabilirsin. Bunu da niye söylüyorum? Çünkü hayatında biri olmadan mutlu olamayan çok insan tanıyorum. Tek başına tatile gidemeyen, tek başına sinemaya bile gidemeyen… Oysa, insanın kendisiyle arkadaş olması o kadar güzel ki. Ayrıca şu da var: Tek başına mutlu olamayan biri, bir başkasını nasıl mutlu edebilir ki?

Bu toplum senden, Barış’tan evlenme teklifi aldığını, tek taş aldığını duymak istiyor. Bunun farkında mısın? Eğer almazsan da, “Haaa işte, biz demiştik!” diyecekler… Bu, sende baskı yaratıyor mu?
-Bu toplum, kadından çok şey istiyor. Ben de bununla savaşıyorum. Kadınlar arası rekabet içeriğinde de, teklif, yüzük, yüzüğün boyutu, düğün, gelinlik, balayı mekanı gibi gibi çok fazla yarıştıracak unsur var. Bir kadın olarak bunun normal olduğunu anlasam da, buna mahkum olmayı doğru bulmuyorum. Ve üstümde baskı kurmasına kesinlikle izin vermiyorum. Bir de bunlar, özel hayat olarak kalsın istiyorum. “İşlerini iyi yapan iki ayrı insan… Mutlu görünüyorlar birlikte!” deyip geçilsin…

Peki çocuk istemiyor musun bu adamdan? Aslında kadın seçer çocuk yapacağı adamı, belki de sen istemiyorsun…
-Çocukları çok seviyorum. Çocuğum olsun da isterim. Doğursam da, doğurmasam da. Verecek sevgim ve ilgim de var. Ama sanırım hayal ettiğim dünyayı kurmadan, yaşama stresimi azaltmadan; bu kızı, yani beni tam istediğim noktada görmeden, acele etmiyorum. Yani “Çocuk, kısmetiyle gelir!” demek yerine, onu kendi ellerimle diktiğim kısmetlerin üzerinde yuvarlamak istiyorum.

NEDEN BARIŞ’LA HİÇ FOTOĞRAF PAYLAŞMIYORUM?

Peki ya sosyal medya?
-Sosyal medyayı aile albümüm gibi kullanmıyorum. Hatta, daha da azalttım eskiye göre. İş alanında, projelerimin tanıtımı, duyurusu gibi kullanıyorum. Hayatımdaki kişi, benim özelim. Köpeklerimi ve kedimi koyuyorum. Çünkü hayvan sevgisini yaymak için tatlı bir araç olarak görüyorum. Ama tatilden fotoğraf koymak istemiyorum mesela. Mutluluğumu da, mutsuzluğumu da kitlelerle paylaşmayı mümkün mertebe azaltmaya çalışıyorum. Bu arada, “Doğrusu bu!” da demiyorum. Benim saklanma ihtiyacımdan dolayı olabilir. Ben kendim ve ilişkim için böylesini doğru buluyorum.

DÜNYANUN EN EĞLENCELİ ŞEYİ ÇOCUKLARIN HAYAL GÜÇLERİNİ KANATLANDIRMAK

Gelelim yeni yazdığın iki çocuk kitabına… Nereden esti?
-İki yeğenim var. Onlarla zaman geçirmeyi çok seviyorum. Oyun kurmak, masal uydurmak, yaratıcılığı güçlendirici durumlar yaratmak çok çok eğlenceli, ben de eğleniyorum. E zaten “Deliha” filminin ilkini çocuklar o kadar çok sevdi ki, ikincisini, direk onları hedef alarak yaptım. Çocuk kahkahası gerçekten dünyanın en güzel şeyi! Filmde yapamadığım absürdlükleri, şimdi çocuk kitaplarında yapacağım. Çünkü ben de küçükken, gerçeği değil, hayal gücümü harekete geçiren şeyleri duymayı severdim. Einstein’ın bi lafı var. “Hayal gücü, bilgiden daha önemlidir!” diye. Tam olarak yapmaya çalıştığım şey bu aslında…

Çocukları yetişkinlerden daha mı çok seviyorsun?
-Evet. Çünkü onlarla istediğim kadar uçabiliyorum.

Bayıldım yazdığın kitaplara bu arada… Bu acayip fikirler aklına nasıl geliyor? Komşunun ev terliği, sokak terliği olmak istiyor… Asık suratlı birinin bıyığı, onu terk etmek istiyor… Çocuklara ne mesajlar vermeye çalışıyorsun?
-Çok ders kitabı olacak hayatlarında. Ben biraz kıkır kıkır gülmelerini ve hayal güçleriyle dans etmelerini istiyorum! Mesaj kaygım da yok aslında. Her şey, bir mesaj içerdiğinde sıkıcı olabiliyor. Ama bu kitaplarda da çaktırmadan, mahalle dokusu, sosyalleşme, etraflarındaki insanları inceleme, hayvanları sevme, gülümsemenin gücü gibi minik minik hatırlatmalar yapıyorum. Dijital dünya, çocuklardan sosyalleşmeyi ve temas kurmayı alacak diye ödüm kopuyor.

Karakterin Jüpi sen misin?
-Değilim! Aslında ismi Gubi idi. Ama tam biz çıkmadan başka bir kitap çıkmış. Ayıp olur diye değiştirdik. Jüpi, Jüpiter’den geliyor. En sevdiği gezegen. Benim de öyleydi. En büyüğüydü çünkü.

Jüpi’nin yemek yapan bir babası, kitap okuyan bir annesi var. Jüpi kendi başına alışverişe çıkıyor. Mahalleliyle arası çok iyi ve muhteşem bir hayal dünyası var. Ezber bozmak için mi yazdın bu seriyi?
-“Jüpi ben değilim!” dedim ama şimdi sen bu soruyu sorunca, aslında benim çocukluğum da böyleydi. Bakkal amcalarla arkadaştım, komşu teyzelerin hakikaten terliklerini bilirdim. Bir tek babam, yemek yapmazdı. Baba, bunu okuyorsan, “Ben balık ayıklamayı bilirim bir tek!” deyip, hep mutfaktan tüydün! Artık o dönem bitti! İki kişi de çalışıyorsa, ev işleri paylaşılacak. Çocuklar böyle rol modeller görmeli. Babalar da, mutfağa girer ve isterlerse harikalar yaratır. Yaratmalılar. Çocuklar, yemek yapan, temizlik yaparken şarkılar söyleyen babalar görerek büyümeli…

Jüpi serisini büyüyecek mi? Tiyatrosu, çizgi filmleri, sesli kitapları olacak mı? Var mı böyle hayaller?
-Çocuklar ve ebeveynler isterse, devamı gelir. Seve seve. Dünyanın en eğlenceli şeyi, çocukların muhteşem hayal güçlerini kanatlandırmak. Bunu yapmak insana iyi de geliyor.

“Anne değilsin, neden çocuk kitabı yazdın!”

En çok hangi konuda zorlandın?
-Yazdığım bir şey veya herhangi bir görsel, çocuklar için zararlı olabilir mi diye korktum. Çünkü hassas bir dünya bir yandan. Çok dikkat edilip, pedagoglarla el ele ilerlemek lazım. Ki şu an çocukların izlediği veya denk geldiği diziler yeterince felaket. Ama yine de, insan bir bilene sormak ve emin olmak istiyor. Sordum.

Çocukken okuduğun ve seni en çok etkileyen kitap…
-“Küçük bir kız tanıyorum, 6 yaşında” kitabı. Nezihe Meriç. O kadar sevmiştim ki, tekrar tekrar okudum.

Anne olmadan çocuk kitabı yazmak sence kusurlu mu? Öyle vuranlar da var sana…
-Ne saçma di mi? Anne- baba olmayan, hayatında hiç çocuk görmemiş mi oluyor? Ya da iletişimde bulunmamış mı? Bir de genelde çocuk kitaplarını kadınlar yani anneler yazıyor gibi bir algı var. O da dikkatimi çekti. Bunun nedenini araştırmak da önemli sanki.

Yorum Bırak