Anneleri, babaları tarafından gözleri önünde öldürüldü

Gözünüzün önünde anneniniz öldürülmesi… Bundan daha korkunç ne olabilir hayatta? Var mı daha ağır bir travma? Var mı bir adım ilerisi? Var! Bunu yapanın, babanız olması!

Annelerinin öldürülüşüne tanık olmuş, bir daha asla “Baba” diyemeyecek çocuklar, cinayet sonrası, akrabaları ya da devlet kurumları tarafından bakılarak, yeniden hayata tutunmaya, güçlenmeye çalışan çocuklar… Onlar, “geride kalan çocuklar.” Aile içi şiddetten en çok onlar nasibini alıyor. Hayatları kayıyor!

Dr. Gamze Erükçü Akbaş, geride kalan çocuklarla yaptığı derinlemesine görüşmelerde, erkek şiddeti sebebiyle yaşamını yitirmiş, 10 kadının ve 47 çocuğun öyküsünü, Türkiye’de aile kurumunun içyüzünü, erkek şiddetinin boyutlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererek anlatıyor.

Kitabın adı, “Baba, Anneyi Öldürdüğünde.” Çok çok değerli bir çalışma. Ülkemizde, annelerini baba şiddeti sebebiyle yitiren çocuklarla yapılan ilk çalışma. Gamze Erükçü Akbaş’ı buldum, konuştum… Birkaç çok önemli husus var.

1- Cinayet sonrası geri kalan çocuklar, güçlü ve mücadeleci çocuklar. Onların onurlu mücadeleleri, “mağdur” kavramıyla gölgelenmemeli.

2- Maalesef ülkemizde, bu çocuklara hizmet verecek destek olacak bir kuruluş yok! Olmalı. “Yas danışmanlığı” ve “bilişsel davranışçı terapi” acilen gündeme gelmeli.

3- “Ya benimsin ya toprağın” zihniyeti artık sona ermeli…

Gerisini röportajda okuyabilirsiniz…

Dr. Gamze Erükçü Akbaş…

Sizi tebrik ediyorum. Çok can alıcı bir meselede, önemli bir araştırma yapmışsınız…
-Teşekkür ederim.

Kadın cinayetlerinden geride kalan çocuklar sorununu ele almışsınız. Bu meseleye eğilmek aklınıza nereden geldi?
-Annemin varlığı sayesinde oldu. Ben annemin mücadelesine, kendi bireysel gücüne ve çabasına tanık olduğum bir çocukluk geçirdim. Kadınlara dair gözlemlerim çok küçük yaşlarda başladı. Bazen annemin çalıştığı fabrikaya gider, emekçi kadınları izlerdim. Belki kadınların bu coğrafyadaki konumunu da çok erken yaşta görmeye başladım. Bu nedenle kadınların maruz kaldıkları cinsiyetçi muamelelere ve şiddete karşı daha duyarlı oldum. Her gün bir kadın cinayeti haberiyle sarsılıyoruz. Öldürülen binlerce kadın ve bu cinayetten etkilenen on binlerce kişi var. Bir kısmı da çocuklar…

Peki, o çocukların sorunların eğilmeye nasıl karar verdiniz?
– Kadına yönelik erkek şiddeti üzerine yaptığım çalışmalarda gördüm ki yurt dışında, bu konuda yapılmış pek çok araştırma var.

Peki ya ülkemizde?
-Binlerce kadın cinayeti olmasına rağmen, geride kalanlarla ilgili tek bir araştırma bile yoktu! O zaman fark ettim ki, bu konu bizim ülkemizde çok ihmal edilmiş. Karar verdim ve bu alanda çalışmaya başladım. Bu araştırmayla, kadın cinayetlerinin önlenebilir olduğunu anlatmak ve geride kalan çocukların seslerini duyurabilmek istedim.

Kaç yıl sürdü?
– Yaklaşık 3 yıl.

O çocuklara nasıl ulaştınız?
-Sosyal hizmet uzmanı meslektaşlarımdan, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan ve birkaç kolluk kuvvetinden destek aldım.

Sizi bu süreçte en çok ne zorladı?
-Çocukların güvenini kazanabilmek. Ama onları ve beni tanıyan kişilerin kolaylaştırıcı rolüyle bu güven sorununu aştık.

Duygusal olarak zorlanmadınız mı?
-Zorlandım. Bir kadınım ve anneyim. Etkilenmemek mümkün değil. Bir de niteliksel yöntemle çalıştım. Yani derinlemesine ve uzun görüşmeler yaptım. Ama bu tür çalışmalarda, duygusal boyutun olması, bir handikap değil. Tam tersine, durumu fırsata çevrilebilir. Fakat duygularda boğulmak, dibe vurmak değil sözünü ettiğim. Cinayet sonrası geride kalanların derdi, benim de derdim oldu. Bu durum, çalışmaya daha çok inanmamı ve şiddetsiz bir yaşam için kadınlar ve çocuklarla ilgili somut öneriler getirebilmemi sağladı. Ama o çocuklarla birlikte ağladığım da oldu. Dicle’nin öyküsünü yazarken mesela göz yaşlarıma engel olamadım.

ANNESİ ÖLDÜRÜLEN ÇOCUKLAR ANNELERİNİN CENAZELERİNE GİDEBİLMELİ

Bir çocuk, annesinin öldürüldüğünü nasıl kabullenebiliyor?
– Hiç kolay değil! Hele travmatik kayıplarda bu kabullenme daha da zor oluyor. Babaya olan öfke, kızgınlık, yas sürecine ortak oluyor. Yurt dışında çocuğun cenazeye katılmasının, ölümü kabullenme sürecini kolaylaştıracağına dair çalışmalar mevcut. Bence, çocuğu olumsuz etkileyecek riskler bertaraf edildiğinde ülkemizde de çocuklar, annelerinin cenaze törenine katılabilmeli ve onlarla vedalaşabilmeli. Yaptığım görüşmede bir çocuk, annesinin cenaze törenine katılamamış ve onun ölümünü yıllarca kabullenememişti. Ancak yıllar sonra mezarına gittiğinde, kabullenebildiğini söyledi.

ANNESİ ÖLMESİN DİYE BAŞINA TAMPON YAPIYOR

Bu vahşet bir kısmının gözünün önünde gerçekleşiyor… Cinayet anında orada olan çocuklar, bu travmayı nasıl yaşıyorlar?
– Bu kısmı en fenası! Gerçekten korkunç! Olay anının şokunu atlatır atlatmaz ya ambulansı arıyorlar ya da yakınlarına haber veriyorlar. Çoğu, o esnada annesinin ağır yaralandığına ama iyileşeceğine inanmak istiyor. Ölmesin diye, annesinin başına tampon yapan çocuk da var, pencereden panikle kendini atıp çevreden yardım isteyen de… Tarifsiz bir acı, onarılması çok zor bir travma…

YAS DANIŞMALIĞI GÜNDEME GELMELİ

Hayat boyu o travmadan kurtulabilmeleri mümkün mü peki?
-Cinayete tanık olan çocuklar açısından daha zor bir süreç söz konusu. Bu çocukların psikiyatrik açından da takip edilmesi ve değerlendirilmesi gerekebilir. Ama güvenli bir yetişkinin desteğini alarak ve psiko-sosyal açıdan desteklenerek, iyileşmeleri mümkün. Özellikle kitapta yer verdiğim “yas danışmanlığı” ve “bilişsel davranışçı terapi” önemli bir noktada.

BU ÇOCUKLARIN PSİKO-SOSYAL DESTEĞE ERİŞİMİ ÜCRETSİZ OLMALI

Peki, kaçı terapi görebiliyor? Kaçı, öylece yaralı kalıyor…
-Görüştüğüm çocukların bir kısmı destek almayı reddetmiş. Olayı konuşmanın güçlüğü, çocukların destek almasını engelleyebiliyor. Psiko-sosyal destek alanların bir kısmı, intihar düşüncelerinin ya da girişimlerinin ardından çevrelerinin ısrarıyla başvurmuşlar.

Sizin bu noktada özellikle altını çizmek istediğiniz ne?
-Psiko-sosyal desteğe erişim, ücretsiz olmalı! Ve bu çocukların iyileşmeleri asla zamana bırakılmamalı. Bu unsurlar çok kritik.

GÖZ GÖRE GÖRE GELEN CİNAYETLER

Sizi nasıl etkiledi bu araştırma?
– Bir sürü duyguyu aynı anda yaşadım, üzüldüm, isyan ettim, öfkelendim… Zaman zaman ağır ağır geldi, molalar verdim. Ama bu konuyu çalışmak aynı zamanda güçlendirdi de beni, karanlığa bir mum yakmak gibi bir şeydi. Ümitsizliğe kapıldığım da oldu. Ele aldığım olgu, göz göre göre gelen cinayetlerdi. Ama ben görüşme yaptığım çocuklarla irtibatımı hiç koparmadım. Onlara, ihtiyaç duydukları anda sadece bir telefon uzaklarında olduğumu söyledim. Yani sadece bir araştırmacı olmadım yani, sosyal hizmet uzmanı kimliğimle de bazı mesleki yönlendirmelerde bulundum. Bu, onlara da iyi geldi, bana da…

BU TÜR ARAŞTIRMALAR HASSASİYET GEREKTİRİYOR

Araştırmanız, üniversitenin etik kurulundan geçmiş. Bize anlatır mısınız bu tür çalışmalarda etik kurallar ne olmalı?
– En önemli etik kod, görüşülen kişilere zarar verilmemesi. Örneğin, annesi hakkında konuştuğu zaman nefes problemleri yaşadığını öğrendiğim bir çocuk vardı; onu bu araştırmaya dahil bile etmedim. Çocuklarla görüşebilmek için onlara bakım veren yetişkinlerden izin aldım. Cinayetin üstünden en az bir yıl geçmiş olmasına özen gösterdim. Telefon numaramı verdim çocuklara, kriz durumlarında bana rahatlıkla ulaşabilsinler diye. Daha pek çok şey var. Bu tür araştırmalar çok büyük hassasiyet gerekiyor.

Cinayet sonrası geri kalan çocuklar güçlü ve mücadeleci çocuklar! Onların onurlu mücadeleleri, “mağdur” kavramıyla gölgelenmemeli…

Bu cinayetlerin haberleştirilmesi için gerekli kurallar neler olmalı? Çocukların adını açık açık yazmamak ve fotoğraflarını yayınlamamak dışında… Neler çocukları çok yaralıyor ve medya, nerelerde kurallara uymuyor?
-Medya bu çocukları güçsüzleştirici ifadelere asla yer vermemeli! Bu çocuklar, annelerini, baba şiddetinden korumak için, diğer aile üyelerini arayan, polise haber veren, annelerini, kadın sığınma evine gönderen mücadeleci çocuklar aslında. Ben bu çocukların “mağdur” ve “zavallı” olarak anılmasını ve bu şekilde haberleştirilmelerini doğru bulmuyorum. Çoğu çok güçlü. Küçük yaştan itibaren birçok durumla baş etmiş çocuklar, bu çocuklar. Bu onurlu mücadele, “mağdur” kavramıyla gölgelenmemeli. Hayatta kalan, hayatla baş etmeye çalışan çocuklar, cinayet sonrası geride kalan çocuklar…

Biz de maalesef bu çocuklara hizmet verecek destek olacak bir kuruluş yok!

Peki ya öldüren babaysa n’oluyor?
-Çocuklar, annesi ya da babasının akrabaları tarafından vasilik yoluyla bakılabiliyor. Ya da bazı durumlarda, çocuğa bakabilecek kişiler bulunmuyorsa, çocuk, koruma altına alınarak devlet kurumları tarafından bakılıyor. Tamamen farklılaşan bir yaşamla karşı karşıya kalıyorlar. Yas süreci ve yeni yaşama uyum, iç içe geçiyor…

Bu konuda, başka ülkelerdeki rehabilitasyon çalışmalar ne vaziyette?
-Bu çocuklara yönelik grup çalışmaları yapılıyor. Özellikle destek hizmetleri çok daha gelişmiş durumda. Bizde ise maalesef, ücretsiz psiko-sosyal destek hizmeti veren uzmanlaşmış bir kuruluş ya da bir hizmet modeli yok! Psikoterapi ya da yas danışmanlığı veren kurumların çoğu da özel danışmanlık merkezleri. Bu tür psikoterapi ve yas danışmanlığı gibi hizmetlere, çocuklar ve bakım veren yetişkinler kesinlikle ücretsiz olarak erişebilmeli…

Görüşmelerden sonra takip ettiğiniz, bağlantınızı sürdürdüğünüz çocuklar, aileler oldu mu?
– Evet, oldu. Çoğu, zaman içinde, güçlenmenin yollarını aradı. Eğitime önem veren ve başka bir yaşam inşa etmeye çabalayan çocuklar da oldu, 18’inde evlenen çocuklar da. Her bir öykünün ardından çocuklara neler olduğunu anlatıyorum kitapta.

”YA BENİMSİN YA TOPRAĞIN” ZİHNİYETİ BİTMELİ

Kitapta, erkek şiddeti sebebiyle öldürülen on kadının ayrıntılı öyküsüne de yer veriyorsunuz. Bu öyküler bize Türkiye’de erkeklik ve aile üzerine ne söylüyor…
– Evlenmeye karar vermek, evlenmek ya da boşanmak bir tercih meselesi ve duygularımızla ilgili. Tahakkümün, baskının ve şiddetin olduğu bir ilişki biçiminde ise sevginin varlığından söz edebilmek imkânsız. Ailedeki iktidar ilişkilerini ve baskıyı sorgulamazsak, nasıl sağlıklı ilişkilerden ve gerçek bir sevgiden bahsedebiliriz? Biz ancak bu sorgulamayı yapabilirsek, ülkemizde, aile açısından bir ümit söz konusu olabilir. Aile, kendi içindeki olumlu bağları tesis ettiğinde, çocukların korunmasını, bakımını ve sosyalleşmesini sağlayabiliyor, evet… Ama olumlu nitelikler taşımadığında; kadına ve çocuğa zarar veren bir sistem haline geliyor. Aile içindeki eril şiddetin dinamiklerini anlamaya ihtiyacımız var. Bunun yolu, partnerine şiddet uygulayan erkeklerin kendi mutsuzluklarını fark edebilmeleri. Kendi duygularıyla bağını koparmamış erkeklerin; şiddet davranışını, kadını suçlamaksızın, doğrudan kendisiyle ilişkilendireceğine ve kendi gerçeklikleriyle yüzleşerek iç görü kazanabileceğine inanıyorum.

Ama ne olursa olsun, bu iç görü, yeni bir şiddet sarmalına evrilmemeli!
Öykülerine yer verdiğim bazı kadınlar, çevreleri ya da akrabaları tarafından evliliğe zorlanan kadınlar. Evlenmek istemeyen kadınlar ise, “Evlen bir an evvel!” gibi ciddi bir toplumsal baskıyla karşı karşıya. Oysa evlilik; sevgi olmaksızın sürdürülemiyor. Ayrıca erkeklerin, kadınlarla kurduğu “bağımlılık ilişkisi” de sorgulanmalı. Bu sığ, “Ya benimsin ya toprağın” zihniyeti son bulmalı, bu zihniyetten vazgeçilmeli.

ŞİDDET KİMDEN GELİRSE GELSİN KABUL EDİLEMEZ!

Erkek şiddetini; kentli, eğitimli kadın da yaşıyor….
-Maalesef şiddet her yerde karşımıza çıkabiliyor! Ne olduğumuz ve ne yaptığımızdan bağımsız olarak karşılaşabiliyoruz bu zorbalıkla… Ama eğitimli olmak, bir işe sahip olmak, bu şiddetten kurtulabilmek için koruyucu bir faktör olabilir. Bir kadın, kendisine kötü davranan bir çocuğa ya da kadına karşı sessiz kalmayıp, bunun yanlış olduğunu onlara ifade edebilirken; bir erkek karşısında aynı koşullar mevcut olduğunda, tepkisiz, savunmasız ve edilgen kalabiliyor. “Güç ilişkisi”nin hiyerarşik olduğu düzlemde, kadınlar, eril şiddete sessiz kalabiliyor. Oysa, şiddet kimden gelirse gelsin kabul edilemez!

”AMA ONLARI DA BİR ANNE YETİŞTİRİYO!” KADINLARI SUÇLAYAN BİR İFADE

Bir de şiddet uygulayan erkekler için, “Ama onları da bir anne yetiştirdi” deniyor…
-Burada gene kadını suçlayan bir söylem var! Bu erkekleri hem anneler hem de babalar yetiştiriyor. Yapılan güncel çalışmalara baktığımda, şiddet uygulayan erkeklerin en çok babalarına öykündükleri ve çocukluklarında en çok babalarından zarar gördükleri ortaya konulmuş.

SORUN, DUYGULARINDAN KOPUK YETİŞİTİRİLER ERKEKLER

Erkekleri yetiştirmede ve erkeklik algısındaki sorun ne bizim ülkemizde?
-Erkekleri bu kadar pervasızlaştıran, bence duygularından kopuk yetiştirilmeleri ve erkekliklerinin her fırsatta, birileri tarafından kutsanması…

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNMASINA RAĞMEN SAVCI TARAFINDAN DİKKATE ALINMAYAN VAKALAR EN BÜYÜK YARAMIZ…

Yasaların caydırıcı olmaması ne kadar önemli bu sorunda?
-Çok çok önemli. Katillere, ağır tahrik ve iyi hal indirimlerinin uygulanması yanlış. Cinayet sonrası geride kalan kişiler de bu indirimlerden yana dertli. Hukuk sistemi içinde, suçun tespit edilebilmesi noktasında, savcıların ve 6284’ün etkili uygulanabilmesi noktasında, Aile Mahkemesi hakimlerine çok önemli görevler düşüyor. Suç duyurusunda bulunmasına rağmen, savcı tarafından dikkate alınmayan vakalar bizim en büyük yaramız. Şiddete maruz kalan kadınlar, bu olumsuz örnekleri gördüğünde ne hissediyordur kim bilir…

Yorum Bırak