Gelecek, geliyor… Hatta geldi bile!


Karşınızda Alemşah ÖztürkSelçuk Erdem’le bir ilke imza attı. Bu ikili sayesinde, “İlk Türk 10.000 karakterlik NFT Koleksiyonu” Fluffy Polar Bears (Pofuduk Kutup Ayıları), dijital evrende yerini aldı. Satışa çıktıktan 5 saniye sonra, tümüyle satıldı. 2.7 milyon dolar değerinde, 662 ETH toplandı. Geçtiğimiz günlerde Selçuk Erdem’le röportaj yaptım. Sıra Alemşah’ta…
.
O tam bir “ilk”lerin adamı..
Türkiye’nin ilk dijital ajansını ve ilk dijital pazarlama ajansını o kurdu.
19 yaşında başlayan girişimciliği boyunca; reklamcılıktan melek yatırımcılığa kadar birçok konuda ilkleri ya da en iyi örnekleri hayata geçirdi. Şimdilerde ise kendini “Dijital Tasarımcı” olarak tanımlıyor. Benim içinse anlamakta zorlandığım bir evrenin simultane tercümanı gibi.
.
Alemşah Öztürk’le benim gibi hepinizin merak ettiğine emin olduğum yarının dijital evrenini konuştuk. Metaverse’ten girdik kripto para birimlerinden çıktık. Bu sebeple sindire sindire birkaç bölümde röportajı okuyacaksınız.
.
Öncelikli konum bugünlerde en popüler olan Metaverse oldu. Sanal bir dünyaya mı gidiyoruz sorusunu artık kendimize sormuyoruz bile çünkü cevabı ‘evet’.
Peki bu sanal dünya nasıl olacak? Önden yer mi kapmak gerekiyor? Sanal dünyanın parası başka hatta sanatı bile başka. Buna toplum olarak nasıl ayak uyduracağız? Metaverse dünyasının bilirkişisi Alemşah Öztürk’e hepsini tek tek sordum.
.
Çok enteresan cevaplar aldım. Metaverse’in sadece internetin değil her şeyin yerine geçeceğini mesela..
.
Çok yakında hepimiz özel gözlüklerimizi takacak ve başka zannettiğimiz ama yine bizlerin içerisinde olduğu evrene adım atacağız. Ama orada kimliklerimiz, statülerimiz hatta yaşlarımızın bile bir önemi olmayacak.
.
Ne kadar muhteşem geliyor kulağa öyle değil mi? Ama elbette bir anne olarak endişelerimi de dürtüyor bu durum. Bu dünyanın yeni tehlikeler doğuracağı da belli şimdiden. Alemşah Öztürk çok anlamlı bir yanıt veriyor bu endişeme, “Platformların değil insanların ahlaki temelleri olur.”
Ne kadar haklı. Her hangi bir aksi durum olduğunda o platformu değil bu aksilikleri yaratan insanları sorgulamalıyız. Bu yüzden metaverse dünyasında bile “Eğitim Şart.”

O zaman öte evreni anlamak ve kendinizi eğitmek istiyorsanız buyurunuz röportajı okumaya…

Ve Alemşah Öztürk karşımda. Selçuk Erdem’le bir ilke imza attı. Bu ikili sayesinde, “İlk Türk NFT Koleksiyonu” Fluffy Polar Bears (Pofuduk Kutup Ayıları), dijital evrende yerini aldı. Satışa çıktıktan 5 saniye sonra, tümüyle satıldı. 2.7 milyon dolar değerinde, 662 ETH toplandı. Geçtiğimiz günlerde Selçuk’la röportaj yaptım, sıra Alemşah’da… Alemşah, sen Metaverse, kripto para, blok zinciri, sanal gerçeklik, NFT, bu işlerin Türkiye’deki ‘bilirkişi’lerinden birisin. Ben de seni yakalamışken, tonla soru soracağım. Hazır mısın?
-(Gülüyor) Hazırım.

Bir ilkokul öğrencisine anlatır gibi anlat olur mu?
-Tamamdır.

Bir ben miyim bu işleri anlamayan, kafası tam basmayan…
-(Gülüyor) Yok hayır, dünyanın yüzde 99.5’i daha anlamıyor. Kendini yalnız hissetme. Çok yeni bir şeyden bahsediyoruz!

Önce Metaverse’ten başlayalım…
-Peki. “Ready Player One” diye bir film var. Anlamanın en kolay yöntemi aslında. İzledin mi?

Hayır.
-Hikaye, gelecekte geçiyor. Ekonomi iyice çökmüş. İnsanlar çok kötü yerlerde yaşıyorlar ama teknoloji ileride. Ve herkesin takıldığı bir sanal gerçeklik dünyası var. Herkes, evinde kafasına bir headset takıyor. Üzerine bir kıyafet giyiyor. Oldukları sabit yerde, o sanal dünyada yaşıyorlar. Bir nevi Metaverse. Bizim internet hızımız, şimdilik o kadar iyi değil. Sözünü ettiğim teknoloji de ucuz değil. Sadece kafanıza takacağınız headset bugün 400 dolar. Biraz daha vaktimiz var. Ama gelecek, geliyor. Hatta geldi bile!

ALTERNATİF GERÇEKLİĞE HOŞ GELDİNİZZZZ!!!

Nedir yani Metaverse?
-Alternatif gerçeklik. Yani aynen bu dünyada olduğu gibi, başka bir dünyada da yaşayabileceğiz. Bu dünyada ne yapıyoruz? Hissediyoruz, görüyoruz… Her şeyi yapabiliyoruz di mi? Kafamı çevirdiğimde duvardaki objeleri görüyorum. Seni görüyorum, “Merhaba” diyorum. Sen duyuyorsun beni. El sallıyorum. O dünyada da bunların aynısı olacak…

Gelecekte Metaverse, internetin yerine mi geçecek?
-Her şeyin yerine geçecek aslında! İnternet, bunun üzerinde aktığı şeyin adı. Ama internette, şu anda bazı şeylere bakmakla yetiniyoruz. Oysa Metaverse, üç boyutlu bir tasarım. İçerisinde aktif olabileceğiz. Normalde nasıl film seyrediyoruz? YouTube’dan açıyoruz, bir düz ekranda seyrediyoruz ya; Metaverse’te o filmi, devasa bir tiyatronun içinde, binlerce insanla beraber, gökyüzünde kocaman bir ekrandan seyredebileceğiz. Belki film 3D. Aktörler, tiyatro gibi sahnede oynuyorlar ve sen izliyorsun ama dahil de olabiliyorsun…

O zaman bütün film endüstrisi de değişecek…
-Elbette! 3 boyutlu film yapacak insanlar. Biz de öyle izleyeceğiz. İçinde olacağız filmin. Her şey ama her şey tamamen değişecek. Çünkü gerçek dünyada, yapamadığın bir sürü efekti de yapabileceksin. Seyircinin birini çekip, oyunun içine alabilmek mümkün olacak mesela. O yüzden sanat ve entertainment dünyası da değişecek. Haliyle işler değişecek. İnsanlar Metaverse’te iş bulacaklar. Kimi Metaverse’ün içindeki sinemada çalışacak. Kimi 3D kıyafet tasarlayacak. Kimi Metaverse’te emlak danışmanlığı yapacak. Ucu bucağı yok. Tam da bu yüzden, tamamen yeni bir dünya ve beraberinde yepyeni bir ekonomi geliyor.

Neden böyle üç boyutlu evren yaratılmaya ihtiyaç duyuluyor?
-Çünkü insanoğlu, doğduğundan beri kendi gerçekliğinden kaçmaya çalışıyor! Cevabı bu kadar basit. Neden insanlar cep telefonlarıyla bu kadar vakit geçiriyorlar? Neden saatlerce Instagram’da zaman öldürüyorlar? Neden saatlerce Twitter’da dolanıyorlar? Bunun gibi bir şey. İnsanlar kendilerinden kaçmak için her zaman bir şeyler aradı. Biraz insan doğasıyla ilgili. Ama şu da var: Dünyada bir grup insan, “üretici.” Biz onlara, yeni dünyada, “maker” diyoruz. Onlar, iş üretecek oraya. Bir grup insan da “tüketici.” Onlar da hayatlarının bir kısmını Metaverse’te geçirecek. Kimi de tamamını…

Gerçekten de evinden dışarı bile çıkmadan her şeyi yapabilecek misin?
-Aynen öyle! Louvre Müzesi’ni mi görmek istiyorsun? Evinden gezebileceksin. Dünyada görmediğin ülkelere gidebileceksin. Aklına gelen her şeyi yapabileceksin. Partilere katılabileceksin, oyunlar oynayabileceksin, alışveriş yapabileceksin, sanat eseri satın alabileceksin, sergi-etkinlik gezeceksin, emlak bile satın alabileceksin… Binbir türlü deneyim…

Zavallı bir durum değil mi aslında bu?
-Yooo! Nereden baktığına bağlı… Metaverse, gerçek dünyanın yerini almayacak ki! Metaverse ile gerçek dünya birbirini tamamlayan şeyler. İnsanlar, çeşit çeşit. Kaynakları da öyle. Örneğin sen, Afrika’nın küçük bir köyünde yaşıyorsun. Çok zeki ve parlaksın. Gel gör ki Harvard’ı kazansan da gitme ihtimalin yok. İşte Metaverse sayesinde artık var. Takacaksın headset’i, oturduğun yerden gireceksin Harvard’a, eğitim alabileceksin. Seninle birlikte dünyanın farklı yerlerinden insanlar da olacak. Ama ben sana baktığımda, senin sosyal statünü görmeyeceğim. Atıyorum sen, “Blondy 52” misin? Ben senin kim olduğunu, dünyanın neresinden olduğunu bilemeyeceğim. Erkek misin kadın mısın? Onu bile bilmeyeceğim. İnanılmaz bir eşitlik sağlayacak. Ya da mesela New York’ta arkadaşın var, yıllardır görüşmüyorsun. En son beraber Spiderman filmini seyrettiniz. Bir sonraki Spiderman’i beraber seyredebileceksiniz. Farklı ülkelerde olmanızın hiçbir önemi yok. Dip dibe izleyebileceksiniz. Sanki sinemada yan yana oturuyormuş gibi muhabbet edebileceksiniz. O yüzden aslında fırsat eşitliği sağlamakla birlikte, birçok derdi de çözüyor. İnsanlara yeni iş alanları yaratıyor. Ama tekrar ediyorum, Metaverse, gerçek dünyanın yerine geçmeyecek. Bu, bir seçim olacak. Gerçek sinemaya gitmek isteyenler yine gidebilecek.

İyi de şimdi bile, sosyal medyayla ilgili hali hazırda birçok sorun yaşıyoruz. Bu, daha da artmayacak mı?
-Artacak tabii ki! Artmaz olur mu? Ama bunlar, platform. Platformların, bir “ahlaki temeli” yok. İnsanların ahlaki temeli var. Bu bardağın bir fikri yok. Onun gibi. Bardak iyi ya da kötü değil. Ama bu bardağı, birinin kafasını kırmak için kullanırsam, kötü olur. Çay içmek için kullanırsam, iyi olur. Yani, bardağın suçu değil, benim suçum! Onu anlatmaya çalışıyorum. Bilinçlendirme ve eğitim önemli. Ama haklısın, tüm bu platformlarla yeni dertlerimiz, yeni meselelerimiz olacak.

GELECEKTE BİRÇOK İNSAN METAVERSE’TE YAŞAMAYI SEÇECEK

Şöyle bir tanımlama okudum: “Star Wars filmleri, sanal bir evrendi. Bizler o filmin oyuncaklarını kendi dünyamızda, odalarımıza koyarak, o evreni kendi evrenimize taşırdık. Metaverse ise, bunun tam tersi. O sanal alemlere, biz kendimizi bir avatara dönüştürerek katılacağız!”
-Doğru.

Ben hep aynı yere takılıyorum: Bu yeni dünyada yaşayanların, yeni sorunları olacak…
-Doğru. Ama bugün için, onun adı “problem.” Bundan 20 yıl sonra dünyanın en standart şeyi olacak! Çünkü çocuklar, o dünyanın içine doğacak. Bundan 20 yıl sonra doğacak çocuk, evde, anasının babasının o sanal dünyayı hissettiği kıyafetlere, aksesuarlara alışık olacak. Saati olacak, headseti olacak, belki vücutlarında çip olacak. Ekran kullanmayacak, gözünün önünde havada çıkacak ekran. Telefon konuşmalarını, havada bir şeye dokunarak alabilecek. Çocuk böyle bir dünyaya doğacak zaten! Nüfusun yarısı o dünyada yaşıyor olacak. Şu anki çocuklar için iPhone dünyanın en standart şeyi, o hesap. Ama bizim için öyle değildi. Bugün çocuklar akıllarına bir şey takıldığında YouTube’a soruyorlar. Telefonun mikrofon tuşuna basıyorlar. “Bana video göster!” diyorlar, çat diye video geliyor. Harvard’da derse girebiliyorlar. Bunları biz, hayal bile edemezdik… Biz şimdi, Metaverse’e yeni giriyoruz. Bizim için yeni. s0 yıl sonra Metaverse, dünyanın en standart şeyi olacak!

BLOCKCHAIN DE NEYİN NESİ????

Metaverse, kripto para, blok zinciri, sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, NFT tüm bu teknolojilerin yardımıyla mı oluşuyor?
-Evet. Ama bir toparlayayım. Önce Blockchain ortaya çıktı. Yani blok zinciri.

O nedir?
-Merkeziyetsiz bir sistem. Şöyle bir örnek vereyim, sen paranı bankaya koyuyorsun diyelim. Bankada paran, tek bir yerde duruyor. Çünkü banka, merkezcil bir sistem. Bir Blockchain bankasında ise, para bir kişide değil, binlerce insanda duruyor. Ya da şöyle anlatayım: Mesela sen, bugün nüfus idaresine girsen ve Ayşe Arman’ın bilgilerini hack’lesen, data tek bir merkezde durduğu için, değiştirebilirsin. Ama nüfus dataları, Blockchain’de tutulsaydı, aynı anda on bin yerde tutulacaktı mesela. Senin datanı birileri, bir noktada değiştirmeye çalışsa bile, diğer noktalar diyecekti ki, “Yoo bu yeni data yanlış. Doğru data bizdeki!” O yüzden Blockchain sistemde, hacklenme ihtimali yok. Kısacası blok zinciriyle beraber, merkeziyetsizlik kültürü ve konsepti yayılmaya başladı. Bunun ilk para birimi: Bitcoin’di. Bitcoin bir token. Arkasından Ether çıktı. Ardından yüzlerce başka token’lar. Ve sonra ortaya bizim “Blockchain kripto” dediğimiz dünya çıktı.

Dur dur yavaşla biraz 🙂 Blockchain teknolojinin adı…
-Evet. Kripto da para biriminin adı. Sonra bunların üzerine NFT çıktı. NFT dediğimiz şey de “Non-Fungible Token.” NFT bir kılıf, içindeki şeyi değiştirebiliyorsun. Böylelikle Blockchain dünyası, sanata ve yaratıcılığa girdi.

BİR DE ALTERNATE REALITY VAR! ALTERNATİF GERÇEKLİK DÜNYASI

Peki alternate reality???
-O teknoloji zaten yıllardır vardı. Ama alternate reality’nin, Metaverse’e dönüşüyor olması, Blockchain ile beraber oldu. İnsanların artık yeni dünyada, yeni bir para birimi var. Bir sanat dalı var. İçerik üreticileri var. Onlar da kendilerine uygun bir evren yaratıyorlar şu an. O yüzden Metaverse dediğimiz şey, tamamen “alternatif gerçeklik dünyası.” Bugünün dünyasında da inanılmaz güzel bir doğada yaşamasına rağmen, nasıl bütün gün evde oturup oyun oynayan insanlar varsa -çünkü onların seçimi bu- gelecekte de birçok insan, Metaverse’te yaşamayı tercih edecek. Çünkü onlar da öyle bir kültürün insanları. Bazı insanlar için, ana gerçeklik bu dünya olacak, bazı insanlar için o dünya olacak!

Bu 3 boyutlu sanal dünyada, tek avatarımız mı olacak?
-Bir sürü avatarınız da olabilir. Avatarınız, sizin kim olduğunuzu yansıtmak zorunda değil. Fiziksel görüntünüzü yansıtmak zorunda da değil. Bazı insanlar, birebir kendisini yapıyor, onu kullanıyor. Bazı insanlar unicorn yapıyor. Web 3.0 kültüründe, herkesin bir sanal kimliği var. O kimlik de senin, her şeyden önce, gerçek kimliğini saklamanı sağlıyor.

Peki bu, iyi bir şey mi?
-Göreceli bir şey. İyi-kötü yok. Kimine göre iyi. Kimine göre değil. Sana göre kötü çünkü sen kendin olmayı seviyorsun. Ama birçok insan kendi fiziksel varlığından bir şekilde mutsuz. Boyunu sevmiyor, yüzünü sevmiyor, vs.

Aslında bununla barışmamız, kendimizi sevmemiz gerekmiyor mu?
-Ama barışamıyor! Chat’in ilk çıktığı zamanlarda herkesin bir nickname’i vardı, tipi vardı. Herkes kendini farklı bir şekilde ifade etmek istiyordu. Onun gibi bir şey. İnsanlar farklı karakterlere bürünmek istiyor. Twitter’da bile kendine bir hesap yaratıyorsun. Diyorsun ki, “Hızlı NFT’ci” Ya da “NFT Kralı.” Arkada kim var? Kaç yaşında biri… Bilmiyoruz. Şunu sağlıyor: Ben, o insanla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Bilmem de gerekmiyor. Sadece yazdıklarına bakıyorum ve yazdıklarına göre onunla ilgili karar veriyorum. Diyorum ki mesela, “Bu, akıllı biri… 13 yaşında olsa da benim için fark etmez. Kafamı açıyor yazdıkları. Kim olduğunun zerre kadar önemi yok!”

Gerçekten yok mu?
-Yok. Çünkü benim ön yargım yok. MIT’den, 20 senelik kriptocu olsa ne yazar? 15 yaşında bilgili biri olsa ne yazar… Düzgün şeyler yazıyorsa, tamamdır, kutlarım! Kim olduğuyla ilgili değilim. O yüzden, bir kere herkes eşit. Herkesin bir ismi, nick’i, avatarı var. Bir de profil fotosu var. O yüzden NFT’ler çalışıyor, NFT’ler profil fotosu çünkü. Sen bir tane alıyorsun, “Polar Bears” fotosu koyuyorsun, Twitter’a diyorsun ki, “Ben Fluffy Polar Bear’ciyim! Bu da benim Polar Bear yansımam. Sonra gidiyorsun “Cool Cats” alıyorsun. “Ben Cool Cat’i de yansıtıyorum, böyle bir insanım!” diyorsun.

Ama gerçek hayatta cool olmayabilirsin…
-Olabilirsin de… Kim bilir… Gerçek dünyada ön yargılar çok. Çoğu zaman bakıyorsun kıyafetine, bir yargıda bulunuyorsun. Belki sen yapmıyorsun ama toplumun çoğu bunu yapıyor. “Ayakkabısı yırtık, tombulun teki, tipsiz, aptaldır bu ya!”  gibi etiketliyoruz insanları. Hâlbuki yarım saat konuşsan, çok parlak biri olduğunu anlayacaksın. Yani kısacası, sen bir karakter yarattıysan kendine dijital dünyada, o karakterle kendine yeni bir kimlik yarattıysan ve onu yönetebiliyorsan… Bence süper! Problem yok.

3D GÖZLÜKLERİMİZİ TAKIP, AVATARLARIMIZLA PARALEL BİR EVRENE GEÇECEĞİZ!

Peki manyak mıyız biz, niye tüm bunları oturduğumuz yerden yapalım… Dışarıda bir dünya var…
-Dışarıdaki dünyayı çöpe atmıyoruz ki! Yaşa onu… Bu sanal dünya ise sana, o dünyada yaşayamadıklarını yapma şansı veriyor. Uçabiliyor muyuz bu dünyada? Uçamıyoruz. Alternatif dünyada, yani Metaverse’te uçabilirsin. Çin Seddi’nin üzerinde arkadaşlarınla dans edebilir misin? Normal dünyada edemezsin, ama orada edersin…

Ne yani 3D gözlüklerimizi takıp, avatarlarımızla, paralel bir evrene mi geçeceğiz yakında?
-Evet. Bir filmi seyretmek yerine, bir filmi yaşayacağız. Bir konseri izlemek yerine, bir konseri yaşayacağız. Dünyadaki tüm teknolojiler ve yeni fikirler, önce var olanı tekrar eder, sonra oradan gelişir. Metaverse de önce gerçek dünyayı taklit edecek. Sonra gerçek dünyada yapamadığın şeyleri orada yapmaya başlayacaksın.

Aşklar da, seksler de böyle yaşanacak.
-Muhtemelen. Gerçek dünyada yapabildiğin şeyler var, yapamadığın şeyler var. Bu dünyada onları da yapabileceksin. Ama kimse seni zorlamıyor. Seçim bu.

Bu üç boyutlu sanal dünyalardan, yüksek miktarlarda para kazanmak da mümkün anladığım kadarıyla…
-E çünkü yeni bir ekonomi. Sıfırdan bir dünya ve ekonomi yaratılıyor. Bu dağlarda altın var. Çıkarırsan senin. Maker’san al kazmanı küreğini, dağ orada. Amerika’yı sıfırdan kuruyorlar. Ekonomisi de beraberinde kuruluyor. Ve biliyorsun ki, 500 trilyon dolarlık bir business geliyor. Tabii ki herkes para kazanacak. Şu an Metaverse business’ın büyüklüğü 420 milyar dolar. 5 yıl içinde 4 trilyon dolar olacak.

BUNDAN KAÇIŞ YOK! GELECEK BU

Ve bundan kaçışımız yok…
-Bundan kaçış yok! Çünkü oyun sektörü, Metaverse’ün içinde. Entertainment, Metaverse’ün içinde, Netflix içinde, Sony içinde… Devasa bir ekonomi geliyor. Herkese aynı şeyi anlatıyorum. Emeklilik hayalim şu: 70’lerimde inşallah bu teknolojiler ucuzlaşmış ve yaygınlaşmış olur. Benim emekliliğim Lord of the Rings dünyasında geçecek! Ben ya büyücüyüm ya da insanlara kılıç yapıyor olacağım. Böyle takılacağım, daha keyifli. 70 yaşında evde oturup “ııh” yapacağıma, orada uçarım kaçarım, savaşlara girerim, ejderha üzerinde uçarım daha iyi!

Sen 3 aydır insanlara bunu mu anlatıyorsun?
-Evet, hem de dünyanın her yerinde!

Ben, Selçuk Erdem’in elimde tutabileceği bir karikatürüne sahip olmak varken, niye dijital ortamda bir NFT’sine sahip olmak isteyeyim? Mantığı ne bu işin?
-Dün sanat, fizikseldi. Bugün sanat dijital. Mikelenjelo, Leonardo da Vinci ya da Van Gogh, kanvas olarak fiziksel bir objeyi kullanıyordu. Bugünkü sanatçılar, kanvas olarak dijital bir objeyi kullanıyor. Aradaki tek fark bu. Kullandığın malzeme değişti. Yoksa sanat değişmiyor, sanat sanattır.

Tam olarak NFT ne demek?
-Eskiden sanatçı ne yapıyordu? Alıyordu kanvası boyuyordu, geriyordu, koyuyordu ya. İşte o gerdiği şeyin adı bugün NFT. Kılıf, çerçeve. Ben Photoshop’ta yaptım resmimi. Yağlı boya yerine Photoshop’u kullandım. Malzeme değişti, sanat değişmedi. Aynı şeyi yapıyorum hala. Onu kanvasa geriyordum, şimdi NFT’ye çevirdim.

Peki Selçuk’un neden kanvas işini almak yerine NFT’sini alayım?
-Çünkü şimdi dijital olan daha değerli ve sanatın gittiği yer burası.

9999 kişi salak olamaz… Niye girişiyorlar bu işe? Sanat sahibi olmak için mi? Bir komüniteye ait olmak için mi? İleride bir gün paraya dönüştürmek için mi? Arkada yatan saik ne…
-Hepsi. Yüzde 30’u sadece para kazanmak için alıyor. Biz onlara “flipper” diyoruz, “al-satçı”lar. Bakıyor, Selçuk Erdem’in 3 buçuk milyon takipçisi var. Fiyat ucuz. “Takipçisi iyi mi? Tamam bu proje yükselir” diyor, “Ben bunu alırım bu fiyattan, iki katına satarım.” Alıyor on tane, 2 katına koyuyor. Satılınca “Eyvallah” diyor, yüzde yüz kar etmiş oluyor. Şimdi insanlar en çok parayı NFT’den kazanıyorlar. Yani bir grup insan da NFT’yi, yatırım aracı olarak bakıyor. Diyor ki, “Bu sanatçının değeri artacak. Kim bilir daha neler yapacak. Ben ilk koleksiyondan bir eser tutmalıyım.” O, satmıyor. Bir grup insan da daha duygusal sebeple alıyor. Selçuk Erdem’i çok sevdiği için. Bayağı çocuğuna bırakmak için…

Sizin koleksiyonuz, sizin hayal ettiğiniz buzdan bir evrende… Adı Iceverse… İçinde farklı karakterler var… Buradaki amaç insanı o evrene getirmek mi, Selçuk’un NFT’sini satmak mı?
-İkisi birden. Çünkü NFT aslında pasaport gibi bir şey. O dünyanın vatandaşı olmak için pasaporta, yani kimlik kartına ihtiyacın var.
İnsanlar, Iceverse’e, Selçuk’un karakterlerden birini satın alarak girebiliyor di mi?
-Evet. Şimdi Polar Baby’ler de geliyor. Bebek kutup ayıları. Onların kendi oyunu olacak. Pek çok şey olacak. Ama bu komüniteye dahil olabilmeniz için NFT’nizin olması lazım. Aynen Soho House’a üye olmak gibi.

Nasıl bir komünite bu NFT dünyası?
-Pozitif ve enerjisi çok yüksek bir komünite. Twitter’da yaşayan insanlar, her sabah kalkıp Twitter’ı açtıklarında GM yazıyorlar, yani good morning. Şu an NFT dünyasındaki herkes, çok erken başlayan bir trendi en erken keşfeden insanlar. Ben de öyleyim, erken keşfettik, erken fark ettik, erken içine girdik.

Türkiye’nin en büyük NFT koleksiyoneri sen misin?
-Olabilirim. Bilmiyorum. 485 tane var bende. NFT dediğin 1,5 yıldır var. Ben de bir yıldır alıyorum. Dünyada bu dijital sanat işine, 200 milyon dolar yatırmış insanlar var. Snop Dogg mesela.

İLK AJANSIMI 19 YAŞINDA KURDUM. 30 YAŞIMA GELDİĞİMDE, 3 AJANS KURMUŞ, 15 STARTUP’A YATIRIM YAPMIŞ, BİR TANE DE OYUN ŞİRKETİ KURMUŞ BİR ADAMDIM… ÜRETKEN BİR DÖNEMİMDEYİM!

Hayatının en üretken döneminde misin?
-Öyle galiba! İlk ajansımı 19 yaşında kurdum ben. 30 yaşıma geldiğimde, 3 ajans kurmuş, 15 tane startup’a yatırım yapmış, bir tane de oyun şirketi kurmuş bir adamdım. Üretmeyi seviyorum. Şu anda da çok üretken bir dönemimdeyim. Bir taraftan NFT’yle bir taraftan oyunla bir taraftan token’la bir taraftan reklamcılıkla uğraşıyorum. Türkiye’nin en büyük reklam ajanslarından birinin grup CEO’suyum aynı zamanda. Müthiş heyecanlı bir süreç. Dünya tarihi yeniden yazılıyor. Yepyeni bir şeyin önünde yaratıldığını ve büyüdüğünü görüyorsun. Her gün yeni şeyler öğreniyorsun. Bundan daha mutluluk verici ne olabilir?

YAKINDA İKİNCİ NFT KOLEKSİYONUMUZ GELİYOR!
Bu bebekleri gelişebilir yapacağız. Aklı artacak, gücü artacak zaman içerisinde…

5 saniyede 9999 parça satılınca şaşırmadın mı?
-Yooo. 3 ay çalıştık zaten…

İnsanlar 30 yıl çalışıyor be!
-O da benim başarım artık! Marketing’i iyi yaparsan, oluyor…

2 kusur milyon dolar değerine ulaştınız…
-Evet. Yüzde 60’ı yabancılar. Yakında ikinci koleksiyonumuz geliyor, bebekler. İlk koleksiyondan biraz daha farklı. Bebekler gelişebilir olacak. Normalde Polar Bear’ler değişmiyor. Bu bebekleri gelişebilir yapacağız. Belli değerleri, level’ı artacak, aklı artacak, gücü artacak zaman içerisinde yapacağın şeylerle. Ve bebeklerin kendi arasında bir oyunları olacak. İlk çıkacak oyun bir kartopu savaşı. Senin bebeğinle benim bebeğimi dövüştürebileceksin kartopu savaşında. Kim kazanırsa daha çok coin kazanacak. İkimiz de coin koyacağız, sen kazanırsan sen alacaksın gibi bir sistem.

Projeden kazandığınız parayı madde madde yazmışsınız. Yüzde bilmem kaçı benim, şu kadarı Selçuk’un, şu kadarı şunun… diye. Neden?
-Çünkü bu dünya şeffaf bir dünya. Kim isterse zaten kontrattan girip görebiliyor. Saklamaya gerek yok. Kasanın adresi şu, merak ediyorsanız girip bakın diyoruz. Her şey transparan. Web 3.0 kültürü böyle.

TÜRKİYE’NİN İLK DİJİTAL AJANSINI BEN KURDUM… İLK DİJİTAL MARKETİNG AJANSINI DA

Senin için “yeni nesil dijital prodüktör” diyebilir miyiz?
-Valla, ben aslında kendimi biraz “concept designer” gibi görüyorum. Benim yaptığım aslında bu. Türkiye’nin ilk dijital ajansını ben kurdum çünkü öyle bir şeye ihtiyaç vardı. Türkiye’nin ilk dijital marketing ajansını da ben kurdum, yine öyle bir şeye ihtiyaç vardı. Bazen dünyada bir şey çıkmış oluyor, bazen de şansa ilk ben bulmuş oluyorum. Pazarda bir endüstri oluşuyor. Ben de bir business konsepti yaratıyorum, onu startup’a ya da şirkete çeviriyorum.

NFT’DE DÜNYADA EN ÇOK PARA KAZANMIŞ SANATÇI BİR TÜRK: MURAT PAK. 220 MİLYON DOLAR KAZANDI

Türkler olarak biz, çoğu zaman önemli gelişmeleri ıskalamakla kendimizi eleştiririz. Sanayi devrimini, birinci nesil dijitalleşme teknolojilerini gibi gibi… Ama sanki anlattıklarından bu NFT dünyasını yakalamış gibi görünüyoruz diyebilir miyiz?
-Evet. Bilinmesi gereken çok önemli bir şey var. Türkler, kriptoda çok büyükler. Biz, dünyanın en büyük 2. kripto pazarıyız. Dünyadaki günlük kripto ticaretinde 2. sıradayız. Doğal olarak NFT pazarına da hızlı girdik, ama al sat tarafından. Üret tarafı yavaş yavaş büyüyor. Orada da mesela şu an dünyada en çok satış yapmış ve NFT’den en çok para kazanmış sanatçı bir Türk: Pak. 220 milyon dolar kazandı.

Adını bile duymadığımız bir adam…
-Olay o zaten! Pak’ın internette hiç videosu ses kaydı yok. Adam tamamen kendini silmiş internetten. Alternatif kimliğiyle var olan biri.

Sen tanıştın mı?
Dijital olarak tanıştım. Diyor ki, “Fiziksel varlığımın bir önemi yok. Ben sanatçıyım. Benim de sanatım dijital!”

Ama bir kısım insan, onu sanatçıdan saymıyor…
-Saymıyor ama adamın umurunda değil. Diyor ki, “Ben bir maker’ım, bir üreticiyim. Benim bu yaptığım şey sanat değil, dizayn! Teknolojiyi dizayn için kullanıyorum ve kullanıcı deneyimi yaratıyorum” diyor. İşe yarıyor ki 220 milyon dolardan fazla satış yaptı!

Nerede yaşıyor?
-Hiç bilmiyoruz. Hakkında hiçbir bilgi yok. Mesela Refik Anadol’un NFT’leri milyon dolar level’ında satıldı. Bu işte dünya çapında birkaç tane başarılı Türk var. Ve sürekli yeni projeler geliyor. Benim duyduğum yakında Türklerden 20’ye yakın NFT projesi çıkacak.

AKADEMİK BİR AİLENİN ÇOCUĞUYUM!

Biraz da seni tanıyalım… Nasıl bir aile? Anne-baba neci?
-Annem lise öğretmeni, matematik. Babam da inşaat mühendisi bir profesör. Akademik bir ailenin çocuğuyum. Ailemin bir tarafı da sanatçı. Bü yük dayım ressamdı. Kuzenim Ankara’da bale modernin kurucusu. Anne tarafımda çok sanatçı var. Baba tarafım mimar, inşaat mühendisi…

Eğitim?
-Kabataş Erkek. Sonra Yıldız Teknik bilgisayar mühendisliği. Bilgisayar mühendisliğine girme sebebim oyundu. Bayağı şu kafadaydım 17 yaşındayken, “Bilgisayar mühendisi olacağım, 4 senede bitireceğim oyun yapmaya başlayacağım!” Okulda bunların öğretilmediğini fark edince büyük hayal kırıklığını yaşadım. Ne yapacağımı bilmiyordum, planım yoktu. Arkadaşım dedi ki, “Şurada bir internet şirketi açıldı. Birilerini arıyorlar, sen de bilgisayar mühendisisin…” Birinci sınıftaydım oysa, hiçbir şey bilmiyordum. İnanılmaz bir maaş önerdiler. Süper! Hemen çalışmaya başladım. Çok boş vaktim vardı. Türkiye’nin en hızlı internetine sahiptim. Tasarıma da çok meraklıydım. Birkaç tane program öğrendim, bir şeyler yapmaya başladım, internete koyuyordum yaptığım şeyleri. Bir reklam ajansı iş teklif etti. “Bizim tam bunları yapacak insana ihtiyacımız var!” dedim. Biraz orada, biraz burada çalışmaya devam ettim. 2 yıl sonra da beş arkadaşımla kendi ajansımı kurdum. Sonra dijital dünya, pazarlama, vs. hep kendi işimi yaptım.

BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ OKUDUM AMA BİTİRMEDİM… MEZUN OLMADIĞIM ÜNİVERSİTE, HER SENE BENİ KONUŞMACI OLARAK ÇAĞIRIR

Reklamcı, girişimci, melek yatırımcı… Şimdilerde, NFT, Metaverse, kripto para uzmanı… Sen, yaptığın işi nasıl tanımlıyorsun?
-Ben aslında “yaratıcı business”ta görüyorum kendimi. Mecram değişiyor o kadar. Ne demek bu? 20 yıl önce web sitesi yapıyordum. 15 yıl önce oyun yapıyordum. 5 yıl önce startup’lar, başka şeyler yapıyordum. Şimdi Blockchain, NFT, vs. yapıyorum. Yeni fikir neyse, ona kendimi adapte ediyorum. Beni yaratıcı fikirler heyecanlandırıyor.

Bilgisayar mühendisliğini hiç bitirmedin…
-Bitirmedim. Dünyada en çok eğlendiğim şey, kendi üniversiteme gidip, “Ben bu üniversiteyi bitirmedim. O yüzden burada niye konuşuyorum bilmiyorum. Ama madem davet ettiniz…” diye konuşmaya başlamak. Ortalama 2 yılda bir çağırıyorlar, gençlerle bir arada olmak harika!

İKİ SÜPER GÜCÜM VAR: BİRİ NETWORK, DİĞERİ FİKİR BULMAK

Yaratıcılık en önemli meziyetin mi?
-Bilmem. Evet yaratıcıyım. Az uyurum. Çok sosyalim. İki süper gücüm var: Biri network, diğeri de fikir bulmak. Herkes beni tanır, ben de herkesi tanırım. Ben karmaya çok inanıyorum. O yüzden kariyerime başladığımdan beri, benden yardım isteyen herkese yardım ettim, edebiliyorsam. Mentorluk isteyene mentorluk yaptım. Yatırım yaptım bazılarına, bazılarına ortak oldum. Genellikle iyi bir izlenim bırakıyorum insanlarda. O da bir network etkisi yaratıyor. Diğeri de fikir. Sürekli yeni fikir üretip, hayata geçirmekten keyif alıyorum. Reklamcılık o yüzden bana çok uygun. Çünkü benim dikkat seviyem çok düşük. Bilgisayar mühendisi, 2 yıl aynı proje üzerine çalışıyor. Ben o değilim, sıkılıyorum. Reklamcılık ve girişimcilik bana daha uygun. Bir yıl NFT’yle uğraş, bir yıl Metaverse’le…

25 YILDIR AYNI ŞAHANE KADINLA BERABERİM… İKİZ ÇOCUKLARIM VAR

Madem her şeyden sıkılıyorsun… Soru geliyor: En uzun ilişkin ne kadar sürdü?
-25 yıl oluyor bu yıl! 25 yıldır aynı şahane kadınla beraberim. İkizlerimiz var.

O harikaaaa! Karın ne iş yapıyor?
-Satış pazarlama yapıyordu, ikizler doğduktan sonra çalışmıyor, onlarla uğraşıyor.

BİR TÜRLÜ “CEO” DİYEMEDİM KENDİME… ŞU TANIM BANA DAHA UYGUN SANKİ: CHIEF HAPPINESS OFFICER

Kendini Chief Happiness Officer olarak tanımlıyorsun. “Mutluluk Baş Sorumlusu”. Nereden çıktı bu?
-Ajansı kurarken çıkan bir şey. Bizim ajansın ismi 4129. İstanbul’un enlem ve boylamından geliyor. Dedim ki, “Global bir şirket kuracağız ama kökümüzü de unutmayacağız. O yüzden İstanbul’un koordinatları. Burası inisiyatif kullanmayı bilen, kendini geliştirmek isteyen, motivasyonu yüksek, üretken insanların toplandığı bir yer olacak.” Öyle de oldu. Şu an 260 kişi çalışıyor. Dedim ki “Bir tane çember düşünün, etrafında kırmızı bir çizgi var. Bu kırmızı çizgi, şirketin değerleri. Bu çemberin dışına çıkmadığınız sürece, ne yaptığınızla ilgilenmiyorum. Bana sonuç getirin. Evden mi çalışacaksınız? Starbucks’tan mı çalışacaksın? Umurumda değil. Bu işi verdim, Cuma bitmesi gerekiyor. Bitti mi? Bittiyse, tamamdır.” Bu kültüre, “kontrollü kaos” dedik. Öyle başladık. Unvan muhabbetlerinde de ben kendime hiçbir şekilde CEO diyemedim. Sonunda dedim ki, “Öyle bir iş yapıyoruz ki biz, hem müşterilerin mutlu olması lazım hem de çalışanların…” O yüzden bu tanım çıktı.

GENEL OLARAK KENDİMLE BARIŞIĞIM

Kendinle ilgili sevmediğin şeyler neler?
-Dikkatim biraz dağınık. Bir de kolay gaza geliyorum. Bu hem iyi hem kötü bir şey. Bazen hiç düşünmeden atlıyorum bir şeyin içine. Bir de ne yapsam, bana yeterli gelmiyor. Hep daha fazlasını yapmak istiyorum. O yetmeme hissi kötü bir şey. Üzerine çalıştığım bir konu. Ama bunların dışında genel olarak kendisiyle barışık biriyim.

Yorum Bırak