29 Ekim Cumhuriyet Bayramı hepimize kutlu olsun!

BUGÜN, o gün.
Yaşasın 29 Ekim! Yaşasın Cumhuriyet! Bugün ülkemizin doğum günü. Ata’mızı bir kez daha saygı ve minnetle anma günü. Birbirinden güzel Cumhuriyet Bayramı ve Atatürk videoları yapılmış sosyal medyada. Bayılıyorum izlemeye. Her yerde bayrağımızı görmeye de bayılıyorum. Dibine kadar, bütün ülkede, her şehirde, her semtte kutlanmalı. Yer gök Atatürk ve Türk bayrağı olmalı. Sadece Türkiye’de değil, biz de burada Londra’da kutlayacağız. Çünkü en büyük bayram, bu bayram. Yaşasın Cumhuriyet!

ANNEMİ BİZ, BİZİ UNUTTUĞU SABAH KAYBETTİK ASLINDA…

Hayatımın bu döneminde yaşlanmak, yaşlılık ve çevremizdeki yaşlılara kafayı takmış durumdayım. Ben de İclal Aydın gibi, yaşlılığın bize anlatıldığından farklı olduğuna inanıyorum. Çünkü pek çok şeye tanık oluyorum. Ve hayatın ileri dönemleri beni korkutuyor. O yüzden ne zaman İclal’le bir araya gelsek, romanlar, edebiyat, ilişkiler üzerine konuşuyoruz. Ama kızı kadar, Alzheimer hastası annesini de merak ediyorum. Onun annesiyle ilgilenmesine; annesini yanına, İzmir’e, alt katına almasına, bebekler gibi bakmasına içim titriyor. Biz yeni çıkan ‘Kalbimin Can Mayası’ romanı üzerine buluştuk, pazar başlayan söyleşinin devamı bugüne kaldı.

– Yaşlılık bizim bildiğimiz gibi bir şey mi?
Değil Ayşe.

– Annenin durumu nedir? En son röportajda bebek olmuştu, şimdi nasıl?
Çok zayıfladı, küçücük kaldı. Bir emanet can bize… Annem biliyorsun Alzheimer. Annemi biz, bizi unuttuğu sabah kaybettik aslında… Bazen çok mutsuz oluyorum. Durup dururken ağlamaya başlıyorum. “İnsanın dünya üzerindeki serüveni bu kadar hüzünlü olmamalı!” diyorum. Ne kadar güzel, becerikli, bilgili bir kadındı. Nasıl silindi her şey? Annem ne yaşadığının bilincinde bile olmadan nefes alıp veriyor… Kim neden gidiyor, kim neden kalıyor anlamaya çalışıyorum. Kim kimin öğretmeni, kim ne ile görevli? Zor sorular bunlar. Biz şimdi ondan emanet kalan o cana göz kulak oluyoruz. Bazen onu yıkarken, giydirirken, “Biz ne olacağız, nasıl olacağız?” diye düşünüyorum. Çok acı bütün bunlar..

– Bundan sonra nasıl bir hayat kurmak istiyorsun kendine?
Sanırım Urla ya da Ayvalık’ta yaşayacağım. Kendi enerjimi üreterek yaşayacağım bir ev yapma hayalim var. Bostanım olsun, tavuklar olsun. Zeytinyağımı kendim çıkarabileyim. Bol bol yazabileyim…

– Bu son evliliğinin dilediğin gibi sonuçlanmaması ne kadar kırdı seni?
Çok… Biraz daha az mutluydum bu yaz. Sonra yine daha mutlu olurum sanırım. Hayat hep böyle değil mi? Mutlu yıllar, zor yıllar, birbiri ardına akıp gidiyor…

– Aşkın tanımı değişti mi senin için?
Yoo hayır. Ne benim ne sevdiğimin prangası olmamalı sevmek…

– Yeni kitabın imzaları, röportajları bittikten sonra ilk yapmak istediğin şey nedir?
Yine çok sıkışık bir Türkiye turnesi var önümde. Biter bitmez, inşallah birkaç hafta dinlenme şansım olur. Sonra da kızımla seyahatler planladık. Her kıtada görmediğimiz bir yer gezmek gibi hayallerimiz var.

– O da oyuncu olmak istiyor galiba…
Evet. Müzikal oyuncusu. Ama bir anlaşma yapmıştık onunla. 18 yaşına kadar okulunu okumadan, eğitimini almadan oyunculuk yok diye. Şimdi yoğun bir şekilde Amerika’da gireceği sınava hazırlanıyor.

ALKIŞ İNSANIN KENDİSİNE ÂŞIK OLMASINA SEBEP OLABİLİR

* Okuyucunla özel bir ilişkin var. Kendimi bildim bileli, İclal Aydın fanları var. Damardan ilişkiyi nasıl izah ediyorsun?
Bunun üzerine çok düşünmemek gerekiyor. Ben her ne yapıyorsam, en iyisini yapmaya çalışıyorum. Alkış insanın kendine âşık olmasına neden olabiliyor. O yüzden bu hayranlığa bir mesafe koymak, arasına da gerçek hayatı yerleştirmek gerekiyor. Ben de öyle yapıyorum.

* Dört romanı birden kurgulamak ne kadar zor oldu?
Hiçbir şey kolay değil hayatta. Dördüncü romanım ama yazarlık yolculuğumda henüz birkaç metrelik mesafe alabildim. Herkesin hayatından bir roman çıkar. Ben de 12 yıl kendi hayatımdan, insanların bana benzeyen hasarlarına dokunarak yazdım. Şimdi anlıyorum ki mesele kendi hayatından değil, önünden akıp giden hayatın içinden hikâye çıkarmakmış…

URLA TÜRKİYE’NİN TOSCANA’SI

* Urla’ya ‘Türkiye’nin Toscana’sı’ diyorsun. Neden?
Çünkü ülkemizin en güzel, en bereketli topraklarından biri. Yazı güzel, kışı ayrı güzel. Ben kışını daha çok seviyorum. Evimiz bağ rotasında. Komşu bağlar, şarap evleri, at çiftlikleri, üç yüz beş yüz yaşında zeytin ağaçları ve muazzam lezzet noktalarımız var. Sabah yürüyüşü, akşam yürüyüşü, gün doğumu, gün batımı hepsi birbirinden güzel olur bizim orada.

* Nasıl bir hayat kurdunuz anne-kız kendinize?
Urla’da hayatımız, gün doğumuyla başlıyor. Ve bir güne inanılmaz çok şey sığıyor. Tarifi olmayan bir huzur hissediyorum orada. İzmir merkezde de farklı değil. Benim çocukluğuma geri döndük sanki. Ankara Gayret Mahallesi’ndeki apartmanımızda hayat nasılsa, burada da aynı. Pazar fileleri, komşudan gelen yemek tabağı, sabahlıkla içilen günlük kahveler… Laliş okulunda, annem uykusunda, ben de onların arasında, yaşayıp gidiyorum işte.

* Peki ya İstanbul? Stres oluyor musun İstanbul’a gelince?
Hem de nasıl! İstanbul’a geldiğim birkaç gün ya da saat bitmek bilmiyor. Trafik, kalabalık, gerginlik… Burada sanki kırk katlı bir gökdelenin tıklım tıkış asansöründeyiz ve asansör her katta duruyor. İstanbul’da yaşamak tam olarak bu!

Yorum Bırak