Dişlerimizi fırçalarken sadece musluğu kapatarak, bir yılda 14 bin 600 litre su tasarrufu yapabilmek mümkün!

Bugün Beyza Şekerci-Engin Hepileri çiftiyle huzurlarınızdayım
.
Üretken, çalışkan komple sanatçı bi aile… İkisi de konservatuvarlı… Beyza dans kökenli, hatta Alya’nın da yarı zamanlı konservatuvarda bi dönem hocası olmuştu, dans aşkıyla yanıp tutuşan biri, oyunculuk da var hayatında. Engin tam bi tiyatro tutkunu, oyunculuk kanına işlemiş. Çok çok iyi bi oyuncu. “Oyunculukla nefes alabiliyorum!” diyor.
.
Ama onlar, sadece sanata değil, çevreye de duyarlı bir çift… Çöplerini ayrıştırıyorlar, mutfak atıklarını bahçelerinde gübreleştiriyorlar, kompost yapıyorlar… 4 yaşındaki oğulları Can’ı da bu bilinçle büyütüyorlar. Son olarak da Sensodyne ile anlamlı bir sosyal projeye imza attılar; Konu Gelecekse Hassasiyetimiz Var.
.
Küresel ısınma kapıdan girdi, kaynaklarımız tükeniyor! Sürdürülebilir bir hayat için kaynaklarımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Hepimizin çevreye duyarlı olması gerekiyor. İşte tam bu noktada, “Dişlerimizi fırçalarken sadece musluğu kapatarak, bir yılda 14 bin 600 litre su tasarrufu yapabilmek mümkün!” diyorlar. Musluğu kapatmanın önemini biliyordum ama boşa giden suyun miktarını öğrenince dehşete düştüm… Küçük bir gölü dolduracak kadar bi su!!!!
.
Dişlerimizi fırçalarken, musluğu kapatmazsak, yaklaşık 20 litre su boşa harcanıyormuşuz! Bu konuya dikkat çekmek üzere, “1 Bardak Yeter” diyerek, bilinçli su tüketimi konusunda farkındalık yaratıyorlar. Bravoo onlara… Yürekten kutluyorum…
.
“Dünyanın geleceğiyle ilgili, ‘Ben ne yapabilirim ki? Ben tek kişiyim. Birtakım şeyleri nasıl değiştirebilirim ki…’ diyoruz ya. Değişime evimizden başlarsak, inanılmaz şeyler başaracağız!” diyor Beyza ve ekliyor Engin “Doğa aslında çok güçlü. Gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak elimizde.”

Lafı fazla uzatmadan sözü Engin ve Beyza’ya bırakıyorum…

Tebrik ederim! Karı-koca, daha sürdürülebilir dünya için Sensodyne ile anlamlı bir sosyal farkındalık projesine imza atıyorsunuz…
Beyza: Teşekkür ederiz. Biz de çok sevdik. “Konu gelecekse, hassasiyetimiz var! Bir bardak yeter!” diyoruz. Su tüketimine ve kaynakların tasarruflu kullanımına dikkat çekiyoruz.
Engin: Dişlerimizi fırçalarken, sadece musluğu kapatarak, bir yılda, 14 bin 600 litre su tasarrufu edilebiliyor! Düşünebiliyor musunuz, sözü edilen küçük bir gölü dolduracak kadar suyu!
Beyza: Dişlerimizi fırçalarken, musluğu kapatmazsak, yaklaşık 20 litre su boşa harcanıyormuş. Sensodyne’in “1 Bardak Yeter” projesi işte bu konuya dikkat çekmek üzere, bilinçli su tüketimi konusunda farkındalık yaratıyor.

Engin: Yapmamız gereken basit; Dişlerimizi fırçalarken suyu kapatmak! Ağzımızı bir bardak suyla çalkalamak! “Gelecekte bir bardak suya muhtaç olmamak için bir bardak yeter!” diyoruz. Aynı zamanda, doğanın ve yarınların korunmasına katkı sağlamak için herkesi bilinçlenmeye davet ediyoruz.

Beyza: Engin de ben de zaten bu konulara duyarlı insanlardık. Ama Can doğduktan sonra daha bir hassas olduk. Artık okullarda da çocuklara bu bilinç aşılanıyor. Bunu faydalı buluyorum. Yeni nesil bize göre daha duyarlı.
Engin: Can’ın banyoda minik bir bardağı vardı mesela. Dişini fırçaladıktan sonra, o bardakla dişlerini çalkalıyordu. Bu, zaten bizim hayatımızda uyguladığımız bir şey diye “Bir Bardak Yeter!” projesini severek kabul ettik. Suyu dikkatli kullanmak, şarıl şarıl musluğu akıtmamak, çöpleri ayrıştırmak evimizde de özen gösterdiğimiz şeyler.

Beyza: Urla’da bir evimiz var mesela. Mutfak atıklarımızı bahçede gübreleştiriyoruz. Ve sonra doğaya yarar sağlamak üzere kullanıyoruz. İki kocaman kompost atık kovamız var. Can da bunları görüyor. Küçüklüğünden beri çöpleri oraya atıyor. Dediğim gibi okulda da bu tür şeyler öğretiliyor. Yeni nesil çizgi filmlerde de bu tür farkındalıklara yer veriliyor. Başka dünyamız yok. Kaynaklarımıza gözümüz gibi bakmalıyız!
Engin: Proje kapsamında iki de reklam filmi çektik. Daha sürdürülebilir bir dünya için geri dönüştürülebilir malzemelerle daha bilinçli bir üretim ve tüketim mesajı veriyor bu filmler. Sensodyne, çevreye ve geleceğe olan sorumluluğunu yerine getirmek için tüpünü, kapağı ve ambalajını yüzde 100 geri dönüştürülebilir malzemeler kullanarak üretiyor. Bu da önem verdiğimiz bir mesele.

Beyza: Hani dünyanın geleceğiyle ilgili, “Ben ne yapabilirim ki? Ben tek kişiyim. Birtakım şeyleri nasıl değiştirebilirim ki…” diyoruz ya. Bence yanlış bir bakış açısı! Biz aslında, tek tek de olsak, o kadar kalabalığız ki! Yaptığımız küçük hareketlerle o kadar büyük dalgalara sebep olabiliriz ki… Yani değişime evimizden başlarsak, inanılmaz şeyler başaracağız! O yüzden farkındalık yaratmak önemli. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.

Yani insanlara tam olarak ne diyorsunuz?
Engin: Değişime, önce kendi evinden başla diyoruz! Dişlerinizi fırçalarken, sadece musluğu kapatarak, küçük bir gölü dolduracak kadar suyu kurtarabiliyoruz. Daha ne olsun! Küçücük bir adımla, dünyamız için böyle büyük bir etki yaratabiliyoruz!
Beyza: Doğa bizi uyarıyor artık. Tehlike çanları çalıyor. Sürdürülebilir bir hayat için kaynaklarımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Çevreye duyarlı olmamız gerekiyor. Mesela kızarttığımızı yağı, lavaboya dökmememiz gerekiyor. Can 3 yaşında ama bunu biliyor. Çünkü biz yapmıyoruz. Kahve kapsülleri ve pillerimizi de çöpe atmıyoruz. Hepsi gitmesi gereken yerlere gidiyor.

Sizce doğaya verdiğimiz zararı telafi edebilecek miyiz?
Engin: Eğer bizler dikkat edersek, çocuklarımıza da bu bilinci aşılarsak neden olmasın? Doğa aslında çok güçlü. Gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak elimizde.

Diş fırçalama rutininiz nasıldır?
Engin: Biz hayatı birlikte yaşamayı çok seviyoruz. Dolayısıyla rutinlerimiz de hep aynı. Çoğunlukla aynı anda fırçalıyoruz.

Diş fırçalamadan uyuyabilir misiniz?
Beyza: Asla!
Engin: Ben de uyuyamam!

Oğlunuz Can diş fırçalamayla ne zaman tanıştı?
Beyza: Can’ın dişleri geç çıktı. 1 yaşında tek bir dişi vardı ağzında. Ama çıkar çıkmaz başladık silikonlu bir şeyle. Hep onun yanında fırçaladık ki görsün diye. Şimdi 3 yaşında, kahvaltıdan sonra, okula gitmeden fırçalıyor. Bir de akşam yatmadan önce. Geçen gün, dişlerin fırçaladıktan sonra, “Ben bunu yemek istiyorum ama dişlerimi fırçaladım!” dedi. “Ye aşkım! Bir kez daha fırçalarsın!” dedim.


Can’ın doğumuyla hayatınızda neler değişti?

Beyza: Her şey değişti! Kapıyı kapatıp çıkma şeklimiz bile… Başımızı alıp, seyahatlere giderdik, artık o kadar rahat değiliz. Farklı sorumluluklarımız, farklı hassasiyetlerimiz var. Ha bundan şikayetçi miyim? Asla!
Engin: Doğayla iç içe olmak da her zamankinden daha önemli bizim için. Urla’daki evimizi yapış sebeplerimizden biri de bu. Köyün dışında, büyük bir ovanın ortasında yalnızız. Her yer yemyeşil. Doğanın her şeye, herkese iyi geldiğini düşünüyoruz. Şehir çok basarsa, oraya kaçıyoruz. İyileşip geri geliyoruz.
Amaç, ileride yarı İstanbul, yarı Urla mı? Yoksa tamamen oraya yerleşmek mi?
Engin: “Tamamen orada yaşayalım” diyebileceğimiz bir iş yapmıyoruz. Ama şöyle bir avantajımız var, bazen filmimiz, işimiz bitiyor, 2-3 hafta boşumuz çıkıyor, kış da olsa gidiyoruz. Her mevsim yaşanacak şekilde düzenledik orayı. En büyük hayalimiz, Can’ın toprağa basmasıydı. Bunu da becerdik. Domateslerini kendi ekti, sonra o domatesleri kendi yedi. Salatalıkları da öyle. Çileklerini de kendi suladı. Sabahları kalkıp gidip yiyor filan. Doğa, hepimizin ruhuna iyi geliyor!

YILDIZ HOCA’NIN, HALDUN HOCA’NIN TEDRİSATINDAN GEÇTİM. O NESLİN SANATA BAKIŞLARINA ÖYKÜNDÜM. TİYATRO EN MUTLU OLDUĞUM YER

Engin, konservatuvarlısın, Kent oyuncularındansın. Yıldız Kenter’in de öğrencisiydin. En mutlu olduğun yer tiyatro mu?
Engin: Evet. Biz öyle öğrendik Yıldız Hoca’dan, Haldun Hoca’dan. Ben onların tedrisatından geçtim. Haliyle, o neslin sanata bakışlarına öykündüm. O azmin, çalışmanın ve tutkunun, insanı etkilememesi mümkün değil. Tiyatronun prova süreci, yaratım süreci beni büyülüyor. Ama bu demek değil ki, diğer işleri yaparken mutsuzum. Sette de mutluyum. Esas olarak, oyunculuk dediğimiz şeyi yaparken mutluyum. Ben böyle yaşıyorum, böyle nefes alıyorum. Geçen gün Haldun Abi’nin röportajını okudum, “Ne var ki, daha 93 yaşındayım, daha yapacağım çok iş var!” diyor. Tam da bu işte! Ben de böyle bakabilmek istiyorum hayata. Bu meslek bize bunu yaptırıyor.

Proje iyiyse ne tür bir oyunculuk olduğu fark etmiyor mu?
Engin: Hayır, çok fark etmiyor. Yakında bir sinema filmine başlayacağım mesela. Çok değerli bir insanın hayatına can vermeye çalışacağım. O da çok bambaşka bir haz. Bir de tabii kendi tiyatromuz var. 10. seneye giriyoruz. Orası bizim, her şey bizim, yapım da bizim, kendi ekibimiz. Bu tabii duygusal olarak daha farklı bir şey getiriyor. Aradaki tek fark o.

Tiyatro, sinema, dizi, sosyal projeler… Pek çok şeyi aynı anda yapıyorsun. Hepsine birden nasıl yetişebiliyorsun?
Beyza: Akşamları da yemek masamız, seslendirme stüdyosu oluyor! Reklam dublajlarını da burada, evde yapıyor.
Engin: Her şeye zaman bulunuyor. İstersen oluyor. Ama en zoru, Can’a bu durumları anlatmak. “Senin baban ne iş yapıyor?” demişler, “Provacı!” demiş. Çünkü “Baba n’apıyorsun?” diyor. “Prova” diyorum. “Nereye diyorsun?” “Provaya.” Prova denilen şeyi çocuk bir meslek sanmış!
Siz karı koca, yurt dışındaki oyunları takip ediyorsunuz, dünya edebiyatıyla yakından ilgilisiniz…
Engin: Evet. Mesela Londra’ya gidiş sebebimiz, öncelikli olarak oyunlar, müzikal ve baleler. Can’dan önce, 4 günde 5 eser izlediğimiz oluyordu. Artık şöyle yapıyoruz: Ben balelere gitmiyorum, Can’a bakıyorum. Beyza da bazı oyunlara gelmiyor, Can’la kalıyor. Ama yine, kendi alanlarımızda beslenmeye devam.

Nergis Öztürk’le uzun süre “Akciğer”i sahnelediniz. Çok ses getiren, beğenilen bir oyun oldu…
Engin: “Bu dünyaya yeni bir birey getirelim mi?” diyen bir çift, doğuma karar verme noktasında, bir anda dünyanın geleceğini konuşmaya başlıyor. Karbon salınımı, suların azalması, küresel iklim değişikliği… “Konu Gelecekse Hassasiyetimiz Var” projesiyle, benzer mesajlar aslında. Yani ben 6-7 senedir sahnede zaten bunları konuşuyorum.

Bu sezon, bir de “Anne” isimli oyunun sahneleniyor. Bitmedi! Yeni bir yolculuk daha başladı senin için: Ben Nazım Müzikali…
Engin: Aynen öyle! 11-12 gün içerisinde 2,5 saatlik bir performansı çalışmak ve çıkarmak durumunda kaldım. Ama halimden fevkalade memnunum. Çünkü inanılmaz değerli hocalarla çalışıyorum. Mehmet Balkan, dünyada çok önemli bir yönetmen. Özellikle opera balede, müthiş bir koreograf. Onunla çalışmak benim için büyük bir şans. Sonra Rengim Gökmen Hoca var orkestranın başında. O zaten inanılmaz bir deha. Zülfü Livaneli’nin müzikleri var, o unutamadığımız besteler… E bir de Nazım’ın çok sevdiğim şiirleri, baktım ki harika bir işin içerisindeyim! Onlar, Nazım’ın duygusunu, hayatı ve aşkları üzerinden aktarabilecek bir oyuncu arayışını girmiş. Ama dans edebilen, şarkı söyleyebilen ve koroyla birlikte hareket edebilen bir oyuncu. Bana geldiler. Bu da beni çok gururlandırdı tabii.

Tüm bunları yapabilen oyuncu çok mu? Şarkı söyleyebilen, dans edebilen…
Engin: Çok değil ama var tabii. Benim şansım, 2. sınıftaydım, Yıldız Hoca bana dedi ki, “Bak, yukarıda şan bölümü var. Şan bölümünde de Müveddet Günbay var. Benim çok yakın arkadaşım. Boş saatlerinde gidiyorsun ve orada şan dersleri alıyorsun!” 17-18 yaşındaydım. Gittim ve dediğini yaptım. Bugün anlıyorum ki, Yıldız Hoca beni bugünlere hazırlıyormuş.

Dans?
Engin: Dans yanımda! En büyük desteğim Beyza! Ne mutlu bana ki, Beyza’yla birlikte, dans çok yoğun bir şekilde hayatımda var. Görselimde var, fikrimde var, gittiğimiz oyun ve operalarda var. Akşamları beni çalıştırdığı da oluyor.

Yakın zamanda Netflix dizisi “Pera Palas’ta Gece Yarısı” ve Gain’deki, ‘Orta! Kafa! Aşk! dizileriyle izledik seni…
Engin: Evet. Farklı işlerin içinde yer almayı seviyorum. İki işten de çok keyif aldım. “Orta! Kafa! Aşk!”ı Cengiz Bozkurt’la çektik. Komedi işiydi. Bambaşka bir format. Tatlı, farklı bir iş oldu.

Bir filmin daha çekimleri tamamlandı. Bir kara komedi filmi: Tamirhane. Senin için önemi ne bu filmin?
-“Tamirhane” çok duygusal bir iş. Bülent Şakrak yazdı. Biz Kenter Tiyatrosu’nda Bülent’le, arka tarafta dekor çakarken, “Oğlum, şöyle bir fikir var aklımda!” diye anlattığı günleri hatırlıyorum. Rahat bir 15 senesi var. Ben daha o zaman, “Bu çok iyi fikir! Ne olur noterden filan ne yapacaksan yap, onaylat!” demiştim. Bülent’in yeğeni, konservatuvara girerken benim de destek olduğum Erkan Kolçak Köstendil, yönetmenlik merakıyla büyüyen bir genç oldu. Bülent’le beraber, bu projeye ilgili çalışmaya başladılar. Tabii ki Erkan kendi dehasıyla, projeyi çok daha güzel bir yere getirdi ve yönetti. 4-5 ay önce de Bülent, “Yapıyoruz, hadi gel!” dedi. Onlara da destek olmak için büyük bir keyifle gittim. 11 Kasım’da vizyonda. İlginç ve yaratıcı bir iş oldu.

Beyza’cım, konservatuvarlısın, dans kökenlisin, müthiş bir dansçısın, aynı zamanda eğitmensin, oyuncusun… Senin de on parmağında on marifet… Dans aşkın nasıl başladı?
Beyza: Kimya mühendisi bir anne-babanın çocuğuyum. Dans aşkıma kimse anlam verememiş aslında. Çocukluğumda, vitrinde babet görüp, “Bak, bale ayakkabısına benziyor, n’olur bunu bana alın” demişim. Bitmez tükenmez bir dans aşkı! Annem araştırıp, beni doğru yerle buluşturmak istemiş. Gülen Andak’la başlamıştı hikayem. Sonra İstanbul Devlet Operası Çocuk Balesi. Sonrasında Mimar Sinan’a konservatuvara girdim. Devam eden orta-lise-üniversite ve ardından yüksek lisans öğrenimimle beraber, dans hep hayatımda oldu. Ve hiç çıkmadı. Dans en büyük tutkum. Sonrasında oyunculuk da eklendi. Seçmeli derslerimi tiyatrodan almıştım. Zeliha Hoca sağ olsun, bana öyle bir kapı açtı. Ve derken, hayatımı bu sektörün içinde buldum.

Studio iN de devam ediyor…
Beyza: Tabii tabii. Prova mekânı arayışındayken, geçen yıl beraber kurduk. Bir hayalimizi daha gerçekleştirdik. Okul gibi değil de çok amaçlı bir stüdyo. Hem performans sergilenen hem insanların prova yaptığı hem de öğrencileri, alanında iyi olan insanlarla buluşturabildiğimiz bir yer oldu. Bizim de nefes aldığımız yer. Can’ı okula bıraktıktan sonra oraya gidiyoruz ve üretmeye başlıyoruz. Okuyoruz, dinliyoruz, konuşuyoruz. Arkadaşlarımız geliyor, kreatörler geliyor, onlarla yeni projeler üzerine kafa yoruyoruz.
Engin: İstinye’de, 150 metrekare tek kat bir yer.
Beyza: İçinde performanslar sergilenebiliyor. Küçük bir sahnesi var, piyanosu dinletisi de yapılabilecek. Atölyeler gerçekleştiriyoruz orada. Çocuklar gelip benden dans ders alıyor. Yetişkin bale dersi de veriyorum. Engin, Onur Ünsal ve Büşra Firidin’le birlikte oyunculuk atölyesi gerçekleştiriyor. Gelen insanlara tecrübelerimizi aktarıyoruz. Bizim vahamız oldu orası! Can da artık 4 oldu. Bu sene daha aktif ve sahalara dönmüş durumdayım!

Yorum Bırak

4 + three =