Yaşamak istiyorsan yaşat!

Başka bir şey Azra Kohen
Başka bir enerji…

Başka bir kafa…

Başka bir bakış açısı…

İleri, çok ileri…

Bilgili, donanımlı, hızlı, zeki…

Fişek gibi bir kadın…

Resmen nehirler gibi akıyor, çağlıyor…

Ağzınız açık kalıyor!

O bilgi âşığı bir öğrenci, o bir modern zaman filozofu…

Bu, benim onunla ikinci röportajım.

‘Fi’, ‘Çi’, ‘Pi’ çıktığında da sohbet etmiştik.

O zaman da zekâsından ve birikiminden çok etkilenmiştim, şimdi de etkilendim.

Kendini yazar olarak tanımlamıyor ama hayatında yazdığı ilk üç kitapla Forbes ve D&R’a göre Türkiye’de 2015’in en çok satan yazarı oldu.

O ise “Çok okunmam değil, anlaşılmam önemli” diyor.

Gezegene katkı sağlamak için yazdığını söylüyor.

Yeni kitabı ‘Aeden-Bir Dünya Hikâyesi’ de yeni çıktı. Bu kimselere benzemeyen kadın, katman katman açılan bir kitap yazmış. Hikâye, çok renkli fantastik bir dünyada başlıyor, günümüze uzanıyor. Azra Kohen fena halde yaşadığımız zamanlara ayna tutuyor…

Okuyun, pişman olmayacaksınız…
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu

Ve Azra Kohen karşımda… Sen, kimselere benzemeyen bir yazarsın… Yazar ya da edebiyatçı olmak için yola çıkmadığını söylemiştin önceki röportajımızda ama Forbes’e ve D&R’a göre 2015’de en çok satan kitap seninki olmuş. Üstelik Türkiye’de basılan tüm kitaplar arasında… Ne hissettin?

-Sorumluluktan kaynaklanan tedirginliğin huzuruyla harmanlandım desem…

Peki nasıl açıklıyorsun bu durumu? Hem yazar olmak isteme, hem de ortalığı toz duman et!

-Estağfurullah! İhtiyaç… Bir ihtiyaca cevap vermekten daha doğal ve kolay bir şey yok aslında. Okullara gittiğimde genç insanlara hep, “Mızmızlanmayı bırakın ve eksikliğini çektiğiniz şeye dönüşün!” diyorum. Sanırım, kitap yazmak benim eksikliğini çektiğim şeyin bir parçası olma çabam. Edebiyat ödülleri beklemiyorum, hayata katkısı olsun yeter!

BİLMEK VE ANLAMAK ZORUNDAYIZ

Neden bu kadar çok okunuyorsun? Sence bir ‘ihtiyaca’ karşılık veriyor olman mı durumu açıklayan?

-İnsanlar bilgilenmek istiyorlar, öğrenmeye açıklar ama bilgi edinmek okul yıllarından itibaren keyif veren bir ritüel olmaktan çıkarılıp öylesine eziyetli bir işkenceye dönüştürülmüş ki, ‘eğitim travması’ olan varlıklar haline gelmişiz. Ben de o yüzden, bilinmesinin fark yaratacağı, otoriteler tarafından onaylandığına emin olduğum bir sürü bilgiye hizmet edecek hikâyeler, karakterler yazıyorum…

Amacın yaşadığın gezegene katkı sağlamak! Bunun için mi yazıyorsun?

-Bilmek ve anlamak zorundayız. Dünya, ortasında bir çekirdeği bulunan, çekirdeğin etrafı suyun dördüncü formu olan hydroxyl ile çevrelenmiş, elmas gibi dayanıklı termal iletkenlerle bezenmiş dev bir mekanizmaya sahip, canlı bir hücre! İnsan, anlamadığı şeyi koruyamaz. Bize hayat veren bu gezegeni önce anlamakla başlıyor her şey. Buna aracı olabilirsem ne âlâ! Belki de Yaradan bizi buraya, bu gezegeni yok etmeyecek zekâda olup olmadığımızı test etmek için koydu. Ancak yaşatıyorsan yaşıyorsun belki de…

Derdin okunmak değil, anlaşılmak mı?

-Kesinlikle!

Peki yazdığın türün adı ne? Seni, bir kalifikasyona sokamıyorum ben… Ama yazdıklarını, kafanın çalışma biçimini, bana düşündürdüklerini çok çok beğeniyorum. Hadi söyle, sen, büyücü müsün, kimsin, nesin? Bu kitapları niye yazıyorsun?

-Çok sevindim zihnine girebilmiş olmama! Çok sıradan biriyim. Öğretmen olmak isteyen bir öğrenciyim. Ama yanlış anlaşılmasın, öğretmen falan olmuş da değilim. Dört kitap yazdın diye bir şey olmuyorsun. İnsanlık için çalışan gerçek bilim adamlarının, mühedislerin, Leonardo da Vinci gibi gerçek sanatçıların yanında kim olabilirsin ki! Çaresizlikten yazıyorum. Keşke başka yöntemler de geliştirebilsem ama şimdilik hissettiğim çaresizliği bir tek yazmak hafifletiyor.

Şimdi de yeni kitabın ‘Aeden’ çıktı. İnsanlar deliler gibi okuyor. Kitap, katman katman açılıyor. Üstelik insanın kendini alamadığı çok renkli bir fantastik dünyaya açılıyor… Ve sonra her şey yaşadığımız dünyaya uzanıyor. Seninki nasıl bir hayal gücü?

-Çok bilimsel bir hayat gücü! Aeden’in güneşi mor, çünkü astrofiziksel bir nedeni var. Kitabımın kahramanları Numi incecik bir kız olmasına rağmen 350 kilo, Sonje 400 kilo… Ama hepsinin mantıklı, bilimle örtüşen açıklamaları var. Çok araştırıp, özellikle benim gibi astrofiziğe, fiziğe, kimyaya, biolojiye pek meraklı olunca hayal gücün malzemelerle dolup taşıyor.

‘Aeden’, cennete gönderme mi? Bir tür kendi cennetini mi tarif ediyorsun?

-’Aeden’ sözcüğü, Kuran-ı Kerim’de cennet olarak geçiyor. Herkesin cenneti kendine göredir diye düşünüyorum. Benim için cennet bir bilim düzeyi. Önemli olan bir yerin ne kadar güzel olduğu değil, ne kadar bilinçli olduğu. Muhteşem bir gezegende bilinçsiz varlıklarla yaşamak, cehennemde yaşamak gibi de olabilir.

MAALESEF BİLİNÇ DÜZEYİMİZ ÇOK DÜŞÜK

Dünya, başka bir gezegenin cehennemi mi yani?

-Muhteşem bir gezegen burası… Ama maalesef bilinç düzeyimiz çok düşük. Bu bilinçle nereye gidersek gidelim, cehennemi yanımızda götüreceğimizi düşünüyorum. Yine de karamsar değilim, ileride cana sahip çıkılan ve nefes kaynağımız ağaçları kesmenin yasak olduğu bir uygarlık kurabildiğimizde, cennetle de tanışacağımıza eminim. Cennet, ancak biz var edebiliyorsak, içine girmeye hak kazanacağımız yer.

Kitabın her sayfasında da bilgi var. Seni yakından tanıyan birine sordum, “O sabahları, 7 ile 10 arasında bilimsel makale okur” dedi. Bu doğru mu?

-Evet, doğru. Oğlumla her sabah 6’da kalkarız, onu 6.45’te servis alır ve ben 10’a kadar limonlu çayımı içer, makalelerimi okurum. Çünkü bu zaten, benim eğitimimin de bir parçası.

Laureate Kütüphanesi’ne üyeymişsin, makale ve tez okumaya bayılırmışsın. Nasıl bir şey bu? Aklından zorun mu var?

-Yoo hiç değil. Bilimdeki her şey önce teori. Ve bilim dünyası, bu teorilerin gerçekliğini ortaya koymak için hayatlarını buna adayan matemetikçiler, fizikçiler ve biyologlarla dolu… Onları izlemek ve okumak, dizi film izlemekten daha keyifli geliyor bana.

Eşin bilgisayar mühendisi, ailende de mühendisler var. Senin kafan da sanatçı kafası gibi ama aynı zamanda mühendis kafası. Sence, seni en iyi tanımlayan özellikler neler?

-İşlevselcilik… İşlevi olan şeyleri çekici buluyorum ve ediniyorum. Bütünleştirici bir bakış… Her şeyin birbiriyle bağlantısı olduğunu bilmek bana huzur veriyor. Dev bir evrende yapayalnız küçük bir ‘tek’ olmaktansa, dev evrenin küçücük bir parçası olmayı seviyorum!

Biz, gerçekte doğduğumuz andaki evrenin resmi miyiz?

-Astrolojiyi, falcılıkla eşleştirmiş, küçümseyen bir kültürden geliyoruz. Ama aslında nasıl bu gezegendeki tüm memelilerin yumurtlaması bile bir gök cismi olan uydumuz aya bağlıysa, yani ürememizi bir gök cismi etkiliyorsa, başka nelerimiz evredenden etkileniyor olabilir? Biz evrenin bir parçasıyız ve kendimizi dünya gezegenine sanki uzay dışından düşmüş varlıklar olarak görmeyi bırakıp, evrenin parçası olduğumuzu, güneşteki bir patlamanın o yıl içinde alınacak buğday hasatını nasıl etkiliyorsa, evrende olan her şeyin bizi etkileyeceğini anlamak zorundayız.

Sen bize “İnsansı olmaktan vazgeç, insan ol!” mu diyorsun? Nasıl hücreler bir araya geliyor organ oluyor, hizmet ediyor? Bizim de öyle mi yapmamız gerekiyor?

-Ben kimim ki! Ben söyledim diye değil tabii. Fark ettiklerimi, fark etmenizi istiyorum. Tarihten aldığımız dersleri birlikte çalışmak ve bilinç seviyemizin bir olmasını diliyorum. Çabada olmak istiyorum ama hep birlikte. Nedenini de ‘Aeden’de anlattığım gibi, evren bilinçtir, madde değil…
Aeden-Bir Dünya Hikâyesi/Azra Kohen (Destek Yayınları/616 sayfa-34 TL)

BOYUTLAR ALGILADIĞIMIZ KADAR DEĞİL

İki boyutlu canlılar var, üç boyutlu canlılar var, bir de dört boyutlular… Açar mısın bunu?

-Varoluş, katman katman. String Teori, 10. boyutun var olduğunu sunuyor bize. Bizse şu anda boyutların sadece üç tanesini algılayabiliyoruz. ‘Aeden’de anlattığım gibi, bizler üç boyut algısında, derinliğin, genişliğin, yüksekliğin içinde hareket edebilecek kadar algılayabilen varlıklarız ama boyutlar sadece bizim algıladığımız kadar değil!

Peki dördüncü boyut?

-Dördünce boyutun, zaman olduğu düşünülüyor. Ama biz zamana tabi olduğumuzdan, zamanın içinde hareket edemiyoruz, akıştayız ama kontrolde değiliz.

Şunu anlamaya çalışıyorum: Eğer bir dördüncü boyut varlığı beni görseydi, babamın bedeninde var olduğum o ilk anımdan, ölüp toprakta hücre hücre parçalandığım o son anıma kadar her halimin her anını, katman katman bir bakışta görebilirdi. Yani bir bakışta benim tüm olasıklar içindeki, tüm zamanlardaki, tüm hallerimi görebilirdi. Üç boyut algısında bir varlık olarak ben bir karıncadan ne kadar üstün isem, dördüncü boyut algısında bir varlık da benden en az o kadar üstün!

Ve sen hayata, yaşama saygısı olmayan, etrafındaki her canlıyı yağmalayan bir organizmanın dördüncü boyut algısına çıkamayacağını söylüyorsun…

-Evet aynen öyle! Tekamülüne izin vermeyeceğini düşünüyorum. Belki de biz, bunun testindeyiz. Sanki sistem, “Bakalım bu varlık ne olursa olsun neyin önemli olduğunu hatırlayabilecek mi?” diye sorguluyor .

Sen bütün bunları anlatınca, “Bu kadın delirmiş!” diyenler olmuyor mu?

-Bilmem, sanırım umursamayı bırakalı çok oldu!

YAŞADIĞIMIZ ŞEYİN ADI TEKAMÜL

Biz, şu anda ne yaşıyoruz?

-Tekamül. Dünyadaki kutuplaşma, cana sahip çıkanlar ve çıkmayanlar olarak iki ana kanada ayrılana kadar devam edebilir. Cana sahip çıkmayanlar, çıkanlardan daha aktif olduğunda, tarihten de biliyoruz ki, medeniyetler çöküyor! Mısır, Roma gibi medeniyetler bile, en üst tabakada çokluk içinde yaşayanlar, en alt tabakada yokluk içinde yaşayanları umursamadığında çöktüler. Çokluktakilerin, yokluktakileri ırk, din, kültür farklılıkları gibi bahanelerle dışlaması ile başlıyor tüm çöküşler. Umarsamazlık, cehennemin kapısıdır.

Peki neyin bocalaması, neyin kavgası bu? Hem Türkiye’de hem dünyada?

-İnsanlık, evren saatine göre, yaklaşık 11 saniyedir dünya gezegeninde. Hepimiz genç organizmalarız. İnsan değiliz, insansıyız!

Nasıl yani?

-İnsan potansiyelleriyiz, insan olmaya aday bebekleriz. Bir bebeğin, anlayış kıtlığı içinde, kendine ve diğer bebeğe zarar vermesi gibi zarardayız. Oğluma hep söylediğim bir şey var: “Yaşamak istiyorsan, yaşat! Bugün yaptığın şey, yarın sana dönecek. İşte şimdilerde bunun dersini alıyoruz. Hayat, yaşamı hak edip etmediğimizi sınıyor. Kendini güçlü zannedip başkasını ezen, uzun vadede varoluşta yer edinemiyor. İnsanlık tarihi, bunun dersleriyle dolu. Çok zeki olmaya gerek yok, azıcık ucundan başından tarih okusak yeter!

SADECE 11 SANİYE!

Şu 11 saniyeyi iyice açıkla bana! Nasıl yani sadece 11 saniyedir varız? Neye göre böyle değerlendiriyorsun? 4.5 milyar yıldır var bu gezegen diye biliyorum…

-Evrendeki en eski yıldızların yaşına ve evrenin genişlemesine bakarak, başta NASA olmak üzere, astrofizikçiler tarafından yapılan hesaplamalarda, evrenin yaklaşık olarak 14 milyar yıldır var olduğu sanılıyor. Dünya ise 4.5 milyar yıldır var. Modern insan ise 200 bin yıl önce ortaya çıkmış. Evrenin varoluş zaman çizelgesine insanın var oluşunu yerleştirdiklerinde, ancak 11 saniyedir var olduğumuzu görüyorlar.

Çok acayipmiş!

-Evet. Mesela dünya, 10 saat 35 dakikalıkken ilk bitkiler çıkmış, 11 saat 25 dakikalıkken dinazorlar, sonra kuşlar, memeliler, derken dünya yaklaşık 12 saatlikten insanlar ortaya çıkmış. Ve uzun lafın kısası, modern insanın varoluşu, evren ve dünyanın varoluş periyodunun yanında 11 saniye kadar bir şey. Yanlış anlaşılmasın bunu ben söylemiyorum. Bilim dünyasında kabul görmüş bir görüş bu. Ünlü asro fizikçi Carl Sagan ve Neil Degrasse Tyson bunu çok güzel anlatmışlardır.

Yani var olan tüm kültürler ve insana dair bildiğimiz her şey, dünya gezegeninden uzaya çıktığımızdaki zaman akışıyla kıyaslandığında 11 saniye içine sığıyor.

-Aynen öyle! Ama biz, kendimizi ne kadar önemli zannediyoruz değil mi? Aslında hızla çoğalan ve tüketmekten başka bilinci olmayan bakteriler gibiyiz, eğer tükettiğimizi üretip bir başka amaca hizmet edemezsek… Yaşadığı gezegendeki tüm yaşamı köleleştirmiş ve bunu üstünlük sanan bir varlık, kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi yüce bir varlık olabilir mi? Kendimizle yüzleşmeden başlamıyor bu insanlık yolculuğu. Cana sahip çıktığın kadar insansın, yoksa parazitsin! İnsan olmak, sadece bedenlenmekle olmuyor. İnsan potansiyeline sahip, emek verirsek, insan olma yolunda ilerleyebilecek varlıklarız ama henüz insansıyız!

BİR MASALCI TEYZE!

Derdimiz gücü elde etmek mi? Bunun için mi kavga ediyoruz?

-Evet. Korku, güç tutkusunun kaynağı bence. Korkan insan güçlenmek ister. Güçlenen insan da, hâlâ korkuyorsa, çevresini ezer hale gelir! Peki nedir güç? Her şeye rağmen insanlığını korumak mıdır, yoksa her şeye rağmen hayatta kalabilmek mi? Açlık zamanında bebekleri yesek hayatta kalmış olurken güçlü mü oluyoruz, yoksa doğruda durup açlıktan ölsek mi güçlüyüz? 11 saniyedir gezegene yayılmış insansı, korkak bebekleriz, evet güç için kavga ediyoruz çünkü başka türlü sorunlarımızı çözmeyi henüz bilmiyoruz. Öğreniyoruz.

Sence hepimizin dünyaya gelme nedeni mi var?

-Bizler, bir organın hücreleriyiz. Ancak birleştiğimizde vücut oluşabiliyor. Çünkü ne olursak olalım, işlevsel olmak zorundayız, ama başına buyruk hücreler olarak sistemsiz bir şekilde birbirimizle savaşır haldeyiz. Yaşama savaş açmış, kanserli hücreler gibiyiz!

Yani görevlerimiz mi var?

-Olmalı.

Seninki ne?

-Sanırım öğrenci bir masalcı teyzeyim ben. Masal anlatıyorum. Pek karizmatik bir görev değil ama keyifli. Çünkü anlattığım her şey, köklerini gerçeklerden almak zorunda. O yüzden de hep öğrenci kalmak zorundayım.

Modern zaman filozofu musun sen?

-Düşünen biriyim. Filozof büyük kelime.

Peki insanların en çok neyi anlamasını istiyorsun?

-Candan daha değerli hiç bir şey olmadığını, kimin ve neyin canı olursa olsun!

HER ŞEYİ HAK ETMEMİZ GEREKİYOR

Öğrenemiyorsak, işe yaramıyorsak, bilinç olarak yükselemiyorsak, yükselinceye kadar o dersler tekrar tekrar önümüze mi geliyor?

-Etrafına, kendi hayatına, tarihe bak Ayşe. Aynı senaryo, farklı karakterlerle ulusların bile başına geliyor. Sadece bireysel farkındalığımız değil, toplumsal farkındalığımız da teste tabi. Ya diğerlerinin yaşanmışlıklarından dersler alabiliyoruz, ki bu kolay yol ya da yaşayarak öğrenmek zorunda kalıyoruz.

Hayatı, hak etmemiz mi gerekiyor?

-Bence sahip olduğumuzu sandığımız her şeyi hak etmemiz gerekiyor.

Şimdi artık bunları konuşma zamanı mı?

-Kesinlikle! Alttan öyle bir nesil geliyor ki kimse onları tutamayacak! Birini öldürsen 10 tane doğacak yerine. ‘Pi’de dediğim gibi, hayat hepimizden daha akıllı!

Türkiye, cehennem kapısı mı? Neden?

-Evet. Çünkü bizden sonrası kaynıyor. Batı’nın sözde uygar ama özde umursamaz insanıyla, Doğu’nun sözde gelişmemiş ama özde umursanmaz insanı arasında Türkiye. Bu topraklarda olanlar dünyayı etkileyecek.

Bu topraklar özel topraklar mı?

-Bu toprakların insanı rengârenk aslında. Amerika da çok renkli ama kültürler kaynaşmış değil. Mahallelere bile ayrılmış durumdalar. Böylesine rengi bir ülke içinde barındırıp bu kaynaşmışlıkta olmak büyük başarıyken, şimdi bizim ayrılmamızı, iyice ayrışmamızı, mahallelere ayrılıp apayrık kalmamamızı daha kârlı bulanlar var. Bu toprakların özelliği, birleşme konusunda dünyada benzersiz olabilmemiz. Zamanı gelince dünyaya örnek olacağımızı biliyorum.

İnsan olmak için harekete geçin diyorsun, ne yapacağız?

-Önce her birimiz ne için dizayn edildiğimizi, en iyi yaptığımız işi bulacağız ve her türlü gelişmeyi kaynağından takip edebilmek için mutlaka İngilizce öğreneceğiz.

Peki sen nereden hükmediyorsun bu anlattıklarının doğru olduğuna? Bu, ego olamaz mı? Bu kendine aşırı güven nereden kaynaklanıyor?

-Hiçbir şeyin iddiasında değilim aslında. Tarihin bize sunduğu tekerrürleri, insan organizmasının neden-sonuç ilişkisi içindeki hallerini, istatistiksel verileri, ekonomik analizleri sentezlemeye çalışıyorum ve olguları hangi köşesinden tutmaya çalışırsam çalışayım var olan her şeyin nasıl da zincirleme bir reaksiyonla birbirine bağlı olduğunu fark ediyorum. Kafama göre değil tabii. Benden çok daha zeki insanların yaptığı araştırmaları, analizleri kullanarak. Anlamsızlığa anlam bulmaya çalışınca buralara kadar geliyorsun, insanlar seni aşırı güvenli falan sanabiliyorlar. Ben kendime değil, araştırdığım bilginin doğruluğuna güveniyorum. “Hayat utandırmasın!” diyeyim.

Neredeyse evrenin sırrını çözdüğünü düşünen bir kadın var karşımda. Bu nasıl olur?

-Yok Ayşe! Evrenin sırrı yok, bizim bilmediklerimiz var ve aslında karşında, evrenin sırrını çözmüş biri değil, kendi cehaletini kabul etmiş biri var. Cahilliğimi kabul edince, yorumlarım belki kulağa daha iddialı geliyor ancak iddia değil, arayışımın açlığının hissi bu.

Yorum Bırak