Bu oyunu oynama yanarsın!


Bak yazıyorum buraya… Ba-yı-la-cak-sı-nız!
Kıpırdamadan izleyeceksiniz.
“Ay hayır!” diye bağırarak.
Gerginlekten ölerek.
Gülerek.
Şaşırarak.
Hayret ederek.
Tokat gibi çarpan bir film.
Hikâye o kadar iyi örülmüş ki; o kadar iyi akıyor ki zamanı unutacaksınız.
Ferzan Özpetek yapımcılığında Serra Yılmaz yönetmenliğinde çekilmiş.
Ve oyuncuların hepsi birbirinden iyi.
Hepsini tebrik ediyorum, gerçekten müthişler.
Şiir gibi film.
Gerilim şiiri!!!!
İki kere izledim.
‘Cebimdeki Yabancı’ bu yılın en iddialı filmlerinden biri olacak bence. İlişkiler ve sırlar üzerine çok sarsıcı bir film. Görün bakın üzerine çok konuşulacak. Filmin adaptasyon olmasının da hiç bir önemi yok. Aslında bir İtalyan filmi, ama bütün dünya ülkeleri şu anda kendi yorumlarıyla yeniden çekiyorlar.
Yedi yakın arkadaş şahane bir akşam yemeğinde, güya masum görünen bir oyun oynamaya kalkıyorlar; telefonlarını masaya bırakıyorlar; o andan itibaren gelen WhatsApp mesajları sesli okunuyor; gelen telefonlar hoperlörden hepsi tarafından dinleniyor…
Ve kıyamet kopuyor!
2 Şubat’ta vizyona girecek, gerçekten kaçmaz…

ŞÜKRÜ ÖZYILDIZ: MASUM DEĞİLİZ HİÇBİRİMİZ!

Vayyyy! Nefessiz izledim. Gerildikçe gerildim, hayret ettim, “Yok artık!” dedim, tokat gibiydi… ‘Cebimdeki Yabancı’ neyin filmi sence?
– İçinde yaşadığımız çağın filmi. İster “Teknoloji” de, ister “Modern zamanlar” de, iletişim biçimimiz tamamen değişti. Eskiden, kanlı-canlı görüşürdük. Yüz yüze, göz göze… Şimdi artık iletişime geçmek için yan yana olmak gerekmiyor. Görüşmenin fiziksel olması gerekmiyor. Bu da tabii beraberinde bir sürü başka şey getiriyor: Duygularını gizleyebilirsin, nerede olduğunu söylemeyebilirsin, yüz yüzü olmadığın için her konuda yalan söyleyebilirsin. Yani sen, canının istediği biri olabilirsin. Karşındakine kendini, kendin gibi göstermeyebilirsin. Böyle de yapıyoruz. İlişkilerimizi bu sanallık üzerinden kuruyoruz. E yasak olan hep çekicidir, artık yasak olanı da böyle yaşıyoruz! Kısacası iletişim biçiminin değişmesiyle birlikte insan da değişti. Bu film de bence insanın geldiği noktayı, zaaflarını ve karanlık yanlarını anlatıyor.

Şükrü Özyıldız – Leyla Lydia Tuğutlu

Canlandırdığın karakteri oynarken ne hissettin?
– ‘Sinan’, oynaması ultra keyifli bir karakter. İzleyenlerin kızacağı, hatta nefret edeceği bir tip. Ama benim için oyuncaklı bir rol, bu da beni çok heyecanlandırdı.

Sevgilin izinsiz telefonuna baksa huzursuz olur musun?
– Olurum. İlişkide birbirinin telefonuna bakma ihtiyacı varsa, orada zaten başka bir güvensizlik vardır. Bunu da telefona bakarak çözemezsin. Farkındalığı olan insanlar, bu noktada bir tuzağa düşüyorlarsa, “Gel bir oturalım, konuşalım” demeliler. Tekamülün ilk basamağıdır güvenmek. Güvenmiyorsan zaten o ilişkide olmaman gerekiyor…

Telefonun senin de kara kutun mu?
– Tabii ki. Hepimizin olduğu gibi…

Peki bu filmden “Yaşadığımız hayatlar yalan, herkes birbirini aldatıyor!” gibi bir sonuç çıkmıyor mu?
– Kısmen. Bir ilişki yaşarken, işin içine yalan giriyorsa, e demek ki karşındaki seni tamamlayan insan değil ya da sen biriyle birlikte olmaya henüz hazır değilsin. Bunları fark etmeden, oralarda top gezdiriyorsak, yanlış yapıyoruz demektir. O yüzden ben her zaman, ortada bir sorun varsa, kaynağına inme taraftarıyım.

Cep telefonu aynı zamanda bir ‘kabus’ mu? Kendine ait bir dünyayı yaşamana fırsat tanıyor ama aynı zamanda bir yakalanma aracı…
– Valla, telefon burada bir metafor. Bir ilişkide yalan söylüyorsan, o yalanın ortaya çıkmaması gibi bir şey söz konusu değil. Ya da çıkmaması için harcayacağın ekstra mesai sana daha büyük külfet. O yüzden mesele telefon değil, sensin…

Film teklifi geldiğinde ne hissettin?
– O sıra başka bir iş için birileriyle görüşüyordum, üstelik anlaşmış gibiydik. Ama Ferzan’dan teklif gelince, bir anda her şey değişti. Hani bazı anlar vardır, kaçırmaman gerektiğini bilirsin. Öyle bir andı. Verdiğim sözlerden dönmek zorunda kaldım. Epey sıkıntı oldu ama yapacak bir şey yoktu çünkü söz konusu kişi Ferzan Özpetek’ti… Adını bile söylediğin zaman herkes bir duruyor. Onunla çalışmak istemeyen bir oyuncu olamaz.

Önce senaryoyu mu okudun, yoksa orijinalini mi izledin?
– Senaryoyu okudum. Orijinalini özellikle izlemedim. Çünkü oyuncunun düşeceği bir tuzak var orada. Refleks olarak orada izlediğin oyunlara gitmek istersin. Ben kafamda nasıl bir adam canlandırıyorsam, onu oynamak istedim. Bana göre benimki daha gerçekçi.

Ne kadar eğlendiniz çekerken?
– Çooook. En eğlendiğim iş olabilir. Ama en çok yorulduğum iş de… Hiçbir aksiyon sahnesi yok, film iki saat içinde, bir akşam yemeğinde olup bitiyor. Ve hep aynı masadayız. Ama bunda daha çok yoruldum! Tabii bir o kadar da eğlendim, bu biraz da ekibin enerjisiyle alakalı…

Serra Yılmaz’ın yönetmenliği nasıldı?
– Oyunculuktan geldiği için, oyuncunun halinden anlıyor. Müthiş bir rahatlık.

Peki Ferzan etkisi nasıldı?
– Muazzam bir ikili olmuşlar. Ferzan’ın proje tasarım aşamasındaki müdahalesiyle, Serra’nın rejisel aşamadaki müdahaleleri şahaneydi.

En masum kimdi?
– Masum değiliz hiçbirimiz…

Bu filmde oynadıktan sonra, “İnsan kötü bir varlık!” dedin mi?
– İnsan kötü değil ama zaafları olan bir varlık. Zaaflarını gizleyip gizleyememen de senin yaratıcılığına kalmış.

Senin oyunculuk kariyerinde bu film nereye düşer?
– İnşallah bir kilometre taşı olur. Ama tabii buna izleyenler karar verecek…

BUĞRA GÜLSOY: SEVGİLİMİN TELEFONUNA ASLA BAKMAM!

Buğra Gülsoy – Şebnem Bozoklu

‘Cebimdeki Yabancı’ neyin filmi sence?
– Hepimiz her an, her yerde telefonumuza bakıyoruz. Beğenelim, beğenmeyelim; durum bu. Kendi kendimizle yalnız kaldığımız an, telefonumuzu kurcalıyoruz. Eskiden, vakit geçirmek için düşünüyorduk, belki o anda bir sorun hallediyorduk ama artık telefonumuzla meşgulüz, onun üzerinden sosyalleşiyoruz, iletişim kuruyoruz. “İleride robotlar olacak” filan diyoruz ya ben tam tersine, insanların robotlaşacağına ve donuklaşacağına inanıyorum. Biz artık hayatlarımızı, bu ‘kara kutu’ dediğimiz telefona sığdırdık. Onun sanal gerçekliğinin içinde yaşıyoruz. O yüzden bu film insanları çarpacak! Karakterler dahil her şey çok gerçek…

Bu filmden çıkan sonuç… Yalan bir dünyada mı yaşıyoruz yani?
– Bu kadar karamsar yaklaşmak istemem ama hepimiz insanız, sırlarımız, zaaflarımız var. Keşke konuşabilsek, keşke açık olabilsek birbirimize. Tıpkı çocuklar gibi. Onlar filtresizdir. Seviyor musun? – Hayır. İstiyor musun? – Evet. Filmde de diyor ya: “Keşke ayrılmayı becerebilsek…” Biz bunu da beceremiyoruz…

O zaman bu cep telefonu bir kabus mu?
– Evet, böyle hissettiğim zamanlar oluyor. “Bırak ya şu telefonu” diyorum kendi kendime, “Etrafa bak, anı yaşa, hayatı hisset!” Bazen bu yüzden kendimden nefret ediyorum…

Filmi teklif geldiğinde ne hissettin?
– Çok mutlu oldum. Sonra Ferzan ve Serra’yla buluştuk, konuştuk.

Senin için ne ifade ediyor Ferzan Özpetek’le çalışmak?
– Kendini acayip güvende hissediyorsun. Bu film Ferzan yapımcılığında, Serra tarafından çekilmiyor olsaydı öyle hissetmeyebilirdim. Çünkü zor film. Ciddi oyunculuk performansı gerektiriyor.

Peki ne kadar eğlendiniz çekerken?
– Çooook. Daha önce hiçbiriyle aynı sahnede yer almamıştım. Ama inanılmaz uyum sağladık.

Peki bir kadın yönetmenle çalışmak nasıl?
– Kadın yönetmenden çok, oyunculuktan gelme bir yönetmenle çalışıyor olmak iyiydi. Çünkü halden anlıyor. Bir de Serra insan olarak da müthiş biri.

Peki Ferzan etkisi?
– O hep bizim başımızdaydı. Bütün o dünyayı kuran, Serra’yla güzel bir çalışma ortamı yaratan hep Ferzan’dı. Onun gözü çok enteresan. Hepimizdeki fiziksel değişimler filan da hep onun eseri.

Sen telefonuna izinsiz bakılmasından rahatsız olur musun?
– Kimin baktığına bağlı. Ama evet, olurum…

Peki sen sevgilinin telefonuna gizli gizli bakar mısın?
– Hayır, asla bakmam. O işler, üniversite yıllarında kaldı.

Sence çözüm ne? Kimse kimsenin telefonuna bakmasın mı? Herkes telefonu ortada yaşasın mı?
– Bence telefonları bir kenara bırakalım herkes ne söyleyecekse birbirinin yüzüne söylesin…

Filmde en masum kimdi?
– Henüz daha hayatı öğrenmemiş, en gencimiz olan Leyla’nın oynadığı karakter…

En alçak kimdi?
– Ah çok alçak var, hangi birini sayayım…

Bu filmde oynadıktan sonra, “İnsan kötü bir varlık” dedin mi?
– Hepimizin içinde karanlık bir taraf var. Hepimizin gizlisi saklısı var. Bu ille de birilerini aldatmak anlamına gelmese de var. Özümüzde bir yerlerde de bir hata var. Hepimiz kusurluyuz.

“Kendi aramızda da böyle bir oyun oynayalım” dediniz mi?
– Okuma provası sırasında bir ara, “Hadi biz de oynayalım” geyiğini yaptık ama, “Çıkarıp telefonları koyalım!” dediğimizde, konu bir anda geçiştirildi…

Orijinalinden daha iyi olduğu söyleniyor, doğru mu?
– Evet, öyle. Çünkü Ferzan ve Serra sonuna enteresan bir dokunuş yaptı.

Senin oyunculuk kariyerinde bu film nereye düşer?
– Çok önemli bir yere düşer! İyi ki bu filmi yapmışım, iyi ki bu ekiple çalışmışım! İçindeki fikir hiçbir zaman ölmeyecek bir fikir.

Bu izlediğimiz hepimizin hayatı mı? Yaşadığımız ve aslına inmeye cesaret edemediğimiz hayatımız mı?
– Bence öyle! İşte orada yedi arkadaş buluşuyorlar, güya çok yakınlar ama aslında hepsinin maskesi var. Filmin sonunda anlıyoruz ki eğer sorunlarını zamanında konuşabilselerdi, birbirlerine açık olabilselerdi şu an geldikleri noktada olmazlardı…

BELÇİM BİLGİN: NEDEN DÜRÜST OLMAYA CESARETİMİZ YOK?

Serkan Altunorak – Belçim Bilgin

Bir de senden duyalım… Bu film neyin filmi?
– Teknolojinin bizi kendimize nasıl yabancılaştırdığını ortaya koyan bir film. Değişen teknoloji, üretim ilişkisi, ahlaki değerler… Günümüz yani… Tüm bunlar gelişmek olarak mı algılanmalı onu da bilmiyorum ama baş döndürücü bir değişim…

Film, ikiyüzlülüğümüzü mü suratımıza mı çarpıyor?
– Öyle de denebilir. “Neden dürüst olma cesaretimiz yok?” diye soruyor hepimize. Ben de bu soruyu, sormaya değer buluyorum. Hep böyle beyaz yalanlarla başlayan, o yalan kapısını açıp, sonra yalanı meşrulaştıran bir durum var ya hepimiz için, onu yüzümüze vuruyor…

Peki neden böyle yalancı olduk?
– Tabii ki korktuğumuz için! Çünkü yanlış anlaşılmaktan korkuyoruz. Ama yalan atıp, onun peşinden koşmaktan ve o yalanı taşımaya çalışmaktansa, dürüst olmak daha kolay, daha hafif geliyor bana…

Sen telefonunu masaya bırakacak kadar kendine güveniyor musun?
– Eğer yakın arkadaşlarım, sevdiğim güvendiğim insanlarsa neden olmasın?

Filmdeki herkes de öyle söylüyordu…
– Biz de okuma provalarında dedik ama bırakamadık! “Kendi aramızda oynayalım” dedik ama bu laf bir toz bulutu gibi uçtu gitti. O cümlenin üzerinde bile durulmadı. Kimsenin cesareti yok, gerçekçi olalım…

Telefon, senin de kara kutun mu?
– Evet öyle. Hepimizin değil mi? Her şey bir illüzyon oldu ve ciddi bir ikiyüzlülük söz konusu. Artık anlarımızı sadece bir fotoğraf karesine sığdırmak için yaşıyoruz. Mesela bir düğüne gidiyoruz, o büyülü anı yaşamakla alakamız yok, fotoğraf çekip paylaşmanın derdindeyiz. Ben bu konuda uyanık olmaya çalışıyorum. Rodin’le birlikte olduğum zamanlarda, telefonu ortalıktan yok ediyorum. Kendimizden zaman çalabiliriz ama sevdiklerimizden çalmaya hakkımız yok.

Filmi teklifi geldiğinde ne hissettin?
-Çok heyecanlandım. Ferzan Özpetek sinemasında, Serra’nın yönetmenliğiyle eşsiz bir deneyim yaşayacağımdan şüphem yoktu. Öyle de oldu.

Bu, bir tiyatro oyunu kadar az hareketli ve tek mekanlı bir çekim… Ama bir gerilim filmi gibi ağzı açık izleniyor. Nasıl başardınız?
– Bir yemek masası samimiyetini ve gerçekliğini yakalayıp, bütün o duyguları gözlerimize taşımamız gerekiyordu. Kolay değildi. Ama hepimiz çok hevesli ve heyecanlıydık. Elimizden gelenin en iyisi yaptık.

Sen telefonuna izinsiz bakılmasından rahatsız olur musun?
– Elbette. Taciz gibi bir şey bu.

Sen kocanın telefonuna gizli gizli bakar mısın?
– Aklımdan bakmayı geçirdiğim dönemler oldu. Ama şimdi orada değilim, büyüdükçe olgunlaşıyorsun.

Şimdi bakmazsın…
– Bakmam.

O bakar mı?
– O da bakmaz, hiç umurunda değil.

Sence çözüm ne? Kimse, kimsenin telefonuna bakmasın mı? Herkes telefonu ortada yaşasın mı?
– O kadar şeffaf olmaya gerek var mı, bilmiyorum. Ama şeffaf olma sorumluluğumuzun olduğu bazı insanlar var. Onlara karşı yüzde 100 dürüst olmayı deneyebiliriz.

Senin oyunculuk kariyerinde bu film nereye düşer?
– Şu ana kadar yaptığım en deneysel iş olabilir. Çok çok mutluyum bu projede yer aldığım için.

ÇAĞLAR ÇORUMLU: BU AKILLI TELEFONLAR BİZİM KARANLIK TARAFIMIZI HORTLATTI

Sence bu neyin filmi?
– İkiyüzlülükle teknolojinin işbirliğinin! Bilinçaltımızdaki o hiç dışarı çıkmayan enteresan valıklar var ya, psikopatlar, manyaklar… İşte bu akıllı telefonlar bizim o karanlık tarafımızı hortlattı gibi geliyor bana…

Canlandırdığın karakterle özdeşleştin mi?
– ‘Suavi’yle şu yönümüz benziyor: Benim de her şeyim açık ve ortadadır, gizli kapaklı bir şeyi beceremem. Bu, Suavi’de de var. Şeffaf bir adam. Evet, sakladığı bir şey var ama o da mahalle baskısının sonucu. O yüzden en yakın arkadaşlarından bile saklıyor.

Sen peki telefononu masaya bırakacak kadar kendine güveniyor musun?
– Benim ortadadır zaten. Ama ne karım benim telefonuma bakar ne de ben onun. Çünkü o, onun hattı; bu, benim hattım. Telefonumuza iziniz bakmamız, birbirimizin hayatına müdahale gibi bir şey…

Peki bu filmden, “Yaşadığımız hayat yalan, herkes birbirine aldatıyor” gibi bir sonuç çıkmıyor mu?
– Hayır, herkes kendini aldatıyor gibi bir sonuç çıkıyor! Önce kendini, sonra başkalarını…

Filmi teklif geldiğinde ne hissettin?
– Çok mutlu oldum.

İnsan, Ferzan Özpetek arayınca göbek mi atıyor yoksa ‘cool’ mu takılıyor?
– İkisi de oluyor! Ama onun tarafından beğenilmek, onaylanmak çok değerli. Ferzan sürekli oradaydı, hiç elini çekmedi üstümüzden. Serra da müthişti. Oyuncu odaklı bir setti.

Bu filmde oynadıktan sonra, “İnsan kötü bir varlık!” dedin mi?
– Aslında bu tip işler, arınmayı da sağlıyor. Kötüyle yüzleştiğin zaman, kendindeki kötüyü de görüyorsun, o yüzden benim arınarak çıktığım işlerden biri oldu.

Rolüne nasıl çalıştın?
– Ferzan ve Serra canlandırdığım karakteri çok abartmamam, karikatürize etmemem gerektiğini söylediler. Çünkü oynadığım karikatür değil, çok gerçek bir karakterdi…

Senin oyunculuk kariyerinde bu film nereye düşer?
– Çok özel filmlerden biri oldu. İlk üçe girer.

Bu film bizim hayatımız mı? Yaşadığımız ama aslına görmeye cesaret edemediğimiz hayatımız mı…
– Galiba öyle. Çünkü hepimiz bir sürü şey yaşıyoruz ama hep üstünü örtüyoruz. Hayat da birbirimizi tatlı yalanlarla idare ederek geçip gidiyor…

ŞEBNEM BOZOKLU: BU İYİ GÜNLERİMİZ…

Sence bu konuda ne düşünüyorsun: ‘Cebimdeki Yabancı’ neyin filmi?
– Sosyal parçalanmanın filmi… Teknolojiye karşı çaresizliğimizin filmi… Diyoruz ki, “Yakın arkadaşlar akşam yemeği için buluşmuşlar ve herkes telefonuna bakıyor. Ne ayıp!” Ayıplıyoruz çünkü bizden önceki kuşağın yaptığını baz alıyoruz, çünkü onlar sohbet ediyorlardı. Ama bilmiyoruz ki bundan 50 sene sonra bambaşka bir şey çıkacak ve insanlar bize öykünecek ve diyecekler ki, “Bundan 50 yıl önce insanlar aynı masada oturup telefonuna bakıyordu, bir de şimdiki halimize bakın!” Ben diyorum ki, sosyal parçalanmanın geldiği son nokta bu değil, gittikçe artacak. Bu iyi günlerimiz yani! Bence daha yalnız, daha da bireysel bir dünyanın içinde kaybolmaya doğru gidiyoruz. Bence gerçekten tam olarak farkında değiliz başımıza ne geleceğinin…

Canlandırdığın karakterle özdeşleştin mi?
– Çok sevdim karakterimi. Filmle ilgili konuşmak için Ferzan ve Serra’yla buluştuğumda, Ferzan bana dedi ki “Bu filmin bir İtalyan orijinali var. Fakat çok iyi bir fikir olduğu için dünyadaki bütün ülkeler tarafından satın alındı. Şu anda Amerikan versiyonunun kastı yapılıyor. Fransız ve İspanyol versiyonu çekildi bile!” Ben de heyecanlandım tabii. İzler izlemez, şu an oynadığım karakteri canlandırmak istediğimi söyledim, onlar da zaten öyle düşünmüşler. Sırları olan, biraz kusurlu bir karakter. Hayatın içinde çok da iyi hissetmiyor kendini. Sıkıcı bir evliliğe sahip, vesaire. Oynaması çok keyifliydi…

Gelelim sana, telefonunu masaya bırakacak kadar kendine güveniyor musun?
– Bence kimse telefonunu masaya bırakmasın! Daha doğrusu, kimse kimsenin telefonuyla ilgilenmesin. Çok ayıp geliyor bana. Bu insanın bir sırrı ya da gizlediği bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Hepimiz bir başkasıyla bil dil oluştururuz ve üçüncü kişinin bunu anlayabilmesi zor olabilir. Okuyunca incinip, kırılabilir. Onun gerçek manasını anlamayabilir.

Sevgilinin telefonuna bakmaz mısın?
– Hiç ilgilenmem.

Telefonun senin de kara kutun mu?
– Hepimizin kara kutusu bence! Çünkü bütün iletişimimizi oradan sürdürüyoruz.

Cep telefonu aynı zamanda bir kabus mu?
– Bence öyle. Gece yatmadan önce son gördüğümüz şey telefon ekranı. Sabah uyanınca da ilk baktığımız şey. Ama Instagram’da sürekli bir şey paylaşmak, “Ben buradayım şu anda, şunu yiyorum” filan bence çok fazla. Yoruluyorum bazen.

Sen de mi öyle yaşıyorsun?
– Elbette! Herkes gibiyim. Bazen şunu fark ediyorum, telefonum masada yarım saatten fazla kuzu kuzu durduysa diyorum ki, “Oh be kızım! Afferin! Ne güzel bakmadın yarım saat!” Kendimle gurur duyuyorum.

Kim aradı seni, Ferzan mı?
– Evet. WhatsApp’ıma birden “dın” diye bir mesaj geldi. “Şebnemciğim ben Ferzan Özpetek uygun olunca beni arar mısın?” Ben de ona cevap olarak coşkulu bir şekilde dans eden bir dansöz resmi gönderdim! Ertesi gün de buluşmak üzere sözleştik.

Sen ilişkilerde yüzde 100 açıklıktan yana mısın?

– Bilemiyorum. Biz bir gün içinde yüzlerce duygu yaşıyoruz, kaç tanesini gerçekten söylüyoruz ki karşı tarafa? Kendi içimizde bırakıyoruz, kara kutumuzda. Telefon da böyle. Orada bırakmayı seçiyoruz bazı şeyleri. Bilmiyorum her konuda açık olsak iyi mi? Çünkü mesela dürüst olmanın, insan kırmakla da ilgisi var. “Dürüstçe sana bir şey söyleyeceğim” dediğin zaman, karşındakini incitebilirsin de. Hiç duymak istemeyeceği bir şey olabilir…

Kendi arkadaşlarınla da böyle bir oyun oynamak ister miydin?
– Ben tehlikeli buluyorum böyle şeyleri. Ama bu filmi izleyenlerin yüzde 80’i, “Çıkışta yapalım mı akşam, Ahmetleri de bize çağıralım” gibi bir şeyler söyleyecektir, tavsiye etmiyorum…

Senin oyunculuk kariyerinde bu film nereye düşer?
– Bütün oyuncular Ferzan’la çalışmak ister bence. Artı bütün oyuncular, oyuncu olan bir yönetmenle çalışmak ister. Bu filmde ikisi de başımıza geldi. Ferzan’la çalışmanın da en güzel tarafı bence, kadınları da erkekleri insan olarak şahane gösteriyor. Kusurlarıyla, zaaflarıyla, tutkularıyla. Ferzan’ın filmindeki insanlar çok insan insan, gerçek gerçek geliyor bana…

SERKAN ALTUNORAK: CEP TELEFONU AYNI ZAMANDA BİR KABUS!

‘Cebimdeki Yabancı’ sence neyin filmi?
– Her tür ilişkinin. Anne-kız, baba-kız, karı- koca, sevgili. Ergen, orta yaş… Herkesi, her ilişki biçimini ilgilendiren bir hikâye, o yüzden şahane… Ne kadar şeffafız? Şeffaf mıyız, dürüst müyüz? Biz gerçekten neyiz ve ne yaşıyoruz? Neden memnuniyetsiziz, neden mutluyuz? Bence mutluluk hayattaki en önemli şey. Ama biz, mutluluğu ve mutsuzluğu başkasına yüklemeye o kadar meyilliyiz ki… Tüm bunları tartışıyor ve tabii bizim de düşünmemizi sağlıyor, bu arada telefon da bir araç…

Sen peki telefonunu masaya bırakacak kadar kendine güveniyor musun?
– Bu, güvenle ilgili bir şey değil ki. Niye masaya bırakayım? Herkesin herkesle ilişkisi özel ve bir üçüncü kişinin bilmesi şart değil. Yani bunun, ille de bir kaçamak ya da aldatma olması gerekmiyor.

Cep telefonu aynı zamanda bir kabus mu?
– Kesinlikle! Müthiş bir özgürlük alanı yaratırken aynı zamanda seni büyük bir esaretin içine de alıyor. Ben mesela Instagram’da öyle her gün, şuradayım, buradayım, şunu yiyorum, bunu yiyorum diye paylaşan biri değilim. Ama bunu yapanlar var. Bence herkes içinde kendini meşhur etme, insanlara gösterme çabası var. Bu da, insanı, kendisi olmaktan uzaklaştırıyor.

Film teklif geldiğinde ne hissettin?
– Biz Ferzan’la ‘İstanbul Kırmızısı’ için ilk görüşmüştük. O gün hayatımdaki en harika zamanlardan biriydi çünkü bir oyuncu olarak kim istemez Ferzan Özpetek’in filminde oynamak? Fakat belli sebeplerden dolayı olmamıştı ve o gün çok üzülmüştüm. Aradan neredeyse iki yıl geçti. Bir cumartesi spor yaparken Serra aradı. “Hemen görüşmemiz lazım” dedi. Bir gittim, Ferzan’la oturuyorlar. Dediler ki “Gel böyle böyle film yapıyoruz!” Acayip heyecanlandım.

Sevgilinin telefonuna gizli gizli bakar mısın?
– Hiç bakmadım.

O baksa ne yaparsın?
– “Neden?” diye sorarım. Ne görmek istedi, niye yaptı? “Bir şey merak ettim” gibi bir cevap verirse de o ilişkide problem vardır, benim için uygun insan değildir.

Bu filmde oynadıktan sonra, “İnsan kötü bir varlık!” dedin mi?
– Ben onu bu filmde oynamadan önce de diyordum.

LEYLA LYDIA TUĞUTLU: İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ DÖNEMİN FİLMİ

Cebimdeki Yabancı sence neyin filmi?
– İçinde yaşadığımız dönemin filmi. Çok evrensel bir konuyu işliyor ve çok doğru bir noktaya parmak basıyor. Amacı olan bir film. Ve böyle konuların bence daha çok işlenmesi gerekiyor.

Bu filmde oynarken ne hissettin?
– Canlandırdığım karakter grubun en genci. İlişki açısından en tecrübesizi. Çok âşık, çok mutlu, sadakate ve sonsuz aşka inanıyor. Bu işin içinden kötü bir şey çıkabileceğini asla düşünmüyor. Ve tabii olan biten onun için büyük şok oluyor. Bence en çok yara alan o.

Sen onun sıkıntılarını yaşadın mı?
– Kendi hayatımda mı? Hayır. Çünkü genelde açık ve dürüst olmayı seven biriyim. Yalanlarla yaşayabileceğimi zannetmiyorum. Elime ayağıma bulaştırırım hiç beceremem.

Sen peki telefonunu masaya bırakacak kadar kendine güveniyor musun?
– Evet.

Kimsenin telefonunu kurcalamaz mısın?
– Asla! Belki ergenliğimde ilk erkek arkadaşımı merak edip kıskanıp yapmış olabilirim ama şu an yapmam. Çünkü güvenmek gerekiyor karşındakine. Her şeyin kontrolünü elinde tutamazsın.

Telefonun senin de kara kutun mu?
– Yok, hayır. Sakladığım gizlediğim bir şey olmadığı için bu benim için geçerli değil. Ama şurası gerçek, hepimizin sırları var. Telefon sadece bunları biraz daha kolay ulaşılabilir hale getiriyor. Biz ne kadar çok telefonlarla bir şeyleri daha çok gizlediğimizi ve kontrol altında tuttuğumuzu zannetsek de tam tersi aslında. Her şey çok daha açık ve yakalanmamız çok daha kolay.

Filmi teklif geldiğinde ne hissettin?
– Çok heyecanlandım çünkü bana Serra Yılmaz ile Ferzan Özpetek’in bir proje için İstanbul’da oyuncularla görüşmeye başladıklarını duymuştum. Bu yaz da bir kitabını okudum ve içimden çok geçti. “Keşke onunla çalışabilsem” dedim. Böyle bir enerji yolladım herhalde evrene…

Sen onlara göre daha gençsin tedirginlik oldu mu?
– Tabii ki içimde bir korku vardı. Ama sete gittiğimde, baktım herkes aynı korkuyu yaşıyor. Hepimiz için çok müthiş bir tecrübe oldu.

Yorum Bırak