Mutlaka alın: 200 Adımda Çocuk Yetiştirme Rehberi


Çok sevdiğim bir adam Ömür Kurt. Hürriyet Cumartesi ekinde aile-çocuk yazıları yazıyor. Evet bilgili, eğitimli, birikimli, çok deneyimli bir gazeteci ve yaptığı işe hakim.
Ama sadece bu değil. Adam, iyi insan.
Bu daha değerli! Çok daha değerli.
Ve onu şahane yapan da bu.
Bence güvenilir yapan da.
Suratına bakın anlarsınız zaten, kalbini görürsünüz.
Yeğeni Günce’yle birlikte olan bu fotoğraflara bakmaya doyamadım.
Bir kaç yıl önce önce babasını, sonra kardeşini bir kazada kaybediyor Ömür Kurt. Ve kardeşinin dünyalar güzeli kızı Günce, bu acı kayıptan en az zararı alsın diye elinden gelen her şeyi yapıyor. Müthiş bir amca. Müthiş bir baba yarısı.
İnsanları sadece yaptıkları güzel işler için sevmiyoruz, insanlıkları da önemli. Ömür Kurt, benim için Günce’yle böyle şahane bir ilişki kurduğu için de değerli, ailesine bu kadar düşkün olduğu için de…
O yüzden yeni çıkan ve editörlüğünü yaptığı kitabı daha çok önemsiyorum.
Çocuk eğitimine gerçekten vakıf olduğunu biliyorum. Uzmanlara doğru sorular sorduğunu biliyorum.
İki insanın, iki sevgilinin çocuk yapmaya karar vermesinden, çocuk altı yaşını bitirinceye dek geçen süre içindeki anne-baba ve çocuk eğitimini kapsıyor kitap. Türkiye’nin önde gelen 13 uzmanı çok değerli önerilerde bulunuyor.
Kitapta, anne ve babaların merak ettiği hemen her türlü soruya yanıt var. Bu nedenle bir başucu rehberi.
Eğer çocuğunuz varsa ya da yapmayı planlıyorsanız, bir an önce edinin derim.

‘200 Adımda Çocuk Yetiştirme Rehberi’ senin editörlüğünde yayınlandı. Ben bir anne olarak acayip faydalandım. Bu kitap fikri nereden çıktı?
– Türkiye’de her gün yeni bir çocuk istismarı haberiyle sarsılıyoruz. Yapılan araştırmalara göre bu ülkede çocuk istismarı davaları son 10 yılda yüzde 700 artmış!

Çok çok korkunç…
– Gerçekten de öyle, dehşet verici! Çocuklarımız kendilerini koruyamıyor, biz de çocuklarımızı. Bu vakaların azalması için onları doğru yetiştirmemiz gerekiyor. Çünkü yapılan araştırmalar, çocuk istismarı vakalarının neredeyse tamamına yakınının çocuğun tepki göstermemesi sonucunda gerçekleştiğini gösteriyor. Eğer onlara mahremiyet eğitimi verir, doğru iletişim kurar, sürekli yasak koymak yerine doğru yönlendirebilirsek çocuklarımızın hem bedenini hem de zihnini koruyabiliriz.

Bizim doğru zannettiğimiz ama aslında hata olan şeylerin altı da çiziliyor kitapta.
– Evet, mesela son yıllarda çok moda bir deyim var. “Çocuğunuzla arkadaş olun!” diyorlar. Bazıları da doğru zannedip yıllarca sahipleniyor. Fakat Üstün Dökmen, “Çocuğunuzla arkadaş değil, anne-baba olun” diyor. Gerekçelerini de bir bir açıklıyor. Bir başka ilgi çekici şey, çocuğunuza “Aşkım, sevgilim, annecim, babacım” gibi sözcüklerle hitap edilmemesi gerektiği. Veya çocuğa iki isim koymanın sakıncaları, tuvalet eğitimiyle, emzik bıraktırmanın aynı anda yapılmaması gerektiği, cinsel eğitim veya mahremiyet eğitiminin nasıl verilebileceği… Bunun gibi daha pek çok konu var kitapta dikkat çeken.

Aileler çocuk yetiştirirken en çok hangi konularda zorlanıyor?
– Genellikle çocuklarının aşırı sinirli, mutsuz, çok hareketli ve dikkatlerinin dağınık olduğundan şikâyet ediyorlar! Bunlar modern toplumun çocuklara yaşattığı temel sorunlar. Ama doğru bir aile içi eğitim ve iletişimle kolaylıkla çözülebilecek şeyler. Günümüzde özellikle şehirlerde yaşayan anne-babalar çocuklarıyla pek sohbet etmiyor, birlikte vakit geçirmiyor.

Peki n’apıyorlar?
– Çocukları gezdirmek adına AVM’lere götürüyor, oyalanmaları için ellerine tabletler tutuşturuyor veya hep birlikte televizyonda dedikodu programı izliyorlar! Tüm bu karmaşa içinde de çocuk yalnız kalıyor. Odaklanma sorunları başlıyor. Enerjilerini dışa vuramadıkları için sinirli oluyorlar.

DÜZGÜN EĞİTİLEN ÇOCUKLAR BİR TOPLUMU DEĞİŞTİREBİLİR

Senin bu alanı seçmenin sebebi ne?
– Eğer gelecekte iyi, mutlu, sağlıklı ve üretken bir toplum hayal ediyorsak, işe çocuklardan başlamak gerek. Bu nedenle çocukların doğru eğilmesi için çalışıyorum.

Üstelik çocuk hakları konusunda çalışmaya üniversite yıllarında başlamışsın…
– Biz, sadece dünyaya ilk ve tek çocuk bayramını hediye eden toplum değiliz, aynı zamanda dünyanın ilk çocuk hakları bildirisine de imza atan toplumuz! 1930’lu yıllarda Nakiye Elgün öğretmen, çocuklarla birlikte Taksim Meydanı’nda ‘Çocuk Hakları Mitingi’ yaptı ve çocukların azarlanmaması, çalıştırılmaması, eğitim hakkı, korunma ve sağlık hakları gibi konularda dünyaya ilk haykırışı gerçekleştirdi. Düşün ki, Birleşmiş Milletler bunu ta 1989’da yaptı.

Düzgün eğitilmiş çocuklar bir toplumu değiştirebilir mi?
– Kesinlikle! Uzmanlar, “Bir insanın, 0-6 yaş dönemi gelecek bütün yaşantısını etkiler” diyor. Suça bulaşmış bir insanın ilk olarak çocukluğuna bakılıyor, ne yaşadı diye. Çocukluğunda mutlu, sağlıklı, iyi ve huzurlu olan insanların gelecekte de öyle olduğu araştırmalarla ortaya çıkmış.

Peki sence biz neden istismarcı bir topluma dönüştük? Çocuklarımızın can güvenliği bile olmadığı bir ortama geldik? Oysa biz güzel insanlardık. Bize ne oldu?
– Son yıllarda ardı arkası kesilmeyen taciz, tecavüz, kadın cinayeti ve çocuk istismarı haberleriyle sarsılıyoruz. Kimileri bu olayların, eskiden de yaşandığı ama pek duyulmadığını, şimdi ise sosyal medya sayesinde hızla yayıldığını iddia ediyor. Oysa, ‘Eline, beline, diline sahip ol’ öğretisini benimsemiş bir toplumun çocukları olarak bizler atalarımızın sözlerine uymadık ve şimdi kendi hatalarımız için onları suçlamaya çalışıyoruz. Çocuklara bayramlar hediye etmiş, kadınlara haklarını vermiş, insanları çağdaş yurttaşlar yapmayı amaçlamış ataların torunları olarak bizler bugün, büyük bir toplumsal sorunun eşiğinde duruyoruz. Herkesin birbirini sürekli ezdiği, deşifre ettiği, açığını aradığı, olumsuz eleştirdiği insanlara dönüştük! Eskiden Adile Naşit’li Münir Özkul’lu aile filmleri vardı ve o filmler bize, “Fakir de olsak birbirimizi seviyoruz ve biz güzel bir aileyiz” diyordu. Şimdi filmlere bakıyoruz, insanlar sürekli birbirini aldatıyor, öldürüyor, yaralıyor, para için tehdit ediyor ve bu hikâyeler ‘normal’miş gibi gösteriliyor. Açık hava panoları sürekli olarak ‘Satın al!’ diyor. Şarkı sözleri, içinde aşk olmayan bir ‘aşk’ı özendiriyor. Acaba günümüzde hangi video klip bizi anlatıyor? Bence hiçbiri! Eskiden çocuk şarkıları yapan Barış Manço’muz, Kayahan’ımız, Neşe Karaböcek’imiz vardı. Şimdi pek böyle sanatçılar da kalmadı. Çocuklar içinde aldatma, cinsellik, teşhircilik barındıran ve sevgi olmayan ‘yetişkin’ şarkılarıyla büyüyor. Ve erkenden olgunlaşıyorlar.

Peki çocuklar en çok nede zorlanıyorlar?
– Günümüz çocukları sürekli ‘başarmak’ zorunda! Sabah okul, öğleden sonra kurs, akşam ödev, hafta sonu bale, dans kursu veya piyano eğitimi. Çocukların başından aşağı kursları, özel dersleri boca ediyoruz. Oysa bunların bir kısmı çocuğu geliştirmiyor, sıkıyor. Zaten büyüyüp de aileye ayak diremeye başlayınca çoğunu bırakıyor. Anne-babalar bunun farkında olmalı ve sakin davranmalı.

BİR AĞACIN TEK BİR DALI KESİLMESİN DİYE BİR KÖŞK YÜRÜTÜLDÜ… ATATÜRK TARAFINDAN!

Sen çocuk öyküleri yazıyorsun. Atatürk’ün ‘Yürüyen Köşkü’ benim de çok sevdiğim bir hikâye. Manevi oğlunu ve bu köşk hikâyesini kitaplaştırmak nereden aklına geldi? Çocuklara hangi duygu geçsin istedin?
– Atatürk’ün Yalova’daki Yürüyen Köşk’ünün dünyada örneği yok. Bir ağacın sadece bir dalı kesilmesin diye 4.5 metre yürütülen bir köşk bizim topraklarımızda! Bence çevreciliğin merkezi orası olmalı. Ama bunun için doğru düzgün bir çalışma yok. Böylesine önemli bir yerin dünyada da bilinirliği yok. Oysa herkes bilmeli! Ben kitabını yazarak çocuklara anlatmak istedim. Sonra Fazıl Say, ‘Yürüyen Köşk’ bestesi yaptı. Araştırmacı Metin Erdoğan da, köşkün UNESCO Kültür Mirası listesine alınması için uğraşıyor. Hep birlikte el verdik bu işe. Atatürk’ün manevi çocuğu Sığırtmaç Mustafa’nın hikâyesi ise efsane. Atatürk; yoksul, çok hasta, bitkin ve umutsuz bir çocuktan hayat dolu bir insan çıkartıyor. Ben şunun bilinmesini çok isterim: Bizim kültürümüz hasta, güçsüz insanlara yardım etmeyi, onları iyileştirip topluma kazandırmayı öngörüyor.

ÇOCUK, KISMETİYLE GELMEZ HAZIRLANMAK GEREKİYOR
Türkiye’de ebeveynliğe hazırlanmak diye bir şey var mı? Yoksa küt diye başlarına mı geliyor?
– Bizde yanlış bir görüş var, “Her çocuk, kısmetiyle gelir” deniyor. Aile ekonomik ve sosyal sıkıntılar içindeyse çocuk da o sorunların içine doğuyor! Kısmetle gelmek, çocuğu geliştirmiyor, rahatlatmıyor, aksine soruna sorun ekliyor. Bu nedenle kesinlikle planlanmalı! Günümüzde yeni yeni planlı gebelikler başladı ama bu da sadece belli bir kesim için geçerli.

Peki, istemeden gelenler ne oluyor? Bu iktidar, tecavüz sonrası hamile kalanları bile doğurmaya zorluyor.
– Kitapta uzmanlarımız, “İstenmeden dünyaya gelen çocuk bunu anlıyor, hissediyor!” diye yanıt veriyor. Bir çocuğun dünyaya getirilip getirilmemesi çok önemli bir karar. Bazı durumlarda çocuğu aldırmak cinayet gibi algılanıyor ama kimsenin, bir çocuğun ruhsal yapısını paramparça etmeye hakkı yok!

DOĞUM İZNİ EN AZ 12 AY OLMALI

“Çalışan anne mümkün olduğu kadar bebeğiyle vakit geçirmeli. Altı ay izin yeterli değil, 12 ay olmalı!” diyor kitaptaki uzmanlar. Nasıl olacak bu? İş yerleri bir yıl izin verir mi?
– Uzmanlar 12 ay olmalı diyor. Çünkü sadece o zaman, çocuk ‘güvenli bağlanma’ aşamasını tam olarak tamamlayabiliyor. İşyerleri şimdilik buna izin vermeyebilir ama geleceğimizi düşünen, sosyal bir devlet yapısına kavuşursak, bu yasalaşabilir.

İKİ YAŞINA KADAR BEBEK ŞEKERLE TANIŞMAMALI

“İki yaşına kadar bebeği şekerle tanıştırmayın!” deniyor kitapta. Bu mümkün mü?
– Ender Saraç bunu söylüyor. Evet, mümkün. Kitapta birçok öneri ve sağlıklı yiyecek tarifi de var.

Peki, üç yaşında şeker yiyince n’oluyor?
– O zamana kadar vücudu korunuyor ve hücresel yapısı sağlıklı gelişiyor. Zaten sonrası için de şekere devam edilmemeli. Doğal şeker verilmesi öneriliyor.

İKİ YAŞINA KADAR BİLGİSAYARDAN UZAK DURMALI

“İki yaşına bilgisayar ve tablet de vermeyin!” deniyor.
– Çocukla vakit geçiren, ona kitap okuyan, onu doğaya çıkaran, onunla ilgilenen anne-babalar olduğu sürece tablete gerek yok ki! Yapılan bir araştırmaya göre, anne-baba, teknolojiyle çok iç içe olduğu için bebek de teknolojik yatkınlıkla doğup büyüyor. Eğer anne-baba kendini engellerse, çocuk da ihtiyaç duymaz.

Emzik kötüydü, artık bir sakıncası yok mu? Verilebilir mi?
– Dr. Şirin Seçkin şöyle diyor: “Çocuk, 0-2 yaş arasında oral dönemde oluyor. Her şeyi ağzına götürerek tanıyor. Kendini kötü hissedince de herhangi bir şey yemeye, emmeye ihtiyaç duyuyor. Yani bebek oral dönemden çıkınca oyalanacak bir şey arıyor. Emzik, bu noktada iyi bir oyalayıcı. Sonrasında zaten kendiliğinden bırakıyor. Bu nedenle çocuğa emzik verilebilir.”

ÇOCUKLAR DA DEPRESYONA GİRER

Çocuklar da depresyona girer mi?
– Evet, girer. Hatta, günümüzde çocukların depresyon ilaçları kullanımının en tepe noktasını yaşıyoruz. Oysa bu çok tehlikeli.

FAZLA ÖVGÜ ZARARLI

Fazla övgü neden zararlı?
– Çünkü çocuğu bencilleştiriyor. Sürekli övülen çocuk önde olduğunu, üstün olduğunu düşünüyor. Empati yeteneği gelişmiyor, narsistik özellikli oluyor.

Çocukları cenazeye götürmeli mi?
– Yaşa göre karar verilmeli. Ben iki yıl önce kardeşimi trafik kazasında kaybettim. Kızı Günce daha 4.5 yaşındaydı. Biz onu cenazeye götürdük.

MUTLU AİLENİN FORMÜLÜ

Mutlu ailenin formülü ne?
– Sevgi ile beslenmek. Eğer ailedeki her birey, birbirini tüm özellikleriyle kabul eder ve severse, evin içindeki paylaşımlardan keyif almaya başlar. Bu da insana mutluluk verir.

BABASI ÖLEN BİR ÇOCUĞA “ALLAH ALDI, MELEKLER GÖTÜRDÜ, CENNETE GİTTİ!” DEMEYİN

Sen birkaç yıl önce büyük bir travma yaşadın, önce babanı, sonra kardeşini bir trafik kazasında kaybettin. Kardeşinin de dünya tatlısı bir kızı var; Günce. Bütün ailenizin sevgilisi… Bu kayıplardan sonra hayatınız nasıl değişti?
– Kardeşim benden iki yaş küçüktü. Eşiyle birbirlerine deli gibi âşık olup evlenmişlerdi. Bir yıl sonra yeğenim Günce dünyaya geldi. Günce, ta o zamandan hayatımızı değiştirdi ama asıl büyük değişikliği kardeşimi kaybettikten sonra yaşadık. Çünkü hepimiz yıkıntıyı yaşarken, o küçücük kız bizi ayağa kaldırdı, birbirimize kenetledi! Onun hasar görmemesi için hepimiz en büyük çabayı gösterdik. Acımızı içimize attık, onu koruduk. Bu bizim için hayati önemdeydi.

Sen kazayı nasıl öğrendin?
– O sabah hep birlikte Yalova’da kahvaltı yaptık. Güzel bir yaz günüydü. Akşam ben İstanbul’a döndüm. İçimde tuhaf bir hüzün. Eve girdim ve annemi aradım. Telefonu yakın arkadaşlarımdan biri açtı. Şaşırdım. “Annem nerede?” diye sorunca, üzgün bir ses tonuyla, “Hastanedeyiz” dedi. Eve girmemle çıkmam bir oldu. Yolda giderken kardeşimin vefat ettiğini söylediler. Hayatımın en zor yoluydu. Sokakta hüngür hüngür ağlıyordum. İnsanlar bakıyor, arabalardan eğlenceli müzik sesleri taşıyordu ama benim dünyam başıma yıkılmıştı. Eve gittim, mahşer yeri. Kalabalık, bahçeden sokağa uzanmış. İlk aklıma gelen Günce’ydi. “Nerede?” deyince, bir komşumuzda olduğunu söylediler. Sabah yaklaşırken, “Ona söylememiz lazım” dedim. Hemen tanıdığım psikolog ve pedagogları aradım, sağ olsunlar çok yardımları oldu. Komşumuzun evine gittim. Beni görünce boynuma sarıldı. Karşıma aldım ve onunla bir yetişkinmiş gibi konuştum. Onu koltuğa oturttum, kendim de yere oturdum. Yüz yüze geldik. Sanki anlamış gibi korkuyla bir daha boynuma sarıldı. O anı hiç unutamam. Sonra sakince anlatmaya çalıştım.

Günce’ye zarar verecek hangi davranışları engelledin?
– Onu evin bahçesine getirmeden önce herkese “Birazdan Günce gelecek. Ağlamak, sızlamak, acımak, ona hüzünle seslenmek yok! Herkes olağan davranacak. Eğer kendini tutamayan varsa, lütfen evine gitsin!” dedim. Düşünün, evladını kaybetmiş olan annem bile, Günce gelince ağlamadı, dövünmedi. Hepimiz dik durduk, bunun çok doğal bir süreç olduğunu ona anlatmaya çalıştık. Cenazeye gelenlere, “Lütfen, sakın ona ‘babanı Allah aldı, melekler götürdü, cennete gitti’ gibi sözler söylemeyin!” dedik. Çünkü daha 4.5 yaşında bir çocuk soyut şeyleri anlayamaz. Ona, “Allah aldı” derseniz, “Allah kötü, benim en sevdiğim varlığı, babamı aldı” der. “Cennete gitti” derseniz, anlamaz. Biz bile anlamakta zorluk çekerken, o hiç anlayamaz. Bir de çocuğa kesinlikle umut vaat etmemek gerek. Ben ne kadar dikkat etsem de yanında olmadığım bir an, Günce’ye, “Merak etme kızım, baban gelecek!” demişler. Duyunca deliye döndüm, kıyameti koparttım! Biz, çocuğa gerçeği söylüyoruz. Ama insanlar tek bir sözle, her şeyi mahvediyorlar. Böyle sözler bir çocuk için en büyük kötülük! Çünkü Günce o sözü duyunca yanıma geldi, “Amca, babam gelecekmiş. Sen bana yalan söylüyorsun” dedi. İşte ikinci bir travma!

Günce için bir balığa cenaze töreni de yapmışsınız…
– Evet. Küçücük bir çocuk o. Ölümün de yaşam gibi doğal bir süreç olduğunu anlaması gerekiyordu. Ona iki akvaryum balığı aldık, bir süre sonra öldüler. Biz de hepimiz, annem, küçük kardeşim, Günce’nin annesi, dayımlar toplandık ve Günce’nin balığı için bir cenaze töreni yaptık ve dua ettik. Sonra da o balıkları bahçede Günce’nin istediği yere gömdük. Ben de Günce’ye, “Bak canım, o balıklar yaşıyordu. Ama hayatlarını kaybettiler!” dedim. O da, “Babam gibi değil mi amca?” dedi. Yaşamı ve ölümü anladı.

Yorum Bırak