MUSTAFA SARIGÜL

Fırlamaya hazır tay gibiyim

O mu CHP’ye başvuracak, CHP mi ona “Gel aday ol” diyecek? Fethullah Gülen’le ilişkisi var mı, yok mu? Hakkındaki yolsuzluk iddiaları doğru mu, değil mi? Çapkınlık kasetleri gerçek mi, değil mi? Herkes onun hakkında bir şeyler söylerken, o, karşıma bütün hayatını anlattığı ‘Ne Bir Eksik, Ne Bir Fazla’ kitabıyla çıktı. Hayatının ilk 30 yılı, dizilere konu olabilecek kadar zor geçmiş. Kemalettin Tuğcu romanları gibi. Hiçbir kompleks duymadan yazmış, anlatmış. Sular seller gibi okunuyor. Uzun uzun her şeyi konuştuk. Bu röportaj birkaç gün devam edecek…

MUSTAFA-SARIGUL-8

Günün adamısınız. Herkes sizi konuşuyor…

– Herkes Sarıgül’ü konuşmuyor, yaptığım hizmetleri konuşuyor. Sarıgül’ü neden konuşsunlar ki, binlerce Mustafa var…

Çok gündemdesiniz. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?

– Nasıl mı hissediyorum? Bizim köyde, kışlar sert geçer. Atları, ahıra koyarlar, aylarca çıkamaz o atlar oradan. Yaza doğru, ahırların kapıları açılır. O atlar öyle bir heyecan içinde dışarı fırlarlar ki… Tutabilene aşk olsun! İşte ben de, şimdi öyle hissediyorum. Fırlamaya hazır tay gibiyim…

BUGÜNÜ BEKLEDİM

Koştuğunuz yere hazır mısınız peki?

– Hazırın ötesindeyim! Bütün hayatım boyunca bugünü bekledim.

Peki nereye koşuyorsunuz?

– Sosyal demokrat düşüncelerimin iktidarına!

O zaman soruyorum: İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olacak mısınız, olmayacak mısınız?

– Önümüzdeki günlerde belli olacak…

Lafı dolandırmadan söyleyin, 29 Ekim’de mi?

– Bu 15 gün içinde birçok şey şekillenir.

Bu cevap da kesmiyor beni! Ortada bir belirsizlik var. CHP “Başvursun” diyor, siz, “Onlar bana talepte bulunsun” diyorsunuz. Bu, uzlaşılabilir bir problem mi?

– Elbette. Tamamen hukuksal bir prosedür. Çok rahatlıkla halledilir.

Peki onlar, size teklifte bulunmazsa, planınız nedir?

– Bak Ayşe, hiç kimsenin kapris yapma hakkı yok! Yurttaşlarınız sizi bir yere yerleştiriyor, toplum sizden bir şey bekliyor. Toplumun beklediği olayın dışına çıkamazsınız!

Yani CHP buna uymak durumunda, öyle mi?

– Ben de uymak durumundayım, her taraf uymak durumunda. Bu arada, Cumhuriyet Halk Partisi, benim mektebim, kendi evim. Ben gitmedim ki, beni gönderdiler. İhraç ettiler…

CHP olmazsa, B planınız var mı?

– Hiçbir şekilde, negatif düşünmek istemiyorum. Bütün yurttaşlarımız, demokratik büyük bir buluşma istiyor. Hepimiz bu buluşmayı sağlamakla mükellefiz. Ülke, öyle bir halde ki, bütün Anavatan partililer, Cumhuriyet Halk Partililer, Doğruyol Partililer, DSP’liler, hatta önceki seçimlerde AK partiye oy vermiş binlerce insanımız bile, yeni bir arayış, yeni bir çıkış, yeni bir umut arıyor. Türkçesi, ‘çare’ arıyor! E bunu engellemeye de kimsenin hakkı yok…

O ‘çare’ siz misiniz peki?

– Binlerce vatandaşımız dağlara taşlara, ‘Çare Sarıgül’ diye yazdı. Aslında beni yazmadılar, kendi geleceklerini, kendi düşüncelerini yazdılar. Kendi düşüncelerini, iktidara taşımak için benim adımı yazdılar. Ben şu anda sadece önde görünüyorum, binlerce genç var çare olabilecek aslında arkada…

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

OLUMSUZLUK YOK

Öyle ya da böyle, CHP’de ya da değil, siyaset sahnesinde varsınız yani…

– ‘Değil’ ihtimali, söz konusu değil! Bütün sosyal demokratlar, barışa, özgürlüğe, laikliğe inanlar, cumhuriyetin değerlerini geliştirip güçlendirmek isteyen herkes, bu büyük demokratik buluşmayı sağlamak durumunda. Tehlike yanımızdan geçerken, seyirci kalamayız. Çünkü gerçekten de yanımızdan geçen bir tehlike var.

O zaman niye, “Adaylığımı henüz açıklamıyorum” diyorsunuz?

– E çünkü bir süreç var ve o süreç diplomatik bir şekilde devam ediyor. Ama merak etme, bu süreç haktan, hukuktan ve adaletten yana. Cumhuriyet ve demokrasiden yana. Bu süreçte bir olumsuzluk yok. Biraz sabırlı ol kardeşim, diyeceğimi diyorum zaten!

Ama lafları yuvarlıyorsunuz. İki hafta sonra mı her şey netlik kazanacak?

– Kasım önemli bir ay. 10 Kasım, Atamızın dünyaya gözlerini kapattığı gün…

Ona bakarsanız, 29 Ekim de cumhuriyetin kurulduğu gün! Ne yapacağınız söyleyin de, hepimiz rahat edelim…

– Her şey güzel olacak sevgili Ayşe! Siyaseten ne yapacağım zaten belli, önümüzdeki 15 gün içinde yol haritası da belli olacak. Kamuoyunun beklemiş olduğu, çok arzu ettiği gelişmeler yaşanacak.

BİLGİ KİRLİLİĞİ

Yazdığınız kitap ‘Ne Bir Eksik, Ne Bir Fazla’ bu siyası hazırlık için mi?

– Bugüne kadar hakkımda, lehte-alehte herkes bir şeyler söyledi, söylüyor. Bir sürü ‘bilgi kirliği’ yaratan kitap çıktı. Çok üzüldüm. En çok da, Kurultay’da, genel başkanlığa adayı olduğum zaman çıkardıkları kitaba. Maalesef, o kitabı çıkaranlar da bizim arkadaşlarımız. Ben de dedim ki, “Madem ortada böyle bir bilgi kirliliği var. Herkesin neyin ne olduğunu, bir de benden duysun. Ne bir eksik, ne bir fazla yüzde 100 Sarıgül’ü tanısınlar!” O yüzden yazdım…

Anladım da, ne değişti de şu anda yayınlıyorsunuz bu kitabı, ne değişti de şimdi kendinizi hazır hissediyorsunuz?

– Türküsü var: “Bekle kar altındaki buğday tanesi, yine onun sularıyla yeşereceksin/ Başını dik tutabilirsen, boy vereceksin!” Yıllarca üzerime geldiler, “Bu adamdan bir halt olmaz!” dediler, “Yapamaz!” dediler. Ben de uzun bir süre kar altında bekledim. Şimdi, kar altındaki o buğday tanesinin boy verme zamanı. Sonra şair devam ediyor: “Her tarafı allı morlu, güller açar türlü türlü, bu fırtına dünden belli. Baş edeceksin!” Ben de edeceğim! 10 yıl boyunca çok zulme maruz kaldım. Kendi evimden, CHP’den bile ihraç ettiler. Türkiye Değişim Hareketi’ndeki binlerce arkadaşımla birlikte yollara düştüm. Türkiye’nin her tarafına gittim. Biz bugünlere oralardan geldik. Ben, yurttaşlarımın bana umutlu bakışlarını o zaman gördüm. O bakışları da, boşa çıkarmayacağım!

MUSTAFA-SARIGUL-11GEZİ’DE EN ÖNDEYDİM AMA ŞOV KISMINDA YOKTUM

Gezi’de herkesi şaşırttınız. Her olayda öne çıkan Sarıgül, geri plandaydı. Neden?

– Tam tersine. Gezi’de en öndeydim, sadece şov kısmında yoktum!

Nasıl yani?

– Oraya ilk giden de bendim, ilk gazı yiyen de. Sana filmlerini de gösterebilirim. Orada, gençlerin müthiş bir mücadelesi, çabası vardı. O emeğe saygısızlık etmek istemedim. Siyasi bir kimlik olarak, o gençlerin önünde dursaydım, bu sefer diyeceklerdi ki, “Sarıgül’e bak! Rol çalıyor, oy avcılığı yapıyor. Gezi’yi oya tahvil etmek istiyor!” O zaman biz n’aptık? O gençlere, destek olmak için Kızılay görevi üstlenmeye karar verdik. Parkın bütün tuvaletlerini biz gönderdik. İlk dört gün, ihtiyaçların büyük kısmını biz karşıladık. Bunu da şimdiye kadar hiçbir yerde dillendirmedim. Sen sordun, söylüyorum. Benim bütün doktorlarım, hemşirelerim, onlara çok çok teşekkür ederim, 150 arkadaşım, 28 ambulansım, bütün temizlik müdürlüğü, fen işleri müdürlüğü oradaydı. Günlerce gönüllü çalıştılar. Yani görünmüyordum ama oradaydım!

ÇAPKINLIK KASETLERİ İDDİASI DOĞRU DEĞİL

Hakkınızda en çok konuşulan şeylerden biri de, Fetullah Gülen hareketiyle bir ilginiz olduğu… Doğru mu?

– Ben, bölgemdeki cemaatlerin yurtlarına, okullarına, elimden gelen desteği veriyorum. Çünkü Türkiye’de bir cemaat gerçeği var. Evet, o cemaat okullarındaki gençlerinin iftar yemeğine ya da sahurlarına yardımcı oluyorum ama Ermeni ve Musevi yurttaşlarımızın okullarına da oluyorum. Camilerimize, cem evlerimize destek verirken, kilise ve sinagoglara da destek veriyorum. Hiçbirini ayırmıyorum.

Fettullah Gülen’le görüşür müsünüz? Siyasi alışverişiniz olur mu?

– Yok, öyle bir şeyimiz olmadı.

Hiç mi tanışmadınız?

– 25 sene önce, bir dostumuzun evindeki bir iftar yemeğinde bir araya geldik. Ondan sonra bir daha hiç görüşmedik. Ama görüşürüm. Ben medeni bir insanım, düşüncesini beğeneyim, beğenmeyeyim, herkesle görüşürüm.

Hakkınızda bunca şey söyleniyor olması; yok cemaat ilişkisi, yok yolsuzluk dosyası sinirinizi bozmuyor mu?

– Hayır. Siyasetçi olmak böyle bir şey. Siyasilerin, her şeyinin açık ve net olması lazım. Yurttaşlarımızın da bilgilenme hakkı var, buna saygı duyuyorum. Tabii ki sen de gazeteci olarak bunları soracaksın.

Bir başka söylenti de Başbakan’ın elinde, hakkınızda acayip kasetler olduğu. O yüzden Şişli Belediye Başkanlığı’nı terk edemezmişsiniz, öyle söyleniyor…

– Hayır. Önümüzdeki dönem, kesinlikle Şişli Belediye Başkanı olmayacağım. Şişli’deki yurttaşlarıma bugüne kadar bana verdikleri destek için çok teşekkür ediyorum ama artık Şişli’de ben yokum. Bu söylentiler de o bilgi kirliliğinin bir parçası. Şu ana kadar hakkımda açılmış en ufak bir dava, en ufak bir soruşturma yok. Kim, hakkımda ne biliyorsa, elinde ne varsa, döksün ortaya. Bugüne kadar hiç şey olmayıp da, seçime dört ay kala bir şey çıkarırlarsa da, buna da kimse inanmaz!

Bir de çapkınlık kasetleri dedikodusu var…

– Benim en hassas olduğum nokta. Benim bundan sonraki hayatım çocuklarıma adanmış durumda. Oğullarım Ömer ve Emir için yaşıyorum. Onlara iyi bir baba olmaya çalışıyorum. Böyle şeylerle, uzaktan yakından alakamın olması söz konusu bile değil!

Yine de insan, tedirgin olmaz mı? Her yere kamera koymuş olabilirler. Sizin durumunuzda, bu daha da korkunç değil mi? Ne hisseder insan böyle bir durumda?

– Kendime güvenim tam. İçim rahat. Varsa ortada bir şey, bekliyorum çıkarsınlar!

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

YOLSUZLUK İDDİALARINA SORUŞTURMA AÇILMASINA BİLE GEREK GÖRÜLMEDİ

CHP’yle sorununuz, aslında Baykal sorunu mu?

– Evet. Deniz Bey’le o günün şartlarında çok büyük bir mücadele verdik ve ben 100 oyla kaybettim. Ona karşı mücadele verince başıma gelmeyen kalmadı. Benim için, “Aslan gibi bir belediye başkanı” dedi ama karşısına aday olunca da, hakkımda söylemediğini bırakmadı. Deniz Bey ile biz, hasım değil, rakiptik. Deniz Baykal benim düşmanım değil! Yine de hakkımda söyledikleri için canı sağolsun!

Üç milletvekili görevlendirilerek hakkınızda rapor hazırlandı ve o raporda, büyük rüşvet iddiaları vardı. Sonra da rapora dayanarak, sizi partiden ihraç ettiler…

– O söylediğin rapor, Cumhuriyet Halk Partisi Disiplin Kurulu tarafından reddedildi. Danıştay tarafından reddedildi. İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından reddedildi. Cumhuriyet Savcılığı tarafından reddedildi. İçi boş şeylerdi. Siyasi maksatla hazırlanmış düzmece bir rapordu. Eminim ki, o raporu hazırlayan CHP milletvekilleri de şu anda çok üzgündür. Çünkü soruşturma açılmasına gerek dahi kalmadı.

Günün birinde ya da şu anda, CHP Genel Başkanı olmak gibi bir talebiniz, hamleniz var mı?

– Bakın, kimin genel başkan olacağına, siz karar veremezsiniz. O yurttaşlarımızın takdiridir. Şu anki Genel Başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nu takdir ediyorum. Çalışmalarını ve demokrasi anlayışını beğeniyorum. Bu partinin şu anda bir genel başkanı var ve bir genel başkan arayışında değil…

Öyle diyorsunuz ama ben kitabınızdan anlıyorum ki, sizin asıl amacınız Türkiye’yi yönetmek. Sizin hareket hattınız, belediye başkanlığı, CHP genel başkanlığı ve başbakanlık mı?

– Şöyle, her siyasetçinin tabii ki bir hedefi vardır ama o hedefe gidilecek yolda birtakım şeyleri siz belirleyemezsiniz. “Ben şuraya geleceğim” diyemezsiniz. Yaptığınız çalışmalar ve yurttaşlarınızın takdir duygusu, sizi bir yere taşıyabilir. Ama siz, Ben CHP gençlik kollarına girdiğim zaman, gençlik kolu başkanı olacağım diye girmedim, ilçe başkanı olacağım diye de girmedim, 30 yaşında Türkiye’nin en genç milletvekili olacağım diye de girmedim. Yaptığım çalışmalar ve yurttaşlarımın takdir duygusu beni buraya getirdi. Hayat bana nerede fırsat verilirse, orada seve seve hizmet ederim…

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

GEÇMİŞİMİ NİYE GİZLEYEYİM Kİ?

Bu kitap, eteğinizdeki taşları dökmek mi, “Ben böyle bir adamım” demek mi?

– Hayatım boyunca insanlar arkamdan konuştu. Hep dediler ki, “Babasının tanıyordum ben bunun! Bizim kapıcı Hakkı Efendi’nin oğlu!” Rahatsız olmuyordum. Aksine, gurur duyuyordum. Evet, gerçek bu. Benim zor bir hayatım oldu, verdiğim mücadele büyük bir mücadeledir. İstedim ki herkes, neyin ne olduğunu, benim ağzımdan duysun. Zaman da öyle bir zaman, şeffaf olma zamanı, komplekssiz olma zamanı, zaman kendini kendini anlatma zamanı. Her gazetede başka bir haber çıkıyor, her kuliste başka şeyler konuşuluyor. Twitter’da başka şey yazılıyor. Sonunda, her şeyi bütün gerçekliğiyle kendim anlatmaya karar verdim.

İLK İŞİM ÇOBANLIK

Ne kadar zamanda yazdınız?

– Dört yıl sürdü.

Nasıl yazdınız?

– Her şeyi, bir arkadaşıma anlattım, o kasete aldı. Sonra çözdü, edit etti. Bütün kitap, konuşularak yapıldığı için çok canlı, kıpır kıpır. Sıkıcı olmamasına, akıp gitmesine çok özen gösterdik. Kendini, sıfırdan inşa etmiş bir adamın öyküsü bu. Geçmişimde de utanacağım hiçbir şey yok. Evet, insanın aklının alamayacağı bir fakirlikten geliyorum; evet, babam kapıcılık, şoförlük yaptı. Ama bak, başardım. Ben başardıysam başka gençler de başarabilir!

Erzincan’ın bir dağ köyünde doğuyorsunuz. Ne kadar yokluk, ne kadar yoksunluk, ne kadar büyük bir mücadele…

– Rahmetli hacı annem, beni armut toplarken doğurmuş. Sancısı başlıyor. Ben ağacın altında dünyaya geliyorum ve taşla göbek bağımı kesiyorlar. 6 yaşıma gelene kadar da babamı görmüyorum. Köyün hayvanlarını otlatmak üzere dağa çıkıyorum. Çobanlık yapıyorum. Dağa çıktığım zamanları hiç unutmam, gökyüzünden bir uçak gördüm mü, “Tayyare, tayyare! İstanbul’daki babama selam söyle!” derdim.

Babanızı neden 6 yaşına kadar görmüyorsunuz?

– Çünkü o İstanbul’da çalışıyor, ekmek parası için limanda hamallık yapıyor. Bize para gönderiyor. Doğumumu ona telgrafla haber vermişler. 6 yaşındayken “İstanbulcu geldi” dendi, karşımda duran adam, babamdı. Köyün büyüklerine, Birinci, Bafra ve Gelincik sigaraları getirmişti, herkese ikram etti, Allaaaah muazzam bir şeydi, çocuklara şeker dağıtıyor, gençlere gömlek…

Sonra İstanbul’daki yoksunluk ve yoksulluk yıllarında pek çok ayrıntı anlatıyorsunuz…

– Kimliğini ve geçmişini inkâr eden haramzadedir. Benim geçmişim bu, niye gizleyeyim ki? Evet, tuvaleti olmayan odalarda büyüdüm. Hakkımda dedikodu yapılmasının ağırıma gittiği zamanlar olmuştur ama yine de önümü ilikledim, bu lafları söyleyenlerin yanına gittim. Belki de bunları yazarak, onları ezdim. Sadece geçmişimi değil, özel hayatımı ve siyasi hayatını da anlattım…

MUSTAFA-SARIGUL-6HİZMET ADAMIYIM

Geçmişinizi bir silah olarak kullanmaya çalışıyor olabilir misiniz?

– İyi de güzel kardeşim, ben siyasete yeni başlamadım ki! Milletvekilliği yaptım, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başkanlık divanlığı yaptım. Üç dönemdir belediye başkanıyım, 30 yıldan beri de siyasetin içindeyim. Böyle bir şeyi benim kullanmaya ihtiyacım yok ki. Şişli’de çok başarılı oldum ben. İstanbul’da 39 tane belediye başkanı var. Niye bir tanesinin adı başka yerde geçmiyor da, Sarıgül’ünki geçiyor? Nedeni yaptığım çalışmalar. Ben çok çalışkanım, kim ne derse desin, hizmet adamıyım. Saat 06.00’da kalkar gece 11.00’e kadar çalışırım…

BAŞARMADAN BIRAKMAM

Geriye baktığınızda başladığınız noktayla geldiğiniz noktayı kıyasladığınızda ne görüyorsunuz?

– Hâlâ amaçlarıma tam olarak ulaşmış sayılmam. Ama başaracağım, başarmadan bırakmam. Tabii benden daha iyisi çıkarsa bilemem!

Hırs mı bu, ego mu?

– Ego yok, hırs diyelim. Türkiye’de sosyal demokrat anlayışta, sıfırdan gelen bir tek kişi var, o da benim. Başkası yok. Siyasetin her kolunda çalıştım. Gençlik kolu başkanlığı, ilçe başkanlığı, il yönetimleri, milletvekilliği, Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlık divanı üyeliği, belediye başkanlığı. Ben ne yaptıysam tek başıma yaptım, seçkinci de değilim. Diğerleri seçkinci, İnönü seçkinci, Ecevit seçkinci, Baykal seçkinci…

Kılıçdaroğlu değil…

– Tamam, o mütevazı. Ama o da bürokrasiden geliyor. İlk defa her kademeden geçen Mustafa Sarıgül zirveyi zorluyor.

Hayata varlıklı başlasaydınız, bu kadar gelişme kat edebilir miydiniz?

– Mümkün değil! Onlar, analarından varlıklı doğuyorlar. Soyadlarını kendileri kazanmıyorlar, ben Sarıgüllüğümü kendim kazandım.

 

TAYYİP BEY DE GENÇLİK KOLLARINDAN GELİYOR BEN DE

Tayyip Erdoğan’la kendi siyasi tarzınızı benzetiyor musunuz?

– Tayyip Bey de sıfırdan, gençlik kollarından geliyor. Ben de. Tayyip Bey’in ilk beş senesi son derece başarılı, halkı kucaklayan bir anlayışı vardı. Fakat giderek halktan uzaklaştı ve yurttaşları, “Benden olanlar ve olmayanlar” diye ikiye böldü ki, doğru bir anlayış değil. Benim görevim, yurttaşların yüzde 100’ünü kucaklamak ve yüzde 100’ün yüzünü güldürmek. Tayyip Bey diyor ki “Onlar gitsin, onlar bizden değil. Ne yaparlarsa yapsınlar!” Bu, bir başbakana yakışan bir anlayış değil. En büyük arzum, yurttaşlarımın hepsini kucaklamak. Ben, bana gelen vatandaşa, “Hangi partidensin, hangi partiye oy verdin?” diye sormam. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorarım.

Sizden korkuyorlar mıdır?

– Sarıgül gelecek, dertler bitecek! Başın düşerse dara, Sarıgül’ü ara! Böyle cevap vereyim bu soruya…

Kadir Topbaş’a rakip olmayı düşünürken, hangi özelliklerinize güveniyorsunuz?

– Kadir Bey, benim için Kadir Abi. 20 yıllık bir yönetim anlayışı var. Kadir Bey’i severim. O da beni sever… Di… Gerçi artık sevmediğini son yıllarda anladım. Anti demokratik yollarla Ayazağa’yı, Maslak’ı benden aldılar. Sarıgül korkusu başlamış olacak ki böyle yaptılar!

Müthiş bir kendinize güveniniz var. Nereden geliyor?

– Yaptığıma inanıyorum, inandığımı da yapıyorum. Yanlış bir şeyim de yok. Bayrağı burca dikmek istiyorum. Ya sıradan ve sürüden biri olursun ya da burca bayrağı dikersin. Ben (b) şıkkını tercih ettim…

KİTAPTAN ALINTILAR

* Romanya’da 40 fırın ekmek yedim

(…) Artık para kazanmamız lazımdı. Ne varsa harcamıştık siyasete. Tuttuk Romanya yolunu. Çavuşesku rejiminden çıkalı birkaç yıl olmuştu. Eski sistem gitmişti ama yeni bir sistem kurulamamıştı. Halk açtı. Aç bir millete en iyi hizmet nedir? Tabii ki ekmek vermek! Bükreş’te pek çok fırın açtım. Çok çalıştım, çok da kazandım. Ama her kuruşu alın teriyle…

* Vitali Bey’in tenzilatı: Yüzde 10

87’de milletvekili seçildiğimde, bir tane lacivert takım elbisem vardı. Baktım olmayacak. Aklıma Vitali Hakko’yu aramak geldi. O bilmeyecek de, kim bilecek nasıl giyinileceğini, adam koskoca Vakko’nun kurucusu. Aradım, dedim ki, “Ben Vakko’dan giyinmek istiyorum!” O kendine has telaffuzuyla, “Tabii ki kuzum!” dedi, “Ankara’da mağaza müdürümüz sizi bekliyor!” Hemen gittim. Birbirinde şık yüzlerce kıyafet arasından dört-beş takım seçtim. Yüzde 30, hatta yüzde 50 tenzilat yaparlar herhalde diye. Nasıl mutluyum anlatamam. Sıra hesabı ödemeye geldi. Müdür aynen şöyle söyledi: “Vitali Bey talimat verdi, sayın Mustafa Sarıgül’e önemli bir tenzilat yapacaksınız” dedi. “Ne kadar?” diye sordum. “Yüzde 10!” dedi. Unutana sıkıla, “Vallahi çok özür dilerim. Bu kadar zahmet verdim size. Ama bu durumda ben ancak bir takım elbise alabilirim. Onu da dört taksitle ödemek şartıyla!” dedim. Gerçekten de Vakko’dan tek takımla çıktım, doğru KİP’e…

* Nobel’e değil, Türkiye’yi yönetmeye adaysın

Fikirlerine çok güvendiğim Onur Kumbaracı’ya bir gün dedim ki, “Hocam, ben entelektüel değilim. Bazen öyle sorular geliyor ki, o konularda bilgim az, ne diyeceğimi şaşırıyorum. Gençliğimiz, 12 Eylül öncesine denk geldi. O civcivli günlerde, mitinglerden, eylemlerden, okumaya fırsat bulamadık. Siyaset sokakta yapılırdı. Boya kutusunu elimize tutuştururlardı, ha bire yazıya gönderirlerdi. Çok yazdım ama okuyamadım!” Gülerek dinledi ve “Kendine güven. Sen Nobel’e değil, Türkiye’ye yönetmeye adaysın!” dedi. Ve ekledi, “Her şeyi bilmek zorunda da değilsin, senin görevin iyi bilenlere çalışmak!”

* Kimin ne kadar yediği belli oluyor

… Özal karşıdan geliyor, yanında koca bir kalabalık. Bizse sadece iki kişiyiz, Erdal İnönü ve ben. Selamlaştık. Özal, hemen İnönü’ye takıldı: “Hemşerim, Malatyalılar kayısı falan göndermiyorlar mı? Sana bakmıyorlar mı? Hiçbir şey yemiyor musun! Bu ne zayıflık!” Beni soğuk terler basarken, İnönü şöyle bir durdu baktı dedi ki, “Sayın Başbakan, ne mutlu ki ihtiyacım olan her şeyi kendim alabiliyorum. Ama memlekette kimin ne kadar yediği sizden belli oluyor!”

* Benden sana yadigâr

…İlk eşim Hülya akciğer kanseriydi. Beni yatağının başucuna çağırdı, “Mustafa, seni çok seviyorum. Ama hissediyorum, öleceğim. Sana bir çocuk bırakmak istiyorum benden yadigâr” dedi. Ne denir böyle bir söze? “Bir de doktorlara danışalım” dedim, boğazım düğüm düğüm. Sordum, “Mümkün değil, ölümü çabuklaşır!” dediler. O umursamadı, hatta ısrar etti. Tarif edilir bir durum değil. Hasta yatağında benden son bir isteği var, reddedemem. Acı içinde başımı önüme eğmiştim. Ne derse kabulümdü. İstediği oldu, ertesi yıl, üç kişiydik. İsmini Hülya verdi: Emir. Emir, anne kucağında iki buçuk yıl kalabildi! Sadece 27 yaşındaydı Hülya; 1 Eylül 84’de bizi terk ettiğinde…

* Boşanma teklifi Aylin’den geldi

Aylin’le evliliğimiz hep “yanında olmalıydım”larla geçti. Aylin’i çok yalnız bıraktım. İstemeyerek, fark etmeyerek, bazen de mecburiyetten. Hani uyarmasa neyse, sesi hep kulağımda: “Haftada bir gününü bize ayır ne olur!” Romanya’dan dönmüştüm, Şişli Belediye Başkanı’ydım ve evden bir kilometre uzakta, Romanya’dan bile daha uzaktım. Boşanma teklifi Aylin’den geldi. Aylin iyi bir eşti, çok hassastı ama kendi doğrularından asla şaşmayacak biriydi. Geri adım atmadı, kendisi istedi boşanmak ve benim önüme getirdi evrağı koydu… “Gerçekten istiyor musun?” dedim sadece, çok keskin oldu “Evet”i. Bana Ömer gibi muhteşem bir çocuk verdi, her zaman çocuğumun annesidir.

Devamı yarın Hürriyet’te… Sarıgül’ün kitabı ‘Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla’dan anekdotlar.

Her gün iki takım elbise değiştiririm

MUSTAFA-SARIGUL-527 Ekim 2013

Gözünü alamıyorsun, renk renk takım elbiseler asılı. Gömlekler, kravatlar, kazaklar, altta ayakkabılar…

Sporlar ayrı, şıklar ayrı… Bir tarafta da, kombinlenmiş hazır duranlar var; hangi takımın içine hangi gömleği giyeceği, hangi kravatı takacağı, ayakkabısıyla hazırlanmış bile… Her gün, “Ne giyeceğim?” diye debelenen benim gibi birinin aklı uçar tabii… Uçuyor! Kenarda bir yerde de bir ütü masası duruyor. Sarıgül, her gün iki takım elbise değiştiriyor. Sabah giydiğini, 2’de çıkarıyor. O takım hemen havalandırılıyor, dinlendiriliyor, kumaş kendine geliyor. Sonra ütücü geliyor, takımı ütülüyor. Kombinci arkadaş da, onu yeni gömleklerle kombinleyip, tekrar Sarıgül tarafından giyilmeye hazır ediyor… Ulus Platin Konut-ları’ndaki karşılıklı iki dairelik evinde, Sarıgül kendine böyle bir giyinme sistemi kurmuş! Bir başka oda var, orada traş oluyor, 15 yıldır aynı kişi onu traş ediyor. Bir başka odada da masaj yatağı gözüme çarpıyor. Gerçi, “Metrosüksüel değilim, Erzincanlıyım” diyor ama kendine fevkalade özen gösterdiği ve çok bakımlı olduğu kesin. O kadar çok şey anlattı ki, hepsini yayınlayabilmem mümkün değil, çünkü bu da sonuçta bir gazete, yer yok. Gerçekten hiperaktif, yerinde duramıyor, çabuk sıkılıyor, arada ayağa kalkıp bağıra bağıra konuşuyor, kendisiyle dalga geçiyor. Muzip ve eğlenceli. Telefonları hiç susmuyor, aynı zamanda ofis gibi kullandığı evi insanlarla dolup taşıyor, o geliyor, bu gidiyor…

Genelde insanlar otobiyografilerini ununu eledikten sonra yazar. Siz öyle yapmadınız. Bu, sizin kendinizi tüm Türkiye’ye tanıtmaya yönelik “siyasi strateji”niz mi?

-Alakası yok! Hakkımdaki bilgi kirliliğinin önüne geçebilmek için yazdım. Sen kendini anlatmazsan, başkaları yalan yanlış anlatır. Ben, beni benden dinlesinler istedim…

Başbakanlığı, aklınıza ilk sokan gerçekten Sakıp Sabancı mı?

-Aynen öyle! Seneler evvel, Mehmet Barlas’ın bir programına davet ettiler. Meğer konukları tek tek alıyormuş, benim sırama da var. Oysa, bir saat sonra nikâh kıymam lazım. Baktım, rahmetli Sakıp Sabancı da orada. Çare yok, sırasını almak için rica ettim. Utana sıkıla dedim ki, “Ağam, sana kurban olayım, gençlerin düğünü var. Bir kere evleniyorlar. Saat olarak dardayım. İzin verirsen, iki-üç bir şey konuşayım da gideyim!” O da beni çok şaşırtan bir şey söyledi, “Gardaşım, inşallah seni ileride başvekil olarak göreceğiz. Ben sende o enerjiyi, ışığı görüyorum! Sana yer vermeyek de, kime verek!” Ciddi manada, başbakanlık fikrini ilk defa kafama sokan Sakıp Ağa’dır. Onun gibi bir insan sarrafı bunu demişse, bir karşılığı vardır muhakkak!

Hayat üniversitesi hocalarınız kim?

-Hüsamettin Özkan, başhocam. Onunla konuşmadan hiçbir iş yapmam. Bana bir şey dediği zaman da “Neden, niçin” diye soru sormam. Bilirim ki o benim için doğru söyler…

Kitapta diyorsunuz ki, “Hep sahici kalmaya kendime söz verdim!” Siz gerçekten sahici misiniz?

-Yüzde 100 sahiciyim! Yapmacık bir işim olmaz. Sevenim vardır, sevmeyenim de vardır. Ama kim ne derse desin, delikanlı adamım. Söz verirsem, ölümüne yaparım.

Şişli Belediye Başkanlığı’nda Şişli’de çok öne çıktınız. Yaptığınız değişikliklerin içinde sizin için en önemli olanı hangisiydi?

-Okullar. “Seçilirsem, bütün devlet okullarını, özel okul ayarına getireceğim” demiştim. Gerçekten de yaptım. Okullarımız, depreme dayanıklı değildi. Çünkü 50 sene önce yapılmıştı. Yaklaşık 30 okulu yıkıp, sıfırdan yaptım. O 12 derslik okullar 50 derslik okullar oldu. Şimdi hepsinde fen laboratuvarları, bilgisayar laboratuvarları, spor salonları var. Bununla ilgili de 3 bakandan takdirname aldım.

Bir de, markaları Nişantaşı’na getirebilmek için çok uğraşmışsınız…

-Evet, çünkü bir ülke, markalarıyla güç kazanır. Paris’e gittiğinizde hangi caddeyi geziyorsunuz? Champs Elysees, Londra’da Piccadilly. Peki turistler, İstanbul’a geldiği zaman en çok hangi caddeyi geziyor? Tabii ki Abdi İpekçi’yi. Orası, bizim Champs Elysees’miz. Bunun için çok uğraştım ben. Orada, bütün markaları bir arada görebiliyorlar. İleride imkânım olursa, her ilçede, marka cadde yapmak isterim. Bağcılar’da, Esenler’de, Sarıgazi’de neden olmasın? Paris’e gittiğinizde nehir var ama dibi gözükmüyor. Oysa, bizim Boğazımız var ama biz bunu pazarlayamazsak anlamı yok. Ben de bunu yapmaya adayım. Çok da heyecanlıyım.

Bu enerji nereden geliyor?

-Ben hiperaktifim, bitmez tükenmez bir enerjim var. Ama tabii ki halktan geliyor! Tüccarın sermayesi para, siyasetin sermayesi halkın gücüdür. Halkın gücü arkanızdaysa koşarsınız, coşarsınız, coşturursunuz…

Doğurmamış olsaydı, 3-4 sene daha fazla yaşayabilirdi!

İlk eşiniz Hülya, akciğer kanserinden vefat ediyor, 27 yaşında kucağında bir bebekle kalmak nasıl bir duygu?

-Hayatımın en büyük trajedilerinden biri. Annesi vefat ettiği zaman Emir 2.5 yaşındaydı. Rahmetli annem ve babam Emir’e baktılar. Ben milletvekiliydim, Ankara’ya gidip geliyorum. Çok zor oldu tabii.

Kanser olduğunu öğreniyor, yine de size çocuk doğurmak istiyor. Doktorlar, bunun sonunu yaklaştıracağını söylüyor ama takmıyor. Onu engellemeye çalışmadınız mı?

-Söyledim. “Yapma, etme” dedim, ama “Sana bir evlat vermek istiyorum!” dedi. Doğurmamış olsaydı, 3-4 sene daha fazla yaşayabilirdi.

Gayrimüslimlere otobüslerle tur

Şişli’de otobüslerle gayrimüslimlere tur düzenlediğiniz doğru mu?

-Evet. Onları Selçuk’a Meryem Ana’ya gönderiyorum. Dileyen yurttaşlarımızı da Çanakkale’ye. Her cuma sabahı, 20 otobüsüm de Edirne Selimiye Camisi’ne gider. Mahallede anons edilir, “Gitmek isteyenler, saat 9’da hazır olsun” diye. Eskiden bir arkadaşımız bu işleri organize ediyordu, baktım ki bu yolla, herkes kendi tanıdıklarını getiriyor bu gezilere, vazgeçtim, şimdi herkese anons ediyoruz, artık dost, tanıdık yok, kim isterse geliyor…

MUSTAFA-SARIGUL-9Benim için kılık kıyafet önemli

Sabahın çok erken saatlerinde uyanıp, herkesi aradığınız, hatta taciz ettiğiniz doğru mu?

-Evet, ben çok erken kalkarım. Sabah 6’da başlar benim günüm, erken uyanamayanlara da sinir olurum. Önce mutlaka oğullarımı ararım. Sonra 12’ye kadar yoğun çalışırım. 12-2 arası enerji ya da bilgi alacağım bir dostumla, öğle yemeği yerim. 2 ile 3 arası mutlaka uyurum. Nerede olursam olayım. Herkese de tavsiye ederim. Sonra gece 11’e kadar, full enerji devam eder günüm. Haftada beş gün spor yaparım, Hakan Hoca gelir, 4 km koşarım, 350 hareket yaparız. Son 15 yıldır aynı kilodayım: 89.

Sporu evde mi yapıyorsunuz?

-Ulus’ta oturuyorum. Kar-yağmur yoksa, buradan Galatasaray Adası’na, oradan Hisar’a yürüyüp, geri dönüyorum. Tartıda kilomda artış görürsem, mutlaka duruma el koyarım. Haftada, birkaç kere de masör gelir. Giyinme odanız muhteşem. Bir kadının bile böyle düzenli değildir… -Aaaa benim için kılık kıyafet çok önemli! Bakımlı bir insanım. Her gün iki takım elbise değişirim. Sabah giydiğim takım 2’ye kadar üzerimdedir, 3’ten gece 11’e kadar da başka bir takım giyerim.

Niye? Ne zorunuz var?

-Ne demek ne zorunuz var! Hepimizin kendine özen göstermesi gerekiyor. Toplumun önündeki insanların daha da çok. Bazen bir okula gidiyorum, “Aaaa başkan geldi!” diyorlar. Oradaki çocuklar için ben bir rol modelim. Her şeyimle onlara örnek olmak gerekiyor. Nereye gideceksem, ona göre giyinirim. Düğüne gidiyorsam, mutlaka takım elbise, kravat. Ama cumartesi sabahı, Teşvikiye’ye bir yere gideceksem, kravatlı olmam komik olur, o zaman spor giyinmem gerekiyor. Giyeceğim renkleri bile gideceğim yere göre ayarlarım.

Ben, şu günde iki takım değiştirmeye taktım! Ütüsü bozulan o ilk giydiğiniz takımı ne yapıyorsunuz?

-Çıkarıyorum. O takım, bir hafta giyinme odamda, askıda dinleniyor. Kumaşının çekmesi lazım çünkü. Sonra ütü yapan arkadaşımız -ki bana Vitali Bey’den yadigâr- ütü işlerini çok iyi bilir, herkes bu takımları ütüleyemez, ütüsünü yapar. Ve asar. Tekrar giyilmeye hazır hale getirir. Sonra başka bir arkadaşımız gelir, o takımın, hangi gömlekle, kravatla tekrar giyileceğini kombinler.

Şaka yapıyorsunuz!

-Hayır! 30 tane, 40 tane kravatın olabilir, gömleğin olabilir ama onları hangi takım elbiselerle giyeceğini bilmiyorsan, neye yarar? Benim her sabah uyandığımda, hemen giyip çıkabileceğim kombinlerim her zaman hazırdır. Sıra sıra asılıdır. Böyle bir sistem kurdum kendime, hiç vakit kaybetmeden giyinir, çıkarım evden.

Kıyafetlerinize siz mi karar veriyorsunuz?

-Kıyafetlerimin çoğu Ed-wards’da dikiliyor. Orada Gökhan var, gelip ölçülerimi alıyor ve dikiyor elbiseleri. Çocuklarım Ömer ve Emir’den de çok yardım alıyorum.

Bir de Edwards hikâyesi var kitapta…

-Ya evet. Ben de bütün bu anlattığım şeyleri, zaman içinde öğrendim. Anamdan doğduğumda bilmiyordum. Kendimi geliştirdim. Rahmi Bey’in her yıl düzenlediği bir partisi vardır. Kuru fasulye partisi. Yıllar evvel, bana da davet geldi. Üzerine de bir not iliştirilmiş. “Casual kıyfatle katılın” diye. “Casual da ne?” diye bakıyorum davetiyeye! Sordum soruşturdum, meğer “rahat gündelik kıyafet” demekmiş…

Ne olduğunu öğrenince, siz de Rahmi Koç’a bir jest yapmaya karar veriyorsunuz…

-Evet. Madem beni de davet etmiş, ben de onun hoşuna gitsin diye İngilizler gibi giyinmeye karar veriyorum. Onun önem verdiği ünlü İngiliz markası Edwards’a gidiyorum. Mavi üzerine krem çizgili ceket, koyu bej pantolon, açık mavi bir gömlek ve spor ayakkabılar alıyorum. Çuval dolusu da para veriyorum. Zannediyorum ki acayip şık oldum. Fakat bir sorun var.

Nedir?

-Alışık olduğum bir kesim değil, nasıl desem biraz dar geldi giydiklerim. Sıkıntı veriyor, içinde acayip ter döküyorum ama bir yandan da çok havalıymışım gibi geliyor. Davet, Koç Müzesi’nde. Evden çıkarken oğlum Emir hayretler içinde baktı, “Baba, gerçekten böyle mi gideceksin?” dedi. “Sen anlamazsın!” dedim, yürüdüm gitti.

Eeeee?

-E’si davette bir dostum geldi yanıma, kulağıma eğildi ve “Ne bu kıyafet ya!’ dedi. O zaman anladım ki, gerçekten bir terslik var. Gerçi Rahmi Bey, “Çok şık olmuşsun” dedi ama ben o fasulye partisinde 10-15 dakika kaldım, fırladım, eve döndüm. Oh be üzerime rahat bir şeyler giydim. Gerçekten casual! Çıkardığım ders de şu oldu: Her kıyafet taşıyabilene! O giydiklerim, Rahmi Bey’in üzerinde muhteşem duruyor ama Erzincanlı Mustafa Sarıgül’de öyle durmuyordu! Bir daha da İngilizler gibi dolaşmaya kalkışmadım!

YARIN :

Sarıgül’ün kitabı ‘Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla’dan anekdotlar.

MUSTAFA-SARIGUL-7Arapsabunuyla merdivenleri silerdim

28 Ekim 2013

Renkli bir hayat hikâyesi. “Ben yaptıysam, siz de yaparsınız!” mesajı veriyor. Önümüzdeki günlerde de konuşulacak bir kitap. İçinde, pek çok insanın ismi geçiyor, pek çok olay anlatılıyor. Alıntı yapılacak bir sürü yer var. Yerim ölçüsünde, bana ilginç gelen yerleri aldım, bugün yayınlıyorum, gerisi için kitabı okuyun derim. Önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeleri ben de en az sizin kadar merak ediyorum. Ama şimdilik, yeni maceralara, yeni röportajlara yol almak için huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Sarıgül röportajı burada bitiyor…

Hamiş: Herkesin Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım HALKIN GÖNLÜNDE VARSAN, ZATEN SENİ KİMSE TUTAMAZ!

Bir gün Onur Kumbaracıbaşı’nın yanına gittim. “Hocam ben genel başkan olmak istiyorum” dedim. Baktı yüzüme, o her zamanki şakacı haliyle, “Yapma ya! Ben de olmak istiyorum!” diye cevapladı ve bir soru sordu, “Neden genel başkan olmak istiyorsun?” “Asıl hedefim tabii ki genel başkanlık değil. Seçimleri kazanmak ve bütün ülkeyi yönetmek istiyorum hocam” dedim ve destek istedim. Destek yerine nasihat verdi: “Bu neye bağlı biliyor musun? Halka gideceksin. Halkın gönlünde varsan, zaten seni kimse tutamaz!…”

O, ZENGİNLERİN ADAYIYDI BEN GARİBANLARIN

Sınıfın en fakir çocuğuydum. Arka sırada otururdum. O yaşta bile isyan ederdim adaletsizliğe. Yurttaşlık dersinde bir gün konumuz seçimlerdi. Öğretmen, “Belediye başkanını seçeceğiz, kim aday olacak” diye sordu sınıfa. Tam 64 öğrenciydik, hemen fırladım, “Ben adayım!” diye. Bir talip daha vardı, o da iddialı bir çocuk, adı Güneş. O zenginlerin adayı, ben garibanların. Ben zaten okuldaki bütün kapıcı çocuklarını organize etmişim, hepsinin gönlünü kazanmışım. Seçim yapıldı. 32 oy bana, 31 oy Güneş’e! Tek bir oyla belediye başkanı oldum. Siyasete ilgim o zaman başladı…

SARAY GİBİ GELMİŞTİ

İki sene tek göz odada yaşadık. Tuvaleti bile yoktu. Bırakın tuvaleti, bir tutam ışık giren camı yoktu. Sonra Şişli’de başka bir apartmana geçtik. İki odalıydı, müstakil tuvalet bile vardı. Hepimize saray gibi gelmişti! Babam bir yandan şoförlüğe devam ederken, annem de apartmanın kapıcılığını yapmaya başladı. O hasta olduğunda, temizliği ben yapardım. Arapsabunuyla koca apartmanın merdivenlerini kıyı bucak bir güzel silerdim. Çöpleri toplardım…

BU ÜÇ LİDERİ KENDİME ÖRNEK ALDIM

Ben üç lideri kendime örnek aldım. Bülent Ecevit’in mütevazılığını ve aydın kişiliğini. Erdal İnönü’nün demokrat tutumunu. Turgut Özal’ın pratik çözümlerini, varlık, bereket anlayışını. O üç siyasetçiden öğrendiklerim, siyasi hayatımdaki ilkelerim oldu…

AKILLA DEĞİL KALPLE İLGİLİ BİR MESELE Babadan oğula geçerse takım tutkusu, hiçbir zaman değişmez. İşte ben böyle doğuştan Galatasaraylıyım. Maç günü her şey durur benin için, iki elim kanda olsa, ya statta olurum ya ekran başında. Yenildik mi biterim. Akılla ilgili bir mesele değil bu, kalple ilgili…

BEN ECEVİT’E SEVİNİYORUM BABAM, İSMET PAŞA’YA AĞLIYOR

Lisedeydim, eve geldim bir sevinçle. Ne göreyim, babam hüngür hüngür ağlıyor. Benim sevincim CHP’nin başına Ecevit’in seçilmesinden, o ise giden İsmet Paşa’ya ağlıyor…

LİSTEYİ DEĞİŞTİRİYORUZ

Yıl 77, CHP Şişli Gençlik Kolları sekreteriyim. Harıl harıl ilçe kongresi için hazırlanıyoruz. Ertesi gün seçimler var. Gecenin bir vakti, bölgenin milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu geldi, “Gençlik Kolları başkanı nerede?” diye sordu. Dediler ki, “Yok efendim burada!” “Peki ya bu arkadaşlar kim?” dedi, bu kez bizi göstererek. Sinirlenmişti. “Listeyi değiştiriyoruz. Gençlik Kolları başkan adayımız Mustafa Sarıgül olacak. Madem başkan evinde yatmaya gitti, yatmaya devam etsin!” İşte o gece, bu sözler benim siyasi kaderimi değiştirdi…

İNŞALLAH İLERİDE BAŞBAKAN OLACAKSIN

Hiç mütevazı olmayacağım. Bazı gayrimenkullerin GS’ye kazandırılmasındaki katkım büyüktür. Bürokrasiyi bilmeyen ve dostluklar kuramayan birinin bu işin altından kalkması mümkün değildi. (…) İki araziyi kulübe kazandırdıktan sonra, o sert bakışlı Özhan Canaydın gitti, onun yerine beni her yerde onore eden ve GS Kulübü’ne yaptığım hizmetleri her yerde anlatan bir Özhan Canaydın geldi. Sonraki yıllarda Özhan abiyle çok güzel bir dostluğumuz oldu. Vefatından önce Bursa’da onu ziyaret ettim. Son görüşmemiz oldu. Türkiye Değişim Hareketi’ni başlattığımız günlerdi. Kendisine “Abi ben parti kuruyorum, oğlun Murat’ı da yanıma almak istiyorum, siyaset yapmasını, milletvekili olmasını arzu ediyorum” dedim. Gülerek, “Hayır, inşallah sen ileride başbakan olacaksın. Ama seninle Murat değil, ben çalışacağım Sayın Başbakanım” diye karşılık verdi. Onu son gördüğüm o günü, bana “Sayın Başbakanım, ben iyi olacağım, ben seninle siyaset yapacağım!” demesini hiç unutmam.

ONUN BABASI MİLLETVEKİLİ BENİM AİLEM KAPICILIK YAPIYOR

Bir rüya gibi başladı her şey. Nereden bilebilirdim ki Abdurrahman Köksaloğlu’nun kızıyla tanışacağımı. Hülya’yı gördüm, aklım başımdan gitti. Kalp kalbe karşıydı! Ama o, zengin aile kızı. Üstelik babası milletvekili. Benim ailem kapıcılık yapıyor! Öyle sevdik ki birbirimizi, her zorluğu yendik. Ama babası nuh dedi peygamber demedi. Gerçi nikâhımıza geldi, ama hiçbir zaman bu evliliği onaylamadı. Her şeye rağmen çok iyi gidiyordu evliliğimiz, ta ki babası Abdurrahman Köseoğlu, 15 Temmuz 89’da kalbinden kurşunlanarak öldürülünceye kadar. Hülya, babasının ölümünden sonra kahroldu. Ve Hülya’nın sağlık sorunları nüksetti. Önce verem oldu. Babasının beklenmedik ölümü onu çok sarsmıştı. Sağlığı gittikçe kötüleşmeye başladı. Yine doktora gittik, bu kez veremden daha büyük bir illet çıktı: Hülya akciğer kanseriydi. Ve birkaç sene sonra vefat etti.

Yorum Bırak