Meme kanseri atlattım, linç edildim, 30 kilo verdim


Nur Yerlitaş… Namı diğer Nurella

Şehitler hakkında söylediği sözler yüzünden tepkiler yükseldiğinde aramıştım onu.

Konuşacak hali yoktu.

Aradan zaman geçti, geçen günlerde o beni aradı.

“Hâlâ buluşmak istiyor musunuz?” diye.

“Elbette!” dedim.

Nur Yerlitaş hep merak ettiğim bir insandı. Nevi şahsına münhasır bir kadın. Hazırcevap, doğal, samimi… Ha bir de öğrendim ki, 30 kilo vermiş, röportaja koşarak gittim ve sordum…

İşte karşımda bir reyting makinesi ve sosyal medya fenomeni duruyor…

– Ay neler diyorsun Ayşecim. Reyting makinesi olan ben değilim, Nurella!

Nasıl yani?

– Ben Nur Yerlitaş’ım. Bir de Nurella var. O kırıyor reyting rekorlarını. Çünkü ultra gerçek ve filtresi yok.

Peki Nur Yerlitaş’ın Nurella’dan farkı ne?

– Nur Yerlitaş, haute couture yapan, en iyi kumaşları, en iyi dantelleri bilen, lüks içinde bir kadın. Oyunu kurallarına göre oynuyor. Ünlülere, sanatçılara, patronlara kostüm dikiyor, üst düzeye hitap ediyor. Ama Nurella halkın içinde… Gerçek Nur da, Nurella aslında. Çünkü ben de bir halk kızıyım, semt kızıyım. Ben de bir mahallede büyüdüm.

KONYA’YA GİDİYORUM DEYİP MİLANO’YA GİTTİM

Nerede?

– Fatih’te bir mahallede. Kalabalık bir aile. Anne tarafım Arap kökenli. Dedem Mısır’dan Siirt’e, oradan da İstanbul’a gelmiş. Baba tarafım Karadeniz, Giresunlu. Birbirine bağlı bir aileyiz. Ben küçükken hafta sonları maaile Beyoğlu’na giderdik. Beyoğlu kültürüm vardır. Teyzemler, İngiliz kilisesinin tam karşısında otururdu. Markiz Pastanesi’ne giderdik. Ama itiraf ediyorum, beni en çok Beyoğlu pasajları büyülerdi. O straslar, taşlar aklımı başımdan alırdı. Onları birbirine ekleyip kolyeler, aksesuarlar yapardım. Kumaşlar toplardım annemden gizli. Oldum olası giysilere, kostümlere meraklıydım. Abartılı, parıltılı şeyler severdim. Gazinolara giderdik. Sonra eve gelirdik, üstüme etol gibi şeyler alır, o artistlerin taklidini yapardım. Ama tabii benim artistlik merakıma pabuç bırakacak bir aile değildi bizimki. Fakat bendeki kıyafet merakı anlatılacak bir şey değildi. Rahmetli yengem Ses dergilerini ciltlerdi, saatlerce o artistlere bakardım. Sophia Loren, Brigitte Bardot, Gönül Yazar, Nebahat Çehre, Filiz Akın… Kolyelerine bakardım, elbiselerine bakardım, ayakkabılarına bakardım. Ve hep hayal kurardım.

Peki nasıl oldu da ‘ünlülerin modacısı’ oldunuz?

– Bir kız arkadaşımın butiği vardı, İtalya’dan giysiler getiriyordu. O yıllarda da Türkiye’de hiçbir şey yok. Acayip imrendim. “Ben de yapacağım!” dedim. Annem, “Ayol, dayıların seni mahveder! Bavul ticareti mi yapacaksın? Hayatta izin vermezler” dedi. “İzin vermezlerse intihar ederim!” dedim. Mevlana haftasıydı, “Konya’ya gidiyorum” dedim, Milano’ya gittim. Gidiş o gidiş, kaçak mal getirmeye başladım. Bayağı valiz ticareti yani! Sonunda Lale Pasajı’nda butiğimi açtım.

BABAM ÖLÜNCE AİLENİN REİSİ OLDUM

Sonra?

– Sonra işleri ilerlettim. 84’te Milano’da İtalyancamı geliştireyim diye bir okula yazıldım. Mal gönderiyorum, İtalya’yı seviyorum, acayip iyiyim. Annem, “Acil dön, baban hasta!” dedi. Apar topar döndüm, babamı gördüm ve sonra vefat etti. Onun ölümü, benim için bir dönüm noktasıydı, İtalya dosyası kapandı. Annem genç yaşta dul kalmıştı, kardeşlerdim vardı. Birden ailenin babası oldum. Ama hayallerim hâlâ aynıydı, insanları giydirmek istiyordum. Hiç unutmam, Roma’da Valentino mağazasının vitrininde bir kırmızı tuvalet vardı ama nasıl şahane bir tuvalet… İnsan saatlerce bir kıyafeti seyreder mi? Ben seyrederdim ve hayal kurardım, “Bir gün ben de böyle elbiseler dikebilecek miyim?” diye. Önceleri ünlü sanatçılar, cemiyet insanları getirdiğim aksesuarlara hayran oldu. Çünkü rafine bir zevkim vardır. Benim zaten derdim hiçbir zaman para kazanmak olmadı, derdim kendimi kabul ettirmekti. Bir sabah uyandım ve “Ben artık butikçi olmak istemiyorum. Atölyem olsun istiyorum!” dedim. Yeri tuttum, makineleri aldım. Önceleri müşteri yoktu. Ama tabii yıllarca İtalya’ya gidip gelmenin inanılmaz faydası olmuş. Nerede ne var biliyorum, payetçi, boncukçu, vatkacı, her şeyi biliyorum. Oradan kumaş getirdim, farklı aksesuarlar getirdim, diktim ettim ve derken ünlülerin modacısı Nur Yerlitaş oldum.

Siz modacı mı, dikişçi mi, terzi mi, tasarımcı mısınız?

– Tasarımcıyım. Ben aslında bir hikâye tasarlıyorum. Bunu özellikle Ajda Pekkan’la çok yaşarız. Dün bendeydi. Bir sürü şeyler hazırlarım, hiç bilmeyiz neler çıkacak. Ama beş saat ayırırız birbirimize. Ve inanılmaz şeyler çıkar.

BEN DOĞAL VE KOMİK BİR KADINIM

Peki sonra nasıl oldu da, o dikiş diktiğiniz insanlardan daha ünlü oldunuz?

– Ah bir bilsem… Her şey bir anda oldu. Bir gün bir televizyon programı için teklif yapıldı. Konuk olacaktım. Benim olduğum bölüm inanılmaz çok izlenmiş. Çünkü doğal ve komik bir kadınım. Eğlenceliyim yani. Yapımcılar demişler ki, “Nur Yerlitaş enteresan bir kadın. Acaba jüri olur mu?” Hakan Akkaya, İvana ve ben. Sırf merakımdan “Aa oluur!” dedim. Kendimle dalga geçiyordum seyrederken. Böyle böyle televizyon dünyasına girdim, jürilerin jürisi oldum. Sonra “Yeni bir format var” dediler, “Show TV için yapmak istiyoruz. Sana ihtiyacımız var ama paramız yok!” Bana bir rakam söylediler, kabul edeceğim bir rakam değil, hakikaten düşük. Ama “Kabul ediyorum” dedim. Para önemli değildi. Bir şey yapmak istiyorlardı ve bana ihtiyaçları vardı. Hoşuma gitti böyle söylemeleri.


Nur Yerlitaş, ekranlarda göründüğü halinden bugün 30 kilo daha zayıf.

BİR BEN, BİR DE İLBER ORTAYLI

Ve o program müthiş reyting getirdi…

– Hem nasıl! Nurella patlaması oldu! Annemi de yeni kaybetmiştim. Haliyle duygusal iniş-çıkışlar yaşıyordum. Diyorlarmış ki, “Numaradan ağlıyor!” Oysa beni öldürsen numaradan ağlayamam. Ama tabii bu kadar ün, şöhret düşmanlıkları da getirmeye başladı. Ben program başlarken arabesk şarkıyla açıyordum. Nurella o işte. Oysa evde Adriano’yla uyanıyorum, çok severim İtalyan şarkılarını ama sabah kuşağında ben hep halka hitap ettim, içimdeki semt kızını uyandırdım. Hepimizin bir arabesk tutkusu var, içten içe bir ezikliğimiz var. Mahalle kızı olduğum için margarin kuyruklarını, tüpgaz kuyruklarını da bilirim. İşte orada patladı her şey. Bir ben, bir İlber Ortaylı bu kadar ilgi gördü o dönem. ‘Caps’lerimiz filan yapıldı…

Demek sizin içinizde bir sürü kadın var…

– Elbette! İçimde bir arabesk kadın var, bir İtalyan kadın var, bir aşırı duygusal kadın var, bir vicdanlı kadın var, uyanık geçinen ama herkesi, her şeyi affeden bir saf kadın var… Zaman zaman egosu yüksek olan bir ukala kadın da var. Sonra biz başka bir kanala, Acun’a transfer olduk. Öyle enteresan ki, 100 küsur kiloluk bir kadındım ben. Yanımda İvana gibi güzel bir kadın var. Öbür tarafta da hoş, güzel bir kadın var. Yani fiziğimle mümkün değil rekabet edemem ama kişiliğimle ettim. Çok sevildim. Çünkü sahiciydim. Ve öyle bir şey oldu ki, programın devam edebilmesi için benim şartlarımı kabul ettiler. Diğerlerinin fiyatları yarıya indi. Bende hiç yalan yoktur. Doğruları konuşuyorum. O arada meme kanseri olmuşum.

BENSİZ OLMUYOR, YENİ BİR NURELLA BULAMAZLAR

Çok geçmiş olsun.

– Teşekkür ederim. Zor bir süreçti. Program devam ediyor, itiş kakış devam ediyor, o arada ben meme kanseriyim. Tedaviye gidiyorum, radyoterapim var, su topluyor, akıyor, sonra stüdyoya geliyorum. Arada problemlerimiz de oluyor tabii ki. Bir gün İvana benim odamda, yine münakaşa gibi bir şeyler oldu. İvana’ya gittim, üstümü açtım, “Bak” dedim, “Şu göğsüme!” Göğsümde sular toplamış ve akmış, “Bak halime!” dedim. “Bu halde çalışıyorum” demek istedim. Sonunda da dayanamadım, programdan ayrılmaya karar verdim. Yerime de Kerimcan geldi. Kerimcan her hafta konuğumuzdu. Ben kabul etmesem, yanıma bile oturamazdı. Sonra da o program bitti. Bu sene yaptılar yine, İvana, Deniz Akkaya bir şeyler… Olmadı, olamadı. Ben iddialı konuşmayı sevmem ama inanın bensiz olmuyor. Çünkü bir Nurella daha bulmaları lazım. Bu da mümkün değil!

BANA DESTEK VEREN TEK ÜNLÜ BÜLENT ERSOY’DU

O şehitler hikâyesi neydi? O günden beri ekranlarda görmüyoruz sizi.

– Birinin doğum günü vardı. Bir otelin roof’undayız. Serkan Kaya sahnedeydi. Ben de telefonumu canlı yayına açmıştım. Eğleniyorum. Yanımda da Serkan Kaya’nın eşi oturuyor. O sırada, sosyal medyada çok küfrediyorlar. Haberim yok tabii. Bu arada içki içmiyorum, içemiyorum. Tedavim devam ediyor. Elimde bir kadeh var ama içindeki soda. Kız kardeşim Benan, özellikle meme kanseri olduktan sonra annem gibi oldu, sürekli korumaya çalışıyor beni. Bana telefonumdan ulaşamadığı için -çünkü canlı yayındayım o sırada- yanımdaki Serkan Kaya’nın eşini arıyor. O da bana döndü ve dedi ki, “Nur Abla, Benan Abla diyor ki bu akşam şehit yok ama yine de küfrediyorlar, canlı yayını kapatsın!” Kız kardeşimin o baskıcı hali, engelleyici hali beni rahatsız etti. “Bu ne diyor ya! Şehitler mehitler aman yeter!” dedim. Yani o tamamen kız kardeşime edilmiş bir laftı.

SOSYAL MEDYADA HEDEF GÖSTERİLDİM

Sonra?

– Gerçekten kötü bir niyetim yoktu. Ama şov dünyası böyle, herkes herkesin açık vermesini bekliyor ki tekme tokat girişebilsin. Gerçekten iğrendim. Allah aşkına ben şehitlere nasıl dil uzatırım? Öyle olsa, ertesi gün saat ikiye kadar o yayını bırakır mıyım? Silmez miyim? Hiç unutmuyorum, ertesi gün Ajda’nın provası var bende. Telefon geldi kıyamet kopuyor diye. Kız kardeşimin Serkan Kaya’nın eşine attığı mesaj, savcılığa bile gitti. Mesaj şu: “Nur’a söyle şehit yok ama küfür ediyorlar, canlı yayını kapatsın!” O kapatsın emri beni rahatsız etti. O yüzden o sözleri sarf ettim. Birileri işi köpürttü, beni savcılığa şikâyet etti, bir şarkıcı kadın. Savcılığa avukatımla gittim. Tamamen gayri ihtiyari ağzımdan çıktı. Ama kardeşime söylenmiş bir şey. Bir kasıt yok. Kötü niyet yok. Sosyal medyada linç edildim. Telefonum ve ev adresim verildi. Hedef gösterildim. Ev adresim açık açık yazıldığı için koruma vermek istediler, ben kabul etmedim.

BÜLENT ERSOY 10 GÜN KANEPEDE YATTI

Şehit aileleri de ulaştı mı size?

– Evet. Aralarından sitem edenler oldu ama “Biz sizin yüreğinizi çok iyi biliyoruz, sizi tanıyoruz” diyenler de… Bir hafta sonra tepkiyi ölçmek için sokağa çıktım. Sosyal medyadaki linçle sokakta asla karşılaşmadım. İnsanlar birlikte fotoğraf çektirmek için üzerime atlıyordu.

Peki psikolojiniz bozulmadı mı?

– Çok bozuldu. Zaten panik atağım vardı, o azdı. Bir taraftan da kanser var. Kız kardeşim yurtdışına gitmemi istedi, “Asla bir yere gitmem” dedim. Bu sefer de kaçtı derler. Bazı insanlar “Şehit ailelerine, vakıflara yardım yap!” dedi. Bunu da kabul etmedim. Ayıp ve çirkin geldi. Suçluluğumu kabul etmişim gibi.

Sanat dünyasından yanınızda duran kimse yok muydu?

– Bir tek kişi oldu. O da Bülent Ersoy. Destek vermek için geldi, 10 gün evimde kanepede yattı. Bülent Ersoy’un desteği bana o kadar iyi geldi ki. Onun öyle yüce gönüllü bir tarafı var. Dedi ki, “Kalk bana bir elbise dik!” “Asla!” dedim, “Ben hiçbir şey yapamam!” “Yaparsın” dedi. O kadar zorladı ki, kalktım diktim. Televizyonlarda da bangır bangır “Kıyafetim Nur Yerlitaş’a aittir!” dedi. Bu desteğini ömrüm boyunca unutamam.

Başka kim sahip çıktı?

– Başka yok. Bence bu, bana Rabbim tarafından bir ikazdı, “Kendine gel!” ikazı. Beni en çok şehit aileleri tarafından yanlış anlaşılma ihtimali üzdü.

Özür dilediniz mi?

– Tabii ki diledim.

Tekrar sahalara dönmeye hazır mısınız?

– Kısmet, her şey kısmet…

ÇALIŞMASI EN KOLAY SİBEL CAN

Çalışmaktan en keyif aldığınız ünlüler?

– Sibel Can, Ajda Pekkan, Ebru Gündeş, Seda Sayan.

En kolay kimle çalışılır?

– Sibel Can.

MİDE AMELİYATI OLMADIM OLSAM NİYE SÖYLEMEYEYİM!

Müthiş olmuşsunuz bu arada. Kaç kilo verdiniz?

– 30 kilo verdim.

Nasıl gitti o kadar kilo?

– Kademeli olarak bir buçuk yılda.

Mide ameliyatı mı oldunuz?

– Yok hayır. Olsam söylerim. Niye gizleyeyim ki?

Olanlar gizliyor da bazen.

– Ben öyle bir kadın değilim. Asla gizlemem. Bak yüzümü yaptırmak istiyorum. Ne botoks ne başka bir şey var. Ama yaptırmak istiyorum. Gözümün altında kırışıklıklar falan var. Yaptırır yaptırmaz hemen Instagram’a koyacağım.

YEMEK YEMEYİ ÖĞRENİNCE KİLO VERDİM

30 kiloyu nasıl verdiniz bir buçuk senede?

– Yemek yemeyi öğrendim, bilmiyormuşum.

Nasıl öğrendiniz?

– Çok hızlı yerdim. Şimdi bir lokmayı o kadar uzun çiğniyorum ki… Yemeklere hiç yağ koymuyorum. Hamur işinden uzak duruyorum. Tatlı asla yemiyorum. İlk ay altı kiloyu Şeyda’yla (Coşkun) verdim.

İkinci ay?

– Yine onunla devam ettim. Bu sefer dokuz kilo verdim. Sonra doktorum “Biraz yavaşla!” dedi. Çünkü radyoterapi alıyordum. Derken bu linç edilme olaylarını yaşadım, bir de panik atak oldum. Ağustos ayından bu yana panik atağım var. Ara ara kalp krizi geçiriyormuşum gibi hissediyorum. Ama işe döndüm. Üretiyorum. Yaratıyorum. Her şeyin üstesinden gelirim.

Diğer 15 kilo nasıl gitti?

– Öbür 15 de tiroittenmiş, onu da yeni öğrendim, kontrol altına alınınca gitti. Midem de küçüldü artık. Balık seven kadındım, onu bile özlemez oldum. Artık her şeyden kuş kadar yiyorum.

Yaşadıklarınız da etkilemiştir sizi…

– Etkilemez olur mu? Meme kanseri geçirdim, linç edildim, 30 kilo verdim.

Daha kilo verecek misiniz?

– Bilmem. Yemek yemeyi unuttum. Artık yemekle aram iyi değil.

Sonuç olarak tüm bu yaşadıklarınıza nasıl bakıyorsunuz? Reyting için kullandılar mı sizi?

– E tabii ama ben de karşılığında paramı aldım. Kullanıp atamadılar yani. İyi bir reklam filmi de çektim. Ciddi bir paraydı. En fazla parayı bu grupta ben aldım. Evet, bedel ödettiler ama benim iğnem, makasım duruyor. Mesleğim var yani!

İSTANBUL’DA ÖLMEK İSTİYORUM

Güneye yerleşip zeytin yetiştirmek gibi bir hayaliniz var mı?

– Ay hayır! İstanbul’da ölmek istiyorum. Ben şehir kadınıyım, şehirde olmalıyım, o tantananın içinde olmalıyım. Ben gürültü seviyorum.

Kitap yazacak mısınız?

– Asla.

Neden?

– Uğraşamam. Gerçi şov dünyasının gerçek olmadığını anlatan bir kitap olabilir. Tiksiniyorum… Yine de büyük konuşmayayım. Para kazandım, tecrübe sahibi oldum şov dünyası sayesinde. Bana maddi gelirin dışında manevi olarak çok şey öğretti.

Yorum Bırak