Livaneli, 2018 yazını tanımlıyor: Denizler durulmaz dalgalanmadan!

 Dün başlayan Zülfü Livaneli röportajı bugün de devam ediyor. Son kitabı ‘Gölgeler’den girdik, ‘Kardeşimin Hikâyesi’nden çıktık ve gele gele 2018 yazına geldik. “Hava kurşun gibi ağır ve yüreklerin kulakları sağır ama aynı zamanda da bir şeylere gebe…” diyen Livaneli’yle sizi baş başa bırakıyorum...

– 2018 yazını nasıl tanımlarsınız? Önümüzdeki günler için hangi duygular içindesiniz?
“Denizler durulmaz dalgalanmadan” şarkısı aklıma geliyor. Fırtınanın gözüne yaklaşıyoruz. Evet, hava kurşun gibi ağır ve yüreklerin kulakları sağır ama aynı zamanda da bir şeylere gebe. Çok alametler belirdi…

– Tüm zorluklara rağmen kendimize hava kabarcıkları buluyoruz ve yaşamaya devam ediyoruz. Bu nasıl açıklanabilir? Her şeye inat yaşamak mı?
Elbette! Yine Nâzım’la devam edersek: ‘”Yaşamak ciddi bir iştir, şakaya gelmez.” Yaşamın doruk noktası direnmektir. İnsan onuru için direnmek…

– Sizi öğrenmek, keşfetmek, yazıp çizmek, okumak, film izlemek, güzel sohbetler ve müzik dışında ne mutlu ediyor?
Hepsini saydın zaten Ayşeciğim. Ben hayatın güçlüklerine, sanatla dayanabilen birisiyim. En korkunç acılardan sonra bile gemimi bir sanat limanına yanaştırabiliyorum. Bir de hiçbir hırsımın, hiçbir iddiamın olmayışı, hiç kimseden hiçbir şey talep etmeden yaşamak bana özgürlük ve mutluluk veriyor. Sakin sulardayım.

– Gündem ne kadar ilgilendiriyor artık sizi… Adım adım takip ediyor musunuz hâlâ olup biteni?
Eskisi kadar değil. Çünkü hep aynı şeyler oluyor. Ben artık denizin üstünü değil, altındaki yaşamı, dip dalgaları merak ediyorum. Bu yüzden geneli anlamak için, güncelden uzak duruyorum.

KARDEŞİMİN YOLU SONUNA KADAR AÇIK OLSUN!

– Unutulmaz müzikler ve filmler yaptınız. Neden artık sadece edebiyata yoğunlaşıyorsunuz?
Yine yeni bir romana yoğunlaşmış durumdayım, umarım bekleyen okurlarımın karşısına alnım ak çıkabilmeyi başarırım. Sinemaya artık hiç vaktim yok. Müzik ise benim olmazsa olmazım. Ne var ki bestelerle, içimin şarkısını paylaştım ama henüz paylaşmayı bitiremediğim hikâyelerim var. Bu yüzden artık sadece edebiyat var hayatımda. Konserler beni çok mutlu etti ama bunca yılın ardından kendimi tekrar ettiğim duygusuna kapıldım. Eğer ben sahnede bunu hissedersem, izleyenler de hisseder. Bu yüzden artık ülkeme ve gençlere emanet ettiğim bu besteleri başka solistlerin söylemesi çok hoşuma gidiyor, onları dinlemekten büyük haz alıyorum. Yalnız sanatçılar da değil. Son olarak Muharrem İnce’nin bir toplantıda bir şarkımı söylediğini okudum ve çok mutlu oldum.

– Eskiden siyasete bulaşmış biri olarak Muharrem İnce’yi nasıl değerlendiriyorsunuz. Şans veriyor musunuz?
Muharrem İnce benim Yalova’dan, gençliğinden beri tanıdığım, birlikte vekillik yaptığım ve çok sevdiğim bir kardeşim. Onun çıkışıyla birlikte, aranan kan bulundu gibime geliyor. Kardeşimin yolu sonuna kadar açık olsun…

MİZAH DA BİR DİRENİŞ DİLİ

– Parasızlık, hapis, sürgün… Edebiyat tarihinin her köşesine kazınmış bir acı var ama yine de edebiyatçılar neşeliler ve bizi de gülümsetmeyi başarıyorlar. Mizah, bir direniş dili mi?
Tanıdığım bütün usta edebiyatçılar neşeliydi. Söylediğin gibi, çektikleri onca acıya rağmen kendilerine bir mizah kalkanı geliştirmişlerdi ve hayata, neşeye, sevdaya, kavgaya yürekten bağlıydılar. Elbette yaşadığı trajediyi yaşamına yansıtanlar da vardı ama çoğu gümbür gümbür insanlardı. İçer, sevdalanır, öfkelenir, kavga eder, ağız dolusu kahkaha atarlardı. Akdeniz coşkusu taşırlardı içlerinde. Karanlık Orta Avrupa’nın umutsuz yazarlarına benzemezlerdi…

ÜLKEMİ YURTDIŞINDA ASLA ELEŞTİRMEM!

-‘Kardeşimin Hikâyesi’ Rusçaya çevrildi ve Rusya’da yayınlandı. Siz de geçtiğimiz günlerde Rus okurlarınızla buluştunuz. İnsanın, kendisini “evrensel” hissetmesi nasıl bir duygu?
Rusya’da, beklediğimin ötesinde bir ilgiyle karşılaşmak beni mutlu etti. Bir yazar için Rusya farklı. Kızıl Meydan’da, radyo, TV söyleşilerinde ve üniversitelerdeki toplantılarda Rus okurların, daha çok kitapla, edebiyatla ilgili sorular sorması ilginçti. Başka ülkelerde, politikayla ilgili sorular çoğunluktadır ama Rusya edebiyatla çok haşır neşir bir ülke. Okurları da son derece gelişmiş bir edebiyat bilgisine sahip…

– Size en çok ne sordular?
Nasıl yazdığımı, konularımı nereden bulduğumu, bir çalışma rutinimin olup olmadığını, Rus edebiyatı hakkındaki düşüncelerimi, en çok hangi yazarı sevdiğimi…

– Türkiye hakkında en çok ne soruyorlar?
Kültür yaşamı ve kitaplar hakkında sordular. Kızıl Meydan’daki soru- cevap bölümünde sadece bir tek kişi siyasetle ilgili bir soru sordu. Ben de ona, “Yeri geldiğinde ülkemi ve bazı uygulamaları eleştiririm ama bunu asla yurtdışında yapmam. İçeride yaparım!” dedim. Şaştığım şey, Rus izleyicilerin bu cevabı alkışlamaları oldu. Sonradan öğrendim ki Rus şair-müzisyen Visotskiy’nin de böyle bir sözü varmış. Herhalde bunu çağrıştırmış olmalı.

– Tataristan’ın başkenti Kazan’ın en eski eğitim kurumu Kazan Üniversitesi’nde de konferans verdiniz. Tolstoy’un, o üniversitenin eski bir öğrencisi olduğunu öğrenmek sizi ne kadar heyecanlandırdı?
Çoook! Tolstoy’un, Lenin’in okuduğu üniversitede konferans vermek, onların dolaştığı koridorlarda yürümek, sıralarına oturmak inanılmaz geldi.

– Tolstoy’un Türkçe’den çakarak, okulu terk etmesine ne diyorsunuz?
Ne ilginç değil mi? Tolstoy’un resmini ve karnesini görünce çevirmen dostum Apollonaria Avrutina’dan rica ettim, notları çevirdi. Tolstoy’un en çok Türkçe/Arapça sınıfına devam ettiğini, bu ve başka bazı derslerde başarısız olduğu için okuldan atıldığını öğrendiğimde şaşırdım. Sanırım Tolstoy gibi bir deha, okul eğitimini sıkıcı ve yararsız bulmuştur. Tolstoy’un Türklere sempatisi olduğunu biliyordum ama bu konuda eğitim aldığını öğrenmek yeni bir bilgi oldu.

– Diğer romanlar ne zaman Rusçaya çevrilecek?
Şimdi “Serenad” ve “Huzursuzluk” çeviri aşamasında.

– Edebiyatçı olarak pek çok ülkede biliniyorsunuz. Ama edebiyatın anavatanı Rusya’da, “bestseller” olmak sizin için daha mı önemli?
Kesinlikle! Her yazarın, her edebiyatseverin kalbinde yatan büyük yazarların diyarı orası. Bir örnek vereyim; St. Petersburg’da bir radyoya canlı yayına götürdüler beni. Şehrin eski bir bölümü. Sarı binalarla çevrilmiş bir avludaydık. Dedim ki: “Ben burada yoğun bir biçimde Dostoyevski atmosferi hissediyorum.”Meğer Raskolnikov’un, tefeci kadını öldürdüğü apartman -bu cinayet gerçekten olmuştu bu arada- hemen karşıdaymış. Gogol’un yazdığı köprüden geçiyorsunuz, bütün Rus romanlarında geçen Nevski Caddesi üstündeki kitabevine imza toplantısına gidiyorsunuz. Gel de heyecanlanma!

Yorum Bırak