Kerem Bursin: Bu kadar yüzeysel bir piyasada Serenay’ın derinliği beni çok etkiledi

Kerem Bursin’le röportaj, bugün de devam ediyor. Herkesin telefonuna yapışık yaşadığı, sosyal medyada var olmak için elinden geleni yaptığı, her anını, her şeyini paylaştığı bir dünyada…
Kerem Bursin kayıtsız!
“Üç ayda bir post koyduğum oluyor” diyor. Kendiyle ilgili haberlere bile bakmıyor. Konserleri telefonuyla çekerek değil, çıplak göze izliyor. Kısacası hayatı başkalarına göstermek için değil, kendi için yaşıyor…
Serenay’la ilişkisini de röportajda anlattı, en sevdiğim cümleyi de başlık yaptım…

– Ne kadar gazete takip ediyorsun?
Kendimle alakalı sıfır! Sosyal medyayla da pek aram yok…

– Sosyal medyadan nasıl uzak durabiliyorsun?
Duruyorum işte. Tabii kullanmak lazım, anlıyorum ama ben hayatımı sosyal medyadan ibaret yaşamıyorum. Bu muhtemelen bana zarar da veriyordur, herkes neredeyse 24 saat telefonuyla yaşıyor…

– İnsanları görünce şaşırmıyor musun…
Çok şaşırıyorum. Telefonlarına yapışık yaşıyorlar. Onların yanında kendimi 80 yaşında bir dede gibi hissediyorum! Mesela bir konsere gidiyorum, şahane bir performans başlıyor, canlı, capcanlı, karşımızda… Etrafıma bakıyorum, benimle aynı coşkuyu hissediyorlar mı diye, inanılır gibi değil, salonun yüzde 80’i, konseri elindeki telefondan izliyor. “Çekeceğim” diye anı yaşamaktan vazgeçiyorsun. Dahası kendin için yaşamıyorsun… Sen başkalarına göstermek için yaşıyorsun! Sosyal medyanın dünyayı ele geçirdiğini düşünüyorum…

– “Benim hakkımda nerede, ne çıkmış” diye girip bakıyor musun?
Hayır. ‘Canlandırdığım karakter hakkında ne düşündüler, ne yorumlar yaptılar’ı merak ederim ama yine de bir yerlere bakmıyorum, denk gelirse görüyorum…

– Ekşi Sözlük’e hiç baktın mı?
Hayır. Ama o kadar çok şey duydum ki…

– Orada okudum, bir korku filminde mi oynamışsın sen? Çin yapımı korku filminde…
Ya evet. 2012’de çektim onu ama sanırım yeni gösterilmiş. Ben Türkiye’ye taşındıktan 4 gün sonra askere gittim…

– Sahi neden taşınmıştın Türkiye’ye?
En yakın arkadaşım New York’ta bir bisiklet kazasında öldü. Gencecik bir adamdı. Çok saçma, çok acı bir ölüm. Kardeşim gibiydi. İnanılmaz bir boşluğa düştüm. Her şeyi sorgulamaya başladım. Ben o sırada Los Angeles’ta sürünüyordum. Birkaç iş birden yapıyordum. Personal training yapıyorum, araba park ediyorum, bir taraftan da audition’lara (oyuncu seçimi) girip oyuncu olmaya çalışıyorum. Bu acı olay yüzünden bütün hayatımı değiştirmeye karar verdim. Zaten Türkiye hep aklıma geliyordu. Amerika’da adımı soruyorlar: “Kerem. Ben Türküm.” “A neler yaptın bugüne adar Kerem Türkiye’de?” Cevap yok. Türk’tüm ama hiç Türkiye’de yaşamamıştım. Ve birden buraya taşınmaya karar verdim. Geldiğimin 4. günü de askere gittim. Askerlik bitince ne yapsam, ne etsem diye düşünürken bu teklif geldi. “Bir Çin korku filminde bir rol var, ister misin”, “Tamam” dedim. Ama film nasıl oldu bilmiyorum, izlemedim…

– Oynadığın neyi izledin?
Dizilerin sadece ilk bölümlerini. Çünkü mecbur kalıyorsun. Zaten kendinden ziyade yönetmen ne yapmış, nasıl yapmış onu izliyorsun. Çünkü onun işi. Mesele izlemek değil, yaşamak. Tiyatro da öyle değil midir, oynuyorsun, yaşıyorsun ve hiçbir zaman izleyemeyeceksin kendini!

ŞİMDİ DE BİR VAMPİRİ OYNAYACAĞIM

– Bir de dijital bir diziye başlıyorsun…
Evet. Adı “Yaşamayanlar”. Alphan Eşeli’yle çekiyoruz. Şahane bir vampir dizisi. Ne güzel düşünsene şimdi de bir vampir olacağım! Oyunculuğun en sevdiğim tarafı bu. “Can Feda”da pilot oldum, şimdi 500 sene yaşamış bir vampir olacağım. Kim bilir nasıl bir psikolojidir 500 sene yaşamak, ben daha 30 sene yaşadım…

SERENAY’LA DOYA DOYA ANI YAŞIYORUZ!

– Serenay’la aşk nasıl gidiyor?
Çok güzel.

– Kaç yıl oldu?
3 yıldır birlikteyiz.

– En uzun ilişkin mi?
Evet. Çok doğal, çok saf bir aşk yaşıyoruz. İlişkimizin en güzel tarafı da bu… Bütün bu meşhurluk, oyunculuk, kalabalıklar filan hiç bizim ilişkimizin içine girmiyor. Biz birbirini seven, birlikte vakit geçirmekten hoşlanan iki sıradan genç insanız. Yol arkadaşlığı yapmaya da bayılıyoruz…

– Ya şahane bir “road trip” yapmışsınız, anlatsana…
Hep hayal ediyorduk. Geçekleştirdik. Los Angeles’tan çıktık yola, Vegas, sonra Grand Canyon… Çok güzel geçti. Hele Grand Canyon manyak bir yer. Biz esas olarak anı yaşayan iki insanız.

– Amerika’da tamamen ünsüz olmak daha mı hoşunuza gidiyor?
Evet ama belirli yerlerde tanıyanlar da çıkıyor. Bu da Türk dizilerinin başarısı. Bir Meksikalıyla denk gelirsek hemen selfie’ler başlıyor. O da eğlenceli… “Ha böyle bir hayatımız da vardı!” diyorsun. Ama genel olarak tamamen normal insanlar gibi takılan, hayalleri olan, bir şeyler yapmaya çalışan iki genciz.

– Herkesin birlikte olmak isteyeceği bir kadınla birliktesin. Nesi kimselere benzemiyor?
Hiçbir şeyi. Çok başka bir enerji Serenay. Zaten en çok etkilendiğim şey de bu oldu. Hayata bakış açısı farklı, çok çarpıcı ve şaşırtıcı bir derinliği var. Bu kadar yüzeysel bir piyasada, bu kadar yüzeysel bir meslekte, onun bu derinliği ve duyarlı hali beni çok etkiledi.

– En iyi anlaştığınız konu?
Her konuda anlaşıyoruz. Ama ikimizin de favorisi seyahat ve yeni yerler, yeni keşifler…

– Bir yerlerde “Seyahate Alman usulü gitmişler, masrafları paylaşmışlar” gibi haberler çıkmış…
Haberim yok. Umurumda da değil ne yazdıkları. Keşke bu yaratıcılıklarıyla senaryo filan yazsalar!

– Beraber yaşıyorsunuz…
Tabii.

– Apartmandaki insanlar seviyorlar mı sizi?
Bence seviyorlar. Her şey fazlasıyla normal. İki tane de köpeğimiz var. Mutluyuz çok.

– Serenay, “Evliliğe hazırım” gibi şeyler söylemiş…
Öyle bir şey mi var? Gerçekten mi? Her okuduğunuza inanmayınız. Biz hiçbir zaman karşılıklı oturup, ne zaman evleneceğiz falan demedik. Evleneceksek evleneceğiz, evlenmeyeceksek de evlenmeyeceğiz. “Biz 3 sene sonra ne olacağız” diye düşünmeye başlarsak, hayat sıkıcı olmaz mı? Hayatımızı doya doya yaşıyoruz. Her anından da keyif almaya çalışıyoruz. İkimiz de çok genciz. Ailemle de tanıştı Serenay. Bizimkiler de çok sevdi. Ama zaten sevilmeyecek gibi değil! Gelecekte ne olacağını zaman gösterecek…

Yorum Bırak