ÇAĞLA BÜYÜKAKÇAY

O bizim gururumuz!

(Pazar)

 Çağla Büyükakçay. Geçtiğimiz günlerde, müthiş bir başarı elde etti. TEB BNP Paribas İstanbul Cup turnuvasını kazandı. WTA şampiyonluğu kazanan ilk Türk kadın tenisçi ünvanını elde etti. Aynı zamanda dünyada ilk 100’e girebilen ilk kadın tenisçi oldu. Şu an 82 numara. Avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum. Ben Çağla’nın genç kızlara, genç sporculara rol model olacağını düşünüyorum.

Siz de okuyunca göreceksiniz, o bir devrim gerçekleştirmiş, duvarları yıkmış ve ne yapmışsa kendisi yapmış… Ve daha önce yapılamayan bir şeyi başarmış. Üstelim hemşerim, gururum duble yani!Karşımda dünya güzeli bir kadın duruyor. 26 yaşında. Rahatlıkla model olabilir, o kadar güzel bir fiziği var. En güzel yeri bence gözleri. Çok güzel bakıyor. Görünüşte ince, narin, kırılgan biri ama konuşmaya başladığınızda çok güçlü bir karakterle karşı karşıya olduğunuzu hemen anlayıveriyorsunuz. Ve nasıl kararlı, nasıl disiplinli, nasıl sebatkâr… Kafaya koymuş ve yapmış kadın!Ve daha adını çok duyacağımız da kesin… Yolun açık olsun Çağla, kim tutar seni…

CAGLA-BUYUKAKCAY-1

Seni tebrik ediyorum Çağla!

Müthiş bir şey başardın. Hepimizin gururu oldun. Neler hissediyorsun?

-Rüyada gibiyim. 26 yaşındayım, neredeyse bütün hayatım boyunca bunun için çalıştım, çabaladım. Hiç olmadığım kadar mutluyum ama içimden de “Eyvaaah!” diyorum.

Neden?

-E çünkü sorumluluklarım arttı! Bu başarıyı Türk kadınının başarısı olarak da algılıyorum. Ülkemi daha da gururlandırmak istiyorum. Bu da daha çok çalışmak demek. Müthiş bir ilgi oldu, herkese teşekkür ederim, bu destekler beni çok motive etti.

“WTA şampiyonluğu kazanan ilk Türk tenisçi… İlk 100’e giren ilk Türk tenisçi…” Bu cümleleri kolaycacık kuruyoruz da… Tam olarak ne demek bu? Bize, bu başarının büyüklüğünü anlat…

-Dünyanın her yerinde milyonlarca kişi tenis oynuyor. Ve dünyanın her yerinde turnuvalar yapılıyor. Ama sadece bin kişi, sıralama sahibi olabiliyor. 17 yaşımdan beri profesyonel olarak tenis oynuyorum. Hepimiz bu amaç için çalışıyoruz: WTA şampiyonu olmak ve Grand Slam’lerde başarılı olmak. Dünya sıralamasına girmek hepimizin rüyâsı. Bu turnuvanın başında 118 numaraydım. Şimdi bu şampiyonlukla birlikte 82’nciliğe yükseldim. 10 senelik emeğin sonucu buradayım. Ne var ki tenis, diğer sporlardan farklı. Bizde başarısız olduğunda puanları siliyorlar.

Nasıl yani?

-Tüm sene başarılı olmazsam, seneye 82 numara olmayacağım! Teniste hiçbir şeyin garantisi yok.

CAGLA-BUYUKAKCAY-10

DÜNYA ÇAPINDA BİR SPORCU OLDUM

Senin teniste elde ettiğin başarı, Arda Turan’ın futboldaki başarısıyla kıyaslanabilir mi?

-Tabii futbol tabii daha popüler. Daha büyük kitlelerin sevgilisi. Dünyada da öyle. Gerçi ben de, o koskoca dünyada 82 numara oldum! Evet, tenisin algısı daha farklı ama dünya çapında bir sporcu oldum neticede.

Aynı muameleyi görüyor musun?

-Arda’yla mı? Yok canım. Gerçi beni sadece tenis camiası biliyordu, şimdi hiç ummadığım kitleler de ilgi gösteriyor, tebrik ediyor. Bu da beni çok mutlu ediyor.

Bu ülkede “Yer gök futbol”. Bu sinirini bozuyor mu?

-Biraz bozuyor tabii. Çok başarılı olduğum zaman gazetelere haber oluyorum ama sayfayı bir çeviriyorum, popüler bir futbol takımının antrenmanı bile benden daha fazla önemseniyor, bunu görüyorum. Ona ayrılan yer daha büyük! E bu da biraz incitiyor. Bizim ülkemizde, bir futbol antrenmanı bile bireysel başarıdan daha fazla itibar görüyor. Kadın voleybolcularımız çok büyük başarılara imza attılar ama işte hiçbir zaman futbol kadar ilgi görmedi. Bir Türkiye gerçeği olsa gerek!

CAGLA-BUYUKAKCAY-11

Hadi başa saralım… Senin hikâyen ne?

-Adana’da doğdum. Annem ev hanımıydı, babam bir şirkette yönetici. Ufak mütevazı bir hayat. Ama sosyallerdi çok. İkisi de spor yapıyordu. Tenis de oynuyorlardı. Ablamla ben de tenise başladık, o bıraktı.

Kaç yaşındaydın?

-Sekiz. Tenis oynanan bir kulübe üyeydik. O kadar sevdim ki tenisi, antrenmanlara gitmeye başladım.

Bir sürü insan tenis oynuyor. Ama kimse senin kadar sebatkâr olmuyor, sebebi ne?

-Bilmiyorum, çocukluk aşkı gibiydi tenis benim için. Hâlâ aşk yaşıyorum. Oynarken zamanı unutuyorum. O yüzden de benim farklı bir çocukluğum oldu. Yaz tatilim yoktu, sömestr tatilim yoktu, hep antrenman. Ama bilinçli bir tercih. Çünkü bu birilerinin dayatmasıyla yapılabilecek bir şey değil.

Kortta olmak senin için ne ifade ediyor?

-En mutlu olduğum yer! Orada bir başıma olmayı çok seviyorum. Ben galiba, bireysel spora yatkınım. Takım sporu ya da iş hayatında ortaklık filan beni strese sokar. Birilerine sorumlu olacağım filan, ı ıh, benim hep tek tabanca olmam lazım. Tenis, sanki tercih ettiğim bir yaşam şekli.

Ne zaman hobi olmaktan çıktı?

-Küçük yaşlarda Türkiye şampiyonluklarım başladı. Şampiyon oldukça motivasyonum arttı. Yine aynı şekilde antrenman yapmaya devam ettim. Fakat profesyonel olarak tenis oynamak diye bir şey bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey, tenis camiasındaki başarılı sporcular, Amerika’daki üniversitelerde bursla okuyorlardı. Bütün havuç buydu.

Bunları hesaplarken kaç yaşındasın?

-14-15. O sırada İstanbul’a taşındık, annem, ablam ve ben. Ablam, edebiyat fakültesini kazandı, ben de burada tenise devam edeceğim. Fakat şöyle bir şey fark ettim: Amerika’ya üniversiteye tenis bursuyla gidenler, bir geliyorlar, eski performanslarından bir tık düşükler. “E niye gideyim o zaman” dedim, “Kötülüyor bunlar!” Amerika’yı bir gelecek gibi düşünüyordum. Oraya giderim, hem okurum hem tenisi geliştiririm. Fakat anladım ki, bir tenis kariyeri yapmak istiyorsam, profesyonel olarak bu yola girmem gerekiyor. Türkiye’de de buna kalkışan olmamış!

E seninki cesaret işiymiş!

-Şimdi düşüyorum da, evet. Çünkü profesyonel tenis oynamanız için dünyanın her yerine seyahat edebiliyor olmalısınız. İyi bir takımınız, iyi bir antrenörünüz olmalı. Benim neyin ne olduğunu anlamam yedi senemi aldı, son üç yıldır gerçekten kafamdaki gibi bir ekiple çalışıyorum. Bir rol modelim yoktu, her şeyi kafamı, gözümü yara yara öğrenmek zorunda kaldım.

Okul?

-Benim önceliğim hep tenis oldu. ENKA’da oynuyordum, orada okuyabilirdim. Ama hep daha kolay idare edebileceğim okulları tercih ettim. Antrenman yaptığım yere yakın olsun diye İstinye taraflarında bir devlet okulunda okudum.

Sponsor?

-O dönem yoktu. Ama tesadüfe bakın ki bir şirket, federasyona gidiyor. Genç bir sporcuya sponsor olmak istediğini söylüyor. Ben de 15 yaşında A Milli’ deyim o sırada, en genç sporcu olarak. Bana sponsor oldular. Böylelikle profesyonel tenis serüvenim başladı. Ama ilk başlarda inanılmaz zorlandım.

CAGLA-BUYUKAKCAY-12

NORMAL LİSEDEN AKŞAM LİSESİNE DEVAM ETTİM

-Bir kere, full time bir okula gidemeyeceğim anlaşıldı. Bu iş, iki saat antrenmanla olacak şey değil, altı saat çalışman gerekiyor. O yüzden normal liseden ayrıldım, akşam lisesine devam ettim. Beşe kadar antrenman yapıyordum, sonra okula gidiyor, saat akşam 10’da çıkıyordum. Dört sene böyle devam etti. Aynı zamanda sürekli seyahatler, turnuvalar… Başta yemekler bile zorluyordu. Hindistan’a, İsrail’e, Bosna Hersek’e, puan toplamak için bir sürü küçük yere gidiyorum. İlk bir sene zorlandım ama ilk 700’e girdim. Her geçen sene, kendimi biraz daha iyi hissettim. Ve Türkiye’yi kriz vurdu…

Eeee?

-Eee’si sponsorum, “Buraya kadar!” dedi. Antrenör değiştirmek zorunda kaldım. Bu sefer federasyonumuz destek olmaya başladı. Ama onların da gücü bir yere kadar. Önceden antrenörümle seyahate gittiğim turnuvalara yalnız gitmeye başladım.

Nasıl yani?

-Tek başıma gidiyorum. 20-21 yaşlarım öyle geçti. Japonya’ya gidiyorum mesela, Japonlar da sadece birbirleriyle arkadaş, hiç arkadaşım yok.

CAGLA-BUYUKAKCAY-7Seninle kimse gelemiyor mu?

-Hayır gelemiyor. Çünkü para yok. Kulüp de veremiyor. Her yere yalnız gidiyordum. Bazen kayboluyordum. Üç haftalığına İspanya’ya gittim, üç farklı şehre gitmem lazım, birine gittim, ikincisine giderken yolu kaybettim…

Kaç kere yalnız gitmişsindir?

-İki senede 30-35 kere yalnız seyahat etmişimdir. Ama şikâyet etmiyorum. Evet, yol meşakkatli ama bu yol, benim yolum! Bu arada, yanımda kimse yok ama Türkiye’de bir numaraydım. Ve profesyonel tenis oynayan üç kişiden biriydim. Bırakmam söz konusu değildi yani. Her yere kendi başıma gidiyorum, her şeyimi kendim taşıyorum. Sonuçta eksiklerimizi maçta görmemiz gerekiyor. Benimkini görecek biri yoktu. Kendim analiz ediyordum.

Oynadığın maçları tekrar mı izliyordun?

-Yok canım. Kimse yoktu ki çekecek. Beynimde geri sarıyordum, “Bugün yanlış ne yaptım?” diye düşünüyordum. Döndüğümde antrenörlerimle konuşuyordum. Ama onlar performans antrenörü, seyahat edemiyorlar. Bir de benim gibi 60-70 oyuncuları daha var. Bu şekilde gelişemeyeceğimi anlamıştım. Allah’tan kriz bittikten sonra tekrar destekler başladı. Demek istediğim: İmkânsızlıklar oldu ama ben yılmadım.

CAGLA-BUYUKAKCAY-2

SEVGİLİM YOK AŞKA ZAMANIM DA YOK

Nasıl bir hayatın var?

-26 yaşındayım, yaşıtlarımdan hep farklı bir hayatım oldu. Ben her şeyi ıskaladım aslında! Acıklı bir ses tonuyla söylemiyorum, bu bir tercihti. Bir kere sevdiklerimin özel günlerini hep ıskaladım. Doğum günlerinde yoktum, şimdi de arkadaşlarımın düğünlerinde yokum. Hayatım, seyahatlerde ve otel odalarında geçiyor. Yediğime, uykuma dikkat etmek zorundayım.

Sen âşık da olamıyorsundur…

-(Gülüyor) Doğru, âşık da olamıyorum! Hem konsantrasyonumu bozar hem de zamanım yok. Böyle söyleyince komik oluyor ama gerçek bu.

Sevgilin yok mu?

-Yok.

Hiç mi olmadı?

-Oldu ama sürmedi. Kim, neredeyse yılın 10 ayı seyahat eden birini ister? Kadın tenisçilerin aile kurması da zor.

Erkek ve kadın tenisçiler arasında bu konuda bir fark var mı?

Olmaz mı?Erkek tenisçiler aile kurabiliyor, kadınların ise tenisi bırakmaları gerekiyor. Aksi örnek çok az. Erkekler hep avantajlı, mesela turnuvaya gidiyorum erkek; karısını, çocuğunu getiriyor. Ama çocuğuyla ilgilenmesi gerekmiyor, maçına konsantre olabiliyor çünkü anne başında. Ama anne olan tenisçilere bakıyorsun, bir taraftan çocuğuyla ilgileniyor, bir taraftan bakıcıya laf anlatıyor, bir taraftan tenis oynuyor. Kadınların kaderi bu, her şeyi birden yapıyorlar. Antrenörü kocası olanlar var. O kadar ayrı kalmaktansa, böyle bir formül geliştirmişler, şimdi her yerde birlikteler. Ama çoğunluk benim gibi yalnız…

Kortta korktuğun oluyor mu?

-Eskiden çok oluyordu. Kazanmaktan korktuğum da oluyordu.

CAGLA-BUYUKAKCAY-9

Nasıl yani?

-Mesela yüzmüşsün yüzmüşsün, kuyruğuna gelmişsin. Son set, 5-2 öndesin. Ama maçı kapatamayabiliyorsun. Elin titriyor, tuhaf sinir atakları yaşıyorsun. Sonra bir şey oluyor, her şey tersine dönüyor, sayı kaybetmeye başlıyorsun, bazen de maçı kaybediyorsun. Kazanmaktan korkmak bu! Benim rakiplerimin normalde, Gençler’de de bir kariyeri olmuş, 18 yaş altında da şu anki gibi bir yarış var ama ben orada yer almadım. Dolayısıyla onlar kadar maç tecrübem yok. O yüzden bu tür şeyler yaşıyordum. Ama kendimi geliştirdim artık, biliyorum ki korktuğum zaman kaybetmeye mahkûmum.

Kortta başka hangi duyguyu hissetmemek gerekiyor?

-Pişmanlık. “Öyle vurmasaydım da, böyle vursaydım…” Kafa, hatalara takılı kaldığı zaman yüzde 80 kaybediyorsun!

Peki tek motivasyonun başarı mı?

-Hayır değil. Eskiden kendimi en çok mutlu hissettiğim anlar, başarılı olduğum zamanlardı. Sonra şunu kavradım, sadece başarıya takılıp kalmışsak, yanmışız. Çünkü bunun sonu yok… Şimdi tenis oynadığım için çok mutlu hissediyorum kendimi. Başarılı olursam ne âlâ ama olamazsam da dünyanın sonu değil. Ben artık her gün korta çıkabildiğim, sağlıklı olduğum ve bu imkânlara sahip olduğum için mutluyum. Motivasyonum da, başarıdan ziyade bir Türk kadını olarak yapabileceklerim, mesela genç kızlara rol model olabilmek. En çok istediğim şey bu…

CAGLA-BUYUKAKCAY-4

EN BÜYÜK ŞANSIM AİLEM

En çok kimin desteğini gördün?

-Annemin tabii! Her zaman arkamda durdu. En büyük şansım ailem.

Kendi hayatına bakınca ne görüyorsun?

-Hayatını tenise vakfetmiş birini! Hatta tenise adamış birini!

Bu kadar büyük bir başarı başka türlü gelmiyor mu?

-Bence gelmiyor. “İlk 500’e girdim dünyada, bana bu yeter!” diyen biri fazlası için uğraşmıyor. Bana yetmedi, uğraşmaya da devam ediyorum…

Peki ne istiyorsun?

-Gidebildiğim yere kadar gitmek! Ve sürekli gelişmek. Limit koymak istemiyorum kendime. Ama şunu biliyorum, bu işte ‘ben oldum’ yok, sürekli çalışmalısın.

Peki çalışmanın dışında?

-Belli bir yetenek, fizik, teknik ve kondüsyon. Bir de kişiliğinin uygun olması gerekiyor: Bireysel sporu yapabilir misin, yapamaz mısın?

Nasıl yani?

– O maç stresini kaldırabiliyor musun, kaldıramıyor musun? Kendi kendine kalınca, isabetli kararlar verebiliyor musun? Çünkü bizim verdiğimiz kararlar salisede gelişiyor, top geliyor ve oyun kuruyorsun o sırada. Bunu tek başına yapabiliyor musun, yoksa birinin sürekli seni yönlendirmesi mi gerekiyor?

CAGLA-BUYUKAKCAY-3

BEN YAPTIYSAM HERKES YAPABİLİR

Bu oyunun ne kadarı mental?

-Neredeyse tamamı! Tenis, bir akıl oyunu. Şu anda ilk 100’de oynayan hiçbir oyuncunun forehand’i, backhand’i, servisi zayıf değil zaten. Hepimiz teknik olarak iyi durumdayız, kondüsyonumuz yüksek, deliler gibi çalışıyoruz. Maçlar mental kazanılıyor. Zor zamanlarda gösterdiğiniz cesaret, serinkanlılık önemli. İçimde korku barındırdığımı hissettiğim an kendime diyorum ki, “Sadece tenise konsantre ol! Çünkü bugün kaybetsen bile, seni geliştiren bir oyun oynarsan, karşılığını birkaç maç sonra alırsın!” Teniste, doğru oynadığın halde kaybedebilirsin. Bunun bir önemi yok. Büyük resme baktığında sen kazanırsın. Yani senin için doğru olan oyunu oynamaktan korkma, günlük skorlara takılma…

Bu olgunluk seviyesine nasıl gelebildin?

-İyi bir ekiple çalışıyorum ben. Antrenörüm Can Üner’le 5 senedir birlikteyiz. Daha önce de Marsel İlhan’la beraberdik. İkinci kez ilk 100’e oyuncu sokan bir antrenör. Ama antrenörümün dışında, kondüsyonerim, fizyoterapistim ve mental koçum var.

Tenis müsabakası, aslında mental bir muharebe mi?

-Aynen öyle! Senelerdir ilk 200’deydim. Ama işte insanlar sürekli, “Bizim neden ilk 100’de bir kadın tenisçimiz yok?” diye sorup duruyorlar. Bu çok klasik bir sorudur. Benim de tek amacım bu oldu. Ve bu, bir saplantıya dönüştü. Geçen senenin başında iyi bir ritm yakaladım ve 108’inci oldum. Ama sonra paniklemeye başladım. “İlk 100’e az kaldı, hadi başaracağız!” diye. Fakat hiçbir bir mental ya da fiziksel hazırlık olmadan, bir sürü büyük turnuvaya gittik. İlk 100’e girelim de ne olursa olsun diye! İstemeden bazı şeyleri aceleye getirdik. Ve ben kaybetmeye başladım. 6 ay boyunca hiçbir maçı kazanamadım. Çok iyi oynuyorum ama kazanamıyorum. Puanlarım düşmeye başladı. 108’ken, 192’ye kadar geriledim. İşte o zaman dedim, “Bu işte bir yanlışlık var! Benim kafa yapımı değiştirmem lazım!” Mental koçumun da sayesinde farklı düşünmeye başladım, sahaya farklı bir kafayla çıktım. Kasımda büyük bir şampiyonluk kazandım, 126 numara olarak bitirdim. Sonra peş peşe galibiyetler gelmeye başladı…

CAGLA-BUYUKAKCAY-8

Yani sahaya, “Yeneceğim!” diye çıkmamak mı gerekiyor?

-Bence çıkmamak gerekiyor. O anda, gelecek ya da geçmişle işiniz olmamalı. Ben artık süreçte, yani an’da kalıyorum. Oynadığım oyundan zevk alıyorum. “Oh ne güzel, bugün de en sevdiğim şeyi yapıyorum!” diyorum. Ne geçmişi ne geleceği düşünüyorum. Nasıl faydasını gördüm anlatamam. Gezgin ve Hacı hikâyesi gibi…

Nasıl yani?

-Hacı’nın bir amacı var, o amaca odaklanmış durumda. Amacını gerçekleştirirse mutlu olacak. Gezgin ise bulunduğu her ortamda mutlu olan biri. Ben işte artık bunu yaşamaya başladım. Büyük turnuvalarda oynuyorum. Sadece kazandık mı, kazanmadık mı diye bakmıyorum, hepsini deneyim olarak değerlendiriyorum. Dahası tenis oynarken, bir çocuğun oyun oynarken aldığı zevke benzer bir zevk alıyorum.

CAGLA-BUYUKAKCAY-6

DUVARLARI KIRARAK BURAYA GELDİM

Sen filozof olmuşsun!

-O kadarını bilemem ama başarısızlık da bu işin bir parçası, ben bunu anladım. Başarısız olduğum dönemler hep olacak. Dünyanın 10 numarası bile, bazen 6 maç üst üste kaybedebiliyor. Ama bunu, oyunun bir parçası olarak görüp, tüm süreci de bir yolculuk olarak kabul edip, bir sonraki durağa geçmek gerekiyor.

Kendini bu kadar çözümlemeye çalışmak iyi mi?

-Başka bir yolu yok ki. Tenis dediğin bir iç yolculuk. Ben sürekli kendimi dinliyorum. Sürekli kontrollüyüm. Yaşadığım sevinç de kontrollü, üzüntü de. Öyle olması gerekiyor, yoksa hepsi sahaya yansıyor. Geçen sene üst üste maç kaybedince, ağır şeyler yaşadım, hatta tenisi bırakmayı bile düşündüm ama şu an diyorum ki iyi ki yaşamışım. Şimdi 82 numara olmamın sebebi biraz da geçen sene yaşadıklarım.

Sence gerçekten her şey aslında aklımızın içinde mi oluyor?

-Kesinlikle! Maçlar da kafamızda oynanıyor. Durum 5-5 olduğunda, kimin daha sağlam durduğu sonucu belirliyor. Yetenekler o en zor zamanlarda ortaya çıkıyor.

CAGLA-BUYUKAKCAY-5

Kaç yıl daha böyle sürecek? Gözünü nereye diktin?

-Ben tenisi sevdiğim için oynuyorum. Tabii ki hayallerim, hedeflerim var ama bir limit koymak istemiyorum. Olimpiyatlar çok yakın, orada oynamak istiyorum. Türkiye’ye kazandırabileceğim bir ilk daha olursa bu beni mutlu eder. Sonra Wimbledon’larda, Grand Slamler’de başarılı olmak istiyorum. Ben bu sistemde yetiştim. Benim gibi pek çok genç tenisçi de yetişebilir. Bizde yabancı hayranlığı var. “Neden yurtdışına gitmiyorsun? Neden yabancı antrenörle çalışmıyorsun?” diye sorarlar. Tabii ki onların tecrübeleri var ama şunu söylemek istiyorum: Duvarları kırarak buraya geldim. Ben yaptıysam, başkaları da yapabilir. İsteyen herkes yapabilir…

Türkiye’deki terör tehdidi yüzünden çok iyi oyuncular gelmemiş, sen o sayede şampiyon olabilmişsin. Kötü kalpliliklerinden mi böyle söylüyorlar? Doğruluk payı var mı?

-Nasıl baktığınıza bağlı. Terör değil de, bir kere her turnuvada sakatlıklar oluyor, en yukarıdaki tenisçilerin biri Wozniacki sakatlandığı için gelmedi. Diğeri Azarenka’nın puana ihtiyacı vardı, gelecekti ama dünya beşincisi olunca vazgeçti. Onlar gelmediği için kazandığımı düşünmüyorum. Şöyle bakıyorum: Bütün emeklerim bu turnuvada zirve yaptı.

Fotoğraflar: Zeynel Abidin Ağgül 

Yorum Bırak