Bıraktım kendimi toprağa, kapadım gözlerimi, bitkilerle bütünleştim


Mini minnacık bir yer. Çiçekçi mi sanat galerisi mi?
Bilemedim, dalıverdim. Teşvikiye Camii’nin arkasında.
Hiç görmediğim bitkiler… Hayranlıkla bakındım, hepsini kokladım, dokundum, ben o dükkândan hiç çıkmak istemedim. Sonra, “Bir buket yapar mısınız?” dedim, “Bir arkadaşıma!” O kadar güzel oldu ki, vermek istemedim. Tasarımdı resmen. Obje gibi. Heykel gibi. İşte Ayça Girgin ve Vesaire ailesiyle böyle tanıştım. Orijinal bir tip Ayça. Benzersiz. Kimseye benzeme derdi yok, bence kimsenin ona benzeme ihtimali de yok.
Kimseyle derdi, yarışı da yok. Kendi alanındaki öncülerden. Bir mesleği, çiçekçiliği kendine göre yorumlamış biri o. Biraz da filozof gibi, sanatçı gibi. Alman babaannesi sayesinde bitkilerle aşk yaşıyor. Olağanüstü şeyler yaratıyor.
Daha fazla para kazanmak için asla taviz vermiyor.

Belki de bu yüzden para da kazanabiliyor. Bitkileri ve çiçekleriyle yaşıyor, her geçen gün birileri daha Vesaire ailesine dahil oluyor. Atölyeler düzenliyor, insanlara bu orijinal tasarımları öğretiyor, bir taraftan da organizasyonlar yapıyor. O, doğaya dönmenin yolunu böyle bulmuş. Şehrin ortasından kendine bir habitat yaratmış. İçimizin döne döne sıkıldığı bu günlerde, Ayça Girgin gibi yaratıcı gençler bana umut veriyor. Verdi. Teşekkür ederim ona. Fotoğraf çekimi için buluşacağımız zaman, “Farklı bir şey yapalım!” dedi, “Nasıl yani?” dedim. “Görürsün!” dedi. Gördüm! Kadın, stüdyoya toprak ve tonla bitki getirdi. Taa Amsterdam’dan gelmiş o bitkilerin bir kısmı… Ve beni doğaya döndürdü. Toprağın üzerine yattım, gözlerimi kapadım ve bitkilerle bütünleştim. Toprak eninde sonunda gideceğimiz yer. Özümüz. E huzurlu oluyor insan haliyle…

Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu

Sen nesin?
– Florist.

Havalı olsun diye mi florist?
– Valla değil. Esnaf daha havalı geliyor bana. Ama n’aparsın floristim.

Floristin çiçekçiden farkı ne?
– Florist, özgün ve özgür tasarımlar peşinde koşan bir çılgın. Çiçeklerin, nihai sahibinin onda uyandırdığı hissiyatı, ortaya çıkacak yapıta aktarır. Bu da, bir nevi hissi kablel vukudur.

Nasıl yani?
– Diyelim ki sen sevgiline bir buket yaptıracaksın. Ama ben senin sevgilini tanımıyorum, senin bana anlattıklarından ya da senden bana geçen hisle, ona özel bir şey hazırlıyorum. Amaç, o tasarımın sadece ona özel olması.

Gerçekten de olağanüstü çiçek tasarımları yapıyorsun. Sen, bir sanatçı mısın?
– Bilmiyorum. Önemi de yok. Benim için unvan değil, yaparken hissettiklerim ve hissettirdiklerim önemli. Doğa, algıların o kadar ötesinde bir derinlikte yaratılmış ki, sanatın ta kendisi!

Ne güzel söyledin! Seni tanıyalım…
– Ben Ayça Girgin. Yeşil Ayça!

OMA’NIN BAHÇESİNDE DOĞAYA ÂŞIK OLDUM

Bitkiler ve çiçeklerle aşkın ne zaman başladı?
– Çocukken. Babaannem Alman. Almanya’da onunla büyüdüm. Kirpilerin yaşadığı şahane bir bahçemiz vardı. Polenden hapşırdığım da oldu, kaşındığım da, çiçekleri koparıp azar işittiğim de. Ama her an doğanın içindeydim ve erken bir uyanış yaşadım.

Neler yaşadın?
– Ooo neler yaşamadım ki! Bahçenin bir duvarı raf doluydu. Minik minik cam şişeler içinde bitkiler, çiçekler. E tabii merak ediyorum, ne var bunların içinde? Yaprak var, dal var, ot var. Babaannem köklüyordu onları. Bir hayat vardı orada. Müthişti. Sonra eşe dosta hediye ediyorduk. Bir çocuk için büyülü, bir açık hava laboratuvarıydı. Doğaya âşık oldum. Daha doğrusu, zaten doğanın bir parçası olduğumun farkına vardım. Uzun orman yürüyüşleri yapardık, mantar toplardık. Sıkı bir botanikçiydi benim Oma’m.

O zaman sendeki bu florist damarı, Alman büyükanneden geçen bir gen mi?
– Kesin! İncir yaprağıyla kapanan Havva’dan başlayan bir birikim ama babaannemdir her şeyin müsebbibi!

Reklam okudum ama florist oldum

Olay nerede geçiyor?
– Mannheim’da.

Babaannenin hikâyesi ne?
– Adı Ingrid Girgin. Babası, Alman Harbi’nden kaçıyor, Türkiye’ye geliyorlar, Mersin’e. Dedemle burada tanışıp evleniyorlar ve Türkiye’nin ilk mocamp’ını kuruyorlar. Turizmin temeli diyebiliriz. Bugün bile herkesin dilindedir anıları. Sonra ayrılıyorlar ve Almanya’ya dönüyor Ingrid. Türklere danışmanlık yapıyor, sosyal sorumluluk projeleri üretiyor. Bir yandan da tutkusu botanik. Sonra resme ben giriyorum. Pfaelzer, Kreis Donnersberg, Kirccheimbolanden ormanlarında babaanne-torun dolaşıyoruz. Ve o anlatıyor, “O mantar şudur, bu mantar budur, bak bu zehirlidir, bu akşam yemeğine şahane olur!” Hayatımın en güzel zamanları…

Ondan en çok ne öğrendin?
– Özenle sevmeyi ve her şeyin bir parçası olabilmeyi! Doğanın, onun mutfağının… İnanılmaz lezzetli bir mutfağı vardır ve müthiş tarifleri! Beni de dahil ederdi, süzerdim, taşırdım, pişirirdim. Ben de pişerdim. “İzle!” derdi, izlerdim. Derken kapı çalardı, annem-babam ve arkadaşları gelirdi. Orman elf’i kostümü içinde. Gerçek mi kalır çocuk zihnimde? Her şey masal gibi güzeldi. Çok şanslıydım!

Sen de şifa otlarından anlıyor musun?
– Anladıklarım var. Bitkilerin dilini az biraz öğrendim, devam…

Doğanın, ormanın ve yeşilin hayatında yeri ne oldu?
– Hep oldu. Şehir hayatında, İstanbul’da da hep olsun diye kendi habitatımızı yarattık!

Peki ne eğitim aldın?
– Bilgi Üniversitesi Reklam Bölümü’nden, yaratmaya hevesli bir metin yazarı olarak mezun oldum.

Neden reklamcılık yapmadın?
– Yaptım, devam ettirmedim. Çok para kazanıp harcayacak zamanın olmaması biraz saçma sanki! Tabii ajansta yaşam pek cezbedici; oyun konsolları, langırt, muhabbet, bol bira, hatta basketbol potası bile vardı. Çalışma arkadaşlarımın çoğu erkekti, eve gidesi gelmiyordu onların, benim geliyordu. Tüm hayatımı kapsasın istemedim. Çok sevdiğim bir hocam vardı, “Bu bölümden mezun olup hanginiz reklamcılık yapmazsa, doğru eğitmişiz!” derdi. Haklıymış.

Alaylı başladım, iki sene çıraklık yaptım

Peki tekrar doğaya, yeşile, bitkiye dönüşün nasıl oldu?
– İşi bırakınca Avrupa’ya gittim. Gezdim, dolaştım, çiçekler topladım. Sonra girdim bir çiçekçiye ve çıkamadım. O kadar güzeldi ki, sonsuza kadar kalmak istedim. “E madem öyle, ben de kendime böyle bir dünya yaratayım!” dedim. Döndüm. Bir heves gittim, Galata’da dükkânımı tuttum. Ne olabilirdi ki, otururduk avlusunda, en kötü biz bize, çiçekseverler olarak. Ama öyle değilmiş bu işler, bunu da öğrendim. Dosttan da oldum, dükkândan da. Halbuki hayallerim vardı, girmiştik işin içine, Yalova’dan, Isparta’dan al yanaklı seracı amcalar gönderecekti çiçekleri, olmadı. Battım. “Bu işi bilmiyorsun Ayça, kabul et!” dedim. Ettim. “Eğitim şart!” Şart da okumuşum zaten özel özel, işi de bırakmışım. “Anne, baba beni Paris’e, Amsterdam’a gönderin de, öğreneyim şu çiçek yapma işini en havalısından!” diyemedim. Alaylı eğitim. Girdim İstanbul’un hatırı sayılır çiçekçilerinden birine, iki sene harbi çırak oldum. Sonra “Ben tamamım!” dedim, Vesaire’yi şimdiki yerinde açtım. Beşinci seneyi kutluyoruz.

“Ben çiçekçide çırak olacağım!” dediğinde ailenin tepkisi ne oldu?
– Babam o kadar çok sevindi ki, ben ne yapacağımı şaşırdım. Annem önce algılayamadı. O hep önce anlamak ister. Ben de ona sunumlar hazırladım, çiçekler yaptık birlikte. Pek hoşuna gitti! Hatta üç senedir, tam zamanlı bizimle çalışıyor. İkisine de, beni destekledikleri için minnettarım.

AYÇA GİRGİN: BİTKİLERLE KONUŞUYORUM
Asıl onlar benimle konuşuyor! Bunu çok derinden hissedebiliyorum. Dükkâna girince algım açılıyor. Ben de konuşuyorum tabii. İltifat ettiğim de oluyor, soru sorduğum da, “Tamam tamam, sustum!” dediğim de… Herkese tavsiye ederim.

SEVGİLİLER GÜNÜ’NDE KIRMIZI GÜL SATMIYORUZ
Sen elindeki çiçeklere ‘malzeme’ muamelesi mi yapıyorsun, başka bir şey mi?
– Hepsi nimet onların! Büyük kavgasını veririm bunun. Öyle bakanla ekip arkadaşı olamam, “Sap bu!” deyip atanla da. Her biri gün gelir, yerini bulur.

Neden Vesaire?
– İnsanlar gibi çiçekler de, kendilerinden bir parçanın diğerinde titreşim uyandırdığını hissettikleriyle arkadaş olurlar. O yüzden Vesaire. Ya da şöyle anlatayım, bir buketi tarif ederken, “Biraz okaliptus, biraz erengül, sümbül” dedikten sonra “vesaire” demeden cümleyi tamamlayamıyoruz. O “Vesaire” olmazsa, hep eksik kalacakmış gibi. O vesaire, o son dokunuşu tamamlayacak gibi…

Dükkânının karşısında bir atölyen de var… Orada ne oluyor?
– Fotoğraf çekimi, uzun sofra yemekleri, okuma geceleri, mini konserler, atölye çalışmaları, düğün organizasyonları…

Ortağın Sinem de senin gibi yeşil bir kadın mı?
– Evet! Hatta bir Amazon kadını. Yeşilin her tonu var onda. Doğanın içinde kendi olabilen, onunla bütünleşen bir kadın.

AŞKLAR ARTIK RENGÂRENK

Neden Sevgililer Günü’nde kırmızı gül satmıyorsunuz?
– Öyle. Hiçbir günde satmıyoruz. Aşklar rengârenk artık.

Siz ikiniz, aynı zamanda florist mi yetiştiriyorsunuz?
– Evet, öğrenciyken staj yapmak için veya işinden sıkılıp sadece vakit geçirmek için dükkâna adım atanlar, birer floriste dönüşüp aileyi büyütüyorlar. Hatta kendi dükkânını açanlar bile var. Bir de başka şehirlerde açmak için eğitim programımıza katılanlar var. Ama oldukça seçiciyiz.

Para kazanmak uğruna taviz vermiyor musunuz?
– Asla! Özgür ruhlarız, sevemediğimiz işlere hayır diyebilmek en büyük lüksümüz. Taviz vermemek, Vesaire’yi Vesaire yapan şeylerden biri. Belki de en önemlisi.

BİZE RÜKÜŞ GELEN BOHEM ÇIKAR

Sizin düğün buketinizin nesi farklı?
– Genel geçer formları, nizami sıralamaları reddeden, nev-i şahsına münhasır buketler çıkıyor bizim dükkândan. Kompozisyon göz ister, el ister, ruh ister. Hepsi mevcut bizde.

Müşteri rüküş bir şey isterse?
– Bize rüküş gelen bohem çıkar! Ama tabii kırmadan, kızdırmadan, bazen kibarca, başka yerlere yönlendirmediklerimiz de yok değil.

Türkiye’ye hiç gelmeyen çiçekleri getirdiniz. Bundan ne kadar gurur duyuyorsunuz?
– Heyecan duyuyoruz! Dükkâna girip, “Aman Tanrım! Bu ne? Ömrümde görmedim, gerçek mi?”; bu sorulara cevap verirken, onlara bu anı yaşatıyor olmanın mutluluğunu duyuyoruz.

Doğadan ilham almak, varoluşsal bir ihtiyaç mı?
– Kesinlikle! Nüfusun arttığı, kentleşmenin çarpıklaştığı zamanlarda, hayatın koşturmacasından sıyrılıp nefes almak ve doğaya dönmek, ihtiyaçtan öte, bir refleks.

Doğanın modası hiç geçmeyecek mi?
– Her şeyden önce doğa vardı. Bizden sonra da olmaya devam edecek. Doğayı moda haline getirmek insanların abesliği.

Kurtuluşumuz doğaya dönmek mi?
– Döndüğümüzde bizi kabul ederse tabii! Doğa bir silkelense, üstündeki tüm fazlalıklardan kurtulacak güçte. Ondan üstünmüşüz gibi davranmayı bıraksak keşke. Oysa biraz ilgi göstersek cömertçe sunduklarına şaşıracağız.

Beni bitkilerin içine yatırıp tasarladığın görüntü ne?
– Bir deneyim. Bir süreliğine doğaya, yuvaya dönüş. Sen de öyle hissettin. Hiç yadırgamadın. Bıraktın kendini, daldın gözlerin kapalı, toprakla bütünleştin.

DOMATES YERİNE BETON MU YİYELİM!

O kadar içine ettik ki doğanın, nefes almak için gaz maskesi lazım…
– Biraz da mübalağa ama evet, çok zarar verdik. Uzun süre doğanın içinde kaldıktan sonra şehre dönünce, nefes almakta zorlanıyorum. Başım ağrıyor, gürültüden yorgun hissediyorum. Domates yerine de beton mu yiyelim, anlamıyorum.

Bir sanatçı ve filozof gibi üretirken, çalışırken, düğün organizasyonları yapman biraz tuhaf değil mi?
– Düğün kelimesini korkunçlaştırdık sanki. Aslında iki bambaşka insanın birbirini sevmek ve hayatını birleştirmek için söz verdiği ve bunu tüm sevenlerinin önünde cesurca haykırdığı bir kutlama. Bundan daha filozofik bir şey olabilir mi? Zaman içinde gelin buketlerini yaptığım gelinler, düğünlerinde bizden de dokunuşlar olsun istedi. Çevremdeki arkadaşlarım evlenmeye başladı, “Düğünümü sen yaparsın herhalde!” cümlelerini daha sık duyar oldum. Öyle güvendiler ki, harika düğünler yaptık.

Bu arada sen de bu yaz evleniyorsun. Damat Bey de doğa aşığı mı?
– Müzik âşığı. Saksofon çalıyor. Birbirimizin farklı yönleriyle besleniyoruz.

YEŞİLİ SEVMEYEN ADAM, ÇÖLDE YAŞAMAK GİBİ

Yeşili sevmeyen bir adamla birlikte olabilir miydin?
– Çölde yaşar mıydın gibi bir şey bu! Saygım var ama ben almayayım.

Nasıl bir düğün olacak?
– Kemer Country Orman Evi’nde. Sadece çiçek aranjmanlarıyla değil, mekânla birleşen enstalasyonlar, tepeden sarkan çiçekler, özel diktirilmiş masa örtüleri, oyalı peçeteler, her masa için farklı ülkelerden seçilmiş vazolar. Damat Bey’in müthiş şarkı seçimleri. Hatta müzisyen arkadaşlarımız da sahne alacak. Çok karakteristik babalarımız var, onlar için konsept köşeler olacak. Detay detay düşünülmüş, nice gülümsetecek anla, Vesaire hayalperestliğini yaşayacağız hep birlikte.

Yorum Bırak

3 + 15 =